SİYASET FELSEFESİ I - Ünite 1: Siyaset Felsefesine Giriş Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Siyaset Felsefesine Giriş
Ünite 1: Siyaset Felsefesine Giriş
Giriş
Felsefe, varlığa bilgiye ve insanın tüm faaliyetlerine yönelik akla dayalı, eleştirel açıklama getiren bir yaklaşımdır. Felsefede ussallık kavramı temellendirme anlamına gelir.
Bu anlamda ussallık ya da temellendirme her hangi bir soruna, akla dayalı söz anlamına gelen logos’lu bir açıklama getirmektir. Bu yaklaşım siyaset alanında da aynıdır.
Siyaset genel sözlük anlamı açısından devlet işlerini düzenleme ve yürütme ile ilgili bir insan etkinliği olarak bilinir. Siyaset terimi kökenbilimsel olarak Eski Yunancada geçen politika sözcüğünden gelmektedir ve Batı dillerine de bu şekilde geçmiştir. Eski Yunan bakış açısından ise terimin Yunanca karşılığının da gösterdiği gibi polis yaşamına ait etkinlikler anlamına gelir. Eski Yunancada polis kavramı şehir devlete karşılık gelen bir terimdir. Bu terim aynı zamanda şehir-devlet içindeki yurttaşlar topluluğuna da karşılık gelir. Eski Yunan siyasal yaşamı şehir devletler içinde gelişmiştir.
Siyaset hem bir insan etkinliğinin adı olarak söz konusudur hem de bu etkinliği nesne edinip bu konu üzerine bilgiler ortaya koyan bir bilgi alanı olarak söz konusudur. Siyaset bu ikinci kullanımıyla da ikili bir anlam taşır: Siyaset bilimi ve siyaset felsefesi olarak. Siyaset bilimine göre siyaset, yönetim erki tarafından belli bir toplumda çatışma hâlindeki öznel çıkarların toplumun genel istencine uygun olarak uzlaştırılmasıdır. Siyaset felsefesi ise genel olarak bir toplumdaki belirli grupların ya da bireylerin öznel istencinin genel istençle birliğine ilişkin olanaklılığı soruşturur.
Siyasetin felsefeyle ilişkisini anlamak için, insan, toplum ve devlet kavramlarına bakılmalıdır.
İnsan, Toplum ve Devlet
Toplum felsefesi kendi başına toplumu ele alırken devlet felsefesi kendi başına devleti ele alır. Siyaset felsefesinin konusunu ise hem toplum ve toplumsal düzen hem de devlet oluşturur. Aristoteles Politika adlı yapıtının hemen başında insanı zoon politikon olarak tan›mlar. Zoon politikon kavramı Türkçede siyasal canlı anlamına gelir. Ama Aristoteles özellikle insanın toplumsal bir varlık olduğuna vurgu yapmaktadır. Bu insanlar ortak bir amaç olan, ortak iyi kavramı için bir raya gelmektedirler. İnsan bireyleri topluluk hâlinde yaşarlar, çünkü insan bir toplum içinde her türlü maddi ve tinsel gereklerini karşılar. Tinsel kavramı sözcük olarak manevi teriminin Türkçesi olsa da felsefedeki özel anlamıyla kültürel anlamına gelmektedir. Ama bu kültürel kavramından belirli bir toplumun kültürünü anlamamak gerekir. Daha çok insana ait olan, insan yapıp etmesi olan anlamında düşünülmelidir. Bu anlamda bilim insanın tinsel bir etkinliğidir denir. Aristoteles Polika adlı yapıtının hemen başında insanın zoonpolitik olduğunu söylerken aslında Devlet varlık nedeninin insanın toplumsal varlık yapısı olduğunu söylemiş olur. Yunancadaki politikos sıfatı burada toplumsal olmaya vurgu yapmaktadır. Aristoteles böylece siyasetin insanın toplumsal yaşamıyla ilgili bir etkinlik olduğunu söylemektedir. Aristoteles insanın erdemli olmasının koşulunu erdemli yaşamasında bulur, bu yüzden de ona göre insanın erdemli olmasının koşulu insanın toplum içinde yaşamasıdır. İnsan çeşitli toplumsal ilişlkiler içinde eylemde bulunan varlıkken devlet bu toplumsal ilişkileri düzenleyen varlık olarak insanın eylemlerini de bağlayan yasal gücü oluşturur. Başka bir ifadeyle, Devlet siyasal bütün olarak siyasal bir varlık olarak yasa koyucu bir birliktir.
Siyaset Felsefesi, Temel Kavramları ve Sorunları
Bir siyaset kuramı temel kavramlarının ussal açıklamasını vermeyi amaç edinir. Siyaset felsefesinin temel sorun alanı siyasette temeller konusundaki tartışmadır. Felsefede temeller bulma sorunu, bilgiyle, etikle ya da var olanla ilgili yapılan temellendirmelerde dayanılacak nihai ilkeler olarak ilk ilkeler denilen temel hareket noktalarının nesnelliğine ilişkin tartışmadır.
Siyaset Felsefesinin iki temel sorusu vardır. Bunlar: Kim hangi haklara sahip olacak? Egemenlik kimde olacak? sorularıdır. İlk soru yurttaşların hak ve ödevlerinin dağılımı ve temeliyle ilgiliyken ikinci soru siyasal egemenliğin dağılımıyla ilgilidir. Bu sorular aslında devletin varlığıyla ilgili temel sorundan doğan sorulardır. Bu nedenle siyaset felsefesinin en temel sorunu devletin varlığı sorunu olduğu söylenebilir. Bu temel soru bir devletin var olup olmaması gerektiğiyle ilgilidir. Başka bir deyişle, devletin var olması gerekip gerekmediği, eğer var olması gerekiyorsa niçin var olmak zorunda olduğu hakkında bir sorudur. Felsefenin diliyle söylenecek olursa bu soru Devlet nedir? sorusudur. Nedir sorusu ele aldığı nesneyle ilgili olarak bu nesnenin ne’liğini, ne olduğunu, özünü soran bir yapı sorusudur. Felsefe soruları bu anlamda hep bir yapı sorusu olarak ne’lik araştırması gerektiren sorulardır.
Devletle ilgili ilk önemli görüşü Eskiçağda Platon dile getirmiştir. Ona göre devletin amacı yalnızca toplumun bir kesimini mutlu kılmak değil, toplumu bir bütün olarak mutlu kılmaktır. Buna göre siyaset felsefesi devletin amacını ve varlık nedenini sorgulamaktır. Adil bir toplum için gerekli koşulları soruşturmaktır. Aristoteles de yönetim biçimlerinin hangilerinin iyi hangilerinin kötü yönetim biçimi olduğunu belirlerken bir bütün olarak toplumun mutluluğu ve iyiliğini en yüksek amaç sayarak bu
belirlemeyi yapmıştır. Özetle varolan devlet ve yönetim biçimlerinin bir eleştirisini yapmak ve bu eleştiriyi de devletin doğasını temele alarak yapmak da siyaset felsefesinin araştırmalarından birisidir. İdeal düzen tasarımları ve ütopyalar siyaset felsefesinin eleştirel soruşturmaları içine girer. Ütopya terimi Yunancada olmayan ülke anlamına gelir. Ütopyalarda gerçeklikte şimdiye kadar var olmamış olan ya da gerçekleşmesi olanaksız olan adil toplum ve devlet
tasarımları dile getirilir. Devlet adamında aranması gereken niteliklerin neler olduğuna ilişkin belirlemeler yapmak da siyaset felsefesinin alanına giren sorunlardandır. Siyaset felsefesi çeşitli ütopyaların gerçekleşme olanağını da ideal olanın gerçekleşme olanağı üzerinden değerlendirir. Bunun en açık örneğini Platon Politeia adlı yapıtında yer almaktadır. Politeia adil bir toplumun nasıl kurulabileceğini, nasıl olması gerektiğini anlatmaktadır. Siyaset felsefesini anlamak için devletin kökeni de bakmakta fayda vardır. Devletin kökeni sorunu aynı zamanda yasaların ve tüm toplumsal- siyasal kurumların kökeni sorunudur. Bir arkhe sorunudur bu sorun. Felsefede arkhe sorunu ile temel bulma sorunu kastedilir. Aynı zamanda bu sorun devletin ne olduğu sorunuyla da ilgilidir. Bu da devletin niçin var olduğu ve başka bir deyişle devletin var oluşunun hangi mantıksal-bilgisel temellere dayandığının açıklanması ve temellendirilmesi anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle siyaset felsefesinin amacı devletin var oluş amacının bilgisinden hareketle devlet olgusunun kendisini temellendirmektir.
Siyaset felsefesi tarihsel olarak devletin nasıl ortaya çıktığına bir yanıt aramaz. Tarihsel süreçte bir devletin nasıl kurulmuş olduğu ya da genel olarak devletin nasıl ortaya çıktığı, tarih sahnesinde ilk devletin hangisi olduğu siyaset felsefesinin sorun alanının dışında kalır. Bunun yerine devlet olgusunu kavramsal olarak ele alacak ve adına ‘devlet’ denilen varlığın var olmak zorunda olup olmadığı ve var olmak zorundaysa niçin var olmak zorunda olduğuna ilişkin bir temellenidirmede bulunmaktadır. Bir gerekliliğin, bir zorunluluğun nedenini, ussal temelini göstermeye çalışacaktır. Yoksa insanlık tarihinde devletin ilk kez ortaya çıktığı belli bir an saptayamayacağız. O hâlde burada köken terimi tarihsel veya kronolojik köken anlamında değil, mantıksal köken anlamındadır. Devlet olgusu başlangıcını insan doğasında bulur. Devletin doğasının insan doğasıyla ilişkisini Platon Politeia adlı yapıtında gösterir. Burada insandaki adaleti araştırmak için toplumda adaleti sorgulamaya başlar ve kaç tür devlet varsa o kadar o sayıda da insan karakteri olduğunu söyler. İnsan felsefesi ise bize insanın varlık yapısı hakkında bilgi sağlar. İnsan felsefesi insan doğasını kavramaya çalışan, insan denen varlığı bütününde nesne edinen, insana ait olan özelliklerden ve olanaklardan hareketle insanın ne olduğu sorusuna yanıt arayan bir felsefe dalıdır. İnsanda hak, adalet gibi iyi özelliklerin yanısıra, haksızlık yapabilen ve adil olmayan iyi ve kötü özellikler bir arada yer almaktadır. İnsanın adaletsizliğe ve kendi çıkarı uğruna suç işlemeye olan eğilimini vicdan denilen şey her zaman engelleyemez. Bu engellemeyi yapacak güç devlet denilen siyasal varlıktır. Devletin varlık yapısının insanın varlık yapısından doğması böyle olur. Özetle, devletin kökenine ilişkin açıklamalara bakıldığında bu açıklamaların insanın doğasıyla ilişkili olduğu söylenmektedir.
Devler olmasıydı ona ihtiyaç duyulur muydu? Sorusu siyaset felsefesinin devletin doğası ve kökeniyle ilgili sorusudur. Devletin var oluş nedenini açıklamaya çalışan siyaset kuramları bir varsayımdan hareket ederler. Varsayım bir soruna olası çözüm getirerek bu sorunun çözümünde yol gösterici olan düşünce ya da tasarımlardır. Doğa durumu devletin kökeni sorununun çözümünde yol gösteren bir hareket noktası ya da tasarımdır. Hukukun amacını adalet olarak gören bütün doğal hukuk kuramları da varsayımsal bir doğa durumu tasarımından hareketle ortaya konulurlar. Dolayısıyla bu doğa durumu tasarımı hem adaletin hem de devletin temellendirilmesi açısından gerekli görülmüş bir varsayımdır. İngiltere’de Thomas Hobbes ve John Locke’un, Fransa’da Jean Jacques Rousseau’nun siyaset ve devlet kuramları hep doğa durumu temel varsayımından hareketle ortaya konmuş kuramlardır. Öyleyse doğa durumu nedir? Doğa durumu hiçbir devlet örgütlenmesinin, siyasi örgütlenmenin ve yönetimin olmadığı zamanki durumu dile getiren ya da insanın toplum dışında bozulmamış hâlde veya tamamen doğal hâlde bulunduğu durumu ifade eden bir tasarımdır. Doğa durumunda herkes doğa yasalarına bağlıdır. İnsanın içndeki iyi ve kötü özellikler filozaoflarca rahatsız edici durumlar olarak nitelendiirlirler. Doğa durumunun rahatsız edici yanlarını açıklamalarının timeline koyan düşünürler buradan hareketle de adına toplum sözleşmesi dedikleri bir sivil sözleşmeyi gerekli görmüşlerdir. Doğa durumundan çıkışın zorunluluğuna ilişkin bir sivil sözleşmenin gerekliliği olarak toplum sözleşmesi varsayımı da devletin varoluş amacını ve temelini açıklamak için kullanılan bir tasarımdır. Toplum sözleşmesi doğa durumunda bireysel çıkarlarından ve bencil isteklerinden vazgeçen bireylerin kendi çıkarlarının önüne toplumun genel çıkarını ve genel istenci koyan bir sözleşmedir. Burada geçen genel istenç ve genelin iyiliğin uğruna ifadeleriyle bireylerin bütün uğruna, yani hem kendileri hem de başkaları uğruna demektir. Bu sözleşme bireylerin düzenli ve adil bir toplum oluşturmak üzere kendi aralarında yaptıkları ve egemenlik hakkını bir üçüncü güce devrettikleri yazılı olmayan bir sözleşmedir. Rousseau’ya göre toplum sözleşmesi bir siyasi sistemin kurulmasında en iyi yöntemdir. Toplum sözleşmesi bir anlamda modern filozofların siyasi gücün bireyin onayına bağlı olduğu göstermek amacıyla geliştirmiş oldukları bir kurgu ya da varsayımdır. Ortaçağın devletin ilkesi ve kökenini Tanrı’da bulan anlayışının tersine, 17. yüzyılda toplum sözleşmesi devletin temelini bireylerin karşılıklı sözleşmesi tasarımı üzerinden bireyde ve insanda bulan bir kuram olarak ortaya çıkmıştır. Toplum sözleşmesi tasarımını ilk ortaya atan filozof olarak Thomas Hobbes bilinir. Hobbes 17. yüzyılda insanın doğa durumundan bencil istek ve çıkarlarının insanın kendisi için güvensiz bir durum oluşturması gerekçesiyle toplum sözleşmesi tasarımını ortaya koymuştur. Buna göre doğa durumunda homo homini lupus olduğundan ve bu durum herkesin herkese karşı savaşından kaynaklanan bir güvensizlik durumuna yol açtığından bir toplum sözleşmesine gerek vardır. Doğa durumu bir anarşi durumudur ya da her an çatışma durumuna dönüşebilecek bir durumdur çünkü kişileri akıl yasaları olan doğa yasalarına uymaya zorlayacak hiçbir güç yoktur. Bu durumdan ancak mutlak bir gücün egemenliği altına girilerek çıkılabilir. Modern felsefenin önemli düflünürleri olan Hobbes, Locke ve Rousseau’nun toplum sözleflmesi kuramlarıyla devletin varlığını temellendirdikleri görülür. Aynı flekilde bir çağdaş felsefeci Rawls da orijinal durumdan hareketle toplum sözleşmesi düşüncesini hukukun ve devletin konsensüse dayalı temeli bağlamında dile getirmiştir. Konsensüs teriminin Türkçe karşılığı uzlaşma ya da uzlaşımdır. Toplum sözleşmesinde uzlaşma sözleşmenin koyduğu ilkeler üzerinde tam bir oybirliği içinde ortak karara Varma anlamına gelmektedir.
Liberal bir siyaset kuramı ussal temellere dayalı bir siyaset görüşü ortaya koymak açısından toplum sözleşmesinin zorunluluğunu Kabul ederken devletin varlığını gereksiz gören anarşist bir siyaset görüşüne göreyse doğa durumu tek adil, özgür ve eşitlik içeren durumdur ve toplum sözleşmesi kuramı da bu yüzden devletin gerekliliğini açıklamakta yetersiz kalmaktadır.
Adalet sorunu siyaset felsefesinin en eski sorunlarından bir tanesi olmuştur. Felsefenin etik disiplininin
de merkezinde olan adalet kavramı, siyaset felsefesinde toplum ve devletle ilgisinde incelenen bir kavramdır. Etik ve Değer Felsefesi kendi başına adalet kavramına bakarken toplum ve siyaset felsefeleri adil toplum ve adil devletin nerede ve ne biçimde söz konusu olabileceğini araştırırlar ve bunu da yine Etik ve Değer Felsefesinin, hatta insan felsefesinin kavramları temelinde yapmaya çalışırlar. Söz gelişi J. Locke mülkiyeti doğal bir hak olarak görürken, J. J. Rousseau mülkiyeti eşitliğe ve doğaya aykırı bir olgu olarak yorumlar. Başka bir temel kavram da sivil toplum kavramıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi devlet insan ve toplumdan bağımsız ele alınamaz. Toplumu oluşturan bireylerin üstün bir gücün uyruğu değil, yurttaşları olduğu topluma sivil toplum denilmektedir.
Etik ile Siyaset Felsefesi İlişkisi
Etik terimi köken olarak Yunanca ethos sözcüğünden gelir. Yunanca ethos sözcüğü gelenek, huy ve karakter gibi anlamlara gelir; Latincede moral sözcüğü ile karşılanır. Etik felsefenin insanlararası ilişkilerde değer sorunlarını inceleyen, bu konuda bilgi ortaya koyan dalıdır. Etik felsefenin “Ne yapmalıyım?” sorusuna yanıt veren temel bir alanıdır. İnsanın siyasal bir varlık olması toplum ve devlet kuran bir varlık olması anlamına gelir. Etik sorunlar da toplum ve devlet içinde yaşayan kişilerin karşılaştığı sorunlardır. Hem etik hem de siyaset felsefesi insanı, toplumsal-siyasal bir varlık olan insanı ele almaktadır. Etik de siyaset felsefesi de felsefenin pratik disiplinleri arasında görülür. Felsefenin pratik disiplinleri teorik disiplinlerden farklı olarak insanın pratik, toplumsal, siyasi yönünü oluşturan değerleri, eylemleri ve eylem ilkelerini soruşturan alanlarıdır. Felsefe hem teorik aklı hem pratik aklı soruşturmalarında ilke olarak alır. Siyaset felsefesi de etik gibi pratik aklın etkinliklerini soruşturur. Başka bir deyişle, eylemlerimize yön veren pratik aklı soruşturur. İnsanın pratik etkinlikleri insanın yapıp etmeleridir. İnsanın ne olduğu sorusuna da insanın pratik etkinliklerine, başka bir deyişle insanın yapıp etmelerine bakılarak yan›t verilebilir. Bunu anlamanın yolu ise insanın olanaklarını öğrenmekten geçer. Bu olanaklardan biri insan devlet kuran bir varlıktı. Devlet kavram siyaset felsefesinin en temel kavramlarından biri olduğundan siyaset felsefesinin bütün araştırmaları sonunda gelip insan sorununa dayanmaktadır. Etik de insanı ve eylemlerinin dayandığı ilkeleri soruşturan bir alan olarak insan sorunuyla yak›ndan ilişkilidir. Ve siyaset felsefesi aras›nda çok sıkı bir ilişki olduğu söylenebilir. Çünkü ikisi de insanla igilidir. Aristoteles Nikomakhos’a Etik adlı yapıtında bu yapıtın bir siyaset araştırması olduğunu söyler. Her siyaset araştırması etik ilkeler üzerinde temellenmiyor olabilir, ama etik ilkeler üzerinde temellenmesi gerekir. Bir anlamda etik, siyaset araştırması için bilgisel anlamda bir temel oluşturacaktır. Etiğin varlık temelini, insanın kendine özgü doğası oluşturur. Varlık temeli felsefede ontolojik temel diye geçer ve bir şeyin varlığının dayandığı temel anlamına gelir. Niçin bir şey varolmak zorunda sorusuna verilen her yanıt, o şeyin ontolojik temellerinin ne olduğu sorusuna verilmiş bir yanıttır. İnsanın siyasi bir varlık olması, onun devlet kuran bir varlık olması, başka bir deyişle insanın sahip olduğu olanaklar toplamı etiğin ontolojik temelini oluşturur. Etik ilkeler varlıklarının nihai temelini kendine özgü olanaklarıyla insan doğasında bulurlar. Öyleyse siyaset ilkeleri etik ilkelere bilgisel anlamda indirgenebilirse, varlıksal anlamda da insan doğasına indirgenebilir. Şu hâlde Etik ile Siyaset Felsefesi arasındaki ilişki bir alt disiplin üst disiplin ilişkisidir. Etik siyasetten önce gelen bir disiplindir. Her siyaset olgusu aslında etik bir olgudur, bu yüzden de siyaset felsefesi etikten bazı temeller alacaktır. Bu da siyasi düzenlemelerin temel hukuk ilkelerine göre yapılması, temel hukuk ilkelerinin ise etiğin temel kavram ve ilkelerinden hareketle belirlenmesi gerektiği talebidir. O halde siyaset genel olarak etik bir olgu olduğundan her siyaset araştırması, Aristoteles’in de vurguladığı üzere aslında başlangıç noktası etik olan bir araştırmadır.