SİYASET FELSEFESİ II - Ünite 2: Sosyal ve Ekonomik Adalet Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Sosyal ve Ekonomik Adalet
Giriş
Adalet kavramı B. Cullen’in belirttiği gibi felsefenin en cazip ama tanımlanması en zor kavramlarından birisidir. Zira tarih boyunca çok çeşitli anlam ve görünümlere bürünmüştür. Bazen salt bir ide, bazen tanrısal bir erdem, bazen aklın bir emri olarak karşımıza çıkmıştır. Bazen de eşitlik, özgürlük, fayda gibi ahlaki, siyasi ya da ideolojik kavramlar ve değerlerle aynı anlamda kullanılmıştır.
Bu ünitenin amacı, toplumda ve ekonomik sistemlerde eşitlik değerini adalet kavramı ile yan yana koyan sosyal ve ekonomik adalet anlayışını anlamaya çalışmaktır. Peki, neden sosyal ve ekonomik adalet seçilmiştir? Balı’ya göre sosyal adalet, belirli veya birden fazla ilke üzerine temellendirilmiş verili bir adalet anlayışı veya adaletin bir alt türü olarak değil, bütünüyle soyut adalet idesinin belli zaman ve mekân şartları çerçevesinde somutlaşmış bir görünümü olarak anlaşılmalıdır. Genel olarak “adalet” kavramı daha çok teorik çalışmaların merkezinde yer alırken sosyal ve ekonomik adalet kavrayışı geçmişte ve günümüzde sosyal-siyasal-ekonomik sistemlerin, pratik sorunların merkezinde bulunmaktadır. İşte bu nedenle, sosyal ve ekonomik adalet üzerinde durulması öncelikli, gerekli, hatta zorunlu olmaktadır.
Adalet Türleri
Adaletin türleri derken adaletin farklı görünümlerinden, farklı kavranışlarından söz edilmektedir. Bu bağlamda ilk ayrım Aristoteles’in yaptığıdır. Onun eşitlik kavramı ile ilişkilendirdiği dağıtıcı adalet ile hak kavramı ile ilişkilendirdiği denkleştirici adalet ayrımı kendisinden sonra gelen teorik tartışmaların temelinde bulunmaktadır.
Dağıtıcı Adalet
Dağıtıcı adalet, “Bir toplumda para ve bu şekilde bölüştürülebilir nitelikteki şeylerin toplum üyeleri arasında, herkesin yeteneği ve toplum içerisindeki statüsüne uygun olarak dağıtılmasını öngören adalet türüdür. Dağıtıcı adalet, eşitlik ilkesini kendisine ölçüt alır, ancak bu koşulsuz bir eşitlik değildir. Dağıtıcı adaleti benimseyen bir devletin yapması gereken, “Herkese toplum içerisindeki durumu ve yeteneklerine göre, nimet ve külfetlerden kendisine düşeni paylaştırmaktır.” Aynı şekilde kişilerin devlete karşı ödevlerinin de yetenekleri ve toplumsal konumlarına göre belirlenmesi de Aristotelesci dağıtıcı adaletin bir gereğidir.
Denkleştirici veya Düzeltici Adalet
Denkleştirici veya düzeltici adalet ise, dağıtıcı adaletin aksine, kişilerin özel durumlarını, yeteneklerini göz önünde bulundurmadan davranmayı gerektirir. Ancak burada uygulama alanı sadece hukuksal alandır. Bir başka deyişle, denkleştirici veya düzeltici adalet Aristoteles’e göre, hukuki ilişkide taraf olanların eşit muamele görmesini gerektirir.
Aristoteles’in bu iki adalet türü arasında çok sıkı bir ayrım yaptığı söylenemez. Zira Aristoteles her iki adalet türünde de eşitlikten söz etse de, bu mutlak bir eşitlik değildir, orantılı olması gereken bir eşitliktir. Sadece denkleştirici veya düzeltici adalet daha çok hukuki haklarla ilgilidir denilebilir.
Kural Adaleti ya da Prosedürel Adalet
Klasik liberalizm tarafından savunulan bu adalet türüne göre, adalet bireylere ilişkin bir kavram olmayıp kurallara ilişkindir. Görüldüğü üzere burada artık bir paylaşım ya da dağıtımdan söz edilmemektedir. Adalet söz konusu eylemin içeriğiyle değil, biçimiyle ilgilidir. Bu adalet türünde temel değer özgürlüktür. Bu adalet anlayışının temellerini atanlar ise John Locke ve David Hume’dur. Ünlü benzetmesi görünmez el ile Adam Smith de, dolaylı da olsa, adaleti prosedürel adalet içerisinde kalarak tanımlamıştır. Zira ona göre “Adil bir sistem, herkesin aynı derecede özgür olduğu ve aynı öngörülebilir kurallara tabi olduğu bir sistemdir. Bu nedenle kural adaletinin karşısına koyacağımız adalet türü bu hakkaniyet olarak adalet anlayışıdır. Böylelikle hem sosyal adalet tartışmalarının beslendiği kaynağı daha iyi anlamış, hem de sosyal adaleti bir tür olarak tanımlamaktan kaçınmayı başarmış oluruz. Zira Balı’nın dediği gibi, sosyal adalet aslında soyut adalet idesinin belli zaman ve mekânda somutlaşmış hâli olup bir tür değildir, ama hakkaniyet olarak adalet, bu anlayışın beslendiği ve kendisinin de Aristoteles’in dağıtıcı adalet türünden etkilendiği bir adalet türü olarak ele alınabilir.
Hakkaniyet Olarak Adalet
Rawls “İkinci Dünya Savaşından sonra siyaset felsefesine yapılan en büyük katkı” olarak tanımlanan ve kendisinden sonraki adalet tartışmalarının çizgisini belirleyen eseri A Theory of Justice’de (Bir Adalet Kuram›) ele aldığı hakkaniyet olarak adalet teorisi ile iki şeyi amaçlamaktadır. Bunlardan ilki, ahlaki yargılarla adalet ilkelerinin birbirini dışlamadığı bir adalet teorisi kurmak; ikincisi ise bireysel farklılıkların gözetilmediği faydacılığın ve klasik liberalizmin adalet anlayışlarına alternatif ve Kantçı yolu takip ederek evrensel bir adalet anlayışı geliştirmektir.
Rawls’ın adalet anlayışının temelinde iki ilke yatmaktadır. Birinci ilkeyle Rawls, bilinmezlik perdesinin devamı olarak, en temel hak olan özgürlükten söz etmektedir. Böylelikle klasik liberalizm taraftarlarının özgürlüğü göz ardı ettiğine dair eleştirilerine yanıt vermektedir. Zira daha ilk ilkede, özgürlüğü göz ardı etmek yerine, onu hak olarak sunmuştur. Hatta Rawls eserinde şöyle demektedir: “Özgürlük en önemli değerdir ve özgürlükten ancak daha çok özgürlük için vazgeçilebilir.” Ancak Rawls’u özel kılan ikinci ilkede gizlenmektedir. Zira bu ilkeyle Rawls hakkaniyete uygun eşitlik ile farklılık ilkesinden aynı anda söz etmektedir. Rawls bu ilkelerle en temelde “doğal piyangonun” olumsuz etkilerinin kişilerin yardımseverliğine bırakılmadan, hukuki ve sosyal kurumlar aracılığıyla giderilmesini amaçlamaktadır. Ancak böylelikle ahlak yargılarımızla örtüşen, evrensel bir adalet teorisi yaratılabilir. Her ne kadar temel özgürlük ve hakların eşit paylaşımından söz edilse de, herkesin avantajına olmayan mutlak bir eşitlik söz konusu değildir. İşte herkesin avantajına bir durum yaratmak şartıyla izin verilen eşitsizlik, hakkaniyet olarak adalet teorisinin özünü oluşturmaktadır.
Klasik liberalizmin aşırı bireyciliğine bir tepki olarak ortaya çıkan cemaatçiliğin de aslında Rawls’un düşüncesini desteklemesi beklenir. Ancak komüniteryanizm, onun adalet anlayışını oldukça soyut ve gerçeklikten uzak bulur.
Sosyal Adalet Nedir?
Sosyal adalet, bu bölüm ve devamında daha çok tarihsel olarak ve günümüzün çoğulcu toplumlarına özgü pratik bir uygulama olarak ele alınacaktır.
Sosyal Adaletin Tarihsel Kökenleri
Her ne kadar sosyal adalet kavramı 20. yüzyıl çoğulcu demokratik toplumların dayanağı olarak karşımıza çıksa da, onun kökenlerini Fransız devrimine kadar geri götürebiliriz. Zira sosyal adaletin unsurlarından sosyal ve ekonomik haklardan ilk söz eden 1793 yılında İrlanda asıllı bir avukat olup, zengin burjuvaziye karşı Paris halkını savunan Maximilien Robespierre olmuştur.
Fakirlere yardım ve eğitimin anayasal hak olması sosyal adaletin ilk adımlarını oluşturur. Ancak 1848 devrimlerinden sonra parasız eğitim, işçi hakları ve sosyal yardım konuları da devreye girmiştir.
Marx’a göre sosyalist ve komünist toplum evrelerine paralel olarak iki sosyal adalet tipi vardır. Birincisi sosyalist toplum evresinde geçerli olan burjuva mülkiyeti ve sömürünün ortadan kalktığı, herkesin, sosyal üretimden, ona yaptığı, işgücü katkısı oranında pay aldığı sosyal adalet tipidir. Bu safhadan sonra toplumda ve ekonomide ilerlemeler olur ve komünist toplum evresine geçilir. Burada herkesten yeteneğine göre alınan ve herkese ihtiyacına göre verilen ikinci sosyal adalet tipine geçilir ki, Marksist düşüncede ideal olan bu evreye ulaşmaktır. İşte bu Marksist doktrinine ve Fransız sosyalizmine bağlı ihtilalci işçiler komünist toplum ve sosyal adalet ideali ile 1871’de Paris komününü kurmuşlardır.
1918’lere gelindiğinde, 1789 Anayasası’nın temel hak ve hürriyetlerine sosyal ve ekonomik haklar kategorisi eklenmiştir. Ancak bu kez de totalitarizm yükselmiş, bu haklar hukuk güvencesinden yoksun kalmıştır. Böylelikle İkinci Dünya Savaşına kadar ne yazık ki sosyal ve ekonomik haklar tam anlamıyla yerleşememiş, sosyal adalet sağlanamamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında genel kanı, kurulacak yeni toplumsal düzenlerin geçmişin hatalarını taşımaması, demokratik, sosyal ve hukuk devleti anlayışına sahip olması gerektiğidir. Sosyal devletten kasıt, artık devletçilik değildir.
Sosyal Adaletin Günümüzdeki Anlamı
Çağdaş sosyal hukuk devletinin kamusal temel ilkesi olarak gösterilen sosyal adalet artık şu şekilde tanımlanmaktadır: “Bir toplumdaki tüm sosyal değerlerin, o toplumun tarihsel ve sosyolojik şartları, kültürel ögeleri ve yine toplumun farklı kültürel gruplara mensup üyelerinin benimsemiş olduğu ahlaki değerler göz ardı edilmeksizin, adil olarak dağıtımını öngören bir ilke veya ideal. Böylelikle sosyal adalet Aristoteles’le birlikte ortaya çıkan “dağıtıcı adalet” ve Rawls’la birlikte “yeniden dağıtıcı adalet” şeklinde açıklanan adalet türlerine çağdaş kamu yönetiminde uygulama olanağı sağlanmaktadır.
Çağdaş bir hukuk devleti olabilmek için artık sadece kişisel özgürlükler yeterli değildir. Toplumun istisnasız bütün üyelerini kapsayan, asgari bir gelir ve yaşam düzeyinin sağlandığı, uygun çalışma saatleri, ücretsiz izin, sağlık ve eğitim hakkının olduğu; milli gelir ve zenginliklerin adaletli bir biçimde dağıtıldığı; sosyal güvenliğin sağlandığı, kısacası sosyal ve ekonomik adaletin hâkim olduğu bir toplumun çağdaşlığından ve hukuk devleti olabilmesinden söz edilebilir ancak. İşte sosyal adaletin bugünkü anlamı bunları içermektedir. Sosyal adaletin bugünkü anlamı onu ekonomik ögelerden ayırmamaktır.
Ekonomik Adalet Nedir?
Ekonomik adalet aslında iktisatçılar için temel bir kavram değildir. Bu kavram sadece radikal siyaset iktisatçıları için, özellikle de kapitalizmi eleştirmek için Marx ve Proudhon’dan bu yana üzerine düşünülen bir kavram olmuştur. Ekonomik adaletin temel sorunsalı doğrudan maddi olup ekonomik üretim ve faaliyetin getirdiği zenginlik ile sorumlulukların adil dağıtımının nasıl olması gerektiğidir.
Hahnel İktisadi Adalet ve Demokrasi adlı yapıtında ekonomik zenginlik ve sorumlulukların nasıl paylaşılması gerektiğine dair dört dağıtım kuralından söz eder. Bu kurallar şunlardır:
- Kural: Herkese kendi fiziksel ve insani sermayesinin katkı değerine göre vermek.
- Kural: Herkese sadece kendi insani sermayesinin katkı değerine göre vermek.
- Kural: Herkese çabasına ya da kişisel fedakârlığına göre vermek.
- Kural: Herkese ihtiyacına göre vermek.
Sosyal ve Ekonomik Adalet Birlikte Düşünülebilir mi?
Sosyal adalet sadece ekonomik adaletle sınırlanamaz. Sosyal adalet aynı zamanda hukuki ve siyasi alanları kapsayan daha geniş bir adalet anlayışıdır. Ancak, aynı şekilde sosyal adalet ekonomik adalete de indirgenemez. Sosyal adalet, hukuki ve siyasi adaleti de kapsarken, ekonomik adalet sosyal adaleti kapsamaz. Bir başka deyişle, çağdaş sosyal hukuk devletinin kamusal temel düzen unsurunu sadece sosyal adalet olarak tanımlamak yeterli olmaz, “sosyal ve ekonomik adalet” bu yeni düzenin temel unsurlarıdır. Öyleyse sosyal ve ekonomik adalet şu şekilde tanımlanabilir: “Bir toplumda maddesel (ekonomik) yönden güçlü ve güçsüz halk grupları (veya sosyal sınıflar arasında ekonomik eşitliğin temini yoluyla bir sosyal/siyasal denge sağlanmasıdır.
Sosyal ve Ekonomik Adaletin Uygulanması: Çağdaş Devlet Anlayışı
Sosyal devlet ilk olarak refah devletidir. “Özel mülkiyet ve piyasa ekonomisi ilkelerini ihlal etmeden, devlet eliyle bazı zorunlu gelir ve servet transferlerine başvurulan ekonomik sisteme” dayalı bir devlet tipidir sosyal devlet. Dolayısıyla, sosyal ve refah devleti arasındaki ilişki sosyal ve ekonomik adalet arasındaki ilişki gibi birbirini gerektirmektedir. Öyleyse “sosyal devlet” şöyle tanımlanabilir: “Belirli halk gruplarının sosyo-ekonomik durumların ıslahı yoluyla sosyal düzenin sağlanması amacı ve bu temel ilkenin gerçekleştirilmesi için toplumsal yaşantıya çeşitli kamusal tedbirlerle müdahale eden demokratik devlet tipi.”
Tanıma dayanan sosyal devlet anlayışı aynı zamanda “sosyal hukuk devleti” olarak da tanımlanabilir. Zira sosyal hukuk devleti, sosyal ve ekonomik adalet gereği uygulanması gereken amaçların hukuksal olarak da garanti altına alındığı devlet biçimidir. Sosyal hukuk devletinde, her kişi “ devlete karşı bir talep hakkı olarak subjektif kamu hakkına” sahiptir.