SİYASET SOSYOLOJİSİ - Ünite 1: Siyaset Sosyolojisinin Konusu, Gelişimi ve Metodu Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Siyaset Sosyolojisinin Konusu, Gelişimi ve Metodu
Siyaset Sosyolojisinin Konusu ve Bakış Açısı
Siyaset olgusu bir çok boyutuyla akademisyenlerin ilgisini çekmiş ve farklı yaklaşımlarla çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımların başında sosyolojik olanı gelmiştir.
Sosyolojik yaklaşım esas itibariyle sosyal yapıların, ilişkilerin dış yüzüne değil, bunun ardında yatan belirleyicilerine eğilmeyi odak alır. İkinci dünya savaşının ardından demokrasinin batı dünyasında yükselen bir değer olması ve bu doğrultuda toplumların yapısal olarak uğradığı değişim ile birlikte, siyaset olgusunu konu edinen modern sosyolojik araştırmalar ortaya çıkmıştır. Siyasi araştırmaların içeriği değişmiş, siyaset olgusu inceleme alanı ve konuları bakımından genişletilmiş ve siyaset(in) sosyolojisi adı altında yeni bir disiplin doğmuştur.
1960 yılında Seymour Martin Lipset’in “Siyasal İnsan” (Political Man) adlı kitabının yayınlanması, siyaset(in) sosyolojisi disiplininin yükselişe geçmesinde dönüm noktası olmuştur.
Bugün sosyolojinin en önemli alt dallarından birisi sayılan siyaset(in) sosyolojisi, özellikle 1980’lerden sonra bağımsız bir bilimsel paradigma olmaya yönelmiştir.
Gelişim tarihine bakarak siyaset sosyolojisini iki şekilde adlandırmak mümkündür.
- Klasik siyaset sosyolojisi
- Siyaset sosyolojisi
Klasik siyaset sosyolojisi siyaset olgusunu, sosyolojik soru sormaya dayanan sosyolojik paradigma aracılığıyla çözer. Sosyolojik paradigma esas itibariyle sosyal yapıların, ilişkilerin ardında yatan belirleyicilerine eğilmeyi odak alır. Bu sebeple sosyoloğun ilgilendiği problem diğerlerinin problem dediği şey olabilir. Çünkü sosyolojik problem sosyal etkileşimin nasıl ve ne şekillerde meydana geldiğine bakmakla ilgili bir durumdur.
Bu anlayıştan hareketle siyaset sosyolojisinin perspektifinin esas itibariyle siyasi yapıların, ilişkilerin ardında yatan etkenlere bakmak olduğu söylenebilir. Bu perspektifin klasik örneği Seymour Martin Lipset’in siyaset olgusunun sosyal temellerini incelediği ‘Siyasal İnsan’ıdır.
Lipset’in siyaset sosyolojisinin gelişimine sağladığı katkılar, daha sonra ortaya çıkacak yönelimlerin itici gücü olmuş ve siyaset sosyolojisi artık genel olarak siyasettoplum, özel olarak da devlet-toplum ilişkisini inceleyen bir disiplin şeklinde kabul görmüştür.
Sosyolojik paradigma, bir toplum kavramlaştırılmasına dayanır. Sosyal ve siyasal düşünce tarihinde toplum kavramlaştırmaları ise iki temel kategoriye ayrılır.
- Doğal toplum kavramlaştırması
- Sembolik toplum kavramlaştırması
Doğal toplum kavramlaştırması toplumsal hayatın dayandığı ilişkiler ağının doğal dürtü ve zorunluluklar üzerine inşa olduğunu ileri sürer. Sembolik toplum kavramlaştırmasında ise, toplumsal hayatı oluşturan ilişkiler ağı sembolik nitelik taşır ve toplum üyelerinin eylemleri, ancak sembolik bir bütünlük içerisinde yer aldığı zaman anlam kazanır. Sembolik toplum kavramlaştırması, yorumsamacı (hermenötik) sosyal bilim anlayışına dayanır.
Siyaset Sosyolojisinin Düşünsel Gelişimi Toplumsal gerçeklik karmaşık ve çok boyutludur. Bu karmaşıklığı anlayabilmek amacıyla 18.yüzyıldan 20. yüzyıla kadar bütüncü sosyal bilim anlayışı, 20.yüzyıl itibariyle de tekilci sosyal bilim kavramlaştırması kullanılmaya başlanmıştır. Bütüncü sosyal bilim anlayışından tekilci olana geçiş aynı zamanda felsefi yaklaşıma geçişi sağlamıştır. Siyaset sosyolojisi, siyaseti olmak üç katman üzerinden gözler.
- Siyasetin toplumsal kökleri
- Siyasetin yapısı veya siyasal süreç
- Siyasetin toplum ve kültür üzerindeki etkileri
Bu katmanlar bağlamında siyaset sosyolojisi, siyaset olgusunun arkasında saklanan sosyal yapının dolayısıyla sosyolojik değişkenlerin siyaseti nasıl şekillendirdiğini inceler. Böylece siyaset, toplumsal olgulardan yalıtılmadan onlar ile arasındaki bağlar aracılığıyla anlaşılmış olur.
Siyaset Sosyolojisinin Gelişiminin Tarihsel Arka Planı : Avrupa, Amerika ve Türkiye
Avrupa düşüncesinde devlet ve toplum ayrımının kavramlaştırılması üzerine inşa edilmiş bir yaklaşım olan siyasetin sosyolojisi, “devlet mi toplumu biçimlendirir?” yoksa “toplum mu devleti biçimlendirir?” şeklinde bir soruya cevap arama etrafında yoğunlaşmıştır. Bu tartışma, ideolojik bir çekişmenin devletten yana olanlar ve toplumdan yana olanlar diye adlandırabileceğimiz taraflarını oluşturmuştur.
Toplumdan yana olanlar arasında siyaset sosyolojisine katkıları bakımından Karl Marx’ın ayrı bir yeri vardır. Marx, yaptığı çözümlemelerde sosyal sınıflar arasındaki mücadeleyi anlamanın yolu olarak siyasetin toplumsal kökenlerine dikkat çekmiştir.
Marx’a göre siyaset, yöneten- yönetilen ilişkisinde baskı, kabul ve iknayı sağlamada, diğer bir deyişle hakim olmayı ve tabi olmayı belirlemede güce dayanan en önemli araçtır. Hakimiyetin tıpkı çalışma gibi insan ilişkilerinin doğal bir parçası olmadığını, her ikisinin de sınıflı toplumlara özgü olduğunu, bu tür toplumların üretim biçimlerinin kendine has ve somut özelliklerinden kaynaklandığını savunuyordu.
Sonuç olarak söz konusu tartışma siyaseti devletle özdeş gören geleneksel siyaset bilimi anlayışının eksikliğini sergilemek gibi olumlu bir katkıda bulunmuştur. Bu katkı sayesinde devletin toplumdaki bir çok siyasi kurumdan sadece biri olduğu, siyasi kurumların da toplumsal kurum kümelerinden yalnızca birini oluşturduğu görüşü genel olarak kabul görmeye başlamıştır ki, siyaset sosyolojisinin yeni bir disiplin olarak ön plana çıkmasında da belirleyici olmuştur.
Siyasetin evrensel bir olgu olarak kavranmaya başlanmasında, iktidar olgusunu ‘siyasal kertede’ ele alan, Alman sosyolog Max Weber’in de katkısı büyüktür.
Weber özellikle “iktidar” öğesi üzerinde durarak, siyasete bakışı klasik kurumsal ve hukuksal perspektiften koparmıştır.
Özellikle Marx’ın ve Weber’in derin etkileriyle 1930’larda Avrupa’da tam anlamıyla kendi özgün kimliğine kavuşan siyaset(in) sosyolojisi, Avrupa’dan beyin göçünün etkisiyle ortaya çıkan farklı gelişme çizgisine Amerika’da sahip olmuş, geleneksel sosyoloji ve siyaset bilimi araştırmalarına yenilik katmıştır.
Avrupa kökenli sosyal teorinin 1930’larda Birleşik Amerika’ya girmesiyle beraber hem Amerikan sosyolojisi hem de Amerikan siyaset bilimi farklı bir boyut kazanmıştır. ABD’de sosyoloji ve siyaset bilimi bölümlerinde önemli pozisyonlara sahip olan Avrupa kökenli göçmen bilim adamları özellikle siyaseti anlamak için sosyolojik ve psikolojik kuramlara eğilmek gerekliliğini vurgulamışlardır.
Türkiye’de sosyal bilim çalışmalarının gelişim çizgisi çok eskilere uzanmamaktadır. Zira, başlangıçta ortaya çıkan toplumsal felsefecilik, Avrupa’dakine benzer şekilde, olgulara yönelik incelemeler yapılmasını geciktirmiştir.
Kısmen de olsa verilere dayanan bir sosyal olgudan bahsedebilmek için Ziya Gökalp’in çalışmalarının temel alınması gerekir. Ne var ki, Gökalp de tam anlamıyla kendisini toplumsal felsefecilikten kurtaramamış, hatta giderek “resmi” bir ideoloğa dönüşmüştür. Özel olarak siyasete dair incelemelerde de durum pek farklı değildir. Bu bakımdan önemli bir aşama, Siyasal Bilgiler Okulu’nun 1948 yılında Ankara Üniversitesi bünyesine fakülte olarak kabul edilmesiyle gerçekleşmiştir. Okul bundan böyle “Siyasal Bilgiler Fakültesi” (SBF) adını taşımaya başlamıştır. Böylece hem “Siyasi İlimler”in bilimselleşmesini sağlayacak hem de söz konusu kurum içinde ileriki yıllarda siyasetin sosyolojisini bir disiplin olarak ortaya çıkartacak süreç başlamıştır.
Bu süreç 1950’li yıllarda 2. Dünya Savaşı’ndan sonra artmaya başlayan Amerikan siyasi etkisi ve kültürel rolünün Türkiye’de yoğunlaşmasıyla beraber SBF, ders programında köklü değişiklikler yapma gereksinimi duymuş, Avrupa üniversitelerinin klasik hukuk öğretimi programının ekonomi ve maliye disiplinlerinin bir karmasının uygulayıcısı olmuştur.
1950’de çok partili siyasal hayata geçişle yaşanılan rejim değişikliğinin doğurduğu yeni toplumsal ve siyasal oluşumlar SBF ve diğer kurumlarda hukuk yaklaşımını benimseyenleri Siyaset Bilimi içerikli çalışmalara yöneltmiştir
1960’tan sonra ise bu kez, UNESCO’nun yardımı ile, yine SBF’ye bağlı olarak Basın Yayın Yüksek Okulu’nun kurulması zorunlu olarak siyasi iletişim kavram ve kuramlarına yeni alanlar açmıştır.
Ayrıca yine bu dönemlerde SBF idari bilimler enstitüsüne bağlı “halk oyu araştırma grubu”, seçmen davranışı, kitle iletişim araçlarının etkinliği vb. konularında sınırlı da olsa görgül araştırmaların yapılmasına olanak sağlamıştır.
Yine SBF’nin 1955- 59 yılları arasında Amerikan yardım programının bir sonucu olarak New York Üniversitesi ile organik bir işbirliği oluşturması ve ders programını bu çerçevede gelen uzmanlarla birlikte gözden geçirmesi Anglo-Amerikan siyaset bilimi kavramlarının ve anlayışının iyiden iyiye yerleşmesine yol açmıştır.
Bu arada örgütsel düzeyde “siyasal ilimler derneği” ve “Türk Sosyal Bilimler Derneği”nin düzenlediği toplantılar ve yaptırttığı araştırmalar ve çevirilerin de siyaset biliminin olduğu kadar siyasetin sosyolojisinin gelişimine yaptığı katkıları anımsatmak gerekmektedir.