SİYASİ DÜŞÜNCELER TARİHİ - Ünite 6: Aydınlanma ve Aklın İktidarı Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Aydınlanma ve Aklın İktidarı

Aydınlanmanın Öncülerinden Biri: Spinoza

XVII. yüzyılın önemli düşünürlerinden biri olan Hollandalı Baruch (Benedictus) Spinoza (1632-1677) eleştirel ve sorgulayıcı düşünceden, fikirlerin özgürce ifade edilmesinden yana bir tutum takınır. Her kişinin inancını serbestçe seçmesini ve yaşamasını, yani dinsel çoğulculuğu ve hoşgörüyü benimser. Düşünce özgürlüğünü, dinsel hurafelere, dogmalara ve bağnazlığa karşı savunur.

İnsan Doğası ve Özgürlük

Panteist bir yaklaşımı benimseyerek Tanrı ile doğayı özdeşleştirdiği için dinsiz, hatta ateist (Tanrı tanımaz) olmakla suçlanmış olan Spinoza, erdemi, dolayısıyla mutluluğu dinsel anlamından tümüyle soyutlar. Spinoza, Hobbes’u anımsatan bir şekilde, insanın doğal olarak dolayısıyla zorunlu olarak kendi varlığını korumaya ve sürdürmeye yöneldiğini bu nedenle her insanın, varlığına zararlı olan ve üzüntü veren şeylerden uzak durup yararlı, faydalı olan ve sevinç yaratan şeylere ulaşmaya çalıştığını belirtir.

Doğa Durumu ve Sözleşme

İnsanın kendini koruması ve kendine yararlı olan şeyi isteyip elde etmesi bir haktır. Bunu sağlamanın yolu, bir toplum sözleşmesiyle devletin kurulmasıdır. Spinoza, sözleşme düşüncesinin yanında, insanların kurgusal bir doğa durumunda olduğu gibi tek başlarına varlıklarını sürdürmelerinin olanaksız olduğunu belirtip siyasal bir toplumda yaşamalarının doğal zorunluluk tarafından koşullandığını vurgular.

Özgürlükçü Siyasal Toplum

Spinoza, ilk önce devleti her şeyin üzerine yerleştirip egemenliğin mutlak olduğunu ve büyük bir kudrete sahip bulunduğunu belirtir. Egemen güç ya da devlet, toplumun (ya da toplumun çoğunluğunun) ta kendisidir. Devlet, kendi varlığını tehlikeye atmamak için, insanların doğal olarak sahip oldukları hak ve özgürlüklerine dokunamaz, onları kendilerine zararlı olacak şeyler yapmaya zorlayamaz ve çoğunluğun iradesine ters düşemez. Yurttaşların birleşik iradesi olarak da tanımlanan devlet, ortak çıkar doğrultusunda herkes için neyin iyi neyin kötü olduğunu belirler, Mülkiyet de ancak devlette var olur. Spinoza’ya göre yurttaşların özgürlüğünü en iyi gerçekleştiren, daha doğrusu siyasal planda özgürlük adını almayı hak eden yönetim biçimi demokrasidir.

Bireysel Özgürlükler ve Sınırları

Spinoza’ya, göre her yurttaşın aklını kullanma, hiçbir sınır olmadan düşünme ve görüşlerini ifade etme özgürlüğüne bir doğal hak olarak sahip olmasıdır. Ancak bu özgürlüğü kullanma koşulsuz değildir; bu koşul, Spinoza tarafından “konuşma ve öğretmeyle yetinilmesi” olarak açıklanır. Teoloji (ya da inanç) ile felsefe (ya da akıl) arasında hiçbir ilişkinin bulunmadığını savunan Spinoza’ya göre boş inançlarla, önyargılarla, hurafelerle, mucizelerle beslenen, bağnazlık içine düşmüş ve akıllarını kullanamayacak hâle gelmiş kitlelerin, körü körüne boyun eğdirilmesi ya da en irrasyonel eylemlere yönlendirilmesi çok kolaydır. Oysa gerçek din, insanın iç dünyasına ait bir inançtır; yalnızca kişinin vicdanını ilgilendirir. Ne teologlar ne de kilise, inanan kişi ile tanrı arasına giremez, devlet de buna karışamaz.

Aydınlanmanın Anlamı

Spinoza ile Locke’un savundukları görüşleriyle haber verdikleri Aydınlanma düşüncesi, Aydınlanma Çağı olarak nitelendirilir. Bu yüzyıl, Avrupa burjuvazisinin, bir yanda İngiltere’de Avam Kamarası aracılığıyla iktidardan pay aldığı, öte yanda başta Fransa olmak üzere diğer ülkelerde Eski Rejim olarak adlandırılan geleneksel düzeni değiştirmek ya da hiç olmazsa yeniden düzenlemek (reforme etmek) amacı güttüğü bir çağdır. Bununla birlikte, farklı ülkelerde farklı Aydınlanma felsefeleri ortaya çıkmıştır. Aydınlanma filozofları, çelişkiden kaçınmadıklarından başka, bir sistem kurma anlayışına genellikle rağbet etmemişlerdir. Bu nedenle Aydınlanma düşüncesi, (birkaç istisna dışında) bir sistem kuran kuramsal (teorik) kitaplarla değil, deneme, roman, hikaye, tiyatro eseri gibi edebî yapıtlarla ve tarihsel ya da ansiklopedik çalışmalarla dile getirilmiştir.

Aydınlanmada Akıl ve Eğitim

Akla Duyulan Güven

Aydınlanma filozofları, insan aklını Tanrısal aklın bir uzantısı olmaktan kurtarırlar ve ona “insanın etkin, eleştirel ve değiştirici yetisi” anlamını yüklerler. Fikir, düşünebilen bütün insanlar, bütün uluslar, bütün dönemler ve bütün kültürler için aklın tek ve bir olduğudur. Böylece doğru ve yanlışın biricik ölçütü olan akıl, insanı olgular ile nesnelerin ötesindeki evrensel ilkelere, gerçeklere ulaştırabilecek bir yeti olarak kabul edilir.

İlerleme İnancı

Genelde bütün filozofların paylaştığı ilerleme düşüncesi, doğrudan doğruya akılla, felsefeyle bağlantılıdır. Bu ilerleme anlayışını, sadece içinde yaşadıkları XVIII. yüzyıl ortamıyla ilişkilendirip geleceğe yönelik bir açılımda bulunmak amacıyla kullanırlar.

Eğitim Fetişizmi

Aklını kullanabilmesi için insanın doğru bilgilerle donanmış olması gerekir; bunu sağlayacak olan ise eğitimdir. Filozofların hemen hepsi, bir eğitim fetişizmine kapılmışlardır. Filozoflar eğitimin değeri konusunda hemfikirdirler. Ancak, “kim eğitilmelidir?” ya da “halkın ya da aşağı sınıfın eğitilmesi gerekli midir?” sorusunu yanıtlamaları söz konusu olduğunda görüşleri arasında tam bir tutarlılık olduğunu söylemek çok güçtür. Bu tutum, filozofların, yapıtlarını cahil kitleler için değil, fakat küçük bir aydınlar grubu ya da en azından aydınlanmaya yetenekli “saygın insanlar” azınlığı için yazdıklarını, çeşitli vesilelerle dile getirmiş olmalarında açıkça görülmektedir.

Aydınlanmanın Toplumsal Hedefleri

Filozoflar, aklın ilerlemesiyle birlikte insanlığın özüne uygun daha uygar, daha ahlaklı ve daha mutlu bir yaşama kavuşacağı inancına sahiptirler. Ancak bu hedefe varabilmek için, aklı körelten dinsel dogmalarla mücadele edilmesi ve dinsel alanın yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

Mutluluk ya da Ahlaklı Toplum

Aydınlanmacılar, yüzyıllardır hüküm süren mutsuzluğun geleneksel değerler ile kurumların beslediği yanlışlardan, yanılgılardan ve yanılsamalardan kaynaklandığını belirtirler. Bu bakımdan bireysel mutluluk, aklın ilerlemesi sayesinde kişinin kendisini rasyonel kılmasıyla dahası gündelik yaşam koşullarının iyileşmesiyle özdeşleştirilir. Aydınlanma düşüncesi, mutluluğu ahlaki bir çerçeve içine oturtur: Gerek iyi bir insan olma (kişisel ahlak ya da aktöre) gerek insanların birbirlerine iyi davranması (toplumsal ahlak ya da töre), hem bireysel hem de toplumsal bakımdan mutluluğu yakalamanın önkoşulları olarak belirlenir. Göreceli ahlak anlayışına göre insan doğarken iyi ile kötü, haklı ile haksız kavramlarını beraberinde getirmemiştir, dolayısıyla (dinsel ya da laik) değişmez evrensel ahlak ilkeleri yoktur. Bir başka deyişle, kişinin mutluluğu başkalarına bağlı olduğundan, diğer insanlara iyilikle yaklaşıp genelin mutluluğunu gözetmesi, yani kendini ahlaklı, erdemli kılması, kendi yararınadır.

Doğal Hukuk ve Barış

Evrensel ahlak ilkelerinin varlığının kabul edilmesi, doğal hukuk öğretisine kapıyı açıp doğal yasalar ile doğal (insani) haklar anlayışını gündeme getirir.

Özgürlük

Filozoflara göre bireyin-yurttaşın mutlu olabilmek için yaşamının, güvenliğinin, emeğinin ürünlerinin (mülkiyetinin) ne ölçüde korunup korunmadığı sorundur. Bu bakımdan özgürlük düşüncesi, Locke’da dile getirilen insan hakları düşüncesiyle bağlantılıdır, hatta bu bakımdan özgürlüğün kendisi, en önemli doğal haklardan birisidir. Düşünce ve ifade özgürlüğünü bu özgürlüğü yadsıyan kişilere ve onların bu amaçla ileri sürdükleri gerekçelere karşı mücadele etmek ve bu mücadelede siyasal iktidarı bu özgürlüğün gerekliliğine inandırmaktır.

Eşitlik

Aydınlanma düşüncesi, genellikle, eşitliği bir doğal hak olarak kabul edip insanların doğal eşitliği düşüncesini doğal eşitliğin özgürlük ile ilişkilendirilmesi, her insanın kendi bedeni üzerinde eşit hakka sahip olması, dolayısıyla bir başkasına bağımlı olmaması, yani bir başkasının mülkiyeti (kölesi) konumunda bulunmaması anlamına geldiğini savunur.

Din ve Toplum

Aydınlanma felsefesine genellikle yüklenen en önemli özellik, dine yönelik kuşkucu ve eleştirel bir tutum takınmış olmasıdır. Dine ilişkin felsefi görüşlerinde farklılıklar sergileyen filozoflar, Kilise’ye ve din adamlarına karşı açılan mücadelede bir araya gelirler. Böyle bir anlayıştan hareket eden Aydınlanmacılar, toplumsal ilişkileri, özellikle gündelik yaşamı dinden soyutlamak anlamında sekülerliği savunmalarının ötesinde, din ile devlet işlerinin kesin çizgilerle birbirinden ayrılması anlamında laikliği değil, fakat dinsel alanın mutlak bir biçimde siyasal iktidara tabi kılınması anlamında dünyeviliği ön plana çıkarırlar.

Aydınlanmanın Siyasal Önerileri

Filozoflar, Aydınlanmacılar içinde bulundukları siyasal yapıyı adalet ilkelerini çiğneyen haklar ile özgürlükleri ayaklar altına alan ve yasaları hiçe sayan keyfi bir iktidar olarak algılar. Aydınlanmış bir toplumun kurulabilmesi, ancak var olan siyasal yapının değiştirilmesi ya da düzeltilmesiyle mümkündür. Bu hedef doğrultusunda yapılması gereken ilk iş, siyasal otoritenin geleneksel ilkelerinin gözden geçirilmesidir.

Reformcu Yaklaşım ve Reformlar

Aydınlanmacılar göre, kötü kurumlar, kurallar, yasalar acımasızca eleştirilmeli, bunların değiştirilmesi talep edilmeli, ama toplumu kuralsızlığa, şiddet ortamına götürecek bir yasa dışılık örneği verilmemelidir. Değişim konusunda halkı devre dışı bırakıp yukarıdan gerçekleştirilecek reformlara bel bağlayan filozoflar, ağırlıklı bir biçimde hukuk alanına eğilirler. Yasalar önünde eşitliğin kurulmasından işkencenin, hatta ölüm cezasının kaldırılmasına dek, birçok hukuksal düzeltimin gerekliliğinin altı çizilir. Ayrıca hukuk alanının dışında, vergilerden memuriyet koşullarına, tarımdan ticarete kadar çok değişik alanlarda çeşitli reform önerileri getirilir. Sorun, tüm bu reform önerilerini kimin uygulayabileceğidir.

Aydın Despotizmi

Aydın despotizmi anlayışını, bir öğreti olarak ortaya koyan ilk düşünürler, dönemin iktisatçıları olan Fizyokratlardır. “Mutlak bir güçle donanmış bulunan ve Aydınlanmanın ilkelerini benimseyip uygulayan monarşik bir siyasal iktidar olarak kısaca tanımlanabilecek aydın despotizmi anlayışı, Fizyokratlarla aynı ortamı paylaşan birçok filozof tarafından da benimsenir.

Liberal Siyasal Düzen

Aydınlanmacılar, aydın mertebesine yükselttikleri monarklara övgüler düzdükleri dönemlerde bile, ilkesel bir yaklaşımla despotizmi eleştirip siyasal liberalizm olarak nitelendirilebilecek çeşitli görüşlerin sözcülüğünü yapmayı sürdürmüşlerdir. Bu noktada temel bir sorun ortaya çıkmaktadır: Böyle bir siyasal yapının ya da devletin yaratılıp sürdürülmesi için hangi düzenlemelere gereksinim vardır?

Yasaların Egemenliği/İktidarın Sınırlanması/Güçler Ayrımı /Siyasal Temsil ve Katılım

Demek ki Aydınlanma, değişime bir çağrıdır. Aklını başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanma cesaretini gösteren ve evrensel akıl ilkeleri doğrultusunda davranan halkların kendi kaderlerini kendilerinin çizebileceklerine ve mutlu bir düzen kurabileceklerine olan bir inançtır. Bu bakımdan Aydınlanmanın (filozolarının kişisel elitisit reformist görüşlerine rağmen) ulus devlet düşüncesinin oluşmasına ve bu düşünceyi hayata geçiren Fransız Devrimi’ne önemli bir katkıda bulunmuş olduğu söylenebilir.