SİYASİ DÜŞÜNCELER TARİHİ - Ünite 3: Sorgulanan Dinsel İktidar ve Prens Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Sorgulanan Dinsel İktidar ve Prens

Krallıklar ve Kilise Arasında İktidar Savaşları

XII. yüzyılın ortalarından itibaren siyasi alanda güç kazanan krallar kendi bürokrasilerini oluşturarak herkesin doğrudan krala bağlı olması hedefiyle güçlerini artırmaya çalıştılar. Bunu yaparken de feodal hukuku kullanarak büyük senyörlerin güçlerini azaltmak için küçük senyörleri kendilerine bağladılar. Fakat Kilise’nin gücü buna engel oluyordu. Kralın hakimiyetinin kabul görmesi için papalık otoritesinden uzaklaşılması gerekiyordu. Papalar Hristiyan halklar üzerindeki manevi otoritenin yanı sıra ekonomik ve siyasal güç üzerinde de söz sahibiydi ve en güçlü silahları aforozdu. Siyasal gücün dini otoriteden bağımsızlaşması aslında Roma Kilisesi’ne karşı verilen mücadeleye bağlıydı. Bu sebeple papalığın güçlerini yadsımaya ve güç toplamaya çalışan krallar otoritelerini pekiştirmek için papalıkla çatışma içine girip yüksek din adamlarını kendileri atamak ve onları vergilendirmek istediler. Aforoz edilmelerine rağmen krallar sahip oldukları siyasal ve askeri güçle aforozları etkisiz kıldılar.

Bu aşamada ruhani iktidar ile dünyevi iktidar arasındaki üstünlük iddialarını açıklamak faydalı olacaktır. Dünyevi olanın ruhani amaca hizmet ettiğini söyleyen papalık savunucuları savlarında hem ruhani hem dünyevi gücün Tanrı tarafından kiliseye dolayısıyla da Papa’ya verildiğini bu sebeple de dünyevi gücün ruhani iktidara muhtaç olduğunu savundular. Dünyevi olanın kendi amaç ve doğası olduğunu söyleyen krallık yanlıları ise savlarında Roma hukukundan faydalanarak kamusal alan ve kamusal gücün tek elde yani kralda olması gerektiğini, dünyevi gücün Tanrı tarafından krala verildiği dolayısıyla da kralın siyasal iktidarının herhangi bir otoritenin denetiminde olamayacağını, devletin kiliseden önce de var olması sebebiyle papa ve kralın yetki alanlarının birbirinden ayrı olduğunu savundular.

Krallık İktidarının Bağımsızlığı ve Üstünlüğü

Krallık iktidarının bağımsızlığı dünyevi iktidar ile ruhani iktidar arasındaki “karşılıklı bağımsızlık” ilkesine dayanır. Siyasal bir figür olan Dante Alighieri evrensel monarşiyi yani imparatorluğu dünyevi düzen için gerekli bulur ve imparatorluk otoritesinin doğrudan Tanrı’dan geldiğini söyler. İnsanların temel ihtiyacı olan mutluluğa ulaşmaları barışın sağlanmasıyla mümkün olabilir. Toplum düzeninin sağlanabilmesi için ihtiyaç duyulan güç ise devlettir. Bunun doğal bir zorunluluk olması sebebiyle de devlet üzerinde kilisenin bir rolü yoktur. Gücünü Tanrı’dan alan imparator dünyevi alanda, papa ise ruhani alanda liderdir. Amaçları bakımından kilise ve devleti birbirinden farklı bulan Dante barış ve düzenin sağlanabilmesi için iki iktidarın da birbirlerinin alanlarına karışmamaları gerektiğini vurgular.

Dinsel ve dünyevi iktidar mutlak iktidar değildir fakat kendi sınırları içinde birbirleriyle ilişki içindedirler. Dünyevi iktidarın ve dinsel iktidarın sınırlarının belirlenmesi iktidarı yönetenlerin görevi kötüye kullanmalarına engel olacağı gibi iki iktidarın birbirlerine karşı olan sorumluluklarının anlaşılması için de son derece önemlidir. Dünyevi iktidarın sınırlı olması için merkezine halkın yerleştirilmesi gereklidir. Böylece iktidarını kötüye kullananlar halka karşı sorumlu hale gelerek halk tarafından tahttan indirilebilir. Bu da imparatorların halk hak ve özgürlüklerini koruma yükümlülüğü olduğu anlamına gelmektedir. Dinsel iktidarın sınırları ise papanın gücünün sınırlanması ile mümkündür. Bu da kiliseyi salt din adamı olarak değil tüm Hristiyanların toplamı olarak kabul etmekle mümkün olabilir.

Zaman içinde dinsel iktidarların Hristiyan dünyası üzerinde elde ettiği erk ve dünyevi iktidarların egemenlik yolunda sahip olmayı başardığı erk iki iktidar arasındaki birbirlerinin alanına saygı duydukları gizli ateşkesin sona ermesine sebep oldu. Bu baskınlık yarışı içinde Padovalı Marsilius gücün krallık iktidarının elinde olması gerektiğinin altını çizdi. Krallık iktidarının üstün olması gerektiği görüşünün kaynağında toplum düzeninde devrim ve iç karışıklıklara Papalığın yol açtığı düşüncesi vardır. Siyasal iktidar toplumun bir gereği olarak toplumun kendinden ortaya çıkmıştır. Gücünü Tanrı ya da onun temsilcisinden değil toplumdan almaktadır dolayısıyla Papalık siyasal iktidar üzerinde hak iddia edemeyeceği gibi kilisenin toplumun bir parçası olması sebebiyle de siyasal iktidarın aslında Kilise üzerinde söz hakkına sahip olduğu düşüncesi ortaya çıkmış olur. Marsilius Kilise ile devleti birbirinden ayırmaz, onları kaynaştırır.

Yasalar ve krallık iktidarının merkezine halk yerleştirildiğinde haklıyı ve haksızı birbirinden ayırmak için olumlu ve olumsuz yaptırımları içinde barındıran yasalar halk tarafından, halkın temsilcisi olmaları için siyasal temsil mekanizmasına verilmiştir. Halkın seçimi ile iktidara gelen prens görevini kötüye kullandığında meşruluğunu yitirip iktidarını kaybetmekle karşı karşıya kalır. Gerçek anlamda yasalara yani zorlayıcı güce sahip olmayan kilise ise siyasal bir varlık değildir. Papazlık dinsel işlemleri yerine getiren insani kökenli bir görev olması sebebiyle siyasal iktidarın yetki alanında bulunur.

Yeni Avrupa’ya Doğru: Rönesans ve Reform

XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren temeli insan merkezciliği olan Rönesans ve XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dindeki yenilenme hareketi olan Reform din ve siyasete yeni bir görünüm kazandırmıştır. Reform, XVI. yüzyılda, Avrupa Katolik dünyasının parçalanmasıyla Hristiyanlığın üçüncü büyük ana akımı olan Protestanlığın (diğer ana akım Ortodoksluktur) doğuşuyla sonuçlanan dinsel değişimi ve bu değişimi mümkün kılan dinsel, toplumsal hareketleri ifade eder. Rönesans ise yine kökleri daha geriye gitmekle birlikte, etkilerini özellikle XV. ve XVI. yüzyıllarda gösteren, Eski Yunan ve Roma kültürünün yeniden canlandırılması ve hümanist dünya görüşüyle karakterize olan kültürel hareketi içermektedir.

Papalığın sömürü politikası, lüks tutkusu ve kendi içinde yaşadığı çatışmaların tepki çekmesiyle makama duyulan saygı azalmaya başladı. Papalık iktidarını yok etme amacındaki bazı dinsel reformcular dünyevi iktidarın güçlenmesine yardımcı oldular. Güç peşindeki krallar Evrensel kiliseye bağlı olmak yerine kiliseyi kendi sınırlarında denetlemek istediler. Kilisenin devlet işlerine karışamayacağı ama gerektiğinde kralın kiliseye müdahale edebileceği görüşünü benimseyen dinsel ve siyasal öğreti olan Gallikanizm sayesinde ulusal kiliseler belirmeye başladı.

Rönesans ve Reform tahmin edilenin aksine siyasal ve kültürel parçalanmaya sebep olurken yeni ulusal oluşumların da zeminini hazırlamış oldu. Reform ve Rönesans’ın merkezi olan kentler yeni sınıfların, talep ve beklentilerin, siyasal mücadelelerin beşiği ve genç burjuvazinin de siyaset meydanıydı.

Reformun öncülerinde Martin Luther Katolik Kilisesi’ni devre dışı bırakarak insanın yalnızca Tanrı’ya hesap vereceğini ve bunun için de ihtiyacı olan tek şeyin kutsal söz yani İncil olduğunu söylüyordu. Dünyevi iktidara tam bağlılık ve itaat edilmesi gerektiğinin de altını çizen Luther görüşleri nedeniyle aforoz edildi ve rahip giysilerini çıkararak saklanmak zorunda kaldı.

Luther’in Roma Kilisesi’nden özgürleşmek görüşünden etkilenen “Köylü Ayaklanmaları” sömürüden özgürleşmek hedefinden yola çıkmıştı ve ayaklanmaların gücü köylülerden geliyordu. Thomas Münzer köylü ayaklanmalarını toplumsal bir özgürlük arayışı olarak gördü. Kılıcın gücü topluluğun malıdır diyerek prensleri Katolik Kilisesine itaat etmemeleri yönünde uyardı. Ne istediğini bilen köylüler karşı karşıya oldukları gücü hesaplamakta başarısız oldular ve köylü ayaklanmaları böylece bastırıldı.

Luther’in kutsal kitaba tam bir teslimiyet ile yaşanması, bunun dışındaki çalışma, eylem ve dünyevi etkinliklerin gereksiz olduğu görüşüne karşı çıkan Jean Calvin yalnız Tanrı’nın her şeyi bileceğini fakat Tanrı’nın iradesi altındaki bir inananın çalışması ve başarılı bir hayat sürmesinin Tanrı’ya karşı bir sorumluluk olduğunu savunmaktaydı. Calvinci düşüncede çalışma sayesinde elde edilen kazançların israf edilmemesi aksine kazancı çoğaltmak için tekrar kullanılması gerektiği fikri kapitalizm ile paralellik gösteriyordu. Kilisenin dinsel rolü öğretiyi yeniden anlamlandırmaktı yani kilisenin rolü dünyeviydi. İnananların yanlışa sapmalarını önlemek için denetlenmeye dolayısıyla da ruhani otorite olarak kiliseye ihtiyaçları vardı.

Machiavelli: Siyasete Yeni Bir Yaklaşım

Rönesans döneminin siyasal düşünürü olan Niccolo Machiavelli’ye göre salt bir eylemler bütünü olan siyasetin amacı olması gerekeni planlamak değil olanı inceleyip açıklayabilmektir. Siyasal yaşamın olgularının yani siyasal iktidar sorunsalının incelenmesiyle bu mümkün olabilir. İktidarın ne olduğu, iktidarın türleri, iktidarın kazanılması, korunması ve kaybedilme nedenleri ile ilgili olan siyasal olgulara siyaset bilimi tarafından cevaplar verilmeye çalışılmıştır. Siyasal başarının siyasetin özünü kavrayıp evrensel fikirlere ulaşmakla mümkün olacağını, bunun da tarih bilgisine sahip olmakla başarılacağını söyleyen Machiavelli’nin siyasal yaklaşımları bazı yorumcular tarafından “devrim” olarak nitelendirilmiştir.

Machiavelli insanın özünde kötülük olduğunu, bunun da içgüdülerden kaynaklandığını düşünür ve insan ilişkileri içinde kötülüğü açıklamaya çalışır. İnsan doğası gereği her şeyi arzu edip elde etmeye çalışır. Sahip olduklarından tatmin olmayan insan için elde edilmesi arzulanan en üstün şey iktidardır. İnsanın doğasında kötü oluşu iktidar mücadelesi içinde birbirlerine engel teşkil etmelerinden kaynaklanır. Siyasal yaşamda gözlemlenen kimi olumsuz tutumlar aslında insanların kötü olmalarından değil rekabet duygusundan kaynaklanmaktadır.

İktidarın başarısını ve sürekliliğini sağlamak için siyasal öznenin doğru araçları seçmesi son derece önemlidir. Doğru araçların seçilmesinde fortuna (şans) ve virtu ’nun (erdem) önemine dikkat çeken Machiavelli fortuna ’yı kadercilik olarak algılamak yerine virtu sayesinde fortuna ile baş edilebileceğini söyler. Koşullara göre seçimler yapılmasının iktidarın elde edilmesi ve korunmasında son derece önemli olduğunun altını çizer.

Machiavelli’nin siyaset anlayışında, yapılan bazı seçimler sonucu savaşın kaçınılmaz oluşu savaş ve siyaset arasında özde son derece doğal bir bağ olduğu şeklinde yorumlanır. Machiavelli siyaseti dinden ayırmaz ve dini toplumsalsiyasal bir araç olarak değerlendirirken dinin devlet yönetimi altında olması gerektiğine vurgu yapar. Dinin devlet gücü altında ona hizmet ederek güçlenmesini yararlı, devlete rakip olarak güçlenip dünyevi işlerle ilgilenmeye çalışmasını sakıncalı bulur. Bir devletin sağlam temeller üzerine oturabilmesi için iyi silahlara, iyi yasalara ve iyi dine ihtiyacı vardır.

Cumhuriyet’in erken kuramcılarından olan Machiavelli mevcut rejimlerin (monarşi, aristokrasi, demokrasi) yozlaşmaya açık olduğu, bu sebeple karma yönetimin üstün olduğu görüşüne ulaşmıştır. Cumhuriyet ile özgür yönetim kavramını eşanlamlı olarak kullanır. Karma yönetimde özgürlük kavramı dışsal özgürlük ve içsel özgürlük olarak iki başlıkta tanımlanır. Dışsal özgürlük diğer devletlere karşı bağımsızlık ve içsel özgürlük halkın özgürlüğü yani yönetim gücünün halktan kaynaklanması anlamlarını taşır. Machiavelli monarşi ile cumhuriyeti bir bütünün parçaları olarak değerlendirir ve bir devletin kuruluşta monarşiye, sürdürülürken de cumhuriyete ihtiyacı olduğu görüşünü savunur.

Machiavelli’nin Makyavelizmi siyasal bir gerçekçilik olarak karşımıza çıkar. Güç ve şiddet hiçbir ahlaki değer taşımaz çünkü söz konusu vatanı korumak olduğunda kullanılan araçların ne olduğundan çok amacın yüceliği önem kazanır ve bu noktada ahlak ile siyaset birbirinden ayrılır.