SİYASİ TARİH I - Ünite 1: Modern Avrupa'nın Doğuşu Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Modern Avrupa'nın Doğuşu
Ünite 1: Modern Avrupa'nın Doğuşu
Orta Çağın Mirası
Orta Çağ, Roma İmparatorluğu’nun 395’te ikiye ayrılmasından II. Mehmet’in (Fatih), 1453’te İstanbul’u fethederek Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’na son vermesine kadar geçen döneme denir. Bazı Batı kaynaklarına göre ise Orta Çağ, Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika kıtasını keşfetmesiyle sona erer. Orta çağın ilk beş yüz yılı Karanlık Çağlar olarak adlandırılmaktadır. Bunun nedeni Frank kabileleri arasındaki savaş nedeniyle ticaretin durması, kentlerin yıkılışı, tarım alanlarının azalması, okuma yazma oranının düşmesi ve kanunsuzluğun yaygınlaşması, siyasi otorite ve düzenin olmamasıdır. Orta Çağın son beş yüzyılına ise Yüksek Orta Çağlar denilmektedir.
Orta Çağda şu gelişmeler yaşanmıştır:
Batı Roma’nın 476’da yıkılmasını takiben Kuzey Afrika ve İtalya’da kurulan Vandal ve Ostrogot krallıkları, Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından yıkıldı.
İspanya’da kurulan Vizigot Krallığı 8. yüzyılda Cebel-i Tarık Boğazı’nı geçerek Avrupa kıtasına çıkan İslam orduları tarafından yıkıldı.
Hristiyanlık, Batı Avrupa’daki putperest (pagan) kabileler arasında yayılmaya başladı.
751 yılından itibaren Roma kilisesi, İstanbul merkezli Doğu Roma İmparatorluğu etki alanından uzaklaşarak Franklarla siyasi ilişkiler geliştirmeye başlamıştır.
1054’te Roma ve İstanbul kiliseleri birbirinden ayrılarak Katolik ve Ortodoks Hristiyanlık kutuplaşmasının ortaya çıkmasına neden olmuşlardır.
768’de Frank tahtına oturan Charlemagne Almanya, Kuzey İspanya ve İtalya’ya düzenlediği askeri seferlerle devletinin sınırlarını genişletmiş, Hıristiyanlığı kılıç zoruyla yaymış, halkın okuma yazma oranının artmasını sağlayarak Latin harflerinin unutulmasını engellemiştir. Ayrıca yönetimsel olarak âdemi merkeziyetçi bir yapı benimsenmişti bu dönemde. Bu durum kendisinden sonra ülkesinin çabuk dağılmasını kolaylaştırmış aynı zamanda bu yerel yönetime dayanan yapı daha sonraki yüzyıllarda görülen feodal devlet yapısının temelini oluşturmuştur.
Feodalizm ve Tarım Devrimi
Feodalizm, toprak yönetimi biçiminin zaman içinde siyasal bir anlam kazanarak, siyasal gücün paylaşılması, karşılıklı hak ve yükümlülükler ile yönetimde temsil unsurlarını içerir. Çin, Japonya, Pers ve Doğu Roma İmparatorluklarında da görülen feodalizm, Batı Avrupa’da Charlemagne Dönemi’nden itibaren yaygınlaşmıştır.
Feodal yapının oluşumunu şöyle ifade edilebilir: Karolenj İmparatorluğu’nun 9. yüzyıl’ın sonlarında dağılmasından sonra, kontlar toprak yönetimini ellerinde tutarak tarım alanlarını ellerinde tutmak amacıyla silahlı kişiler tutmuşlar ve zamanla bu kontların güçlü olanları lord ünvanı almıştı. Bu lordlara bağlı kontlara Vassal denilmiştir. Bu süreç içinde karşılıklı yükümlülükler bulunuyordu. Lordlar, vassallara toprak yönetim izni veriyor, vassallar da savaş zamanı asker ve vergi veriyor ve lordun esir düşmesi halinde fidyesini ödüyordu. Lordlar, arasında etkili olanları da zamanla dük ünvanı almışlardır. Bu feodal beyler yaşadıkları yerlerin etrafını surlarla çevirdiler. Hatta tehdit altında köylülerin de korunabileceği kaleler oluşturdular.
Kalelerin büyütülmesi, Batı Avrupa’da kent adı verilen yerleşim birimlerinin yeniden ortaya çıkmasına neden oldu.
Feodalizmin yaygınlaştığı dönemde veba salgını olmasına rağmen tarımsal üretim artmış, kuzeyden gelen istilaların azalması, sabanın icadı, yel değirmeni ve su kanallarının kullanımı, üçlü tarım sisteminin geliştirilmesi gibi faktörlerden dolayı nüfus artmıştır. Ayrıca fazla üretilen tarım ürünleri ticaretin gelişmesine ve bu gelişimde köleliğin toprağa bağlı köleliğe (serflik) dönüşmesine neden olurken, bölgeyi koruma ihtiyacına karşılık paralık askerlik ortaya çıkmış şövalyelik (atlı asker) ise yaygınlaşmaya başlamıştır.
Yüksek Orta Çağlar
Fransa ve İngiltere’de tahtın babadan oğula geçtiği “ulusal” monarşiler bu çağda görülmeye başlandı. Normanlar, feodalizmi İngiltere’de uygulamaya koymuşlardır. Takip eden yıllarda, İngiltere kralları, toprak sahibi soylular (aristokratlar) ve ruhban sınıfı (din adamları) arasında vergi toplama konusunda anlaşmazlık yaşanmıştır. 1215’te İngiltere Kralı John, Magna Carta Libertatum’u (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) imzalamıştır. Bu sözleşme ile kralın yetkileri, soylular ve din adamları tarafından kısıtlandı. Bu sözleşme keyfi tutuklama ve ceza vermenin önüne geçtiği için Avrupa’nın ilk insan hakları belgesi olma özelliğini taşımaktadır. Bunun yanında feodalizm şartlarında sadece özgür insanların yararlandığı bu haklar, daha sonraki İngiliz kralları tarafından da tanınmıştır.
- yüzyılda ticaretin geliştiği yerlerde toprak sahibi aristokratlar ile ticaretle uğraşanlar arasında anlaşmazlıklar meydana geldi. Feodal beylerin etkisinden kurtulabildikleri yerlerde tüccarlar, bağımsız kent devletleri ve cumhuriyetler kurmuşlardır. Bir yandan feodalizmin getirdiği kralın karar alırken soylulara danışacağı hükmü, diğer taraftan kentlerin gelişmesiyle birlikte yönetimde söz sahibi olmak isteyen yeni kesimlerin ortaya çıkması, Yüksek Orta Çağlarda Avrupa’nın birçok bölgesinde parlamentoların (konuşulan yer) yayılmasına neden olmuştur.
Haçlı Seferleri
Selçukluların 1015’ten itibaren Anadolu'ya kadar ilerlemeleri, 1071’de Sultan Alparslan'ın Malazgirt Savaşı'nda İmparator Diyojen'i yani Doğu Roma İmparatorluğunu yenmesi ve Hristiyanların Filistin topraklarına gidişinin zorlaşması üzerine Papa II. Urban tarafından 1095’te söz konusu toprakların ele geçirilmesi
için kutsal savaş çağrısı yapıldı. Haçlılar 1099 da Kudüs’ü aldılar. Fakat 1187’de Selahattin Eyyubi Kudüs'ü Haçlılardan geri aldı. Kudüs’ü geri almak için yapılan Haçlı seferleri başarısızlıkla sonuçlanmış ve 4. Haçlı Seferi sırasında Haçlıların, Doğu Roma başkentini yani İstanbul'u yağmalaması Katolikler ile Ortodokslar arasında yüzyıllar boyu devam edecek güven problemini doğurmuştur. Haçlı Seferleri papaların Avrupa hükümdarların üzerindeki güçlerinin artmasına neden olurken bu yüzden çatışmaların yaşanmasına da neden olmuştur. Haçlı Seferleri sırasında Batı Avrupa’nın Doğu Roma ve İslam uygarlıklarına ait hem maddi hem kültürel ve bilimsel zenginlikleriyle tanışmaları Rönesans’ın temelini hazırlamıştır.
Yüzyıl Savaşları
1337’den 1453’e kadar İngiltere ve Fransa arasında geçen savaşlara Yüzyıl Savaşları denir. Savaşın kökenini, Normanların 1066’da İngiltere’yi istila etmelerine kadar götürebiliriz. Normandiya Dükü William, bu dönemde İngiltere Kralı II. Harold’u yenerek İngiltere tahtına oturmuştu. Gerçekte, Fransa’nın bir vassalı olan William’ın tahta oturmasıyla birlikte İngiltere kralları Fransa’ya tabi olmayı reddetmişlerdir. Daha sonra ise Fransa tahtına kimin oturacağına ilişkin bir veraset anlaşmazlığının yaşanması, İngiltere ile Fransa arasında uzun sürecek bir savaşı başlatmıştır. Savaş 1453’te Fransa’nın kesin üstünlüğü ile sona ermiştir. Bu dönemde feodalizm dönemi savaş biçimleri yerini yeni askeri yapılanma ve savaş stratejilerinin kullanıldığı bir döneme bırakmıştır. Ayrıca Fransa’da, feodal bir monarşiden ulusal monarşiye geçiş süreci başlamıştır. Ekonomik sıkıntıların yaşanması nedeniyle de iki -İngiltere ve Fransa- ülkedeki meclislerinin önemi artmış ve parlamento ve genel meclisin (Etats Generaux) klasik yapısı oluşmuştur.
İspanya'nın Birliğinin Sağlanması
- yüzyılda Anadolu’da Moğol istilası nedeniyle Selçukluların güçleri azaldığı için yerel beylikler ortaya çıkmıştır. 14. yüzyıl boyunca Osmanlı Beyliği gücünü arttırmış ve Doğu Roma İmparatorluğu için bir tehdit unsuru olmuştur. Osmanlılar, Balkanlarda Sırp ve Bulgarları kendilerine bağlamıştır. Fakat Osmanlılar, 1402 yılında Timur ile olan savaşı kaybedince sonraki 11 yıllık dönem fetret dönemi olarak ifade edilmiştir. Bu fetret döneminden sonra yeniden toparlanan Osmanlı Devleti 1453’te İstanbul'u fethederek Doğu Roma İmparatorluğu'na son vermiştir. Osmanlı'nın yani doğudaki Müslümanların Avrupa için bir tehdit olması durumu söz konusuyken, kıtanın en batısındaki Müslümanlarsa etkilerini kaybetmekteydiler. 13. yüzyılın sonunda Endülüs Emevi Devleti, topraklarını kaybetmeye başlamıştır. Bu süreçte İspanya’da bulunan toplumların Katolikleştirilmesi amacı güdülmüş bunu kabul edip eski inançlarını gizlice devam ettiren Müslüman ve Yahudiler, Papa 4. Sixtus’un emriyle kurulan engizisyon mahkemelerinde yargılanarak ve çoğunlukla yakılmak suretiyle idam edilmişlerdir. 1492’de Endülüs Emevi Devleti tamamen yıkıldı ve geride ki Müslümanlar Kuzey Afrika'ya sürgün edildi. Bu durum Yahudiler için de söz konusu oldu ve Sultan II. Beyazıt gönderdiği gemiler ile Yahudilerin bir bolümü Osmanlı topraklarına getirerek ticaret ve liman kentlerine yerleştirdi.
Kâşifler ve Keşifler
- yüzyıldan itibaren Çin ve Hindistan'a kadar uzanan İpek ve Baharat Yolları'nın denetiminin Osmanlı Devleti'ne geçmesi, Avrupalıları, kendileri için önemli olan bu pazarlara ulaşmak amacıyla farklı yollar aramaya sevketmiştir. Coğrafi keşifler bu sebeple başlamıştır denilebilir ancak bu yeterli bir açıklama değildir. Çünkü çok daha erken dönemlerde de - M.Ö. 4. ve 5. yüzyıllarda - Yunan ve Fenikeli kâşifler tarafından keşifler yapılmış, Çinli ve Müslüman coğrafyacılar tarafından da çeşitli coğrafi keşifler yapılarak kitaplar ve haritalar hazırlanmıştır. Bununla birlikte Batı ülkeleri tarafından 15. yüzyılın ortalarından itibaren yapılan coğrafi keşiflerin diğerlerinden temel farkı, denizaşırı sömürgeler kurmak amacı taşımasıdır.
Keşifler Portekiz, İspanya, Fransa, Hollanda ve İngiltere tarafından yapılmıştır. Portekizlilerin Ümit Burnu’nu keşfi, Osmanlı toprakları kullanılmadan Hindistan ve Çin'e ulaşılabileceğini Avrupa’ya kanıtlanmıştır. Cenevizli denizci Kristof Kolomb'un İspanya adına 1492’de Amerika'yı keşfetmesi Avrupa tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. 1529 yılında Portekiz ve İspanya arasında yapılan Zaragoza Anlaşması toprak taksimi üzerine dünya tarihindeki ilk antlaşmadır. Bu dönemde Osmanlı Devleti Kanuni Sultan Süleyman döneminde en güçlü kara ordusuna sahip olmasına rağmen, Portekiz ve İspanya donanmalarının ateş gücü karşısında 16. yüzyıldan itibaren gücünü kaybetmeye başlamıştır. Coğrafi keşiflerle birlikte dünyanın yuvarlak olduğu kesin olarak kanıtlanmıştır. 16. yüzyıldan itibaren Yeni Dünya’nın toprak zenginliklerinin Avrupa’ya taşınması için büyük bir yarış başlamıştır. Zenginlikler elde edilirken Aztek ve İnka Uygarlıkları istilacı Portekiz ve İspanyollar tarafından yok edilmiştir. Amerikan yerlileri – ki İndio (Hintli) olarak ifade edilirler - bu dönemde başta çiçek, kızamık, tifüs, difteri gibi hastalıklar olmak üzere çeşitli bulaşıcı hastalıklar nedeniyle Avrupalılar karşısında olağanüstü kayıplar vermişlerdir. Güney Amerika'nın altın ve gümüşleri ele geçirildikten sonra İspanyollar katliamlarda bulunmuş ve yerlilerin çok önemli bir bölümünü yok etmişlerdir. Sağ kalan yerliler için sistematik bir politika izlenerek dilleri ve dinleri değiştirilmiştir. Bu durum coğrafi keşif yarışının aynı zamanda politik tarafını da gözler önüne sermektedir. 1534’de Fransa’da aynı politika ile çeşitli koloniler elde etmiştir. 1585’ten önce İngilizler ve sonrasında Hollandalılar da Kuzey Amerika'da ticaret kolonileri oluşturmuştur. Doğu Amerika ve Kanada'da da 17. yüzyılda Hollanda, Fransa ve İngiltere’nin ticaret kolonileri kurulmuştur. Üç devletin – Fransa, İngiltere ve Hollanda – gemileri kendi ülkelerinin bayraklarıyla Karayiplerden Endonezya’ya kadar olan alanda faaliyet göstermeye başlamışlar ve daha çok çıkar elde etmek için yürütülen bu rekabet daha sonraki süreçte savaşları kaçınılmaz kılmıştır. 17. yüzyıldan itibaren İspanya ve Portekiz’in denizaşırı sömürge elde etme ve denizlerdeki üstünlüğü zayıflamış, İngiltere ve Fransa’nın bundan sonraki hegemonyası dünya siyasi tarihini derinden sarsacak gelişmeleri beraberinde getirmiştir.
Coğrafi Keşiflerin Sonuçları ve Ticaret Devrimi
Coğrafi keşiflerin sonuçları şu şekilde özetlenebilir:
Denizaşırı sömürge imparatorlukları kurulmuştur.
İmparatorluklar arasında rekabet artmıştır.
Avrupa’nın dünya hakkındaki bilgisi artmıştır.
Rönesans'ın gelişimine katkı sağlamıştır.
Katolik kilisesinin gücü azalmıştır.
Reform sürecinin gelişimine katkı sağlamıştır.
Keşifler sonrasında elde edilen yer altı ve yer üstü kaynaklar Avrupa'da zenginlik yaratmış ve iktisadi bir değişime neden olmuştur. Böylelikle ticaret burjuvazisi kendi ülkelerindeki yönetimde daha çok söz sahibi olmak istemişlerdir.
İktisadi liberalizmin temelleri atılmıştır.
Kent merkezi iktisadi sistem yerini ulusal ekonomilere bırakmıştır.
Ulusal bir ekonomik modelin gelişmeye başlaması, ülkelerin iç siyasal bütünleşmelerine ve ulusal monarşilerin ortaya çıkışına ivme kazandırmıştır.
Avrupa'ya zengin maden kaynaklarının aktarılması nedeniyle fiyat devrimi gerçekleşmiş ve alım gücü düşmüştür. Aynı zamanda 16. yüzyılın ikinci yarısından 17. yüzyılın başına kadar (1550 - 1600 yılları) fiyatlar ortalama %100 artış göstermiştir. Bu tür hareketlerin etkileri siyasi yönetim üzerinde de görülmüştür.
Savaş nedeniyle fazla vergi alınması halkın tepkisine neden olduğu için anayasa hareketlerinin düzenlenmesine ihtiyaç duyulmuştur.
Sınıf ayrılıkları kentsel enflasyon sonucu oluşmuş ve belirgin bir özellik kazanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu, coğrafi keşiflerden olumsuz yönde etkilenmiş ve Celali İsyanlarının tetikleyen önemli faktörlerden biri olmuştur.
Daha fazla ücret isteyen kuruluşların grev yapması işçi sendikalarının tohumlarını atmıştır.
Mali bunalımlardan korunmak için Avrupalı ülkeler, daha az mal satın alıp, çok mal satmaya dayalı bir ticaret politikasını yani merkantalizm politikasını ortaya çıkarmışlardır. Fakat bütün ülkelerin bunu uygulaması nedeniyle Merkantilist politika istenilen başarıyı gösterememiştir.
Rönesans ve Reformasyon
- yüzyıldan itibaren İtalyan kent devletlerinde Orta Çağ’da yaygın hale gelen Roma Kilisesi merkezli dogmatik düşünce yerini yeni bir yaklaşıma bırakmıştır. Bu yeni ve yapıcı yaklaşımda, Kilisenin yüzyıllar boyunca yasakladığı, insanı merkeze alan eski Yunan ve Roma düşüncesine yeniden ilgi duyulmuştur. İtalya kent devletlerinde başlayan Rönesans akımı daha sonra günümüz sınırlarındaki Fransa, Almanya, Hollanda ve İngiltere’ye kadar olan coğrafyaya yayılmıştır. Rönesans Fransızca da yeniden doğuş anlamına gelmektedir. Osmanlıların İstanbul'u fethetmesinden sonra klasik Yunan dönemine ait el yazmalarını yanına alarak İtalya’ya giden bilim adamı ve sanatçıların Rönesans’ın ortaya çıkmasında önemli rol aldıkları ileri sürülmektedir. Rönesans döneminde, - 1450’de - matbaanın icat edilmesiyle yazılı eserlerin Avrupa’da geniş kitlelere ulaştırılması söz konusu olmuştur. 15. ve 16. yüzyıllarda bizzat Katolik Kilisesi içindeki dini liderler, dini sorgulanmaya başlamış ve kilisenin yeniden biçimlendirilmesi anlamına gelen Reform hareketi ortaya çıkmıştır. Reform Hareketi ilk olarak Almanya topraklarında ortaya çıkmakla birlikte kısa süre içinde tüm Katolik dünyasını sarsmıştır. Çoğu kaynak Reform hareketinin başlangıcını, Katolik din adamı Martin Luther'in, 1517’de kilisenin bazı uygulamalarını sorguladığı 95 Tez’ini ilan etmesi olarak verir. Luther’in temel eleştirisi, Endülüjans uygulamasına yönelik olmuştur. Katolik papazların cennetten arsa satmaları şeklinde yorumlanabilecek bu uygulama henüz işlenmemiş günahları da kapsamaktaydı. Luther’in bu çıkışı Endülüjans satışlarında önemli bir düşüşe sebep olmuş ve Luther, Papa tarafından Aforoz edilmiştir. Ancak, Luther’in görüşleri Alman prenslerinin bir kısmı tarafından da kabul edilmiş ve destek görmüştür. Luther, İncil’i Almanca’ya tercüme ederek Batı Avrupa’da ayin dilinin Latince olması uygulamasına son vermiş ve Luther’in düşünceleri etrafında Luteryen Kilisesi kurulmuştur. Reform sürecinde ortaya çıkan diğer yeni kiliselerle birlikte bütün hepsine Katolik kilisesini protesto edenler anlamında “Protestanlar” ismi verilmiştir. Bu süreçte Protestan Kiliselerinin Avrupa’da yaygınlaşması yeni kiliselere direnen Katolik Kilisesi ve onunla ittifak halinde olan devletlerin tepkisi ile karşılaşmıştır. Avrupa’da birçok ülkeye egemen olan veya Katoliklerin çoğunluğundaki ülkelerde önemli azınlıklar oluşturan Protestanlara karşı olan şiddet eylemleri artmış, ardından da XV. yüzyıl ortalarından başlayarak özünde mezhep ayrılığına dayalı siyasi yetki mücadelesi yatan bir dizi savaşın yaşanmasına neden olmuştur. Yine bu tarihlerde, bazı Avrupalı ülkelerin coğrafi keşifler yoluyla zenginleşmeye başlaması, Avrupa’nın sınırlarını aşan küresel çapta çarpışmaların da ilk örneklerini oluşturmuştur.