SİYASİ TARİH II - Ünite 7: Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi

ABD ve Batı Bloku

Muhafazakar ve anti komünist bir tutumu benimseyen Regan hükümeti, 1981-1985 yılları arasında SSCB’ye karşı bir çok alanda ideolojik mücadele yöntemlerini kullandı. Bu ideolojik mücadele 1986 yılında, SSCB’de Gorbaçov ile atılan barış adımları dolayısıyla hız kesmeye başladı. Gorbaçov yönetimiyle değişim sürecine giren SSCB, Regan hükümetinin de desteği ile rahat bir süreç yaşadı. Başa gelen George Bush yönetimiyle de Regan politikalarının devamı sağlanarak 1989’dan itibaren dağılma sinyalleri veren SSCB ve Doğu Blok’un yaşayacakları krizleri yönetme politikaları izlendi.

Doğu Bloku’nun ve SSCB’nin yıkılma sürecinin şaşırtıcı biçimde hayli “çabuk ve kansız” olması, Reegan sonrası iktidara gelen Bush yönetiminin şansı olacaktı. Bush yönetiminin bu dönemdeki en önemli dış politika gündem maddesini ise 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez Krizi oluşturacaktı.

Batı Avrupa

1960’lı ve 1970’li yıllarda genişlemenin de etkisiyle ekonomik sıkıntılar yaşayan Avrupa bütünleşmesi, 1968’de Gümrük Birliği yapılmış olsa da “ortak pazar”a geçiş sağlayamamıştı. Bu yüzden 1984’te Avrupa Parlamentosu üyesi Spinelli’nin sunduğu antlaşma taslağı kabul edilerek ‘Tek Avrupa Senedi’nin ilk adımı atıldı. Avrupa komisyonunun bir takım değişikliklerinin ardından 1 Temmuz 1987’de Avrupa bütünleşmesinin en önemli parçası oluşturuldu. Gorbaçav’un yeni politikaları ve Polonya ile Macaristan’daki gelişmeleri takip eden Doğu Alman halkı, Macaristan’ın sınır kapılarını açması ile de Batı’ya büyük bir göç başladı. Bu sürecin ardından Doğu Almanya’da komünist rejim karşıtı ayaklanmalar çıktı ve Gorbaçov’un SSCB kuvvetlerinden destek göremeyen Komünist Partisi lideri Honecker istifa etti. Honecker’in ardından başa gelen Egon Krenz rejimin devamını savunmasına rağmen halkın rejim değişimi ve Berlin Duvarı’nın yıkılması istemi karşısında duramadı. 9 Kasım 1989’da Krenz yönetimi önce geçişlere izin verdi, ardından Berlin Duvarı yıkılma kararı alındı. Krenz yerine başa geçen Hans Modrow ile Federal Almanya Başbakanı Helmut Kohl iki Almanya arasında iş birliği yapılması kararlaştırıldı ve 2 Ocak 1990’da Berlin Duvarı’nın tamamen yıkılacağı ilan edildi. Doğu Almanya’nın sınırlarının II. Dünya Savaşı sonrası değişmezliğini teyit etmesi sonucunda, Nisan 1990’da “4+2 Görüşmeleri” adıyla iki Almanya ve II. Dünya Savaşı galipleri ABD, SSCB, İngiltere ve Fransa arasında görüşmeler yapıldı. Sonucunda iki Almanya arasında maddi ve sosyal birlik sağlanarak 2 Ekim’de birleşik Almanya kurulmuş oldu.

SSCB ve Doğu Bloku

Brejnev, Çernenko ve Andropov dönemlerinin ardından başa gelen Gorbaçov diğer liderler gibi Ortodoks bir Marksist tavra sahip olmadığından radikal bir politik değişim sürecini başlattı. Açıklık (glasnost) ve yeniden yapılanma (perestroyka) söylemlerinden hareketle bir dizi sosyal, ekonomik ve politik girişimlerde bulundu. Dış politikalarda da önemli gelişmelere imza atan Gorbaçov, ABD ile 7-10 Aralık 1987’de Washington Zirvesi’nde Orta Menzilli Füze Antlaşması’nın (INF) imzalanması ile tarihte ilk kez nükleer silahlanmanın azaltılması yönünde bir antlaşma sağlamış oldu. SSCB’nin Afganistan işgalini sonlandırmasıyla yakınlaşan iki ülke, Bush ile 29 Haziran 1991’de iki ülkenin sahip olduğu uzun menzilli stratejik nükleer füzelerde silahsızlanma kararı alınan START-I Antlaşması imzaladı. ABD ile SSCB arasındaki bu silah indirimi antlaşması bloklar arasında da görüşülmesine neden oldu. Nükleer silahlar haricinde konvansiyonel silahları da kapsayan kararlar alınarak tarihin en kapsamlı silahsızlanma antlaşması olan Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA) 1990 Kasım’ında Yeni Avrupa İçin Paris Şartı ile birlikte imzalandı.

Gorbaçov yönetimi izlediği liberal ekonomi politikasıyla düşünülenin aksine ekonomik sıkıntıların daha da büyümesine yol açarak destek kaybetmeye başladı. Ekonomik koşulların kötüleşmesiyle toplumsal barış da bozularak muhalefet güçlenmiş oldu. Doğu Avrupa’daki milliyetçi ve liberal hareketlenmelerden Sovyet Halkları da etkilendi. İlk hareket ulusal uyanıştan çok AzeriErmeni etnik çatışması olarak kendini Kafkasya’da gösterdi. II. Dünya Savaşı sonrasında zorla SSCB’ye bağlanan Baltık ülkelerinde devam eden bu hareketlenme, 1990 yılında Litvanya’nın ardından Estonya’ya ve Letonya bağımsızlıklarını ilan etmelerine neden oldu.

Kendi ordularını kullanarak ve anadillerini resmileştirerek özerklik politikalarını uygulamaya koyan Birlik ülkeleri ile görüşmeler yapmaya çabalayan Gorbaçov, ülkelerin tam bağımsızlık şartlarıyla karşılaştı. SSCB’nin varlığını sürdürebilme uğraşları sırasında Komünist Parti içindeki muhafazakârlar 19 Ağustos’ta askeri darbeyle yönetime el koydular. Darbe bastırma çabaları sırasında Yeltsin yükselen ve destek kazanan bir isim haline geldi. Rusya, Ukrayna ve Belarus liderleriyle Yeltsin 8 Aralık 1991’de SSCB’nin yerine bağımsız Devletler Topluluğu’nun (DTB) kurulduğunu açıkladılar. 25 Aralık’ta Gorbaçov’un SSCB başkanlığından istifasının 1 gün sonrasında Yüksek Sovyet’in kendini feshettiğini açıklamasıyla SSCB tarihe karıştı.

1980’lerin ikinci yarısında Doğu Avrupa Halkları Batı’da gerçekleşen değişim hareketleri sonucunda kendi koşulları ve hızları çerçevesinde etkilenerek tarihteki en hızlı ve kansız devrim sürecini yaşamış oldular. Değişim sürecinde 1988’lerde hız kazanan Macaristan, alternatif muhalif yaratma çabasındaydı. Macaristan Komünist Partisi (Sosyalist İşçi Partisi) içindeki genç reformcular 32 yıldır iktidar olan Janos Kadar’ı yönetimden uzaklaştırdılar. Bağımsız siyasal partilerin kurulmasına izin verildi ve siyasal faaliyetler serbest bırakıldı. 1990 Mart’ında serbest seçim kararı alındı. 23 Ekim’de parlamentonun aldığı karar ile ülkenin adı Macaristan Cumhuriyeti olarak değiştirilip eski rejime resmen son verilmiş oldu. Polonya’da ülke ekonomisinin IMF (Uluslararası para fonu)’ye üye olmasını gerektirecek kadar kötü bir hal almıştı. Hızla yükselen enflasyon karşısında halkın muhalefete verdiği destek arttı. Polonya yönetimi 1989 Şubat’ında Walesa önderliğindeki Dayanışma’yı resmen tanımış oldu. Yapılan görüşmeler sonucunda Haziran’da seçimlere gidildi ve Dayanışma büyük bir zafer kazandı. 1981’de SSCB desteğini alarak darbeyle başa gelen Jaruzelski yönetimi bu kez Gorbaçov’un desteğini bulamadı. 12 Eylül 1989’da başkanlığa gelen Mazowiecki, Polonya’nın II. Dünya Savaşı sonrası başa gelen ilk komünist olmayan başkanı oldu. 1990’da Komünist Parti’nin kendini feshetmesiyle Polonya’da komünist dönem sona erdi.

Çekoslovakya’daki değişim rüzgarları ile 1987’de, 1969’dan beri yönetimde olan Gustav Husak Komünist Parti genel sekreterliğinden istifa ederek yerine Milos Jakes geldi. Yazar Vaclav Havel önderliğindeki muhalif taraf 1989 baharında güç kazanmaya başladı. Sokağa dökülen binlerce kişiye gösterilen sert polis müdahalesi sonucu tepkiler daha da büyüyerek Jakes önderliğindeki yönetim istifa etmek zorunda kaldı. Havel önderliğindeki muhalefetin oluşturduğu “Sivil Forum” adlı örgüt, komünizmin tasfiyesini talep etti ve 19 Kasım 1989’da Çekoslovakya Meclisi, anayasadan Komünist Parti’ye liderlik rolü veren maddeyi çıkarttı. Havel devlet başkanlığına seçilerek eski rejim tamamen tasfiye edildi.

Bulgaristan’da ise 1954 yılından beri Komünist Parti lideri Todor Jivkov ekonomik ve ulusal sorunlarla baş etmeye çalışıyordu. Uygulanan politikaların başarısızlığa uğramasıyla 1984’te uygulanan yeni bir politika ile ülkedeki Türk varlığı reddedilerek, Türklerin Müslüman Bulgarlar olduğu iddia edildi. Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç: 1989’da Jivkov yönetimi ülkedeki Türklere zorunlu göç uygulaması başlattı. Kısa bir sürede 300-350 bin Türk Türkiye’ye göç etti. Göçmenlerin yaklaşık yarısı komünist rejimin çöküşünden sonra Bulgaristan’a geri döndü. İç barışın bozulması ve yeterli desteğe sahip olmayan Jivkov, Berlin Duvarı’nın yıkılışının ertesi günü 35 yıllık iktidarından alınarak yerine reformcu Petar Mledanov getirildi. Muhalif bir gücün yerine Komünist Parti hızlı bir liberalleşme uygulaması ile devrimi kendisi gerçekleştirmiş oldu.

1965 yılından beri Nikolai Çavuşesku tarafından baskıcı bir diktatörlükle yönetilen Romanya’da devrim süreci çok daha kanlı oldu. Reform hareketlerine hiç sıcak bakmayan Çavuşesku, Stalinist çizgide devam edileceğini açıklamıştı. Dış borçlar yüzünden ağırlaşan yaşam koşulları, halkın Çavuşesku’ya karşı olan tavırlarının artmasına neden oluyordu. Ülkenin kuzeyinde yaşayan ve anavatandaki liberalleşme sürecinden etkilenen Macar azınlığa uygulanan şiddet haberleri halkın 1989’da protestolarının artmasına neden oldu. Ordunun da desteğini kaybeden Çavuşesku, muhalifler tarafından eşiyle birlikte 1989 Noel’inde kurşuna dizildi. Ordunun da desteğini alarak muhaliflerce oluşturulan “Ulusal Kurtuluş Cephesi” iktidarı ele geçirdi ve Komünist Parti içinden Ion İliescu devlet başkanı yapıldı.

Üçüncü Dünya

1982 yılında İsrail Lübnan’ı işgal etmiş, FKÖ Tunus’a yerleşen merkez yönetime uzak kalmış ve bu uzaklığa engel olma amacıyla Batı Şeria ve Gazze’ye yerleşmek önemli bir hal almıştı. 6 Filistinli gencin trafik kazasında ölmeleri, Filistinliler tarafından İsrail güçlerinin katliam haberi olarak yayılması sonucu ayaklanma başladı. Arapça’da “ayaklanma” anlamına gelen İntifada, 9 Aralık 1987’de Filistinlilerle İsrail askerleri arasında Gazze’de çatışma çıkmasıyla başladı. İntifada zamanla Filistinlilerin İsraillilere karşı giriştiği mücadelenin genel adı oldu. Filistin Halkı İsraillilere karşı gösterdikleri saldırı mücadelesi ile kamuoyunun ilgisini bölgeye çekmeye çalışmaktaydı fakat İsrail tarafından tepkiler hayli sert oldu. BM Genel Kurulu 29 Kasım 1947’de Filistin topraklarında Arap ve Yahudi devletlerinin kurulması kararları alındı. 12-15 Kasım 1988’de Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Ulusal Konseyi (Parlamento) “Bağımsız Filistin Devleti”nin kurulduğunu, başkentinin de işgal altındaki Kudüs olacağı ilan edildi. Ancak Filistin 40 ülke tarafından tanınmış olsa da İsrail’in topraklardan çekilmemesi, bu devletin bir süre daha kağıt üzerindeki varlığının devam etmesine neden olacaktı. Yaser Arafat: 1929’da doğmuş, 1959’da İsrail’e karşı siyasal ve askerî mücadeleyi örgütlemek için FATAH’ı (Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi) kurdu. 1964’de Filistinli diğer grupları da birleştirerek FKÖ’nün kurulmasını sağladı ve ölene kadar da liderliğini sürdürdü. 1988’de Filistin Devlet Başkanı seçilen Arafat, İsrail’le barış sürecini destekledi. Yaser Arafat 2004 yılında hayatını kaybetti.

AET entegrasyonundan etkilenen Güneydoğu Asya ülkeleri benzer bir yapının bölgelerinde kurulması amacıyla 1989 yılında Asya-Pasifik bölgesinde ekonomik gelişme ve refah sağlamak amacıyla Japonya, Güney Kore, Singapur, Malezya, Endonezya, Tayland, Filipinler, Brunei, Yeni Zelanda, Avusturalya, Kanada ve ABD tarafından APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü) kuruldu.

Günümüzde de Hindistan ve Pakistan arasında devam eden Keşmir sorunu, 1947 yılında Hindistan’ın Hindistan ve Pakistan olarak ikiye bölünmesinden beri varlığı devam etmektedir.

Keşmir Sorunu: 1947’de Hindistan’ın bölünmesinden sonra nüfusunun çok büyük bölümünü Müslümanların oluşturduğu Keşmir bölgesinin üçte ikisi Hindistan, üçte biri ise Pakistan’ın denetimindedir. Pakistan bölgenin tamamının kendi yönetimine bırakılmasını talep etmektedir. Bu da Keşmir’in iki ülke arasında büyük bir sorun olmasına neden olmuştur. İki ülke Keşmir Sorunu yüzünden üç kez (1947-48, 1965 ve 1971) savaşmıştır. Ayrıca 1998 ve 2002 yıllarında iki ülke savaşın eşiğine gelmiş, uluslararası diplomatik çabalarla krizler sıcak savaşa gitmeden çözülmüştür. Toprakların büyük bir kısmı Hindistan’a kalmıştı ve çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyordu. Keşmir’in Hindistan kontrolündeki tarafında çıkan gerilimi Pakistan’ın Müslüman isyancılara destek vermesiyle gerilim arttı. Asya’daki en önemli gelişme ise ÇHC yönetiminin liberalleşme yönündeki geri adımları sonucunda muhalefetin öğrenciler arasında güçlenmesine neden olması oldu. Pekin’in ünlü Tiananmen Meydanı’nı işgali birçok göstericinin ölümüyle sonuçlandı.

1980’lerde Latin Amerika ihraç ürünleri fiyatlarının düşmesi üzerine ağır bir ekonomik sıkıntıya düştüler. Bu ekonomik bunalım El Salvador, Guatemala ve Nikaragua’da gerilla hareketlerinin artmasına neden oldu. Orta Amerika ülkeleri ekonomik istikrar sağlamak ve gerilla hareketlerinin önüne geçebilmek adına 1987’de Orta Amerika Barış Planı’nı imzaladılar. Bu plan doğrultusunda gerillalara dış desteğin kesilmesi sağlanacaktı fakat başta Nikaragua olmak üzere bazı Latin Amerika ülkelerindeki gerillalara ABD destek verdiği için planın uygulanmasına engel oldu. 1982 yılında başta Arjantin ve Meksika olmak üzere pek çok Latin Amerika ülkesi büyük bir borç krizi içine girmişlerdi, IMF bu süreçte borçların ödenebilmesi için Latin Amerika’da serbest pazar ekonomisi ilkelerinin uygulanmasını şart koştu bunun sonucu Latin Amerika’da içinden çıkılamaz bir yoksulluk halini aldı.

Afrika kıtası 1980’li yıllarda ekonomik, siyasal ve kültürel sorunlarla boğuşmaktaydı. 1970’lerde başlayan ekonomik krizin devamı, artan nüfus, enflasyon ve işsizlik başlıca problemlerdi. Ekonomik kriz, yoksulluk nedeniyle kırsal yaşamın sağlık ve beslenme koşullarını etkilemesi dış borç ve yardım ihtiyacını arttırdı böylece emperyal güçler, IMF ve Dünya Bankası’nın baskısı altında kaldılar. 1990’lara gelindiğinde altı yüz milyon Afrikalı günlük 1 doların altında kazanıyor, dünya da HIV virüsü taşıyan 36 milyon insanın 15 milyonu bu kıtada yaşıyor, ayrıca açlık ve sıtmayla mücadele ediyordu. Sömürgeci rejimlerin ardında bıraktığı karmaşa, kendini etnik ve dinsel çatışmalar olarak şiddet ve ölümle 1980’ler boyunca artarak devam etti.

Afrika kıtasının genelinde etnisitiye dayalı çatışmalarda milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. Bu yaşanan çatışmaların en temel nedeni dekolonizasyon sonrası sosyal yapıda yaşanan değişimlerdi. Sömürgeci devletlerin ardında bıraktığı kurumlar ve yoğunluğu azalmış olsa bile Apartheid (ırk ayrımcılığı) rejiminin devam etmesi özellikle Güney Afrika ülkelerinde yaşanan çatışmaların temel nedeniydi. Apartheid; 1948-1994 yılları arasında Güney Afrika Cumhuriyeti’nde iktidarda bulunan Ulusal Parti tarafından uygulanan ve beyazların siyahlar üzerinde her alandaki üstünlüğüne dayanan ırk ayrımcılığı politikası ve düzenlemelerinin tamamına verilen addır.