SİYASİ TARİH II - Ünite 5: Yumuşama Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: Yumuşama
Yumuşama Döneminin Başlaması
İkinci Dünya savaşının sona ermesini takip eden 10 yıl içinde dünyanın pek çok ülkesi ABD ve SSCB liderliğindeki bloklar arasında bölünmüşlerdi. Bu iki bloğun en önemli örgütleri olan NATO ve Varşova Paktı arasındaki sınır Avrupa’daki bölünmüşlüğün simgesiydi. 1962’deki Küba Bunalımına kadar ABD ve SSCB arasında sertleşen, bazen ‘’bahar havası’’ diye nitelenen inişli çıkışlı bir döneme girilmiştir.
Yumuşama öncesi diyalog arayışları içinde yapılan görüşmelerinden biri Cenevre Görüşmeleri dir. Federal Almanya’nın Nato’ya üye olması SSCB’nin tepkisine ve Varşova Paktı’nın kurulmasına yol açmıştır. ABD ve SSCB arasında derin bir güvensizlik havası hakim olmakla birlikte, Stalin ‘ in ölümünden sonra iki ülke arasında savaş çıkma ihtimalini ortadan kaldıracak adımlar atılması amacıyla Temmuz 1944 ‘ te ABD, Fransa, İngiltere ve SSCB yetkilileri Cenevre’ de bir araya gelmiştir. Bu toplantıda iki ülke arasındaki anlaşmazlıklara çözüm bulunamadıysa da diyalog kanalı oluşturması bakımından önemlidir.
SSCB lideri Hruşov, dış politikada Stalin çizgisinden uzaklaşarak Kapitalist blokla ve iki bloğunda dışında kalan ülkelerle iyi ilişkiler kurma yoluna gitmiştir. Kısaca ‘’ Barış içinde bir arada yaşama ’’ olarak adlandırılan bu dönemde Hruşov, Stalin’ in aksine Komünist Blok ve Kapitalist Bloğun bir barış içinde yaşayabileceğini düşünmekteydi. Fakat yine de bu dönmede ABD’ ye kaşı güvensiz tavrını devam ettirmekteydi.
Bu dönemde SSCB’nin uzay çalışmalarında ABD’nin önüne geçmesi ve kıtalar arası güdümlü füze denemelerinde başarılı olması ABD’ de endişeyle karşılandı.
Hruşov’un Moskova ziyaretinde ABD Başkan yardımcısı Nixon ile yaptığı görüşme diyalog kanallarının açık olduğunu gösterdi. Daha sonra ABD ve SSCB başkanları arasında yapılan bir diğer görüşmede de olumlu sonuç alınamamıştır.
ABD – SSCB Gerginliğini Zirve noktaya çıkaran olaylardan biri Küba Devrimi dir. Küba’da 1940 yılında Fulgencio Batista’nın başkanlığa gelmesiyle ABD ve Küba arasında iyi ilişkiler geliştirilmişti fakat Fidel Castro önderliğindeki solcu gerillaların yönetimi ele geçirmesiyle Küba komünistlerin kontrolü altına girmiştir. Devrim’den sonra tarım reformu adı altında özel mülkiyetin devletleştirilmesine girişildi. Amerikalıların Küba’daki mallarına el koyulması iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri kopma noktasına getirdi. ABD’ de buna karşılık Kübalı mültecilerden oluşturduğu bir orduyla Küba yönetimini devirmeye çalıştı. Domuzlar körfezi denen bu olayda Castro birlikleri saldırganları püskürttü. ABD’nin yeni komünist Küba hükümetine karşı düşmanca tutumu Castro yönetiminin SSCB’ye yakınlaşmasını sağlamıştır.
ABD – SSCB Gerginliğini Zirve noktaya çıkaran olaylardan bir diğeri ise U-2 Olaydır . 1950’lerin ikinci yarısında ABD, SSCB’nin uzay ve roket teknolojilerindeki ilerlemelerine karşı NATO’nun kitlesel karşıtlık strateji si çerçevesinde SSCB’ye ait olan askeri ve sanayi tesislerinin yerlerini öğrenmek amacıyla U-2 adı verilen casus uçaklarını kullanmıştır. Bu amaçla da Peşaver ve İncirlik üslerini kullanmıştır. Fakat 1 Mayıs 1960’ ta Bir ABD U-2 uçağının düşürülmesi ve pilotunun canlı olarak ele geçirilmesiyle ABD’nin bu casusluk faaliyeti gün yüzüne çıkmış ve SSCB cephesinde tepkiyle karşılanmıştır.
ABD – SSCB Gerginliğini Zirve noktaya çıkaran olaylardan sonuncusu ise Küba Bunalımıdır. U-2 olayından sonra ABD ve SSCB arasındaki gerginlik her geçen gün artmaya devam etti. Bu arada ABD’nin başarısız domuzlar körfezi çıkarmasından sonra Küba ve SSCB arasındaki askeri ilişkiler hız kazanmıştı. Castro yönetimi yeni bir istila girişimi engellemek amacıyla SSCB’ den silah alıyordu. Hruşov ise SSCB’ye komşu Türkiye’ ye Jüpiter füzelerinin konmasına, Küba’ ya Nükleer füzeler yerleştirerek karşılık vermek istiyordu.
1962’ de SSCB ve Küba bu konuda anlaştı Fakat bu durum ABD’de tepkiyle karşılandı ve en ağır şekilde tedbirler alacağı bildirildi.
Daha sonraları iki ülkede yaşanabilecek nükleer savaşın ikisi içinde felaketle sonuçlanabileceği kararına vardılar ve SSCB Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin sökülmesiyle Küba’ya füze yerleştirme fikrinden vazgeçti.
Küba bunalımı bir yandan ABD ve SSCB’nin Soğuk Savaş yılları boyunca sıcak çatışmaya en çok yaklaştıkları olay olması, diğer yandan da bloklar arasında yumuşama olarak isimlendirilen dönemin başlangıç noktası olması açısından önemlidir.
Küba Bunalımından Sonra Doğu Batı ilişkileri
Doğu ve Batı blokları arasındaki gerilimin azaltılması amacıyla ve Küba bunalımı sırasında askeri sorunları karşılıklı olarak tırmandırmanın her iki ülkeye de zarar verebileceğini gören ABD ve SSCB, krizden hemen sonra bir daha benzer gerilimler yaşamak için ortak adımlar atmaya başladı. Bu çerçevede ABD başkanı ve SSCB liderinin arasında telefon bağlantısı (Sıcak/kırmızı) hat kuruldu ve daha sonra yapılan bir anlaşmayla yer altı dışı mekânlarda nükleer silah denemeleri yasaklandı.
Yumuşama döneminde Vietnam savaşının sona ermesi, ABD’ nin ÇHC ile diplomatik ilişkiler kurması ve Federal Almanya’nın Doğu bloku ile ilişkiler kurma çabaları Doğu- Batı diyaloğunun yeşermesine imkân verdi. ABD ve SSCB’nin nükleer silahsızlanmaya ilişkin Stratejik silahların sınırlandırılması (SALT) görüşmelerini başlatır. Daha sonra ise bunu tamamlayıcı nitelikte SALT-2 görüşmeleri başlamıştır.
Yumuşama döneminde ABD ve SSCB arasında ki ilişkilerde bariz bir iyileşme söz konusu iken SSCB ve ÇHC arasında bir ayrışma olmaktaydı. ÇHC, SSCB’nin ABD ile yakınlaşmasını komünizme ihanet saydı. Ardından çıkan ÇHC- Hindistan savaşında SSCB, ÇHC’ ye destek vermedi. Hruşov’un 1964’te görevden alınmasına rağmen SSCB ve ÇHC ilişkileri bir daha düzelmedi. Mao’nun 1966’da başlattığı kültür devrimi sırasında ÇHC’ de tek adam rejimi daha da gelişti, Mao’nun parti polisi Kırmızı Muhafızlar her türlü muhalefeti aşırı şiddet kullanarak bastırmaya başladı. Kültür devrimi sürerken ÇHC ve SSCB ilişkileri daha da kötüleşti ve silahlı çatışmaya dönüştü. Sonrasında yapılan antlaşmaya ve görüşmelere rağmen ilişkiler düzelemedi. 1969’daki Sınır Savaşının ardından ÇHC, ABD ile yakınlaşmaya ve asıl tehdit olarak SSCB’yi görmeye başladı. Daha sonraları ABD-ÇHC ilişkileri düzelerek 20 yıllık düşmanlık sona erdi.
Küba Bunalımından Sonra Doğu Batı ilişkilerini etkileyen bir diğer olay ise Vietnam Savaşıdır. 1954’ te Viet Minh kuvvetleri ile Fransa arasında yapılan birinci Hind-i Çini savaşında ÇHC ve SSCB’nin Viet Minh’e destek vermesiyle, Fransa yenilgiye uğradı. Bu yenilgi sonrasında yapılan Cenevre anlaşması sonucunda Fransa, Laos, Kamboçya ve Vietnam’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Cenevre anlaşması çerçevesinde Vietnam iki idari birime ayrılmıştı. SSCB ve ÇHC kuzeydeki Viet Minh’ e destek verirken, ABD ise güneydeki Ngo Dinh Diem yönetimi desteklemekteydi. Ülkede 1956’ da düzenlenmesi ön görülen seçimlerde Diem’in seçimi komünistlerin kazanmasından korkması yüzünden yapılamadı. Daha sonraları da komünistlere karşı baskı ve tutuklamalar başladı. Vietnam’ın Komünistlerin eline geçmesinden korkan ABD, Diem’e destek amacıyla asker göndermiş ve Kuzey Vietnamlılarla savaşa girişmiştir. Fakat bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmış ve ABD savaşı kaybederek çekilmiştir. Daha sonrada Kuzey Vietnam, güneye saldırarak ülkeyi Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti çatı altında birleştirmiştir.
Dışarıdan bakıldığında SSCB’nin tam denetimi altındaki doğu Avrupa ülkelerinden oluştuğu sanılan Varşova Paktı’nda da 1960’lardan başlayarak derin çatlaklar ortaya çıkmaya başladı. 1955’te kurulan Varşova Paktı içindeki ilk büyük gerginlik bir yıl sonra Macaristan ayaklanmasıyla yaşandı. Başbakan Nagy de 1 Kasım’da Macaristan’ın Varşova Paktı’ndan çekildiğini açıkladı. Fakat Budapeşte’ye giren Sovyet tankları ayaklanmayı bastırdı. SSCB ve Varşova Paktı yanlıları tekrar iktidara getirildi. Nagy ise gizlice yargılanarak 1958’de idam edildi.
Ocak 1968’de Çekoslovakya Komünist Partisi Birinci Sekreteri olan Alexander Dubçek ekonomik ve siyasal hayatta “Prag Baharı” ad› verilen reformlar yapmaya başladı. Bireysel özgürlükleri ve basın özgürlüğünü genişletti. Dubçek geri adım atmayınca, Romanya dışındaki Varşova paktı ülkeleri SSCB önderliğinde Çekoslovakya’ya askerî müdahalede bulundular. Ülke işgal edildi. “Prag Baharının’’ bastırılması sırasında takip edilen yöntem Brejnev Doktrini olarak isimlendirildi. Buna göre, SSCB herhangi bir ülkenin Varşova Paktı’ndan ayrılma girişimine gerekirse güç kullanarak engel olacaktı. Böylece Varşova Paktı ülkelerinin egemenliklerinin SSCB tarafından sınırlandırıldığı tescil edilmiş oldu.
Doğu bloğu içinde bu tarz sorunlar yaşanırken batı bloku içinde de sorunlar yaşanmaktaydı. 1956’daki Süveyş bunalımı sonrasında Mısır’dan çıkmış olan iki ülkeden biri olan İngiltere ABD eksenine girmiş, diğeri Fransa ise ABD ile görüş ayrılıklarına düşmüştür. 1962’ deki Küba bunalımı sırasında da ABD’nin SSCB ile pazarlık yapması NATO müttefiklerinden Fransa’yı rahatsız etmiş ve NATO bünyesindeki askeri yapıdan çıkmasına neden olmuştur.
Küba bunalımında SSCB ile yapılan pazarlıklar ve Türkiye’ deki Jüpiter füzelerinin kaldırılması Türkiye’nin ABD’ ye güvenini sarstı fakat iki ülke arasındaki asıl sorun Türkiye’nin 1963 Kıbrıs’taki zulmü durdurmak için yapmak istediği müdahalenin ABD tarafından engellenmesiyle çıktı.
NATO üyesi iki ülke olan Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde Kıbrıs sorunu dolasıyla bozulmaya başladı. Daha sonraları ise bu sorun giderek derinleşti ve Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında da iki ülke arasındaki sorunlar zirveye ulaştı.
Avrupa Bütünleşmesi
İkinci Dünya Savaşından sonra, Avrupa merkezli olarak başlayan soğuk savaşın neden olduğu önemli gelişmelerden biride Avrupa’ da bütünleşmeye yönelik girişimlerin artmasıydı. Söz konusu amaçlar doğrultusunda atılan ilk adım Fransa ve Almanya’nın öncülüğünde Belçika, Lüksemburg, Hollanda ve İtalya’nın katılmasıyla 1951’de imzalanan Paris Anlaşmasıyla kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ydu (AKÇT). Kömür Çelik sektöründe uluslararası nitelikli bir örgütlenme başlangıç olarak görüldü ve kısa zamanda siyasi alanı da kapsayacak bir birlik kurma girişimlerine geçildi. Bu dönemde Avrupa’nın geleceğini İngiltere ve Fransa arasındaki görüş ayrılıkları belirlemiştir. Daha sonraları İngiltere’nin liderliğinde dış ticaret hedefleriyle sınırlı olmak üzere Avrupa Serbest Ticaret Alanı (EFTA) oluşturuldu.
Avrupa Kömür Çelik Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu adlı örgütler için, 1965’te imzalanıp 1967’de yürürlüğe giren Füzyon Anlaşması ile tek ve ortak bir konsey ve komisyon kuruldu. Bu tarihten itibaren söz konusu üç örgütü ifade etmek için Avrupa Toplulukları terimi kullanılmaya başladı.
Süveyş Bunalımı sırasındaki hezimetin üzerine Cezayir nedeniyle başlayan olaylar da eklenince Fransa’nın siyasi yapısı alt üst oldu. Daha sonra yapılan Anayasa değişikliği çerçevesinde başkanlığa Charles De Gaule getirildi. Bu durumda Avrupa bütünleşmesinin gelişmesini önemli ölçüde etkiledi. De Gaule’ün ilk etkisi Avrupa Topluluğuna üyelik başvurusu yapan İngiltere’nin başvurusunun henüz hazır olmadığı gerekçesiyle ret edilmesiydi. Daha sonra İngiltere’nin ikinci başvurusu da ret edilmişti. Böylece Avrupa Topluluğunun genişlemesi de sekteye uğradı.
AT 1970’li yıllara son derece umutlu bir başlangıç yaptı. Bunun en önemli nedenlerinden biri ekonomik kalkınma süreciydi. İkincisi ise Soğuk Savaştaki yumuşama süreciydi. Diğer bir nedende De Gaule’ün yerine George Pompidou’nun gelmiş olmasıydı. Pampidou AT ile ilgili özel bir zirve yapılmasını önerdi. 1969’da düzenlenen zirveyle derinleşme ve gelişme ile ilgili ilk çalışmalar yapıldı. Zirve kararları uyarınca üyeler arasında dış politikanın koordinasyonu için Avrupa siyasal İşbirliği mekanizması kurulması önerildi. İkinci bir karada da üyeler Avrupa Birliğini oluşturmak yönünde girişimler yapmak vardı. Fakat 1973’teki Arap-İsrail Savaşı bu konudaki çalışmaları yavaşlattı.
Orta Doğudaki Gelişmeler
1950’lerin ikinci yarısından itibaren Orta Doğuya da Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır liderliğindeki Arap milliyetçiliği damgasını vurdu. Nasırcılık ve Soğuk Savaş koşullarının bileşimi bölgede farklı bir bölünmeye yol açtı. İlki iki süper gücün bölgeyi etkilemesiydi, ikincisi ise Handan devletlerdeki bağımsızlık çabalarıydı. Bölgede Arap milliyetçiliğini besleyen en önemli nedende İsrail’in varlığıydı. Arap devletleriyle İsrail arasındaki anlaşmazlık iki Arap-İsrail savaşına yol açtığı gibi Filistinli mülteciler sorunu Ürdün ve Lübnan gibi ülkelerde iç savaşın patlamasına yol açtı.
1960’ların ikinci yarısından itibaren Filistinli gruplar İsrail’de eylem yapmaya başladılar. İsrail’de Filistin’i destekleyen Ürdün’e karşı misillemeler yapmaktaydı. İsrail’in Arap Ülkeleri üzerindeki tehdidi artınca Mısır önderliğinde İsrail’e saldırı yapılması kararlaştırıldı. İsrail yapılan saldırıları Mısır saldırılarını başarıyla püskürttü ve karşı saldırı yaparak Altı gün savaşı da denen savaşta Sina Yarımadası, Golan tepeleri Batı Şeriya, Kudüs ve Gazze Şeridini ele geçirdi. Arap Ülkeleri bu yenilgiyle büyük darbe yedi ve Nasır yönetimindeki Mısır ve Arap milliyetçiliği düşüşe geçti. Bu savaşın sonucunda ABD’nin İsrail’i desteklemesi sonucunda Arap Ülkeleri de SSCB’nin desteğini hissetti.
Bu süreçte Ürdün Filistinli mültecilerin ikinci vatanı oldu. Ürdün ise bu süreçte Filistin – İsrail arasındaki duruma ılımlı bir yaklaşımda bulundu. Ayrıca ülkede ABD ile ilişkilerin bozulmasını engellemek amacıyla Filistinlilerin tasfiyesi çalışmaları başladı. Bu sebeple Ürdün Kara Eylül denen harekâtı başlattı. Bu harekât Arap ülkelerinin tepkisiyle karşılandı. Suriye ve Ürdün orduları karşı karşıya geldi. Fakat ABD’nin Ürdün’ün bağımsızlığını koruma çabaları sonucu Suriye geri çekilmek zorunda kaldı.
Ekim 1973’te Mısır ve Suriye, İsrail işgali altındaki toprakları geri almak için bir saldırı başlattı. Bu saldırılar ilk etapta başarılı olsa da daha sonra daha sonra İsrail, Mısır ve Suriye kuvvetlerini püskürtmeyi başardı. Sonrasında da savaş büyük güçlerin dayatmasıyla antlaşmayla sona erdi. Mısır-İsrail Barış Antlaşmasıyla birlikte Mısır, savaşın ağır ekonomik yükünden kurtulmuş ve ABD’den ekonomik yardım almaya başlamıştı. Zamanla Mısır, ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri hâline gelecektir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra petrol rezervlerinin büyük çoğunluğunu elinde bulunduran Arap Ülkeleri birleşerek Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) kurdular. Arap İsrail Savaşı sonrası, Arap ülkeleri petrolü bir silah olarak kullanmış ve İsrail’i destekleyen ADB ve İngiltere’ye ambargo uygulamıştı. Fakat bu durum 1974’e kadar sürdü. 1979-1980 yıllarında ise İran’daki devrim sonrası Humeyni’nin Batı ile bağlantısını kesmesi ve petrol sevkiyatını durdurmasıyla ikinci petrol bunalımı olmuştur.
Filistin sorunun tetiklediği bir diğer iç savaşta Lübnan’da oldu. Lübnan’daki heterojen nüfus yapısı iç savaşın başlamasına zemin hazırladı. 1975 yılında Hristiyan ve Müslümanlar arasında çatışmalar çıktı. Daha sonraları ise Suriye ordusu Lübnan’a girdi. Daha sonrada İsrail ordusu Lübnan’ın güneyini işgal etti. İsrail ve Suriye’nin Lübnan’a girmesiyle derinleşen Lübnan iç savaşı 1990’a kadar devam etti.