SÖMÜRGECİLİK TARİHİ (AVRUPA-AMERİKA) - Ünite 4: İngiliz Sömürgeciliği Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: İngiliz Sömürgeciliği

İngiltere’nin Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi

İngiltere'nin tarihi, adanın MÖ 6000 yılları civarında Avrupa kıtasından kopmasıyla başlatılmaktadır. MS V. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu'nun dağılmaya başlamasıyla Britonlar, tedbir olarak Germen kabileleri Angıllar ve Saksonları adaya getirip güvenliklerini temin etmek istediler. Yeni gelenler adanın doğu ve güneyine yerleşerek zamanla kendi hâkimiyetlerini oluşturdular ve İngiltere'de Anglo-Sakson dönemini başlattılar. Angıllar'ın hâkim olduğu bölgeye “Doğu Anglia” denildiği gibi adanın tamamı da bu isimle anılmaya başlandı. Ülkede İngiliz bilincinin oluşmasında etken olan diğer bir gelişme MS VII. yüzyıldan itibaren Roma'dan gelen misyonerlerin etkisiyle başlayan Hristiyanlaştırma faaliyetleri ve kilisenin örgütlenmesidir.

1558'de tahta geçen Kraliçe I. Elizabeth döneminde gerçekleşen deniz aşırı sefer ve keşifler İngiltere'nin gücünü ve ticaret hacmini arttırdı, sömürge arayışlarını başlattı. İngiltere bunun için yapılan Yediyıl Savaşları'nda (1756-1763) Fransa'ya karşı büyük bir zafer kazandı ve Fransızları Kanada ve Hindistan'dan uzaklaştırarak dünya çapında deniz üstünlüğünü ve sömürgeciliğini pekiştirdi. Ayrıca İngiltere sanayi devrimi neticesinde dünyanın sanayileşen ilk ülkesi ve en güçlü devleti hâline geldi.

XIX. yüzyılın ilk yarısında demir ve buhar gücüne dayanan yeni teknolojiyle gemi ve demir yolu ulaşımındaki gelişme sayesinde ticaret hacmi olağanüstü büyüdü. Dünyanın hemen her ülkesine ihracat yapıldığı gibi sömürgelerin dışında da özellikle Osmanlı toprakları ve Çin gibi yerlerde ticarî imtiyazlar elde edilerek yeni pazarlar bulundu. Kraliçe Victoria dönemi (1837-1901) denilen bu dönemde İngiltere hemen hemen tüm dünyada ağırlığını kabul ettirdi, başta Akdeniz havzası ve civarı olmak üzere milletlerarası bütün olaylara doğrudan müdahale etmeye başladı.

İngiltere, 1854’te Rusya’nın başlattığı Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Fransa ile birlikte Rusya’ya karşı savaştı. Bu dönemde ortaya çıkan Almanya ve İtalya gibi yeni sömürgeci devletlerin de dâhil olduğu rekabet ortamında o ana kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması siyasetini takip eden İngiltere 1880’lerden sonra bu tavrını değiştirerek Hindistan yolunun güvenliği için önem arzeden Mısır gibi Osmanlı topraklarını da işgale başladı.

I.Dünya Savaşı, İngiltere öncülüğündeki merkezî devletlerce kazanıldı. Savaş sonrası özellikle Avrupa ve Orta Doğu yapılanması büyük ölçüde İngiltere’nin talepleri doğrultusunda gerçekleştirildi. Savaş sırasında farklı Arap çevrelerine ve Yahudilere söz verilen aynı topraklar sebebiyle Orta Doğu’da dinmek bilmeyecek savaşların da temeli atıldı. Irak, Ürdün, Filistin gibi bölgelerde manda yönetimleri başlatıldı.

II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere ekonomisi tarihinin en büyük yıkımına uğradı ancak hızlı bir toparlanma dönemi başlattı. Savaş sırasında desteğini istediği sömürgelerine verdiği taahhütler gereği Britanya İmparatorluğu’ndan ayrılıklar başladı. Bağımsızlığını kazanan ülkelerin çoğu, İngiltere tahtının sembolik önderliğindeki İngiliz Uluslar Topluluğunda kalmayı sürdürdü.

Savaştan sonraki dönemde İngiltere güvenliği için Avrupa ile iş birliğine yöneldi. 1949’da Sovyet tehdidine karşı oluşturulan NATO’da yer aldı. Ocak 1973’te Avrupa Ekonomik Topluluğuna giren İngiltere’deki ekonomik sıkıntılar ve işsizlik sorunu, 1977’de Kuzey Denizi’nde zengin petrol kaynakları bulununcaya kadar devam etti.

İngiliz Sömürgeciliğinin Doğuşu ve Aşamaları

Sömürgecilik, modern anlamıyla XV. yüzyıl sonlarından itibaren ortaya çıkan ve günümüze kadar devam eden bir süreçtir ve Avrupa'nın güçlü devletlerinin dünyanın diğer ülkelerinin topraklarını ve kaynaklarını keşif, ilhak, işgal ve istimlak ederek kendi ülkeleri için kullanma olgusudur. Avrupalıların denizlere açılıp Ümit Burnu (1487) ve Amerika'yı (1492) bulmaları ile başlayan bu olguda İngiltere zaman içerisinde tartışmasız bir üstünlük elde etmiş ve yakın tarihlere kadar dünyanın en büyük sömürge imparatorluğuna sahip olmuştur.

İngiliz sömürgeciliği beş aşamaya ayrılır:

  1. 1763 Paris Antlaşması'na kadar olan genişlemedönemi,
  2. XIX. yüzyılın ortalarına kadar gelen ilhak ve yerleşme süreci,
  3. I.Dünya Savaşı'na kadar olan modern emperyalizm,
  4. 1945'e kadar gelen tutunma dönemi,
  5. 1945'ten sonra sömürge imparatorluğunda dağılma süreci.

İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, İngiliz sömürgeciliğinin ciddi anlamda ilk adımıdır. 31 Aralık 1600’de kurulan şirket giderek dünyanın en büyük ticaret yapılanmalarından biri ve İngiliz sömürgeciliğinin Asya’daki temsilcisi hâline geldi.

Şirket, ilk seferini 1601'de Doğu Hint Adalarına (Malezya-Endonezya) düzenledi. Başarılı geçen bu seferden sonra 1612'de Hindistan'ın batısındaki Gucerât'ın limanı Süret'e girme imtiyazı aldı. Kızıldeniz, Basra Körfezi, Japonya'ya seferler düzenleyen şirket 1622'de Portekiz donanmasını Hürmüz Boğazı'nda mağlup ederek Basra Körfezi bölgesinin ve Hindistan yolunun denetimini ele geçirdi. Bu başarıyı Uzak Doğu’da Hollandalılara karşı gösteremedi ve Doğu Hint Adaları bölgesinden çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine dikkatini daha çok Hindistan üzerinde yoğunlaştıran şirketin ticaret hacmi giderek gelişti. Bengal’e yöneldi; 1639’da Madras’ı kiraladı. 1661’de Bombay Portekiz Krallığı’ndan düğün hediyesi olarak alındı. 1690’da Kalküta liman şehri kuruldu.

XVIII. yüzyıl boyunca Amerika ve Asya'da yoğunlaşan İngiliz yayılmacılığı, öncelikle sömürgelerdeki çalışan ihtiyacını karşılamak için çok kârlı bulduğu Afrikalı köle ticaretine de başladı ve Afrika'da kalıcı koloniler kuruldu. 1661‘de Gambia Nehrindeki James Adası ile başlayan Afrika sömürgeleştirmesi uzun bir aradan sonra Sierra Leone (1787) ve Ümit Burnu (1806) ile devam etti. XIX. yüzyıl boyunca Gana, Nijerya, Kenya ve Uganda toprakları ele geçirildi.

İngilizlerin XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Amerika ve Asya'da yoğunlaştırdıkları sömürge faaliyetleri ticarî ve ekonomik ağırlıklı idi. Zaman içinde siyasî, stratejik, ideolojik ve dinî faktörler de etkili oldu. Ancak bu aşamada bütün teşebbüsler ve sömürgeleştirme faaliyetleri ticarî organizasyonlar marifetiyle gerçekleştiriliyor, krallığın rolü daha çok yardım, teşvik ve denetim sağlamakla sınırlı kalıyordu. Dönemin merkantilist anlayışları uyarınca sömürge toprakları İngiltere pazarının ihtiyacı olan ham maddelerle başta baharat, tütün, şeker gibi tüketim malzemeleri kaynağı olmanın yanı sıra İngiliz ürünlerinin pazarı olarak değerlendiriliyordu. En büyük amaç, İngiltere'ye fazla para ile kaynağın girmesi ve az çıkması idi. Devletin koyduğu kanunlara göre İngiltere ve sömürgeler arasındaki bütün taşımacılık İngiliz gemileriyle yapılıyor ve her türlü işleri İngilizlerce yürütülüyordu.

Her açıdan kârlı olan bu ticaret, zaman zaman özellikle Fransa ile yaşanan gerginlikler yüzünden tehditlere de maruz kalıyordu. Avrupa topraklarındaki anlaşmazlıkların da etkisiyle bu iki devlet XVIII. yüzyıl boyunca birkaç defa savaşa girişti. Bunların en önemlisi olan 1757-1763 arasındaki Yediyıl Savaşları'nda İngiltere Fransa'ya kesin üstünlük sağladı. 1760’a kadar Kuzey Amerika ve Kanada’da Fransızların elinde bulunan Frontenac, Duquesne, Louisbourg, Quebec ve Montreal ele geçirildi. İngilizler, Bengal’i ele geçirdikten (1757) sonra Pondiçeri’yi zaptederek (1760) Fransızları Hindistan’dan da çıkardılar. Böylece doğuda ve batıda İngilizlerin önü tamamen açılmış oldu.

Avrupa'da sanayi devriminin başlamasıyla birlikte serbest ticaret emperyalizmi denilen ikinci döneme başlayan İngiliz sömürgeciliği, bu aşamada hâkim olduğu toprakları ham madde kaynağı olmalarının ötesinde aynı zamanda ürettiği sanayi mamullerine bir pazar oluşturmak üzere de teşkilatlandırmaya başladı. "Kolonial sistem" denilen yeni bir yapı oluşturuldu. Sömürgelerdeki toprak düzeni de yine İngiltere'nin ihtiyacına göre şekillendiriliyor, buna karşılık yerli sanayinin gelişmesi önlenerek İngiliz mamullerinin tüketilmesi teşvik ediliyordu. Ancak İngiltere bu teşebbüsü daha çok doğu topraklarında gerçekleştirebilirken Amerika ve Kanada'da direnişle karşılaştı ve batıdaki bu kolonilerini kaybetti. Bu kayıplar, belli ölçüde Avustralya ve Yeni Zelanda ile telafi edildiyse de artık İngiliz İmparatorluğu yönünü tamamen doğuya çevirmek durumunda kalıyordu.

XIX. yüzyıla gelindiğinde İspanya ve Portekiz de sömürgelerini kaybederek dağılma sürecine girdi. Genellikle bağımsızlıklarını kazanarak İspanyol ve Portekiz imparatorluklarından ayrılan Güney Amerika'daki ülkeler de İngiltere'ye açıldılar. İngilizler aynı zamanda Avrupa'da üstünlükle tamamladıkları Napolyon Savaşları'nın (1799-1815) ardından doğuda yeni topraklar elde ettiler. Trinidad, Seylan, Tobago, Moritus ve Singapur gibi yerler bu dönemde İngiliz sömürgesi oldu. Hindistan'daki İngiliz hâkimiyeti de hızlı bir genişleme sürecine girdi. 1857’de Orta Hindistan, Doğu Bengal, Asam bölgelerinden sonra Delhi’de İngilizleri ülkeden çıkarmak için askerî hareket başlatıldı. Ancak İngilizler bu ayaklanmayı bastırarak Babürlü Devleti’ne tamamen son verdi. Böylece değişik bölgelere yerleşmiş bağımsız sultanlıkların dışındaki bütün Hindistan önce Doğu Hindistan Şirketinin hâkimiyetine girdi, ardından İngiliz hükûmeti şirketi lağvederek ülkeye doğrudan hâkim oldu (1858). Şirketin hukukî varlığı ise 1873’e kadar sürdü.

XIX. yüzyılın yeni sömürgecilik anlayışı genel olarak sanayileşmiş ülkelerin üzerinde hak iddia edilen toprakları ele geçirme şeklinde uygulanırken ayrıca bir şekilde direnen Osmanlı Devleti ve Çin gibi pazar potansiyeli yüksek ülkelerin pazar sömürgesi olarak kontrol edilmesi söz konusuydu. Nitekim bu dönemde İngiltere, bu ülkelere baskı uygulayarak 1838'de Osmanlılarla ticaret anlaşması, Afyon Savaşı sonrasında da Çin ile 1840-1842'de limanlarının dış ticarete açılma anlaşmaları gibi siyasî ve ekonomik anlaşmalar yaptı ve dayattığı imtiyazlarla bu topraklarda ticaret tekelini elde etti.

Kralın tacındaki elmas olarak nitelenen Hindistan yolunun güvenliği artık İngiliz sömürge siyaseti için öncelikli konuma yükselmişti. 1869'da Süveyş Kanalı'nın tamamlanması, Hindistan yolunu kısaltırken güvenliğini daha hassas duruma getirdi. İngiltere, buna göre Kızıldeniz ve Arabistan kıyılarında Osmanlı Devleti'nin itirazlarına rağmen bölgedeki Arap şeyhliklerini etkileyerek nüfuz alanları oluşturmaya başladı. Cebelitarık (1704) ve Malta gibi stratejik öneme sahip Kıbrıs Adası 1878’de “kira” adı altında ele geçirildi. 1841‘de Hong Kong alındı. Bruney ve Saravak sultanlıkları 1888’de İngiliz himayesini kabul etmek zorunda kalacaklardı.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında dünya "modern emperyalizm" denilen süreci yaşadı. Genel anlamda daha önce yoğunlukla şirketler marifetiyle yürütülen sömürgecilik faaliyetlerinin kızışan rekabet ve güvenlik telakkileriyle doğrudan devletler eliyle yani sömürge topraklarına hâkim olup idarî sorumluluğunu da üstlenerek yürütülmesi şeklinde anlaşılabilecek olan bu süreç, dünya topraklarının neredeyse %80'inin birkaç Avrupa devleti arasında paylaşıldığı dönemdir. İngiltere 1882’de Mısır’ı ve 1899’da Sudan’ı işgal etti. Nijerya, Gambia, Gana ele geçirildi; Zimbabve, Zambiya ve Malavi serbest ticaret bölgesi hâline getirildi. Yüzyılın sonuna gelindiğinde Güney Afrika Savaşı da kazanılmış ve Kahire’den Ümit Burnu’na kadar Afrika’nın büyük kısmı İngiliz hâkimiyetine girmişti.

XX. yüzyılın ilk çeyreğinde, I. Dünya Savaşı yaşandı. Almanya ve İngiltere'nin başını çektiği iki kampın savaşından sonra İngiltere, Almanya'nın sömürgelerini ve Osmanlı topraklarından yeni parçalar aldı. Filistin ve Irak bölgeleri manda yönetimine girerken Afrika'da Togo, Kamerun'un bir kısmı ve Tanganika İngiliz sömürgeleri arasına katıldı.

I. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan milliyetçilik ve anti-emperyalist siyasal düşüncelerin gelişmesiyle sömürgelerden bağımsızlık talepleri ve direnişler başlamakta gecikmedi. İngiltere bu gelişmeyi sömürge yönetimi tarzında değişiklik yaparak karşılamaya çalıştı ve sınırlı özerk yönetim uygulamasına geçti. Değişen şartlar çerçevesinde mutlak sömürge yönetiminin uzun süre devam ettirilemeyeceğini düşünen İngiltere nüfuz ve varlığını devam ettirebilme aracı olarak bu tarzı benimsedi. Böylece daha savaş öncesinde nüfusunun büyük kısmını Avrupa'dan göç edenlerin oluşturduğu Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika'daki bazı küçük devletçiklerle başlayan uygulama sonucu bu ülkelere dominyon statüsü verilerek aynı zamanda İngiliz Uluslar Topluluğu birliğinin nüvesi de oluşturuldu. Dominyon ülkeler, savaş sonrasında kendileri adına anlaşmaları imzalayarak yeni kurulan Milletler Cemiyeti'ne bağımsız üye olarak dâhil oldular. İngiltere bunların bağımsızlığını ancak 1931'de kabul etti. Ancak başta Hindistan olmak üzere diğer ülkelerde bağımsızlık süreci daha uzun ve sancılı oldu. İngiltere, Hindistan'da Hindularla Müslümanlar arasında ortaya çıkan toplumsal çatışmalarda hakem rolünü üstlenerek ülkenin bölünmesine zemin hazırladı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra gerek İngiltere'nin imparatorluk gücünü kaybetmesi gerekse artık önlenemeyecek bir aşamaya ulaşan bağımsızlık talepleri neticesinde 1947'de Hindistan bağımsızlığını kazanırken Pakistan da ayrı bir devlet olarak ortaya çıktı. Bunları 1948'de Sri Lanka ve Myanmar izledi. Gana, 1957'de Afrika'da ilk bağımsız olan İngiliz sömürgesiydi. Bunu diğer sömürgeler takip etti. İngiliz İmparatorluğu'ndan ayrılan son topraklar ise 1997'de Çin'e özel bir statü ile devredilen Hong Kong idi.

İngiliz Sömürgeciliğinin Siyasi, Sosyal ve Kültürel Tesirleri

İngiliz sömürgeciliği genel olarak diğer ülkelerin sömürge politikalarına kıyasla daha esnek ve derin olarak değerlendirilir. Çoğunlukla doğrudan yönetimin maddî ve manevî külfetiyle sorumluluğundan kaçınmak için dolaylı yönetim tarzı benimsenmiş, şirketler, sivil yapılar ve misyoner örgütler ön plana çıkarılmıştır. Dolayısıyla misyonerlerin, gerek genişlemesi gerekse yerleşmesi açısından İngiliz sömürgeciliğinde özellikle XIX. yüzyıldan itibaren büyük katkısı olmuştur. Az gelişmiş topraklardaki insanları "karanlıktan kurtarmak" ve "medeniyet götürmek" gibi bir görev ve sorumluluk iddiasıyla dünyaya yayılan misyonerler, sömürge yönetimleriyle daima iş birliği içinde ve onların himayesinde çalışarak nihai noktada aynı amaca hizmet etmişlerdir. Yerli halkın yeni inanç, yeni değerler ve yeni hayat tarzıyla beraber yeni tüketim alışkanlıkları edinmesi üzerine de yoğunlaşan misyonerlik çalışmaları, diğer ülkeler adına olduğu gibi İngiltere adına da en azından İngiliz sanayi mamulleri için pazar oluşturma ve geliştirme fonksiyonu da ifa etmiştir. Misyonerler, toplumla temasın daha yoğun bulunduğu özellikle eğitim ve sağlık alanlarına yönelerek okullar ve hastaneler açmışlar ve buralarda "daha ideal, medenî ve yüksek olan" Hristiyan Avrupa değerleri ve hayat tarzı aktarılmıştır.

İngiliz sömürgeciliğinde fetih, cengâverlik ve imparatorluk gibi psikolojik faktörler daha çok modern döneme ait duygulardır. Başlangıçta ticaret ve para kazanma arzusu gibi ekonomik faktörlere bağlı olan bu gelişme, esas itibarıyla başka bir ülkenin ham madde kaynaklarını ve para edecek ürünlerini o ülke dışına çıkarma esasına bağlı bir ekonomik yapı kurmuştur. Bu sebeple sömürge ülkelerinde toprağın doğal yapısı ve dönüşümüne bağlı bir tarım yerine daha çok para edecek şeker kamışı, kahve, kakao gibi ürünler üzerinde ısrar edilerek uzun vadede pek çok Asya ve Afrika toprağının çoraklaşmasına zemin hazırlanmıştır.

Sömürge topraklarında ekonomik faaliyetlerin daha verimli işleyebilmesi için kurulan yol, demir yolu, gümrük, depolama vb. altyapı tesisleri sömürgeciler için hızlı ve güvenli sevkiyatı mümkün kılarken yerli halk için istihdam ve şehirleşmeyi teşvik etmiştir. Ancak buna bağlı olarak gelişen göç ve gecekondulaşma, evlilik, aile hayatı ve sosyal ahlâk gibi geleneksel kurumları sarsmasının yanında geleneksel hayat tarzını da değiştirerek hizmet sektörüne olan ihtiyacı, dolayısıyla İngiliz mamullerine olan talebi arttırmıştır.

Kıtadan büyük olan sömürge topraklarında kalıcı olabilmek ve mahallî bürokratik ihtiyacı karşılayabilmek için sınırlı sayıdaki insana verilen Avrupai eğitim sonucu ortaya çıkan asimile edilmiş aydın tipi (Macaulayizm) ile uzun bir süreçte İngilizcenin yerleştirilmesi, yeni ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal altyapının tamamen İngiltere'ye bağlı olmasına yol açmıştır. Bu durum sömürge ülkelerini bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da İngiltere eksenli bir ekonomik, siyasal ve kültürel hayata zorlamaya devam etmektedir. İngiliz sömürgeciliği, bağımsızlığını elde eden ülkelerden ayrılırken bıraktığı siyasal ve ideolojik mirasla bu ülkelerin millî birlik oluşturma potansiyellerini büyük ölçüde devre dışı bırakmış ve uzun vadede çözülemeyecek pek çok siyasî, dinî, etnik problemi terk ederek nüfuzunun devamını amaçlamıştır.

İngiliz Sömürgeciliği ve İslam Âlemi

İngiltere'nin sömürge dönemi Osmanlı ve İslam politikası, zaman içerisinde başka sömürgeci ülkelerle olan rekabete veya mahallî müttefik ihtiyaçlarına bağlı olarak değişiklikler göstermiş olmasına rağmen özellikle XIX. yüzyılın yeni anlayışlarında sömürge hâkimiyetine karşı bir tehdit şeklinde değerlendirilmiştir. Başta Hindistan olmak üzere hâkimiyetin Müslümanların elinden alındığı ülkelerde karşılaşılan direnişler ve buna bağlı olarak yerli halkı, kültürleri ve inançları tanıyarak politikalar geliştirme arzusuyla gelişen şarkiyatçılığın tespitleri söz konusu direnişleri, ülkeleri taarruza uğrayan insanların tabii bir reaksiyonu olarak değerlendirmenin ötesinde doğrudan dine bağlayarak yeni bir İslam imajı ortaya koymuştur. Buna göre İslam "inanç olarak ilkel, medenî hayata kapalı ve her çeşit değişime, ilerlemeye karşı direnç gösteren vahşi bir şiddet öğretisidir". Esasen sömürgecileri ilgilendiren husus, inancın ilkel olup olmamasından ziyade, Müslümanların nihai noktada onları İngiliz siyasetine ve ekonomisine eklemleyerek pazar oluşturacak değişime gösterdikleri direniştir. Hindistan'da XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren Tîpü Sultan ile başlayan ve 1857'de büyük bir ayaklanma ile sonuçlanan bağımsızlık mücadeleleri İngilizleri Hindulardan çok Müslümanlar üzerine yöneltmiş ve İngiliz hâkimiyetine karşı oluşan bütün hareketlerden Müslümanlar sorumlu tutulmuşlardır. Böylece sosyal, ekonomik ve eğitim alanlarında baskı altına alınarak çok kısa bir zaman diliminde daha önceki hâkim durumlarını kaybetmişler, âdeta önemsiz hâle gelmişlerdir.

Mısır’daki Albay Urâbî hareketi ve Sudan’da Mehdî Muhammed’in İngiliz hâkimiyetine karşı direnişi gibi somut gelişmelerin yanı sıra Osmanlı hilafeti merkezli oluşan İttihâd-ı İslam hareketleri İngiliz sömürgeciliğinin İslam ve Müslümanlara yönelik politikalarına dayanak teşkil etmiştir.

İngiltere'nin uluslararası siyaset açısından tarih içerisinde Müslüman dünyanın en üst dinî-siyasî yapılanması olan halifelik kurumunun önemini fark etmesi XVIII. yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. Bu tarihlerde Hindistan’da hâkimiyet oluşturma aşamasında olan İngiltere, Hindistan Müslümanlarının Osmanlı padişah-halifesine karşı hürmet ve bağlılık duyguları içerisinde olduklarını görünce bu gerçeğin kendilerine faydalı olabileceğini düşünmüşler ve zaman zaman kendilerine karşı duran Müslümanların direnişini kırabilmek için halifenin nüfuzundan faydalanmak istemişlerdir. İngiltere 1860’larda Orta Asya’da genişlemekte olan Rus hâkimiyetine karşı da aynı yolu deneyerek Orta Asya hanlıklarının Osmanlı Halifesi’ne olan bağlılıklarından siyasî fayda elde etmek istemiştir.

Ancak 1870'lerde İngilizler hilafet kurumunun Müslümanlar üzerinde var olduğu kabul edilen dinî-siyasî ağırlığının şartlar değiştiği zaman kendi aleyhlerine de kullanılabileceği endişesiyle öncelikle ve özellikle kendi sömürgelerinde yaşayan Müslümanlar arasında Osmanlı hilafetinin nüfuzunu ve saygınlığını kırmaya yönelik tedbirler düşünmeye başladılar. Bu durum İngiltere'de çok yönlü bir "hilafet politikası” na ihtiyaç bulunduğu gerçeğini ortaya çıkardı ve böylece gelişmelere göre takip edilebilecek bir siyaset için arayışlar başladı. Bu arayışlar içerisinde en dikkat çeken, hilafetin Osmanlılardan "kurtarılıp" kendi nüfuzları altındaki bir Arap ileri gelenine intikal ettirilmesi projesidir. Osmanlı-İngiliz ilişkilerindeki geleneksel çerçevenin bozulmaya ve gittikçe soğumaya başladığı bir zaman diliminde görülen bu gelişme hilafetin artık iki devlet arasındaki ilişkilerde kullanılacak bir siyasî pazarlık unsuru olmasını da beraberinde getirecekti. Hilafet meselesi İngiltere-Osmanlı resmî devlet ilişkilerinde ise daha çok genel dış politika çerçevesinde bir tehdit ve denge unsuru olarak gündeme gelmiştir.

Bu şartlar içerisinde değişik coğrafyalardaki Müslümanların birbirleriyle irtibat kurarak içinde bulundukları siyasî, fikrî ve iktisadî az gelişmişlikten kurtulma çarelerini araştırmaları, sömürgeciliğe karşı oluşturulan dünya çapında bir teşkilatlanmanın işaretleri olarak algılanıp dönemin siyasî literatüründe Avrupa kamuoyu için son derece menfi çağrışımlar uyandıran "panislamizm" kavramıyla nitelendirilmiştir. Panislamizm, Osmanlı hilafeti etrafında örgütlenen ve hedefi yeryüzünden Hristiyanlığı kaldırmak olan dünya çapında bir organizasyondur. İslam'ın değişime kapalı olduğu vurgusu dönemin sıkça vurgulanan tezidir. XIX. yüzyıl İslam dünyasını saran, "İslam ilerlemeye mani midir, değil midir?" tartışmaları ve buna bağlı olarak İslam düşüncesi ve felsefesini yeniden tesis etme arayışları, İngiliz sömürgeciliğinden doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmiş gelişmelerdir. Bu tartışmalarda genellikle ihmal edilen Müslümanlığın medeniyete değil sömürgeleşmeye karşı olduğu hususu dahi dikkatlere sunulamamıştır. XX. yüzyılda artan ulusçuluk eğilimleri, hilafetin ilgası gibi değişiklikler, İngiltere için söz konusu tehdidin evrensel mahiyetini gündemden kaldırmış fakat sömürgelerdeki bağımsızlık taleplerinde görülen yoğunluk veya bağımsızlık sonrasında devam etmekte olan tepki bu defa yeni bir siyasî terminolojiyi, "fundamental Müslümanlık," "köktendincilik" gibi yeni kavramların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.