SÖMÜRGECİLİK TARİHİ (AVRUPA-AMERİKA) - Ünite 3: Fransız Sömürgeciliği Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Fransız Sömürgeciliği
Afrika ve Osmanlı Devleti
Osmanlı Devleti’nin Doğu Avrupa’da Avrupalılarla yaptığı mücadele XVI. yüzyılın başından itibaren Akdeniz’e kaymıştı. İspanyolların başta Cezayir olmak üzere Tunus ve Trablusgarp’ta ele geçirdikleri ve tahrip ettikleri şehirler ve kaleler birer birer geri alınıyordu. Kızıldeniz’de ise Cidde önlerine kadar gelen Portekiz donanması karşısında Mekke ve Medine gibi Kutsal Topraklar’ın da büyük tehlike içine girmesi üzerine Mısır’daki Memlûk idaresine son veren Osmanlılar’ın bu denize de açılmaları gerekti.
Afrika kıtasını XVI. yüzyılda tamamen ele geçirmeyi amaç edinen Avrupalıların planları Osmanlı Devleti tarafından büyük oranda boşa çıkarıldı. 1516’da Osmanlı Devleti’nin Cezayir sahillerinde başlayan Kuzey Afrika’daki varlığı kısa zamanda Mısır, Cezayir, Trablusgarp ve Tunus eyaletleri şeklinde idarî birimlere dönüştü. Kızıldeniz’in batı sahillerinde ise Habeş eyaleti adıyla beşinci bir eyalet daha kuruldu.
Afrika kıtasının kuzey ve özellikle Kızıldeniz havzasının Avrupa yayılmacılığına karşı koruma altına alındığı bir dönemde batı ve güney sahilleri her türlü sömürgecilik girişimi için ilk adımı oluşturdular. Portekiz donanmasının ardından kıtanın bu tarafına İspanya, Hollanda, Fransa ve İngiltere donanmaları açılmaya başladılar. Kısa zamanda Avrupa donanmaları Batı Hint Okyanusu adalarından Moritus ve Reunion ile Doğu Hint Okyanusu adalarından Sumatra, Cava ve Selebes’ de modern sömürgeciliğin ilk adımlarını oluşturdular.
Avrupa sömürgeciliği XVII. ve XVIII. yüzyıl boyunca Afrika kıtasının batı ve güney sahil şeritlerinde kurduğu ticaret kolonileri vasıtasıyla köle satın almanın ötesinde fazla bir varlık gösteremedi. XIX. yüzyıla girildiğinde Avrupalılarda Afrika’yı tanıma merakı en üst seviyedeydi. XVIII. yüzyılda ise kıtanın iç bölgelerine gitme ve oraları tanıma, keşfetme serüveni başladı.
Hem Kuzey Afrika’da hem de kıtanın diğer sahillerindeki Avrupalı konsoloslar, kıtanın iç bölgelerine kendi vatandaşlarının veya onların himayesinde düzenlenen seferlerin gerçekleşmesi için büyük gayret gösterdi. İstanbul’da bulunan Avrupalı sefirler ise yıllarca sürecek bu seferlere çıkacak başta kendi vatandaşları olmak üzere yardım isteyen her seyyah için Osmanlı Devleti’nden bir buyrultu (vize) almadan yola çıkmalarına müsaade etmedi. Genelde Osmanlı aleyhtarlığı yapmak üzere gidenlerden sadece iyi Müslüman rolü yapabilen seyyahlar, böyle bir buyrultuya ihtiyaç duymadan kıtanın sahillerindeki farklı noktalarından iç kısımlara doğru ilerledi. Fransız René Caillé, Batı Afrika’dan başlayan yolculuğunu 1824 yılında Timbuktu şehrinde tamamlayan ve sağ olarak dönen ilk seyyahlardan birisi olmuştu. Henri Duveyrier, Cezayir’in iç bölgelerinde ilerleyerek Tevarıklar arasına Müslüman kisvesi altında karışarak kendini gizlemiş ve seferini başarıyla tamamlamıştı. İngiliz Richard Burton da 1850’li yılların başında önce Kutsal Topraklara, ardından Harar şehrine 1854 yılında Müslüman kılığında girebilen ilk Avrupalı seyyah olmuştu.
Osmanlı Devleti, XVI. yüzyıl başından XVIII. yüzyıl sonuna kadar Afrika’nın kuzey ve doğu sahillerini Avrupalıların işgalinden kurtarmakla kalmayıp kendi idaresine alarak muhafaza etmiştir. Osmanlılar bu bölgeleri genelde Anadolu’dan bazen de Balkanlar ve Kaftaslar’dan götürdüğü binlerce genç askerle elinde tutabildi. Oysa Avrupalılar, XIX. yüzyılın ikinci yarısında başladıkları Afrika’yı sömürgeleştirme sürecinde kendi askerlerinden ziyade yerlileri zorla silah altına alarak kıtanın iç bölgelerine düzenledikleri askerî seferler için cephelere sürüyorlardı.
Tarihte güçlü devletler kuran Müslüman toplumların geçmişinde Avrupalıların Afrika’daki uygulamalarına benzer sömürgeci bir tavır görmek imkânsızdır. Fethedilen topraklardaki insanlar kısa zamanda Müslüman olarak ülkelerine gelenlerle birlikte yeni fetihlere katılıyorlar veya kendi inançlarını koruyarak bunun karşılığında devlete birtakım ödemelerde bulunarak hem hayatlarını hem de kazançlarını garanti altına almış oluyorlardı. Avrupa sömürgeciliğinde ise Afrika yerlilerinin ne can ne mal güvenliği kalıyordu. Ellerindeki araziler alınarak Avrupa’dan getirilen fakir köylülere dağıtıldığı gibi kendileri de zorla bu arazilerde çalıştırılıyor veya Güney Amerika, Karayip Denizi, Büyük Okyanus veya Hint Okyanusu’nda bulunan diğer sömürgelerine anlaşmalı işçi statüsü adı altında götürülüyorlardı.
Afrika kıtasının Avrupalı güçler tarafından paylaşılması sürecinde Osmanlı devlet adamları daima yerlilerin yanında yer almışlar ve sömürgeciliği kabullenmedikleri gibi kıtadaki son cepheleri olan bugünkü Libya’da İtalyanlara karşı, Çad ve Nijer’in kuzey bölgelerinde ise Fransızlara karşı savaşarak çekilmişlerdir. Afrika Osmanlı’nın elinden çıkarsa Osmanlı Devleti’nin ayakta kalma ihtimali kalmayacaktı. Sonuçta Avrupa sömürgeciliğine karşı yapılan mücadelede Osmanlı-Afrika bağı çözüldü ve önce Afrika sömürgeleştirildi, ardından Osmanlı Devleti de 6 asırlık ömrünü tamamladı.
Afrika’daki Sömürgeciliğin Temelleri
Anglo-Sakson ve Germen devletlerinden önce özellikle İspanya ve Portekiz gibi güçlü devletler ilk önceleri keşif saikiyle ve misyoner amaçlar güden seferler yapan seyyahlarla Afrika kıyıları, Güney Asya ve Amerika’ya ulaşmış, ekonomik, stratejik ve ticarî amaçlarla Afrika kıyılarına yerleşerek buralarda üsler, çiftlik ve koloniler kurmuşlardı. Bu kolonilerle başlayan kıtanın tanınması ve küçük çaplı ticaret, XV. yüzyıla gelindiğinde farklı bir boyut kazanmış durumdaydı. Zira o sıralarda Asya’dan Avrupa’ya ulaşan kara ticaret yolları Müslümanların elindeydi ve yine Akdeniz’deki ticarî hayatın kontrolü de Venediklilerle Cenevizliler arasında paylaşılmıştı.
Sömürgeci devletler çok geçmeden yeni tanımaya başladıkları bu kıtalarda ticarî kazancı oldukça yüksek olan çok sayıda ticaret şirketi kurdular. Bu şirketlerin tamamı kıyılardaki değerli madenleri yine yerli halkı kullanarak çıkarıyor ve Avrupa’ya gönderiyorlardı. İlk önceleri altın ağırlıklı olan ticaret, XVII. yüzyıldan itibaren yerini baharat, fildişi ve özellikle köle ticaretine bıraktı. Madenlerin çıkarılması ve kıyılarda kurulan çiftliklerin işletilmesi için kullanılan yerliler köleleştirilerek Avrupa ve Amerika’ya satılıyordu. Köle kıyısı diye adlandırılan Batı ve Güney Afrika kıyılarında kurulan köle pazarlarından, Avrupa şirketleri büyük kazançlar sağlarken bu durum kıtanın demografik ve sosyal yapısının altüst olmasına neden oluyordu. Bu süreçte Afrika’daki sömürgecilik yarışında en aktif rolü ise Fransa oynuyordu.
Afrika’daki sömürgeciliğin geçmişi Haçlı Seferleri’ne kadar uzanmakta olup Fransa daha o dönemlerde Akdeniz ve Kuzey Afrika’da etkili olmak istiyordu. İspanya ve İtalya üzerinden Avrupa’nın içlerine kadar birçok bölgeyi fetheden Müslümanları sadece buradan değil Kudüs’ten de atmayı amaç edinmişti. Dinî kaygılarla başlatılan ilk sömürgecilik faaliyetinin yerini zamanla ticaret maksadıyla yapılanlar aldı. Bu seferler esnasında ulaşamadıkları amaçlarına Endülüs İslam Devleti’nin düşmesiyle kavuşmaya başladılar.
Bütün İber Yarımadası, Sicilya, Balear Adaları, Mayorka Adası Müslümanlardan arındırıldı. Kuzey Afrika’daki küçük hanedanlıklar birer birer İspanya’nın eline geçti ve Trablusgarp’a kadar önemli mahallerin tamamı işgal edildi. Bu dönemde Fransa ile İspanya arasında İtalya’yı paylaşma konusunda devamlı savaş olduğundan henüz dış denizlere açılamadılar. Zaten Osmanlı Devleti XVI. yüzyılda tarihinin en güçlü dönemine girmiş ve özellikle Akdeniz’de serbest dolaşan ve Kuzey Afrika sahillerinde barınan denizcilerinin desteğiyle İspanyolları buradan temizlediği gibi Fas’a kadar hâkimiyet alanını genişletmişti.
Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya nüfuz edemeyeceğini anlayan devletler, ağırlığı Atlas Okyanusu’nu çevreleyen sahilleri ele geçirmeye verdiler ve Amerika kıtasının kuzey ve güneyindeki bütün sahillerinde ilk sömürgelerini kurdular. Önce yerliler üzerinde soykırım yaparak onları etkisiz hâle getirdiler. Ancak insan gücüne ihtiyaç olduğundan ve bunu da kendi vatandaşlarından temin etmeleri mümkün olmadığı için Afrika’ya yöneldiler ve sahillerde küçük sömürgeler oluşturdular.
Modern manada ilk sömürgeciliği geliştiren ülke Portekiz’dir. Portekiz, İspanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa Karayiblerdeki adalar dâhil Amerika kıtasının özellikle doğu sahillerini, Afrika’nın batı ve güney sahillerini, Hint Okyanusu’nda Madagaskar ve diğer küçük adaları aralarında paylaştılar. Hollandalılar ise Amerika kıtasındaki sömürgelerine ve Ümit Burnu’ndaki sömürgesine Endonezya bölgesinden de esirler getirdi. Böylece Atlas Okyanusu’nda başlayan insan ticareti önce Hint Okyanusu ardından Büyük Okyanus bölgesindeki sömürgelere de sıçradı.
Köle ticaretinin ardından sıra Afrika’nın sömürülmesine gelmişti. İktisadî bakımdan genelde birinci derecede ihtiyaç maddelerinin Afrika’dan elde edildiği dönemler geride kalınca madenlerin götürülmesine sıra geldi. 1850’li yıllara kadar sadece sahil şeridinde köle ticareti yapan Avrupalılar, içerilere doğru seyyahlar göndererek kıtayı tanımak istediler. Bunlar gittikleri bölgeler hakkında yazdıkları kitaplarla kıtanın en uzak noktaları hakkında bilgiler topladı.
Hakkında yeterli bilgi edindikleri bölgeleri işgale başlayan Fransa ve diğer Avrupalı devletler, buraları kendi askerleri yerine o güne kadar köle topladıkları bölgelerden topladıkları askerlerden oluşturdukları ordularla işgal etmeye başladılar. Bu doğrultuda Tirailleurs sénégalais isimli birlik kuruldu (1857). Düzenli birlikler hâlinde silah altına alınan bu insanlar önce bütün Afrika kıtasının işgalinde yardımcı birlikler olarak kullanıldı. Ardından her iki dünya savaşında çarpıştırılmak üzere Osmanlı toprakları ve Avrupa’daki cephelere sevk edildiler. Yaralılar ve sağlam kalan askerler ise savaş sonrası uğruna savaştırıldıkları hiçbir ülke tarafından kendilerine vatandaşlık hakkı dâhil herhangi bir hak verilmeden ülkelerine gönderildiler.
Afrika’daki Kültür Sömürgeciliği
Kültür sömürgeciliği sürecinde Afrika kıtası tarihsel köklerinden koparılarak bu köklere dayanan Afrika medeniyetinin yerine Batı medeniyeti yerleştirilmeye çalışıldı. Afrika’daki halkların atalarından miras aldıkları din, dil, edebiyat, sanat ve ticaretin yerine Batı’ya ait değerler konuldu. Modern sömürgecilik Portekizlilerle, Afrika’da Batı sömürgeciliği ise Fransa ile başlamıştı.
Afrika, Avrupalılarca keşfedilişini müteakiben hemen hemen bütün Avrupa ülkeleri tarafından sömürgecilik faaliyetlerine maruz kaldı. Bu doğrultuda Afrika bütün İskandinav ülkeleri, Doğu Avrupa Ülkeleri hatta Uzak Doğu’da Japonya, Kuzey ve Güney Kore ve Çin dâhil olmak üzere sömürgecilik faaliyetlerinin en yoğun gerçekleştirildiği dünya coğrafyası oldu.
Fransa’nın İlk Sömürgecilik Hareketleri
Avrupa ülkeleri içinde XV. ve XVI. yüzyılda Hindistan ve Cava’ya kadar giderek sömürgecilik faaliyetlerine ilk başlayan ülke Portekiz ardından İspanya’dır. Fransa, İngiltere ve Hollanda bunları takip etmişlerdir. Fransızların deniz aşırı açılmaları ilk deniz filosunun XI. Louis (1461) tarafından kurulmasıyla başlar. Krallardan VIII. Charles, XII. Louis ve I. François Akdeniz’in doğusuna geçerek Osmanlıların hâkimiyetine son vermek istediler. Fakat I. François’ı, Charles Quint’in hapsinden Kanuni Sultan Süleyman kurtarınca Osmanlı Devleti ile iyi geçinmeye başladı.
Fransız sömürgeciliğinin sistematik olarak Kuzey Amerika, Afrika ve Hindistan sahillerinde başlaması Kardinal Richelieu’nun 1624’te devlet yönetiminde söz sahibi olduğu döneme rastlamaktadır. Ticaret ve sömürgelerin muhafazası için Fransız donanması harekete geçerken diğer taraftan deniz aşırı ülkeler için yeni ticaret şirketleri kuruldu.
Fransa XVI. yüzyılda Senegal’in başkenti Dakar açıklarında Goree Adası’nı Hollandalılardan alarak köle ticaretini buradan başlattı. Haiti, Hindistan sahilinde bazı yerler, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Nouvelle Orléans’ı sömürgeleştirdi. Paris Antlaşması (1763) ile Kanada’yı, Antiller’i, Hindistan’daki sömürgelerini ve Senegal’i İngiltere’ye bırakırken karşılığında Guadelup ve Martinique’i aldı.
XIX. yüzyılın başından itibaren dünyanın birçok bölgesini sömürgeleştiren II. ve III. Cumhuriyet Fransa’sı, Asya ve Afrika sömürgeleri imparatorluğunu böylece kurmuş oldu. Sırasıyla işgal ettiği topraklar Cezayir, Gabon, Moritanya, Senegal, Gine ve Fildişi Sahili’nde bazı yerler, Kongo, Cochinchine, Kamboçya, Tunus, Tonkin, Annam, Kamer Adaları, Madagaskar, Cibuti, Segu (Mali), Benin (Dahomey), Orta Afrika, Çad ve Fas’tır. İşgal edilen topraklar Haziran 1895’te Fransız Batı Afrikası (AOF) adı altında bir birlik halinde toplandı. I. Dünya Savaşı öncesinde bu birlik içinde Senegal, Moritanya, Sudan, Nijer, Yukarı Volta, Gine, Fildişi Sahili, Dahomey olmak üzere 8 sömürge bulunuyordu.
Fransız Sömürgeciliğinin Gelişmesi
Fransa’nın Afrika’daki sömürge toprakları genelde büyük çatışmalar sonucu kazanılmış ve Afrika’nın tarihî dokusu içinde varlıklarını sürdüren büyük-küçük bütün devletler bu süreçte tarih sahnesinden silinmişlerdir. Afrika’nın iç bölgelerindeki sömürgeleri Fransız Ekvator Afrikası (AEF) adıyla ancak 1910’da kurulabildi ve bu federasyon içinde Gabon, Kongo, Orta Afrika ve Çad yer almaktaydı. Fransız-Alman Antlaşması’yla (1911) buranın toprakları azalmışsa da 1916’dan sonra daha da fazla genişleyerek Kamerun’un bir kısmı ile Togo dâhil edildi.
III. Cumhuriyet Dönemi’nde kurulan Fransız sömürgeleri (Tunus, Sahra, Batı Afrika, Ekvator Afrikası, Annam, Tonkin, Laos, Madagaskar, Fas) ile birlikte Fransa dünyanın ikinci büyük sömürge devleti olmuştu. 1894’te sömürgelerle ilgili birim olan Service des Colonies’in yerini Ministere des Colonies aldı. 1910’a kadar bu defa sömürgeler; Union indochine, Afrique occidentale Française, Afrique equatoriale Française ve Madagaskar adı altında dört bölgeye ayrıldılar. Cezayir doğrudan İçişleri Bakanlığı, Tunus ve Fas ise Dışişleri Bakanlığı tarafından idare edildi.
1830’da Cezayir’in Fransa tarafından işgali sömürgecilik sistemine yeni bir boyut getirdi. Sadece ticarî maksatla sınırlandırılmayıp idarî yapılar da kurularak sömürgelerin daha uzun ömürlü olmaları sağlandı.
Fransa Sömürgelerinin Dağılması
İngiltere’deki sanayi devrimi ile birlikte artık ihtiyaçtan fazla üretim yapılıyor olması diğer tüm sanayi toplumları gibi İngilizleri de ham madde ve pazar arayışına sokmuştu. Bu arayış Asya, Afrika ve bağımsızlık öncesi Amerika’daki sömürgecilik hareketlerinin hız kazanmasının nedeni olmuştu. Cape Koloni’yi ele geçiren İngiltere burayı kuzeye yapacağı seferler için bir üs hâline getirdi. Akdeniz ticaretinin hâkimiyetinde önemi olan Süveyş Kanalının açılmasının ardından bölgeyi işgal ederek asırlık Fransız hâkimiyetini sona erdirdi. Sudan’da kurdukları İngiliz-Mısır ortak yönetimi (1896) ile diğer devletlerin Afrika’da kurdukları sömürge yönetimlerini işgal etmeye başladılar. Zimbabwe ve Malawi’nin ardından Uganda ve Kenya İngiliz himayesine girdi. İngilizler 1920 yılına kadar Afrika üzerinde büyük nüfuza sahip olmuş, Almanya’dan alınan bölgelerle Doğu Afrika’ya tamamen hâkim olmuşlardı.
XIX. asrın başından 1940 yılına kadar Almanya, Afrika’daki Fransız sömürgelerini ele geçirmek için çok gayret sarfetti. Buna karşılık Fransa, I. Dünya Savaşı esnasında Almanlara karşı çarpıştırmak üzere Cezayir, Tunus, Fas, Malgaş, Annam ve Okyanuslu sömürgelerinden 700 bin yerli askeri silah altına alarak cephelere sevk etti. Bu savaşa kadar Cezayirli askerlere en düşük rütbeler layık görülürken artık Fransız vatandaşlarıyla aynı haklara sahip oldular ve Araplar için konulan özel vergiler kaldırıldı.
Fransa, çok sayıda ölü, yaralı ve sakat insanla I. Dünya Savaşı’ndan çıktı. Bunların çoğunluğu sömürgelerinden getirdiği yerli askerlerdi. Bu hadiseler karşısında Afrika’da yerli muhalefet hareketleri de canlanmaya başlamıştı. Cezayir’de Ulema Hareketi ve komünistler Fransızlara karşı mücadele kararı alırken 1914’te Genç Tunuslular, 1923’te Fas’ta Rif bölgesinin bağımsızlığı için Abdülkerim ve 1930’da Genç Faslılar direniş başlattılar Ayrıca Senüsiler Büyük Sahra ve Biladü’s-Sudan’da Fransa’ya karşı yıllarca sürecek bir mücadeleye giriştiler.
1930’a gelindiğinde Fransa, sömürgeleri içinde sadece Cezayir’i ülkenin Afrika kıtasındaki bir uzantısı gibi kabul ediyor ve burayı doğrudan İçişleri Bakanlığı bünyesinde diğer Fransız şehirleri gibi yönetiyordu. Ülke içindeki vilayetlerden farkı burayı bir genel valiye teslim etmesiydi. İlk defa 1936’da oy verme hakkı verilen Cezayirli Müslümanlar II. Dünya Savaşı esnasında 8 Kasım 1942’ye kadar savaşın dışında kaldılar. 1944’te verilen yeni haklar Cezayirlilerin bağımsızlık mücadelesinin önünü kesmedi, iç karışıklar birbirini takip etti ve sonunda Fransız ordusu bölgeyi bombaladı.
Afrika’daki sömürgeler bağımsızlıklarını alırlarken sömürgeci devletin ihtiyaçlarına ve kendi şahsî menfaatlerine uygun olarak parçaladığı düzen üzere devletlerini kurdular. Bu ülkeler etnik çoğunluk, dil birliği, coğrafi birlikler, tabii kaynakların iktisadî açıdan kullanımına yönelik birliktelikler sağlayamadılar. Böylece Afrika bir manada balkanlaştırılıp “yeni sömürgecilik” dönemi başlamış oluyordu.
29 Eylül 1946’da Fransa Cumhurbaşkanının önderliğinde Fransız Birliği kuruldu. V. Cumhuriyet Anayasası gereğince sömürgeler isterlerse bağımsızlıklarını elde edebileceklerdi yoksa Fransa içinde geniş otonomi altında kalacaklardı. Fransa’nın tabii uzantısı olan Cezayir bu konuda istisna kılınmıştı. Ancak sadece Gine bağımsızlığını isterken diğerleri buna yaklaşmamışlardı.
Fransa sömürgecilik faaliyetlerine başladığı günden bugüne kadar elinde tuttuğu bölgelerin birçoğunu bırakmakla birlikte hâlen dünyanın dört bir tarafında sömürgeleri bulunmaktadır. Kısaca DOM-TOM denilen günümüz Fransız sömürgeleri: Guyane, Martinique, Guadeloupe, Réunion, Mayotte, Yeni Kaledonya, Fransız Polenezi, Wallis et Futuna, Nouvelles-Hébrides ’dir
Fransız Sömürgeciliğini Diğerlerinden Ayıran Özellikler
Avrupa’da yaptığı savaşlarda her defasında büyük yenilgi alan Fransa, birliklerini yeni sömürgeler elde etmek üzere sefere çıkarmış, sömürgeleştirdiği ülkelerin tamamı askerî seferler sonucu elde edilmiştir. Avrupalı devletler, Amerika kıtasında işgal ettikleri topraklarda ziraat yapabilmek için buraları önce insansız hâle getirdiler. Antiller’de Tainos’lar, Brezilya’da Tamayo’lar, Kuzey Amerika’da Hurons ve Iroquoislar tamamen soykırımına uğradılar. Afrika sahillerinde en fazla sömürgesi olan Portekiz bunları XIX. asrın başında İngiltere’ye kaptırdı ve Avrupa’nın büyük endüstri şirketleri karşısında güçsüz kalarak etkinliğini kaybetti.
Köle ticaretine ilk başlayan ülke Portekiz, sonra İspanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa’dır. 1789’da kaldırılan köle ticaretini 1802’de Napolyon yeniden başlattı. Ama onun döneminin sonunda Fransız sömürgeciliği bütün gücünü kaybetmişti. Savaşlar, iç isyanlar, siyah köle ticaretinin yasaklanması Fransa’yı iktisadî yönden zayıflattı. İngiltere, 1807’de köleliği yasakladıysa da Fransa 1831’e kadar devam ettirdi ve 1848’de ise bütün Fransız sömürgelerinde ilk defa tamamen yasaklandı. Fransızlar işgal ettikleri bölgelere çok sayıda vatandaşını göç ettirmeyi ihmal etmedi.
Portekizliler köle ticareti ve sömürgelerindeki kaynaklarını tüketirken bunu sanayileşmeye çevirememiş ama Fransa ve İngiltere XIX. yüzyıl boyunca sömürgecilikten elde ettiği kaynakları sanayileşmeleri için kullanarak büyük gelişmeler elde etmişlerdi. Fransa’da sağ ve sol kesimler her zaman sömürgecilikten yana tavır takındı. Sadece sol görüşlüler, köle ticaretinin bu faaliyetin dışında tutulmasında ısrarlıydı.
Afrika’daki Avrupa Sömürgeciliğinin Ortak Özellikleri
İslam devletleri ele geçirdikleri ülkelerdeki insanlara yeni bir şahsiyet verdiği gibi kendisiyle aynı konuma getirirken Avrupalı devletlerin sömürgecilik sürecinde ele geçirilen bölgelerin insanları Hristiyanlığa sokuluyor ama maddî yönden kalkınmaları için bir gayret gösterilmiyordu. Sömürgecilerin ilk planda iktisadî yönden kalkınmalarını sağlayan altın, elmas vb. iken bunların yerini zamanla şeker aldı. Kurulan bütün şehirler, açılan yollar, hastaneler öncelikle sömürgecinin kendine hizmet etmesi için ayarlanmıştı.
Sömürgelerde başlayan Hristiyanlaştırma faaliyetleri bilhassa Cardinal Lavigerie’nin 1867’de Cezayir Başpapazı tayin edilmesiyle yoğunlaştı ve kurduğu Beyaz Rahipler ve Beyaz Rahibeler buradan bütün Afrika’da en büyük misyonerlik faaliyetlerini başlattı. Bu konuda Fransız Katolikleri ile Protestanları arasında bir fark olmayıp Afrika dâhil bütün sömürgelerde kurdukları teşkilatlar vasıtasıyla Hristiyanlaştırma faaliyetlerini sürdürdüler.
Fransa’da III. Cumhuriyet laisizm taraftarlığı ve kilise karşıtlığıyla bilinmektedir. 1905’te Kilise-devlet ayrımıyla zirveye çıkan bu karşıtlık sömürgelerde başka bir boyut arz etmekteydi. Çünkü misyonerlerin mahallî dilleri anlayabilmeleri, yerlilerle birlikte yaşayabilme alışkanlıklarını kazanmış olmaları, insan ruhuna hitap edebilme becerileri, onları sömürge idarecisi gözünde kıymetli kılıyor, idarecilerin en fazla akıl danıştıkları kimseler oluyorlardı. Tarihte hiçbir sömürgecilik faaliyetinde din bu kadar etkili olmamıştı. Ayrıca sömürgeciliğin yolunu açan en önemli kuruluşlar aydınlar tarafından kurulan sosyal bilimler alanındaki kuruluşlar olmuştur. Kısaca Şarkiyatçılık denilen bu faaliyetler sömürgeciliğin temel taşını oluşturmuştu.
Sömürgecilik Yarışında İngiltere ve Fransa Rekabetinin Sonuçları
Asya ve Afrika’da sömürgeci güçlere karşı başlatılan bağımsızlık savaşlarından başarıyla çıkan küçük devletlerin ekonomik, iktisadî tüm zenginlikleri talan edilmiş ve sosyal ve siyasî yapıları altüst edilmişti. Bu nedenle dünyaya hâkim olan kapitalist sistem karşısında zor duruma düşmüşlerdi. Üçüncü dünya ülkesi olarak nitelendirilen bu devletler, bağımsızlıklarını alırken sömürge devletlerine ekonomik birtakım ayrıcalıklar da vermek zorunda kalmışlardı. XX. yüzyıldan itibaren yeni sömürgecilik bu devletlerin ekonomik ve sosyal kalkınma için zengin devletlerin yatırım ve malî desteklerine ihtiyaç duyması ile başlayan bir süreçti. Bu süreci sömürge devletlerinin sömürge alanlarındaki yerli halkın önde gelenleri, kabile reisleri ve yerli aydınlarıyla birtakım çıkar ilişkilerine girmesi bu kimselerin yönetim kadrolarına gelmelerini sağlaması takip ediyordu. Yönetim kadrolarında genellikle sömürgeci devletlerin etkisinde olanların bulunduğu fakir devletler, ticaret ve sosyal alanda kalkınabilmek için sömürge devletlerine borçlandılar. Aldıkları borçları kısıtlı alanlarda kullanabiliyor olmaları bu borçlanmanın giderek bağımlılığa dönüşmesine ve dolayısıyla bağımsızlıklarının ipotek altına girmesine neden oldu. Ekonomik boyunduruk altında olan üçüncü dünya ülkelerinin, İngiltere ve Fransa’nın nüfuzuna maruz kalmaya devam ettikleri sırada patlak veren II. Dünya Savaşı eski sömürge imparatorluklarının zayıflamasına neden olmuştu. 1960’lı yıllarda hâlâ II. Dünya Savaşı’nın yıkım izlerini taşıyan İngiltere ve Fransa’nın doğurduğu iktidar boşluğu 1970’lerden itibaren Fransa’nın karşı çıkacak güçte olmaması ve İngiltere’nin rızası ile ABD tarafından doldurulmaya başlayacaktı.