SOSYAL HİZMETE GİRİŞ - Ünite 2: Sosyal Çalışmanın Tarihi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Sosyal Çalışmanın Tarihi
Giriş
Dünyanın hemen hemen her bölgesinde, sorun yaşayan insanlara yaklaşmayı, onların sorunlarını çözmeyi, onları toplum içinde koruma görevlerini insanoğlu vicdanen yerine getirmesini bilmiştir. Bu nedenle dünyanın farklı ülkelerindeki insanların gereksinimlerinin sosyal çalışmayı ilgilendiren kısımlarının daha özverili ve bilgili eller tarafından sunulması için sosyal çalışma eğitimine öncelik verilmeye başlanmış, böylece sosyal çalışmacıların kimliği netleşmiştir.
Sosyal Çalışma Felsefesinin Ortaya Çıkışı
Sosyal düşünce dinsel ve toplumsal konular söz konusu olduğunda bir ivme kazanmış, insandaki sosyal acıma duygusu sosyal hizmetin varlığını hissettirmiştir. Dinsel bağlamda öteki dünya bilinci ve sevap edinme duygusu toplumsal yaşamda yoksul kitlelere yönelik yapılan yardımların yönünü belirlemiştir.
Yardım ve dayanışma tarzı olarak sosyal hizmetin dağıtımını ilk dönemler din ve toplum liderleri yapmış ama Sanayi Devrimi sonrası devlet-toplum-birey çelişkisinde yaşanan sosyal sorunların çözümü için yeterli olmasa da, kamusal yaptırımlar üzerinde durulmuştur. Bireysel iyiliksever, toplumsal iyiliksevere daha sonra da ulusal iyiliksevere doğru yönelmiştir.
Meslekleşme sürecinde sosyal hizmetin kaynağı din ve hak’tır. Hakkı biçimleyen ise sosyal mücadeledir ve öznesi de işçidir, emekçidir, halktır; bunların sosyal reform talepleridir. Bu durumun yapılaşmış hâli ise sosyal hukuk devletidir.
Sosyal hizmet mesleği iki temel kaynaktan doğmuştur: Kapitalist yöntemle hızla kalkınan ülkelerin bu kalkınma sonucunda ortaya çıkan toplumsal yaralarını sarma çabaları ve insancıl amaçlardır. Sosyal hizmetin amacı; sosyo-ekonomik yapı içinde bireylerin sorunlarını çözmektir.
Sosyal çalışmanın kavramsallaştırılması, diyalektiği bir bilim olarak gelişmesini sağlamış, tarihselliğinin eleştirilmesi de onu bilim yapmıştır.
Sosyal Çalışma Mesleğini Ortaya Çıkaran Koşullar
Sosyal çalışma mesleğinin ortaya çıkışı 1800’lerin sonlarına rastlamaktadır. Bu sürecin en belirgin başlangıç noktası ise o zamana kadar dinsel ve flantropik yaklaşımlarla ele alınan hizmetlerde eğitilmiş elemanlara duyulan ihtiyaç olmuştur.
Sosyal çalışma mesleğinin gelişimine müracaatçı grubu olan yoksulların dertlerine çare aramak için yapılan çalışmaların büyük katkısı olmuştur. Yoksullar dışında ilgilendikleri hasta, yaşlı, çocuk, sakat gibi gruplar da yoksul olduğu için yoksulluk, bütün yardıma muhtaç grupların ‘ortak paydası’ olarak görülmüştür. Yoksulun sorunlarıyla ilgilenirken bütün sosyal sorunların altyapısı hakkında bilgi sahibi olunmuştur. Bu çabalar ile elde edilen bilgi ve beceri daha sonraları bilimsel temele oturtuldu ve böylece meslek gelişmiştir.
Sosyal çalışma mesleği, insan ilişkilerinde yaşanan sorunları çözmek, sosyal değişim ajanı olmak, sorunları çözerken müracaatçılarını güçlendirerek insanların refahını artırmak için çalışır. İnsanların çevreleriyle etkileşim, insan davranışı ve sosyal sistemler, sosyal hizmet müdahale kuramları mesleğin pratiğini belirler. Özde insan hakları ve sosyal adalet ilkeleri sosyal çalışma mesleğinde ana gerekçelerdir.
Sosyal çalışmanın dinamiğini biçimleyen üç temel faktör: Çağın sosyo-ekonomik yapısı, 18. ve 19. yüzyıl başlarında doğa bilimleri ve sosyal bilimlerdeki gelişmeler ve çağın sınıflaşma hareketleri, toplumsal hareketlilik, sosyal mücadeleler gibi sosyo-ekonomik değişkenlerdir.
Dünyada Sosyal Çalışmaya Neden Gereksinim Duyuldu
Her mesleğin ve disiplinin ortaya çıkışını sağlayan, onu gereksinim olarak duyumsatan birtakım dinamikler olagelmiştir. Sosyal meslekler için bu dinamiği belirleyen unsurlar; insan-toplum etkileşimi ve yaşanan sosyal sorunlardır. İnsan-insan, insan-toplum, insan-çevre arasında yaşanan sorunları profesyonel yollarla çözme süreci meslekleşmenin zemini olmuştur.
Sosyal çalışmanın teknolojik gelişmeyi insancıllaştırmak, toplumları sosyalleştirmek, bireylerin gelişmelerine ve toplumun değişen koşullarına uyum sağlamalarına yardımcı olmak, kişilerin refahlarını sağlamak ve sosyal değişmeyi etkilemek, bireyin sosyal işlevselliğini engelleyen tıkanıklıkları açmak, birey-toplum etkileşimini güçlendirmek, sosyal bilinci geliştirmek, insan haklarını güvence altına almak, toplumsal refah ve kaynakların dağılımını dengelemek gibi amaçları vardır.
Sosyal Çalışma/Sosyal Hizmet Uygulamalarında Bulunan İlk Temsilciler ve Rolleri
Sosyal çalışmanın öncüleri, Batı’da muhtaçlara sadaka veren vatandaşlar ile kiliselere bağlı hayırseverlik örgütleridir.
Sosyal hizmet alanında eğitilmiş eleman ihtiyacının karşılanması için atılan ilk adım, 1873’de Londra’da hayır derneklerinde çalışanlar için düzenlenen konferanslar olmuş, bunu 1898’de New York’ta açılan yaz okulu izlemiş ve 1899’da Amsterdam’da ilk sosyal çalışma okulu açılmıştır.
Sosyal çalışmanın mesleki bir kimlik kazanması ondokuzuncu yüzyılın sonuna doğrudur. İlk ortaya çıkışında mesleğin karakteristik özellikleri sosyal reform ile stres altında olan birey ve ailelere yapılan yardımlar olmak üzere iki odakta yoğunlaşmıştır.
Devlet, zamanla hayırsever bireylerin ve gönüllü kuruluşların başa çıkamadığı sorunlarla çok daha düzenli ve kapsamlı ilgilenmeye başlamış ve kurumsallaşmış ve sorun alanlarına hizmet sunan bir teşkilatlanmaya gitmişlerdir.
19. Yüzyıl ve Sosyal Çalışma
Ondokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, sanayileşme ile birlikte tarım toplumları merkezi önemini kaybetmiş, yerini endüstri toplumları almıştır. Bu dönemde sistemin temel biçimlendiricisi kendi kurallarına göre işleyen piyasa olmuştur. Sanayi Devrimi, makineyi ve fabrikayı sermaye sahiplerinin emrine verince üretim, fabrikalarda binlerce emekçinin işi olup çıkarken, artan üretimle beraber çoğalan kazançtan aslan payını alan, işyerinin sahibi olur; başka bir deyişle ‘artı değer’i ele geçirme yoluyla bir sömürü mekanizması vardır. Böylece, üretim araçlarının sahipleri ile o araçları bir azınlığın yararına değil, toplumun kullanımına vermek isteyenler arasında bir zıtlık vardır.
Sosyal çalışma mesleği açısından ise ondokuzuncu yüzyıl, sorunların toplumsal nitelik kazanmasından önceki biçimlenmenin başladığı yüzyıl olarak değerlendirilebilir.
Fransız Devrimi Avrupa’da eski dönemin siyasal, Sanayi Devrimi ise ekonomik ve toplumsal görünümünü ve yapısını değiştirdi. Sanayi Devrimi ekonomik bakımdan dünyamızda büyük bir gelişme sağladı ama toplumsal açıdan kalabalık halk kitlelerinin yoksullaşmalarına yol açtı. Bu yoksullaşma sürecinde liberal doktrin de önemli bir rol oynamıştır.
Sosyal çalışma, endüstrinin yarattığı mesleklerden ve disiplinlerden biridir. Bu insani süreçleri içerikleştiren olgu, savaş yüzyılı olan yirminci yüzyılda ancak meslekleşebilmiştir. Bu yüzyılda çekilen acılar, yıkılan kentler, yakılan, talan edilen uygarlık birikimleri aynı zamanda insanlığın bir kısmını barışa, adaletli bir toplumsal sözleşme yapmaya itmiş, uluslararası örgütlenmelerin önü açılmıştır.
20. Yüzyıl ve 21. Yüzyılda Sosyal Çalışma
Yirminci yüzyıldan itibaren sosyal hizmette vurgu bireyin sosyal çevresi üzerinde odaklanmıştır. Sosyal hizmet yoksulluk, bağımlılık ve hastalık sorununu çözmek için bireyin sosyal çevresine doğru yönelmiştir. Sosyal çalışma için din alanı yerine tıp, tercih edilen bir model olmuş ve aralarında yakın bir ilişki kurulmuştur.
Sanayileşme, Sosyal Refah Kurumu ve Sosyal Çalışma
Sanayileşme ekseninde gelişen sosyal çalışma, daha çok sanayi toplumlarının mesleği olagelmiştir. Sosyal çalışmanın gelişebilmesi için önce bir toplum ve birey düşüncesine ulaşılması, bunun için temel hak ve özgürlükler, halkın egemenliği ve siyasal demokrasi kavramlarının doğup gelişmesi gerekmiştir. Ancak bu tür gelişmelerden sonra bireyi koruyucu ve geliştirici önlemler alma görevini yüklenen sosyal politika uygulamalarına ve sosyal devlet düşüncesine gelinmiştir.
Sosyal devlet düzeninde gerçekleştirilmek istenen amaçların başında ‘sosyal adalet’, ‘sosyal eşitlik’ ve ‘sosyal güvenlik’ gelmektedir.
Batı’da sosyal refah kurumu sanayileşmeden ve bu sarsıntılı sürecin sosyal sonuçlarını sağaltım işinden doğmuştur.
Kapitalist bir düzen içinde endüstrileşmeden doğan sosyal sorunlar sosyal refah ve sosyal çalışma talebini yaratmış; sosyal çalışma mesleği, sosyal refah kurumunun işlevsellik kazanmasının bir gereği olarak ortaya çıkmıştır. Sosyal refaha ilişkin ilk sosyal düzenlemeler 1601’de İngiltere’de Kraliçe I. Elizabeth zamanında çıkarılan ‘Yoksullar Yasası’ ile gerçekleştirilmiş, yardımlar artık kurulu idarenin sorumluluğuna geçmiştir. Sosyal çalışma mesleği, sanayi zemini üzerinde üç ayak üzerine oturmuştur: İnsan hakları, toplumsal değişim ve mesleksel bilgi. Batı’da sosyal çalışma, kapitalizmin, yoksul toplum kesimlerinin sosyal koşullarını onarmaya dönük verdiği bir taviz olarak kabul edilir. Bu taviz bir uzlaşı alanıdır aynı zamanda.
Azgelişmiş ülkelerde sosyal çalışma uygulaması, yetersiz politik şekillenmeler nedeniyle hiçbir sosyal çalışma alanını iyiye doğru değiştirememiş, değiştiremeyecektir.
Tarihsel Gelişim Açısından Türklerde Sosyal Hizmetin Temel Nitelikleri
İslamiyet’te Sosyal Hizmetin Nitelikleri
Osmanlı döneminde, vakıflar yoksul, dul ve yetimlerin gereksinimlerini karşılamada etkin olmuşlardır. İslami bir kurum niteliği taşıyan ve sosyal yardım düşüncesi açısından önemli bir yere sahip olan vakıflar, eğitimin bir devlet görevi olmadığı dönemlerde çok geniş bir eğitim olanağı yaratmışlardır. Zanaatkarlar ve küçük esnaf arasında kurulmuş mesleki yardım örgütleri olan fütüvvetler, başlangıçta dinsel temellere dayalı olarak hizmet verirken daha sonraları Müslüman olmayanların da üye olarak kabul edilmesiyle laikleşmişler ve lonca adını almışlardır. Loncaların ortak fonları, günümüzün sosyal güvenlik sisteminin benzeri fonksiyonu yerine getirmişler ve yirminci yüzyılın başlarına kadar devam etmişlerdir. İlk kez 18. yüzyılda sosyal yardım amaçlı vergi toplanmaya başlanmıştır.
Sosyal hizmetler 19. yüzyıla kadar vakıf kuruluşları tarafından verilmiş ve bu konuda hizmet veren kamu kuruluşları ve hayır kurumları 19. yüzyılda kurulmaya başlanmıştır. 1868 yılında kurulan Kızılay Derneği ve 1895 yılında kurulan Darülaceze, Osmanlılardan günümüze kadar yaşayan kurumlardır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde özellikle, II. Abdülhamit dönemi, sosyal hizmet alanında kurumsallaşmanın başlangıç izlerini taşır. Yukarıda sözü geçen Darülaceze, yine 1899 yılında Hamidiye Etfal Hastane-i Âlisi; toplumsal korumaya muhtaç kadın ve çocuklara sosyal hizmet verirken, Darül-hayr-ı Âli de 1902’de korunmaya muhtaç çocuklar için sosyal hizmet vermeye başlamıştır.
İslam’ın sosyal koruma örgütlenmeleri hayırseverlik düzenlemeleriyle, vakıflarıyla, imarethaneleriyle, hanları, hamamlarıyla, sadaka, zekât ve fitre modelleriyle yokluk içindeki insan topluluklarına önemli katkılar yapmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Sosyal Hizmetin Genel Özellikleri
Toplumumuzda, sosyal yardım düşüncesinin devlet görevleri arasına alınması Cumhuriyet dönemiyle gerçekleşmiştir.
Ülkemizde sosyal hizmetlerin bilimsel yaklaşımlarla ele alınması 1959 yılında yayımlanan 7355 Sayılı Sosyal Hizmetler Enstitüsü kurulmasına dair kanun ile söz konusu olmuş, 1960’da çıkarılan bir yasa ile Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulan Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü, iller düzeyinde sosyal hizmetlerin uygulanması görevini yerine getirmiştir.
1982 yılında 2828 sayılı yasayla Sosyal Hizmet ve Çocuk Esirgeme Kurumunun kurulmasıyla sosyal hizmetler daha çağdaş bir yaklaşımla ele alınmıştır.
İslamiyet’ten Önce Türklerde Sosyal Hizmet
Orhun ve Kültigin yazıtlarında Türklerde açlık ve yoksulluğa karşı alınan ilk sosyal önlemler olarak görülebilecek önlemler anlatılmaktadır. M.Ö.3000 yılında Ortaasya’da Türkler bir çeşit sosyal güvenlik kurumları ve hayvanları korumak için vakıflar kurmuşlardır. Türk tarihinde çocukların korunmasıyla ilgili ilk resmî ve düzenli önlemleri alan, ilk Müslüman Şii kavimlerden İlhanlılar’da, Gazan Mahmut Han zamanında (1271-1304) korunmaya muhtaç çocukların korunması ve bakımı için kurumlar açılmıştır. 4. yüzyıldan başlayarak Anadolu’da çeşitli hayır vakıflarının gelirleriyle halk mutfakları, şifahaneler, hanlar, kervansaraylar, imarethaneler, yetimevleri kurulup finanse edildi.
Türkiye’de Sosyal Hizmetlerin Tarihsel Gelişimi
Sosyal çalışma mesleğinin sosyal yardımla özdeş tutulması ve böyle bir uygulamaya mesleki oryantasyon kazandırmanın güçlüğü ve tıp eğitimi gibi diğer mesleklerin uzmanlık alanlarında kendine bir yer arayışı içinde olması meslekleşme sürecinde karşılaşılan önemli güçlüklerdendir.
Batı, sosyal çalışma alanında dinin etkisini büyük oranda saf dışı bırakabilmesine karşın Türkiye’de hâlâ çoğunlukla dinin biçimleyici etkisi görülmektedir. Türkiye’de sosyal hizmetler, Türk ahlâkı geleneklerinin, bilme ve tekniğe dayanan modernleşme ve kurumsallaşmanın uyum sorunlarıyla karşı karşıya bulunmaktadır.
Toplumsal yapıdan kaynaklı nedenlerin yanında, politik yapılanmanın sosyal hizmetlerin gelişim sürecine etkisine bakıldığında, sosyal güvenlik ve sosyal hizmetlerin gelişmesine aykırı bir ekonomik politikanın (monetarist politika) 1980’de uygulamaya konulmasıyla sosyal haklar kısıtlandığından çağdaş sosyal hizmetlerin uygulanması güçleşmiştir.
Sosyal hizmetler, Batı’da sanayileşme ve kentleşmeyle birlikte gelen düzensizliğe bir yanıt olarak bireylerin ya da özel kurumların çabası sonucu rastlantısal biçimde ortaya çıkmış, bu çabalara daha sonra devlet de katılmıştır. Türkiye’de ise sosyal hizmetler son derece yavaş gelişmektedir. Yüzyüze ilişkiler ve bu ilişkiler etrafında belirlenmiş hak ve görevler sonucu sorunların bir çoğu aile içinde ya da komşular arasında çözülmektedir.
Sosyal çalışma azgelişmiş ülkelerde, değerler açısından daha toplumcu ve bütüncü olmak zorundadır. Bunun nedeni, azgelişmiş ülkelerin henüz herkese yeterli mal ve hizmet üretimini gerçekleştirememiş olmasıdır.
Türkiye’de sosyal çalışma baştan beri “sosyal yardım” temelli olduğundan dinsel yükümlülüğü ağır basan fitrezekât olarak kabul görmüş, bu durum da hizmetin meslekleşmesine engel olmasa da geciktirici bir neden olmuştur.
Sosyal Çalışmanın/Sosyal Hizmet Eğitiminin Tarihi
Meslek anlamı ile sosyal çalışma 19. yüzyıl insanseverlik hareketlerinden doğmuş ve yoksulların kötü koşullarını düzeltmeye, kanunlarla bir sosyal reform yapmaya yönelmiştir. Sosyal hizmet alanında özel bir eğitim ihtiyacı duyulduğunda bu cins eğitimi ilk ortaya koyan 1893’de Pittsfield’den Anna L. Dawes idi. (1873’de Londra’da hayır derneklerinde çalışan gönüllüler için Oktavia Hill tarafından düzenlenen konferanslar ilk adımdır.) Bu kişi Chicago’da toplanan Hayırseverlik, İslah ve Yardım Dernekleri Milletlerarası Kongresi’nde okul fikrini ortaya atmıştır. Mary Richmond ise 1898 yılında New York’ta ilk sosyal hizmet kursunu açmıştır. Bu okul 1940 yılında Columbia Üniversitesi ile birleştirildi. 1891 yılında New York’ta Charities Review adlı bir dergi yayınlandı ve 1910’da The Survey adı altında profesyonel bir dergi oldu. Sosyal çalışma okulu olarak açıkça tanımlanan ilk okul (Institute for Social Work Trainning) ise Hollanda, Amsterdam’daki bir grup sosyal reformcu tarafından 1899’da kuruldu. 1904 ve bunu izleyen yıllarda Almanya, İsviçre, İngiltere’de yeni sosyal çalışma okulları açılmış, ülkeler arasında yayılan bu okullar daha sonra Latin Amerika’ya sıçramış ve 1920’de Şili’de (Santiago) ilk sosyal çalışma okulu faaliyete geçmiştir.
Asya kıtasında ise sosyal çalışma eğitiminin öncülüğünü Tata Enstitüsü ile Hindistan yapmıştır. Asya’da, Hindistan Bombay’da (1936), Afrika’da Güney Afrika (1924) ve Mısır’da (1936) ilk sosyal çalışma okulları açılmıştır.
Sosyal hizmetler alanında bir öğretim kurumunun Türkiye’de kurulması Marshall Yardımının bir projesidir. ABD’li uzmanların getirdiği model, eleman ve bütçe ile kurulmuştur. 1957’de Birleşmiş Milletlerden, Türkiye’deki sosyal refahın geliştirilmesi amacıyla gönderilen, sosyal refah müşaviri Miss Her şey Türkiye’deki sosyal hizmetlerin bilimsel ve mesleki yaklaşımlar çerçevesinde yeniden örgütlenmesi için çalışma başlatmıştır. Bu amaçla Ankara-Kızılay’daki Balin Otel’de düzenlenen kamu kurum ve kuruluşlarında yetkililer, akademisyenler, gönüllü kuruluşların temsilcilerinin katıldığı toplantı, sosyal hizmet sorumluluğunu taşıyacak bir meslek grubunun olmasının gerekliliği üzerinde durulması anlamındaki girişimlerin başlatılması anlamında bir milat olarak görülür.
Türkiye’de sosyal çalışma eğitimine ilk defa Sosyal Hizmetler Akademisinin 1961’de kuruluşuyla başlanmış ve dört yıllık bir eğitim programı ile sosyal hizmet mütehassısı (sosyal çalışmacı) olarak yetiştirilmeleri öngörülmüştür. Akademi, Sağlık Bakanlığı bünyesinde, 7355 sayılı, 12.6.1959 tarihli Sosyal Hizmetler Enstitüsü Kuruluş Kanunu’na dayalı olarak kurulmuştur. Kanun’un 1. maddesine göre Enstitünün görevleri: Yoksulluğun nedenlerini araştırmak ve yapılacak sosyal hizmetleri saptamak; sosyal uyumsuzlukları gidermek için alınacak önlemleri araştırmak; normal ve özürlü çocukları okul öncesi ve okul döneminde korumak ve yetiştirmek; çocuk, genç ve yetişkinlerin sağlık ihtiyaçlarını karşılama yönünde sosyal ekonomik yönden desteklenmeleri için bilgi derlemek ve ilgililere mütalaada bulunmak; rehabilitasyon kurumlarının teftiş ve çalışma programı tanzimine yardım etmek; her çeşit kuruluşla sosyal hizmetler açısından iş birliği sağlamak; yardım dernekleri arasında koordinasyon sağlamak ve hizmetlerini verimli kılmalarına destek vermek; sosyal hizmet mevzuatını incelemek, istatistiksel veri toplamak, sosyal hizmetlerin gayesini topluma tanıtmak şeklinde sıralanmıştır.
Türkiye’nin hızla değişen toplumsal, ekonomik koşulları içinde oluşan sorunlara daha bilgili, bilinçli ve kökü temel bilimlere dayalı yaklaşım ve disiplinle müdahale etmek, araştırma ve sosyal ihtiyaçları karşılamak, Sosyal Hizmetler Akademisi’nin kuruluş nedeni olmuştur.
ABD’de sosyal çalışma yüksek lisansı yapan Emre Kongar, Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’ne bağlı olarak Sosyal Çalışma Yüksekokulunu kurmuş, 1967- 1968 öğrenim döneminde kurumun ilk müdürü olarak görev yapmıştır. Bu kurum, Sosyal Hizmetler Akademisinden sonra Türkiye’nin ikinci, üniversite bünyesinde ise Türkiye’nin ilk sosyal çalışmacı yetiştiren yükseköğrenim kurumudur. Bölüm 1971-1972’de Sosyoloji Bölümü ile bütünleştirilerek alt program olmuştur. Sonraki yıllarda istihdam sıkıntılarının önünü almak için Sosyal Çalışma ve Sosyal Hizmetler olarak genişletilen bölüm 12 Eylül sonrasında kurulan YÖK kararıyla kapatılarak öğretim elemanları ve öğrencileri Sosyal Hizmetler Akademisi’ne aktarılmıştır.
Uzun yıllar Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu sosyal hizmetler alanında tek eğitim kurumu olarak kalmıştır. 21. Yüzyıla gelindiğinde ise Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne bağlanmış, tek olan okul sayısı ise hızla çoğalmıştır.
Sosyal çalışma eğitiminin gelişimi için tek örgüt olan ve dünyanın her yerinde sosyal çalışma eğitiminin baş sözcüsü kabul edilen Uluslararası Sosyal Hizmet Okulları Birliği ise (IASSW; Inernational Association of Schools of Work) 1928’de kurulmuş ve 90’dan fazla ülkede 1800'ü aşkın sosyal çalışma okuluna ulaşmaktadır ve Türkiye de bu örgütün üyeleri arasındadır.