SOSYAL PSİKOLOJİ I - Ünite 3: Sosyal Etki Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Sosyal Etki

Sosyal Etkinin Doğası

Sosyal etki çok genel anlamda insanların birbirlerini etkilemesi ya da etkilemeye çalışmasıdır. Ancak bu kadar genel bir bakış açısı sosyal etki süreçlerinin karmaşıklığını anlamaya ve açıklamaya pek yardımcı olmaz. Sosyal etki ya da uyma davranışı bireyin grup karşısında nasıl davrandığıyla ilgilenir. Bu bağlamda, sosyal etkinin ya da uyma davranışının gerçekleşmesi şöyle betimlenir: Başlangıçta gruptan farklı düşünen ya da davranan birey grupla karşılaştığında, kendi düşünce ya da davranışını terk edip grup doğrultusunda davranış gösteriyorsa sosyal etki gerçekleşmiş demektir.

Sosyal etki araştırmalarındaki temel varsayım, bireyin çevresindeki insanların davranışları doğrultusunda davranış göstermesi durumunda kendi iradesine rağmen onların etkisine girdiği ya da onlar tarafından manipüle edildiğidir. Ancak bu her zaman böyle olmayabilir ve hatta bazen bunun tam tersi bile olabilir. Başkalarının kendini “etkilemesine” izin vermek zorunlu olarak olumsuz bir eylem değildir. Böyle bir durumda sorulması gereken soru kimin kimi manipüle ettiğidir. Pek çok durumda kişiler değil, sosyal ortamların kendisi görünürde uyma davranışı olarak betimlediğimiz davranışı belirler. Genellikle farkında olmadığımız davranışın en büyük belirleyeni sosyal psikologların “durumun talep ettiği özellikler” diye ifade ettiği olgudur. Pek çok sosyal rolü yerine getirirken, birileri bizi zorladığı ya da bir şekilde kandırılmış olduğumuz için değil o davranışları rolün gerektirdiği davranışlar olarak gördüğümüz için yaparız. Bu bazı durumlarda sosyal rolün yerine getirilmesinde sosyal baskı olmadığı anlamına gelmez, sadece sosyal baskı sosyal rolün işlevselliği için kaçınılmaz değildir. Sosyal roller genellikle durumsal ve kişiler arası faktörlerin ortaklaşa etkisinin bir sonucudur ve genellikle kişisel istekler ile başkalarının beklentileri arasındaki bir uzlaşmayla gerçekleştirilir.

Sosyal rollerin baskı altında gerçekleştirilmediği iddiasına karşılık elbette bazı durumlarda sosyal rolün baskı koşulları altında gerçekleştirilmesi mümkündür. Bunun en iyi örneklerinden biri Zimbardo’nun hapishane deneyidir. Deney öncesinde gardiyanlar grubuna herhangi bir özel yönerge verilmemiş, sadece fiziksel şiddet kullanılamayacağı söylenmiştir. Onlardan tek beklenen hapishaneyi sorunsuz bir biçimde yönetmeleridir. Zimbardo’nun kendisi de deneyde hapishane müfettişi olarak görev almıştır.

Deneyin başladığı ilk geceden itibaren gardiyanlar disiplini sağlamaya çalışmışlardır. Daha ikinci günde tutuklular isyan çıkarmışlar ve bu isyan gardiyanlar tarafından güçlükle de olsa bastırılmıştır. Gardiyanlar açısından böyle bir zafer gardiyanların bir grup olarak kendine güvenmelerini sağlamış, diğer yandan tutuklular üzerinde kurdukları psikolojik baskı yöntemleri tutukluların psikolojik olarak dağılmasına yol açmıştır. Deneyin altıncı gününe kadar geçen süreçte gardiyanlar tutuklular üzerindeki psikolojik güç üstünlüklerini keyfiliğe varacak şekilde kullanır hâle gelmişlerdir. Bu arada Zimbardo da dahil, tüm tutuklu ve gardiyanlar bunun bir deney olduğunu neredeyse unutma noktasına gelmişlerdir. Sonuçta iki hafta olarak planlanan deney altıncı günde sona erdirilmiştir. Zimbardo bu kararda iki faktörün etkili olduğunu belirtmektedir. İlki hapishanenin her yerine konan kameraların kayıtlarına baktıklarında gece vardiyasındaki gardiyanların keyfi güç kullanımını arttırdıkları gözlenmiştir. Diğeri ise herkesin bunun bir deney olduğunu unuttuğu ve sürecin akışına kendini kaptırdığı bir bağlamda dışarıdan bir bakışın Zimbardo’yu gerçekliğe döndürmesidir.

Norm Oluşumu ve Etkisi

Belirsiz durumlarda diğer insanların yaptıkları ve söyledikleri bizim için bir bilgi kaynağı hâline gelir. Belirsiz durumlarda başkalarının nasıl bilgi kaynağı hâline geldiği Muzafer Sherif tarafından gerçekleştirilen otokinetik etki deneylerinde gösterilmiştir. Otokinetik etki deneyleri karanlık oda deneyleri olarak da bilinir. Tamamen karanlık bir odada tek bir ışık kaynağına baktığınızda onu sabit bir ışık kaynağı olarak değil, hareket eden bir ışık çizgisi olarak algılarsınız. Bu kişiden kişiye değişen öznel yargıya bağlı bir olgu değil, olgunun kendisinden kaynaklanan bir yanılsamadır. Sherif ilk sosyal etki deneyinde denekleri tek tek karanlık odaya alarak, denekten 5 metre uzakta olan ışığa odaklanmalarını istemiştir. Bu ilk deneyde deneklere ışığın ne kadar hareket ettiğine ilişkin tahminlerini sorulmuştur. Her bir deneğin ışığın hareketine yönelik defalarca tahminde bulunmalarına izin verilmiş ancak karanlık odadan çıkmadan son yargılarını vermeleri istenmiştir.

Sherif’e göre her bir denek ışığın hareketini yorumlamak için örtük bir kural geliştirmiş ve ışığın hareketine ilişkin verdikleri her yargıda bu kuralı daha fazla tutarlılıkla uygulamışlardır. Bu kural oluşturma sürecinin tamamen bir illüzyona dair yapıldığının altı çizilmelidir. Sherif’in deneklere sorduğu sorunun doğru cevabı yoktur. Zira ışık sabittir. İkinci çalışmada Sherif iki naif deneğe, birinin ardından diğerine olmak üzere ışığın hareketine yönelik tahminlerini defalarca sormuştur. İki deneğin tahmini yargıları denemeler boyunca birbirine yaklaşmıştır. İki denek bu deneye çok değişken cevaplarla başlamalarına rağmen kısa sürede yargıları birbirine yaklaşmıştır. Denekler ya 1. Diğerinin tahminleriyle kendi bilgilerini en iyi tahmine ulaşmak için birleştirmişlerdir ya da 2. Hiç böyle bir çabaya girmeden, yanındaki kişiyle çatışmaktan kaçınarak onun dediğine uyma göstermişlerdir. Üçüncü çalışma ise iki aşamadan oluşmuştur. İlk aşamasında ikinci çalışmadaki denek çiftleri tekrar bir araya gelmiş ve yine ışığın hareketine ilişkin tahmini yargılarını vermişlerdir. Ve aynen ikinci çalışmada olduğu gibi deneklerin yargıları birbirine yaklaşmıştır. Ancak çalışma burada bitmemiş, birkaç gün sonra denekler tekrar laboratuvara gelerek, bu kez denek ikilileri karıştırılarak, yani herkes yeni bir partnerle ışığın hareketine ilişkin soruyu cevaplamışlardır. Birinci aşamanın tersine ikinci aşamada ışığın hareketine ilişkin tahmini yargılar birbirine yaklaşmamış, elde edilen cevap örüntüsü ikinci aşamadan farklılaşmıştır.

Konformite

Asch insanların kendileri için doğru ve uygun davranışı belirleme konusunda sıkıntı yaşadıklarında başkalarını referans alarak norm oluşturmalarını ve bu norma uymalarının gayet akla yatkın olduğunu ileri sürmüştür. Asch, insanların kendileri için doğru ve uygun davranışı bildiklerinde ve bu konuda kendilerinden emin olduklarında, başkalarının davranışlarının etkisiz olacağını öngörmüştür. 1950’lerin ilk yarısında Asch’ın “çizgiler deneyi” adı verilen bu deney serisi klasik konformite deneyleri olarak bilinir. Bu laboratuvar deneylerinde Asch basit bir algısal uyarıcı kullanmıştır: Birinin üzerinde tek bir X çizgisinin bulunduğu bir kart ve üzerinde A, B, C çizgilerinin bulunduğu başka bir kart. A, B, C çizgilerinden sadece biri, C çizgisi, diğer karttaki X çizgisiyle çok açık bir biçimde eşit uzunluktadır. Deneklerden tüm deney serisinde yapmaları istenen görev çok basittir: X çizgisinin A, B, C çizgilerinden hangisine eşit olduğu sorusunu cevaplamak. Deneklere tek tek bireyler olarak bu soru sorulduğunda, verdikleri toplam cevapların %98’i doğrudur. Diğer tüm deney serisinde katılımcılar cevaplarını bir grup içinde vermişlerdir. Gruplar 7 ya da 9 kişiden oluşmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki gruplarda sadece bir kişi naif (gerçek) denek, geri kalan denekler denek rolü yapan sahte deneklerdir. Deney serisinin standart versiyonunda katılımcılar Asch’in çizgi uzunluğu sorusuna sözlü olarak, sırayla cevap verir ve böylece gruptaki diğer herkes bu cevabı duymuş olur. Bu deneylerde Asch’in amacı yanlış cevap veren çoğunluğun gerçek denekler üzerinde etkisinin olup olmadığını görmektir. Doğru cevap çok ortada ve açık olduğu için Asch gerçek deneklerin çoğunluktan etkilenmeyecekleri beklentisindeydi. Deney sonuçları Asch’ın beklentisini karşılamadı. Deneklerin %25’i tüm denemelerde gruba uyma göstermemiş, %5’i tüm denemelerde çoğunluğa uyma göstermiş, %50’si ise 6 ve daha fazla denemeden sonra grubun yanlış cevabına uyma göstermiştir. Deneyden sonra Asch deneklere neden yanlış cevap veren çoğunluğa uyduklarını sorduğunda, genellikle çoğunluğun cevapları ile kendi doğru olduğunu düşündükleri cevaplar uyuşmadığında bir belirsizlik duygusu yaşadıklarını ve bu duygunun da herkesin içinde farklı ya da yalnız olma ve grup tarafından onaylanmama korkusuna dönüştüğünü belirtmişlerdir. Buradan çıkarılması gereken önemli bir sonuç içinde olduğumuz durum çok belirgin olduğunda ve kendimizden emin olduğumuzda bile grup ya da çoğunluk baskısının doğru olduğuna inandığımız gibi davranmaktan bizi alıkoyduğudur. Grup tarafından dışlanmak, alay edilmek ya da onaylanmamak grup ya da çoğunluk baskısının çok önemli psikolojik sonuçlarıdır.

Konformiteyi etkileyen faktörler durumsal ve kişisel faktörler olarak ikiye ayrılabilir. Durumsal faktörler grubun büyüklüğü ve grupta söz birliğinin etkisidir.

Ayrıca kültürler arası farklılıklar ve toplumsal cinsiyet farklılıkları da buna dâhil edilebilir. Kişisel faktörler içinde benlik-farkındalığı, benlik-sunumu ve kişisel kontrol ihtiyacı sayılabilir.

  • Grubun Büyüklüğü: Araştırmalar grup büyüklüğünün verilmesi gereken sosyal yargının kolay olduğu durumlarda önemli olduğunu, ama belirsiz durumlarda görece önemsiz olduğunu göstermiştir.
  • Grupta Söz Birliği: Peki çoğunlukta söz birliği bozulsa çoğunluktan bir kişi doğru cevabı verse konformite düzeyi üzerinde nasıl bir etkisi olurdu? Asch’ın tam da böyle oluşturduğu bir deneysel koşulda konformite düzeyi %5.5’e inmiştir. Çoğunluğun söz birliğinin bozulduğu bu durumda gerçek denek de çoğunluğa karşı çıkılabileceğini görmüş ve çoğunluğa rağmen başka bir cevap verilme olasılığının meşru olduğunu görmüştür. Ancak konformitenin azalması için sadece söz birliğinin doğru cevapla değil ama her durumda bozulmasının önemli olduğu sonucuna varılabilir. Diğer bir deyişle, çoğunluğa direnmenin çoğunluğa uymayan başka birinin varlığıyla mümkün olduğu açıktır.
  • Kültürler Arası Farklılıklar: Bireyci kültürlerde insanların kişisel çıkarlarını grup çıkarlarının önüne koyduğu, bunun tersine toplulukçu kültürlerde insanların düşünce ve davranışlarına rehberlik eden ilkenin kişisel çıkarlar değil, grup ya da topluluk çıkarları olduğu söylenebilir. Kültürler arası psikoloji araştırmacılarına göre toplulukçu kültürlerdeki insanlar bireyci kültürlerdekine oranla grup tarafından onaylanmaya ve bu gerçekleşmediği zaman utanç duymaya daha eğilimlidirler. Diğer yandan bireyci kültürlerdeki insanlar için ise önemli olan grup ya da topluluktan özerk olabilmek ve kendini biricik hissedebilmektir. Bu yönelim farklılığından dolayı toplulukçu kültürlerdeki insanlar bireyci kültürlere göre kendi gruplarına uymaya daha fazla eğilimlidir.
  • Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları: Uzun yıllar kadınların sosyal etkiye erkeklerden daha fazla açık olduğu kabul edilmiştir. Ancak toplumsal cinsiyetle ilgili bu genellemeye yakından bakıldığında aslında bu deneysel çalışmaların erkeklerin lehine olacak bir şekilde düzenlendiği açığa çıkmıştır. Toplumsal cinsiyetle ilişkisiz bir deneysel görev söz konusu olduğunda toplumsal cinsiyet farkının ortadan kalktığı, kadınların iyi olduğu bir deneysel görevde ise erkeklerin konformite oranının kadınlardan fazla olduğu belirlenmiştir.
  • Kişisel Faktörler: Konformite açısından araştırılan kişisel faktörler benlik-farkındalığı, benlik-sunumu ve kişisel kontrol ihtiyacıdır. Benlik-farkındalığı özel ve kamusal benlikfarkındalığı olarak ikiye ayrılabilir. Yüksek özel benlik-farkındalığı konformite düzeyini azaltır, yüksek kamusal benlik-farkındalığı konformite düzeyini arttırır. Psikolojik tepki teorisi insanların davranışsal özgürlüğe sahip olduklarına inandıklarını ve bu özgürlük hissini sınırlayan girişimlere direndiklerini ileri sürmektedir. İki tür konformite dışı davranış vardır: bağımsızlık ve konformite-karşıtı davranış. Bağımsızlıktan kastedilen kişinin sosyal etkiye direnmesinin sadece kendisinin o davranışı gerçekten yapmak istemesidir. Oysa konformite-karşıtlığı sosyal baskıya direnerek, sosyal baskının “yapma” dediği davranışı yapmak ya da “yap” dediği davranışı yapmamaktır.

İtaat

İtaat konformiteden farklı bir sosyal etki türüdür. Konformitenin gerçekleşmesi hiyerarşik bir ilişkiyi zorunlu kılmaz. Oysa itaat tanımı gereği hiyerarşik bir ilişkiyi zorunlu kılar: Bir emreden vardır, bir de emri yerine getiren. Konformitede güç kullanımı daha gizli ve dolaylıdır, oysa itaat söz konusu olduğunda güç kullanımı açık ve direkt bir biçimde gerçekleşir.

Milgram’ı itaat araştırmasına iten neden itaatin toplumsal yıkıcı sonuçlarıdır. Bu açıdan Milgram’ın çalışması Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” olgusunun sosyal psikolojik deneye sokulmuş hâli olarak görülebilir. Milgram’ın itaat deneyi için yerel gazetede cezanın öğrenme üzerindeki etkisinin araştırılacağı bir deneyde yer almak üzere gönüllüler arandığı ilanı verilmiş ve bu ilan için başvuran adaylardan çeşitli mesleklerden (işçi, işadamı vb.) 20 ile 50 yaş arasında 40 kişi denek olarak seçilmiştir. Deneyde deneklerin iki rolden birine atanması söz konusudur: öğretmen ve öğrenci. Öğrenci rolündeki deneye verilen görev deney öncesinde kendisine verilen kelime çiftlerini ezberlemesi ve deney sırasında bu kelimeleri hatırlamasıdır. Öğretmen rolündeki deneğin görevi deneyde kelime çiftlerinden ilkini söyleyip ikinci kelimenin ne olduğunu öğrenci deneğe sormasıdır. Deneyin görünürdeki amacı cezanın öğrenme üzerinde etkili olup olmadığını göstermek olduğu için, öğretmen rolündeki denekten yanlış cevap verdiğinde öğrenci rolündeki deneğe ceza vermesi beklenmektedir. Ceza, elektrik şokudur. Öğretmen deneğin önünde elektrik şokunun gücünü gösteren çok sayıda düğme vardır. İlk düğme en hafif şok olup 15 volttur ve düğmeler 15 volt artarak 450 volta kadar, yani öldürücü şoka kadar sıralanmıştır. Öğretmen deneğin her yanlış cevapta 15 volt arttırarak şoku vermesi gereklidir. Deneysel koşulda öğretmen denek öğrenci deneğin sesini duyabilir ama kendisini göremez. Deney başlamadan önce denekler öğretmen ve öğrenci rolüne atanır. Bu atama denekler teker teker araştırmacının odasına gidip bir torbadan kura çekmesiyle gerçekleşir. Deney öğretmen deneğin öğrenci deneğe listeden kelime çiftlerinden birini söyleyip diğerini öğrenci deneğe sormasıyla başlar. İlk birkaç soruda her şey yolunda gider, çünkü öğrenci denek doğru cevap verir. Ancak daha sonra öğrenci denek hata yapmaya başlar. Öğretmen denek ilk hatadan itibaren 15 volt arttırarak şok vermeye başlar. Deneyin bu standart koşulunda itaat oranı (yani 450 volta kadar elektrik şoku verme oranı) %65’tir. 40 öğretmen denekten 26’sı Milgram’a itaat etmiş ve öğretmen deneklerin hiçbiri şok vermeyi 300 volttan önce durdurmamıştır. Bu sonuçların şaşırtıcı derecede yüksek olduğu açıktır. Gerçekte bu deneyde kimseye elektrik şoku verilmemiştir. Kura çekerek öğretmen rolüne atanan gerçek deneklerin hiçbiri o torbadan öğrenci kartını çekemezdi. Çünkü zaten torbada sadece öğretmen yazılı kartlar vardı. Öğrenci denek daha önceden nasıl tepki vereceği belirlenmiş sahte denekti. Sonuçta deneye gönüllü olarak katılan 40 kişinin hepsi öğretmen rolündeydi.

Bu deneylerdeki itaat oranının yüksekliğini açıklayan en rahatsız edici faktör Milgram’ın “kişisel sorumluluğun yitirilmesi” olarak ifade ettiği faktördür. Eğer denekler yaptıkları davranışın sonucundan otoritenin sorumlu olacağını düşünüyorlar ve kendilerinin tek görevinin “otoritenin dediklerine yerine getirmekten” ibaret olarak görüyorlarsa, Nazi subayı Eichmann’ın yaptıklarını herkes yapabilir. İtaat düzeyinin bazı koşullarda çok yüksek olması bu deneylerin sonucuna ilişkin sansasyonel bir etki yaratmış olabilir ama daha önemlisi itaatin koşullara bağlı olarak ciddi düzeylerde değişen dinamik doğasıdır. Bu bölümde Milgram deneylerinde itaat koşullarını etkileyen dört faktör ele alınmıştır.

Milgram, öğretmen denekle öğrenci denek arasındaki fiziksel/mekânsal uzaklığı dört farklı uzaklıkta manipüle etmiştir. En uzak koşulda öğrenci denek ayrı bir odaya oturtularak sandalyeye bağlanır. Dolayısıyla öğretmen denek öğrenci deneği göremez ve duyamaz. Bu durumda itaat oranı % 65’in üzerindedir. Öğretmen deneğin öğrenci deneği görmediği ama duyduğu koşulda itaat oranı % 65’tir. Üçüncü koşulda öğretmen denek ile öğrenci denek aynı odadadır. Yüzünü görmez ama kurbanın acısına tanık olur. Bu koşulda itaat oranı % 40’a düşmüştür. Dördüncü koşulda öğretmen denek öğrenci denek ile aynı odadadır. Ama bu kez öğrenci deneğin elektrik şokunu alması için öğretmen deneğin onun elini elektrota bastırması gereklidir. Fiziksel temas artık yakınlığın en uç hâlidir. Bu durumda itaat oranı % 30’a düşer.

Milgram öğretmen denek ile otorite figürü arasındaki fiziksel yakınlığı üç düzeyde manipüle edip itaat oranlarına bakmıştır. İlk koşulda öğretmen denek öğrenci deneğe şok verirken otorite figürü onunla aynı odada, yanındadır (İtaat oranı % 65). İkinci deneysel koşulda otorite figürü deneye yönelik yönergeyi verdikten sonra talimatları telefonla vermiştir. Bu koşulda itaat oranı % 20.5’e düşmüştür. Üçüncü koşulda deneye ilişkin talimatlar daha önceden bir teybe kaydedilmiştir. Bu koşulda öğretmen denek otoriteyi hiç görmemiştir. Bu koşulda öğretmen denekler, elektrik şokunu hiç arttırmadan en alt düzeyde vermişlerdir.

Milgram, deneyi Yale Üniversitesi ile ilgisi olmayan sıradan bir binada gerçekleştirmiştir. İtaat oranı düşmüş olsa da bu istatistiksel olarak anlamlı bir düşüş değildir. % 65’ten % 48’e düşmüştür. Ancak deney yine aynı binada ama bu kez otorite figürü olarak Milgram’ın yerine sıradan birinin yer almasıyla gerçekleştirildiğinde itaat oranı daha anlamlı bir düzeye, % 20’ye düşmüştür. Bu sosyal bağlam fark etmeksizin, araştırmacının itaati yaratmak için yeterli bir prestije ve otoriteye sahip olması gerektiğini göstermektedir.

İtaat oranının üzerinde en dramatik etki yaratan faktör grup baskısıdır. Milgram bu faktörün etkisini öğretmen denek sayısını üçe çıkararak test etmiştir. Bu deneylerdeki üç öğretmenin ikisi sahte ve biri gerçek denektir. Üç öğretmen denek, bir öğretmen deneğin yaptığı işleri bölüşerek yapmıştır. Gerçek denek elektrik şoku vermek için düğmeye basmakla görevliydi. Üç öğretmenle yapılan deneylerin bir koşulunda diğer iki öğretmen deneycinin talimatlarını harfiyen yerine getirmişler ve öğrenci denek için hiçbir sempati belirtisi göstermemişlerdir. Bu koşulda itaat oranı % 72’ye çıkmıştır. Diğer bir koşulda ise 150 volta gelindiğinde ve öğrenci denekten ilk kez şiddetli tepki geldiğinde öğretmen deneklerden biri deneye devam etmeyi reddetmiş ve odadan ayrılmıştır. Diğer öğretmen denek de 210 voltta deneyden ayrılmıştır. Bu durumda itaat oranı en düşük düzeye gerilemiştir: % 10.

Sosyal psikolojide sosyal etki araştırmalarının öncüllerini ve sonuçlarını yorumlayacak yeterli bir teorik çerçeve geliştirilememiştir. Bu konudaki en temel çaba sosyal etki biçimlerini ayırt etmek üzere geliştirilmiş kavramlaştırmadır. Sosyal psikologlar sosyal etkiyi ikiye ayırmaktadırlar: normatif sosyal etki ve bilgisel sosyal etki. Normatif sosyal etki bir kişinin bir kişi ya da bir gruba ödül almak ya da cezadan kaçınmak için konformite ya da itaat gösterdiğinde gerçekleşen bir etki türüdür. Normatif etki sonucu ortaya çıkan davranışlar konformite gösterilen grup ve itaat edilen otorite figürü fiziksel olarak aynı ortamdayken gösterilir. Çünkü bu uyma davranışları sadece ödül ve ceza verebilecek grup ya da otorite olduğu için gerçekleştirilir. Bilgisel sosyal etki ise bir kişinin gruba bilgi edinmek için uyma gösterdiğinde gerçekleşir. Eğer içinde olduğumuz durumu ya da gerçekliği tanımlayamıyorsak başkaları bizim için bilgi kaynağı hâline gelirler. Başkalarının bilgi kaynağı olmasının nedeni bizim belirsiz olarak gördüğümüz durumu onların doğru bir şekilde yorumladıklarına ve uygun hareket tarzını seçmede bize yardımcı olacaklarına inanmamızdır. Bilgisel sosyal etki sonucu benimsenen davranışların uyma gösterilen grup orada olmadığında da sergilendiği vurgulanmalıdır.

Azınlık Etkisi

Moscovici Amerikan sosyal psikolojisinin sosyal etki yaklaşımını tamamen uyma üzerine kurduğu gerekçesiyle sert bir biçimde eleştirmiş ve bunu uyma yanlılığı terimiyle ifade etmiştir. Moscovici üç farklı sosyal etki türünden bahseder: uyma, norm oluşması ve yenilik. Uyma çoğunluğun azınlığı ikna etmesiyle ya da kendi fikrini benimsetmesiyle sağlanan bir çoğunluk etkisidir. Norm oluşması karşılıklı uzlaşmayla grupların birbirine yaklaşmasını ifade eder. Yenilik ise azınlık grubunun görüşlerini çoğunluğa benimsetmek için çatışma yaratmasıdır.

Moscovici’ye göre bir toplumsal grup kendi yaşamı hakkında karar veremiyorsa bu bir azınlık gruptur. Moscovici, azınlığın çoğunluğu etkilemesinin belki kolay değil ama mümkün olduğunu ileri sürmektedir. Bunu gerçekleştirebilmesi için azınlığın belirli bir davranış tarzına sahip olması gerekir. Moskociye göre, eğer azınlık çoğunluğu etkilemek istiyorsa tutarlı davranmalıdır. Tutarlılık hem zaman içinde hem de grup üyeleri arasındaki tutarlılık olarak anlaşılmalıdır. Zaman içinde tutarlılıktan çoğunluk üzerinde tutarlılık algısı yaratması kastedilmektedir. Grup üyeleri arasındaki tutarlılık ise grubun söz birliği içinde olmasıdır. Azınlığın davranış tarzını oluşturan ikinci özellik özerkliktir. Azınlık grubu belli ilkelere göre hareket ettikleri, kişisel çıkar ya da başka gizli kapaklı güdüleri olmadığı izlenimi verirlerse çoğunluk üzerinde etkili olabilirler. Üçüncü bir davranış özelliği ise katılık/ esneklik ekseninde betimlenebilir. Azınlık grubu çoğunluk grubuyla tüm müzakere yollarını kapatmışsa ve bu konuda çok katı ise çoğunluk tarafından dogmatik görünür ve reddedilir. Diğer taraftan çok esnek olursa bu kez tutarsızlıkla suçlanabilir ve aşırı esneklikten dolayı çoğunlukla arasındaki farkı ortaya koyamaz. Bu nedenle azınlık grubu katılık/ esneklik ekseninde dengeyi tutturmak zorundadır.

Sosyal psikologlar arasında azınlık etkisi ve çoğunluk etkisinin aynı sosyal psikolojik süreç mi yoksa farklı süreçler mi olduğu yönünde bir tartışma vardır. Aynı süreç modelini savunanlar azınlık etkisi ve çoğunluk etkisinin aynı sosyal psikolojik dinamiklerle işlediğini ve yalnızca sonucun farklı olduğunu iddia etmektedirler. Tek süreç modeline göre çoğunluğun bilgisel etkisi yüksek olduğunda ve çoğunluğun normatif gücü yüksek olduğunda, azınlığın çoğunluk üzerinde bilgisel etkisi olmayacaktır. Ama çoğunluğun kendine güveni azaldığında azınlıktan gelen ve kendileriyle çelişen bilginin daha fazla etkisi olacaktır. Buna çoğunluğun azalan normatif gücü de eşlik ettiğinde, azınlık ve çoğunluk arasındaki dengede azınlık etkisi galebe çalacaktır. Farklı süreç modeline göre çoğunluk etkisi zaten hâlihazırdaki normlara uymak anlamına geldiğinden her zaman yapılan davranışların düşünülmeden, sorgulanmadan tekrar edilmesini içerir. Farklı süreç modeline göre, azınlık etkisi ise azınlığın tutarlı ve mantıksal argümanlarıyla üretilir. Ancak azınlık etkisi, çoğunluk etkisinde olduğu gibi otomatik bir süreç sonucunda ortaya çıkmaz. Özetle farklı süreç modeline göre çoğunluk etkisi mekanik, kolay gerçekleşen ve kendini hemen gösteren bir etkidir. Oysa azınlık etkisi zor gerçekleşen, derinlemesine zihinsel işlem gerektiren, yavaş ve örtük sonuç üretir.