SOSYAL SORUNLAR - Ünite 3: Yapabilirlik(ler) Yaklaşımı ve Kalkınma Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Yapabilirlik(ler) Yaklaşımı ve Kalkınma
Giriş
Bir ülkenin kalkınması bugün toplumların tecrübe ettiği birçok sosyal ve ekonomik sorunu çözebilmeleri için gerekli koşullardan birisi olarak işaret edilmektedir. Söz konusu sorunlar içerisinde sadece yoksulluk, ekonomik eşitsizlik, istihdam yetersizliği, üretim kapasitesinin düşüşü gibi ekonomik sorunlar yer almamaktadır. Kalkınma sürecini tamamlayamayan veya bu süreç içerisinde yeterli hızla ilerleyemeyen birçok ülke, bahsedilen ekonomik sorunlara ek olarak ve yine bu sorunlarla ilişki içerisinde gelişen birçok sosyal ve idari sorun ile de karşılaşmaktadır.
Çeşitli araştırmacılar ve bilim insanları tarafından suç oranlarındaki artış, yenilikçi ve yaratıcı fikir sahibi bireylerin yetiştirilememesi, toplumsal huzursuzluk ve kutuplaşma, demokrasi ve insan haklarında gerileme, temel hukuki düzenlemelerin işlerliğinin ortadan kalkması ve bireylerin vatandaşlık kavrayışlarını yitirmeleri, düşünsel ve sanatsal üretimin gerilemesi, aitlik hissinin geliştirilememesi ve toplum olmanın koşullarının kaybı, bireylerin günlük hayat pratiklerinde şiddetin artması ve çözüm aracı haline gelmesi, toplumsal cinsiyetler arasındaki sosyal eşitsizliklerin artması, norm ve değer sistemlerindeki azalış, bireylerin güven hissinin yitimi gibi birçok başlık bu sorunlar arasında gösterilebilmektedir.
Kalkınma Paradigmasında Çatışan Görüşler ve Varsayımlar
Neo-klasik perspektiflerden Marksist perspektiflere kadar çok geniş bir yelpaze içerisinde tartışılan kalkınma süreçleri en temel ve en basit anlamıyla doğal ve/veya insan kazanımı kaynakların belirlenen amaçlara uygun olarak kullanılması sürecidir. En özlü ifadesiyle kalkınma sahip olunan kaynakların istenilen amaçlara uygun kullanılabilmesidir.
Günümüzde finans ile oldukça iç içe geçmiş olarak tartışılan ve matematiksel modellemelerin oldukça ağırlıklı olarak yer kapladığı kalkınma literatürünün ortaya çıkıp gelişmesinde ise kimi normatif bakış açıları bulunmaktadır. Bu bakış açılarını sunan filozoflar arasında ekonomi biliminin klasikleri arasında gösterilen Adam Smith, Karl Marx, John Stuart Mill ve Thomas Malthus gibi isimlerin yanında, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde ve sonrasında söz konusu bu alanda ağırlıklarını oldukça hissettirmeye başlayan ve kalkınma süreçlerinin arkasında yatması gereken normatif motivasyona dair farklı fikirler sunan filozoflar arasında Friedrich Hayek, John Maynard Keynes, Karl Polanyi, Jospeh Schumpeter ve Throsten Veblen gibi isimler sayılabilir.
Kalkınmaya ilişkin iktisadi bakış açısını aşıp meseleye normatif olarak yaklaşan düşünürler üç kuşak halinde incelenebilir. Bu bakış açılarından birincisi kalkınmanın daha fazla ekonomik değer üreten, daha fazla ekonomik çıktı ortaya koyan bir süreci hedeflemesi gerektiği fikrini savunurken, ikinci görüş ekonomik değerin ya da ekonomik çıktının her zaman daha yüksek bir yaşam kalitesi, daha uzun ve yoğun bir esenlik hali ya da daha fazla özgürlük ve fırsat getirmediğine işaret ederek, kalkınma sürecini ve hedefini yönlendiren temel motivasyonun ekonomik çıktı olamayacağını iddia etmektedir.
İkinci perspektif, yani kalkınmayı bir ülke ya da bölgenin insanlarının yaşam kalitesi, esenlik, özgürlük veya sahip oldukları fırsatlar ile değerlendirmeyi öneren perspektife göre bahsedilen gelir, ekonomik üretkenlik ve üretken yatırımlar birer amaç değil birey ve toplum refahını hedeflemesi gereken kalkınma süreçlerinin birer aracıdır. Bu sebeple, kalkınma olgusu söz konusu ekonomik değer çıktısı üzerinden ölçülemez ve fakat bu değer çıktısının birey ve toplum refahına dönük katkısının ne olduğu kalkınma sürecinin temel belirleyeni olmalıdır.
Kalkınmanın sadece ekonomik çıktıya ilişkin bir olgu olmadığına, ekonomik olarak ilerlemiş kimi ülkelerin bu ilerlemelerine temel teşkil etmesi gereken kimi insani konularda kendilerinden daha az ekonomik büyüklüğe sahip olan ülkelerin daha gerisinde kaldıklarını gösteren ve buradan hareketle de insani kalkınma paradigmasının ortaya çıkmasına ön ayak olan 1998 yılı Nobel Ekonomi Ödülü’nü alan Amartya Sen’in, Dünya Bankası verilerine dayanarak aşağıdaki tabloda sunduğu karşılaştırması önemli çağdaş kalkınma literatüründe bir klasik olarak düşünülmektedir.
Ekonomik zenginlik ile bireyin yaşam standardı ve kalitesi arasında doğrudan bir ilişkinin her zaman kurulamadığını gösteren örnekler, kalkınmanın önceliklerinin ekonomik zenginliğin arttırılması olması gerektiğini belirten ve bu anlamıyla ekonomik değer çıktısına odaklanan bakış açısına dönük eleştirileri gündeme getirmiş yeni bir kalkınma paradigmasının ortaya çıkmasına ön ayak olmuştur. Yüksek gelir, medeni haklar, insan hakları ve siyasal özgürlükler gibi hukuki düzenlemelerin ve yasal sözleşmelerin de konusu olan hakların güvencesi değildir.
Sen’in Yapabilirlik Yaklaşımı
Yapabilirlik(ler) yaklaşımının iki öncü ismi olarak gösterilen Hindistan asıllı ekonomist ve sosyal düşünür Amartya Sen ve Amerikalı siyaset bilimci Martha Nussbaum temel kimi başlıklarda fikir birliği içinde olsalar da, yapabilirlik(ler) yaklaşımının oluşturulmasında gözetilmesi gereken kimi diğer başlıklarda farklı görüşlere ya da iddialara sahiptirler.
Sen’in yapabilirlik yaklaşımı normatif bir değerlendirme çerçevesi olarak geliştirilmiş bir yaklaşımdır. Bunun anlamı, yapabilirlik yaklaşımının sadece kalkınma konusunu değil, ama aynı zamanda birçok sosyal olguyu ve sorunu bir norma öncelik vererek değerlendirme yapan bir çerçeve olmasıdır. Bir diğer deyişle, Sen’in yapabilirlik yaklaşımı kalkınma, sosyal adalet, sosyal seçim, yoksulluk, eşitsizlik, yaşam kalitesi ve standardı, sosyal politika düzenlemeleri gibi konularda faillik, özgürlük ve bireyin seçim yapabilme kapasitesine öncelik vererek değerlendirme yapan bir yaklaşımdır. Klasik faydacı kalkınma teorilerinin gelir, zenginlik ve üretim kapasitesi üzerinden sürdürdükleri kalkınma değerlendirme ve analizlerinden farklı olarak Sen, kalkınmanın bireyin değer verdiği yapabilirlikleri (örneğin, eğitime erişim, sağlıklı olabilme, siyasal katılımı gerçekleştirebilme, istihdam olanaklarına sahip olma ve benzeri) gerçekleştirebilme özgürlüğüne sahip olması olarak değerlendirmektedir.
Sen yapabilirlik yaklaşımını, bireylerin nelere sahip olduklarıyla değil (gelir ya da zenginliğin diğer formları), ama insanların kendi hayatlarıyla sahip olduklarıyla neleri yapabildikleri ve neler olabildikleriyle ilişkilendiren bir yaklaşım olarak tarif etmektedir. Yapabilirlik yaklaşımı, bu çerçevede, sosyal düzenlemeleri bireylerin değer verdikleri işlevleri gerçekleştirebilme özgürlüklerine göre değerlendirmektedir.
Kalkınma süreçlerinin analiz edilmesinde bireylerin sahip oldukları gelir ve zenginlik yerine, bu gelir ve zenginlik ile değer verdikleri işlevleri gerçekleştirmekte ne derece özgür olduklarına odaklanmayı öneren yapabilirlik yaklaşımı, bu önerisiyle ister istemez analize katılması gereken değişkenleri genişletmek zorunda kalmaktadır. Bir başka deyişle gayrisafi millî hasıla ya da kişi başına düşen gelir miktarı yerine, bu gelirin değerli işlevlere dönüştürülmesinde etkili olan ya da olması beklenen değişkenler, bir başka deyişle faktörler de analize dâhil edilmelidir.
Bireylerin, sahip oldukları araçları değer verdikleri işlevlere dönüştürmesini engelleyen ya da kolaylaştıran bu faktörlerin neler olabileceği konusunda her ne kadar Sen yeterince net bir tanımlama yapamasa da, bu faktörleri kavramsal düzeyde çevirim faktörleri olarak ifade etmekte ve erken dönem eserlerinde kişisel faktörler ve dışsal ya da sosyal faktörler olarak iki kategoride toplamaktadır.
Çevirim faktörlerinin bahsedilen bu sınıflandırmalarının sosyal gerçekliği yakalamaktan uzak olduğu, onların çok fonksiyonlu doğalarını göz ardı eden ve yine onların birbirleriyle etkileşime geçerek sahipliğin faydaya çevrilememesini telafi edici veya kalıcılaştırıcı rollerinin göz ardı edildiği yönünde eleştiriler bulunmaktadır. Bir ülkenin kalkınmasının sadece bireylerin sahip olduklarıyla değil, ama aynı zamanda sahip olduklarını değer verdikleri işlevlere çevirip çevirememelerine göre yapılacak bir analiz, kalkınmanın amaçları olan işlevlere odaklanacak, bu işlevlerin ne derece gerçekleştirilebildiğini değerlendirmek için ise bireyin sahip olduklarını değer verdiği işlevlere dönüştürmesinde etkili olan birçok faktörü de analize dâhil etmek zorunda olacaktır.
Kuramsal düzeyde seçim özgürlüğünün birey refahı ve ülke kalkınması açısından önemi Sen ve diğer birçok bilim insanı tarafından oldukça etkili bir şekilde savunulmuş ve büyük oranda da kabul görmüş olmasına rağmen, bu kuramsal ve oldukça soyut karşıt-olgusal (counter-factual) vurgunun makro düzeyde yapılacak kalkınma analizlerine (özellikle niceliksel ölçümlere) nasıl yansıtılacağı ise hâlen tartışılmaktadır.
Yapabilirliklerin Belirlenmesi ve İnsani Kalkınma
Martha Nussbaum yapabilirlik(ler) yaklaşımının gelişmesinde oldukça önemli katkılar koymuş ve Sen’den sonra bu yaklaşımının en bilinen ikinci ismi olan Amerikalı siyaset bilimcidir. Amartya Sen ve Martha Nussbaum yapabilirlik konusuna yaklaşımlarında temelde birçok konuda fikir birliği içinde olsalar da aralarında kimi önemli fikir ayrılıkları da vardır. Bu fikir ayrılıklarının en başında ise liste sorunu olarak bilinen, değerli yapabilirliklerin neler olduğuna ya da bu yapabilirliklerin nasıl tanımlanması gerektiğine ilişkin olarak süregiden tartışma gelmektedir.
Sen’in yapılacak analiz ve değerlendirmelerde hangi yapabilirliklerin temel alınması konusunda sessiz kalması, Martha Nussbaum’un eleştirilerinin öne çıkmasını sağlamış ve bu eleştiriler üzerinden Nussbaum, kısmen kimi özgün yanları da olan kendi yapabilirlikler yaklaşımını ileri sürmüştür. Sen kalkınma, sosyal adalet, yoksulluk, eşitsizlik, yaşam kalitesi gibi olguların değerlendirilmesinde ve analiz edilmesinde bireylerin değer verdikleri yapabilirlikleri gerçekleştirmekte ne derece özgür olduklarının temel alınması gerektiğini öneren bir çerçeve sunmakta, fakat bu yapabilirliklerin neler olduğu konusunda bilinçli olarak sessiz kalmaktadır.
Sen’in ortaya koyduğu yapabilirlik anlayışından farklı olarak, Amerikalı siyaset bilimci Martha Nussbaum ise kendi yapabilirlikler yaklaşımını normatif bir adalet teorisi olarak ileri sürmektedir. Sen yapabilirlik kavramını bireyin değer verdiği işlevleri gerçekleştirebilme özgürlüğü olarak tanımlarken, Nussbaum böyle bir tanımlamadan daha ziyade, birey için bir hayatı değerli yapacak işlevleri “yapabilirlikler” olarak kurgulamakta, bu sebeple onun önerdiği yaklaşım çoğul bir ifade ile yapabilirlikler yaklaşımı olarak tarif edilmektedir. Nussbaum’a göre yapabilirlikler bir anayasal düzenlemenin ruhunu oluşturması gereken temel ve kendine özgü olarak hangi iyi hayat tanımını yaparlarsa yapsınlar her birey için değerli olan işlevlerdir. Bu anlamıyla anayasa gibi temel bir sosyal sözleşmeye referans ile yapabilirlikler yaklaşımını oluşturan Nussbaum’a iddiasını daha çok siyaset bilimi alanında ve sözleşmeci adalet teorileri üzerinden inşa etmektedir. Sen’in ortaya koyduğu yapabilirlik yaklaşımından farklı olarak, Nussbaum’un yapabilirlikler yaklaşımı her birey için garanti edilmesi gereken 10 temel yapabilirlik içermekte ve hükümetler bireyleri bu 10 temel yapabilirliği gerçekleştirme özgürlüklerini garanti etmelidirler.
Amartya Sen ve Martha Nussbaum’un öncülüğünde geliştirilen yapabilirlik(ler) yaklaşımı sayesinde ekonomik değer çıktısına odaklanan kalkınma analiz ve değerlendirmeleri yerini bireylerin refah içinde yaşamalarının ön koşulu olarak temel kimi yapabilirlikleri gerçekleştirmelerine odaklanan insani gelişme anlayışı öne çıkmış ve bu anlayış Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (BMKP) ülkelerin kalkınma performanslarını değerlendirmelerinde temel ölçüt olarak ele alınmaya başlamıştır.
1998 yılında Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanan Hindistan asıllı ekonomist ve sosyal kuramcı Amartya Sen ve Amerikalı siyaset bilimci Martha Nussbaum’un öncülüğünde geliştirilen yapabilirlik(ler) yaklaşımı, kalkınma, sosyal adalet, yoksulluk, eşitsizlik, birey refahı ve sosyal seçim kuramı gibi birçok alanda kullanılan bir değerlendirme çerçevesidir.
Bugün insani kalkınma olarak bilinen ve gelir veya zenginliğin çok çeşitli formları ya da tüketim ve harcamalar yerine insanların eğitim ve sağlık gibi temel kimi değerli filleri ne derece gerçekleştirdiklerine odaklanan anlayış da Amartya Sen ve Martha Nussbaum’un öncülüğünde geliştirilen yapabilirlik(ler) yaklaşımının sunduğu kuramsal çerçeveye dayanmaktadır.
İnsani kalkınma anlayışı çerçevesinde şekillenen ve her yıl Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından ülkelerin kalkınma performanslarının sıralandığı raporlar sadece eğitim, sağlık ve makul bir yaşam düzeyini garanti eden gelire değil, ama aynı zamanda çok çeşitli sosyal sorun ve konuları da gündeme getirmekte ve tartışmaya açmaktadır.