SOSYOLOJİ I - Ünite 3: Çalışma ve İş Yaşam Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Çalışma ve İş Yaşamı
Çalışma Nedir? Neden Sosyolojik Bir Kavramdır?
Kamu veya özel bir kuruluşta, yani ev dışında belirli bir mekânda ve belirli saatler aralığında resmi olarak gerçekleştirdiğimiz gelir getirici faaliyetler içerisinde olmak. Bu tanımın üç temel öğesi var: Çalışmanın ev dışında belirli bir mekânda ve belirli saatler aralığında yapılıyor olması; çalışmanın resmi, kayıt altında olması ve son olarak çalışmanın gelir getirici bir faaliyet olması. İlk unsur üzerine biraz düşündüğümüzde, çalışmanın belirli bir mekânda ve belirli saatler aralığında gerçekleştirilmek zorunda olmadığını fark ederiz.
Çalışma, resmi, yani kayıtlı bir karakter de taşımayabilir. Örneğin, buğday üreticisi bir çiftçi ailesinde başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere aile üyeleri herhangi bir iş sözleşmesine tabi olmaksızın ürünün ekiminden hasat zamanına kadar çeşitli işlerde çalışıyor olabilir.
Çalışma gelir getirici bir faaliyet de olmayabilir. Örneğin, herhangi bir ücret almadan, gönüllü olarak bir sivil toplum kuruluşunda, dernekte veya vakıfta çalışıyor olabilirsiniz. Çalışma, ev veya ev-dışı, kayıtlı veya kayıt-dışı, karşılığında bir gelir elde edilen veya ekonomi-dışı karşılıklar içeren biçimleriyle farklı biçimlerde gerçekleştirilmektedir. Bu anlamıyla çalışma, ekonomik bir süreç olmasının yanı sıra psikolojik, kültürel, toplumsal ve siyasal bir süreç ve ilişki olarak oldukça geniş bir kapsama sahiptir.
Dolayısıyla çalışmayı; “Çalışma, ekonomik ve sembolik değer taşıyan, fiziksel ve zihinsel çaba içeren amaçlı insan etkinliğidir.” Şeklinde tanımlamak yerinde olacaktır.
İş kalıplarını günümüzde, basit bir şekilde, modern geçim stratejilerini planlayan farklı türdeki işlerin tanımları olarak düşünmemek gerekir. Daha köktenci bir şekilde, meslek emek piyasasının, birilerinin üstünde bazılarına ayrıcalık vermek, birilerine daha fazla özerklik ve emniyet sağlamak, birilerine yaptıkları işi kariyer olarak kazanma izni vermek ve diğerlerinin ise sıkıcı işler yapmasına neden olmak ve evde ve işyerinde cinsiyet ayrımlarının yeniden üretme yolunun tanımlarıdırlar.
Çalışmaya atfedilen anlam bakımından, tarihsel ve toplumsal olarak değişkenlik gösteren on farklı çalışma kavramsallaştırması ve anlayışı söz konusudur. Kökleri Batı teolojisiyle Antik Yunan-Roma felsefesine uzanan bir lanet olarak çalışma anlayışı, çalışmayı insan hayatının ve toplumsal düzenin idamesi ve sürekliliği için zorunlu bir “yük” olarak görmektedir. Çalışmanın olumsuz bir içerikte görüldüğü diğer bir kavrayış ızdırap olarak çalışmadır. İnsanın varlığını, haz, keyif, eğlence gibi alanlarda temellerinden bu anlayışa göre çalışma, çalışma-dışı zamanda alınacak haz ve keyfi artırmak için gerekli mal ve hizmetlerin üretimi için çekilmesi gereken bir çiledir. Diğer çalışma kavramları ise çalışmaya olumlu bir anlam ve içerik atfetmektedir: Bir özgürlük ve özgürleşme aracı olarak çalışma; mesleki bir temelde vatandaşlık olarak çalışma; kimliğimizin, kişilik ve karakterimizin temeli olarak çalışma; başkalarına gösterdiğimiz özen, ilgi ve umursama anlamında çalışma ya da yüce bir ideale, tanrıya veya mensubu olduğumuz topluluğa hizmet anlamında çalışma anlayışlarında olduğu gibi. Çalışmanın günümüzdeki toplumsal bağlamı bakımından önemli olan noktalardan bir tanesi, bir hizmet olarak çalışma anlayışı hariç, çalışma kavramsallaştırmalarının kökleri daha eskilere uzansa da esas olarak sanayileşme ve kapitalizme geçiş sürecinde olgunluğuna kavuşmuş olmasıdır.
Çalışmanın, kendisine atfedilen farklı anlamlar temelinde çeşitli biçimlerde kavranıyor oluşu, bu alanda yapılan araştırmaların disiplinler temelinde farklılaşmasında da gözlemlenebilir. Çalışma ve iş yaşamı yalnızca sosyolojinin değil, ekonomi, antropoloji, psikoloji, siyaset bilimi, hukuk, tarih, işletme, felsefe, çalışma ekonomisi ve endüstri iliş- kileri, kadın çalışmaları gibi birçok farklı disiplinin de ilgi odağındadır.
Giddens, sosyolojik imgelemin içeriğini oluşturan üç temel unsur olduğunu belirtmektedir: Tarihî duyarlılık, antropolojik duyarlılık ve eleştirel duyarlılık. Tarihi duyarlılık, basitçe ifade edecek olursak, toplumsal bir olgunun sürekli olarak değişim içerisinde olduğunun farkında olmaktır. Tarihî duyarlılık açısından sosyolojinin ilgi odağının merkezinde çalışma biçim ve anlayışımızda, çalışırken kullandığımız araçlar ve teknolojide ve çalışmanın toplumsal düzenlenmesinde esas olarak 18. ve 19. yüzyıllarda gözlemlediğimiz tarihsel kırılma vardır. Bugün bildiğimiz anlamlarıyla çalışma, boş zaman, ücret, fabrika, makineleşme, işletme, sanayi, ekonomik büyüme, emeklilik, işsizlik gibi kavramlar esas olarak bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Sosyolojik imgelemin ikinci temel unsuru olan antropolojik duyarlılık, tarihî duyarlılıkla da ilişkilidir. Burada dikkat edilmesi gereken temel sorun tarihsel bir olgunun sürekli olarak daha iyiye doğru gittiği varsayılan evrimci bir şemaya indirgenmesi riskidir. Örneğin, çalışma biçimlerimizde görülen tarihsel değişikliklerin her zaman için daha kötüden daha iyiye doğru gittiğini varsaymak güçtür. Şüphesiz, köleliğin ya da zorla çalıştırmanın yasal olarak ortadan kaldırılması tarihsel olarak olumlu bir gelişmedir.
Sosyolojik imgelemin son unsuru eleştirel duyarlılık, tarihî duyarlılık ve antropolojik duyarlılığın bileşkesinin bir sonucudur. Bu bölümün başında da belirttiğimiz gibi sosyoloji, doğa bilimlerinden farklı olarak “hiçbir toplumsal sürecin değişmez kanunlarla yönlendirilmediğini” vurgular. Sosyoloji, bizleri mevcut toplumsal iliş- kilerin kaçınılmaz olmadığı hususunda uyarması ve her zaman için başka türlüsünün mümkün olabileceğini vurgulaması bakımından eleştireldir. Çalışma konusu da benzer bir şekilde düşünülebilir. Sosyolojik imgelemin eleştirellik unsurunu, çalışmanın mevcut biçimlerinin, çalışmaya atfettiğimiz anlamların ya da belirli meslek ve işlere verdiğimiz değerlerin her zaman için alternatifinin olabileceğine dair bir farkındalık olarak görmek mümkündür. Ancak sosyolojik anlamda eleştiri, bilimsel bir analize dayandığı zaman bir mana ifade eder.
Çalışma bağlamında, sosyolojinin ilgi odağında, başlangıcı üzerine tartışmalar sürüyor olsa da tarihi 15. ve 16. yüzyıllardan daha eskiye gitmeyen kapitalizme geçiş ve 18. yüzyılın ikinci yarısından 19. yüzyıla uzanan bir zaman diliminde ortaya çıkan Sanayi Devrimi ile başlayan sanayileşme süreci bulunur. Sosyolojinin bir disiplin olarak ortaya çıkışının da bu dönemde gerçekleştiğini düşündüğümüzde, çalışmayı anlamak üzere cevap aradığımız sosyolojik soruların aynı zamanda sosyolojinin kendisi için de kurucu ve temel sorular olduğunu söyleyebiliriz.
Sanayileşme, Sanayi Toplumu ve Kapitalizm
Sanayileşme, tarım ve el sanatlarının hâkim olduğu kırsal toplumlardan büyük ölçekli fabrika üretiminin hâkim olduğu kentli toplumlara geçiş sürecinin teknik, örgütsel, kültürel ve toplumsal boyutları ile ele alınmasıdır.
Çalışmanın örgütlenmesi, biçim ve içeriği, kültürü ve toplumsal bağlamı bakımından sanayileşme süreci ile birlikte neler değişmiştir? Bu soruya yanıt arayışı olarak üzerinde tartışmanın sürdüğü konular ana hatlarıyla şunlardır:
- Ev ve işyeri ayrımının ortaya çıkması ve bu temelde kadın emeğinin büyük oranda ev içiyle sınırlanarak görünmez hale gelmesi.
- Ücretli emeğin, yegâne geçim kaynağı olarak yaygınlaşması ve bu bağlamda “bir iş yapıyor” olmaktan “bir iş sahibi” olmaya geçilmesi.
- Geleneksel ilişki ve hiyerarşilerin zayıflamasıyla birlikte çalışmaya ilişkin vasıflar ve eğitim temelinde (meritokrasi) toplumsal hareketliliğin artması.
- Üretim ve emek sürecinin sanayiciler (sermaye sahipleri) tarafından doğrudan kontrol edildiği büyük ölçekli kitlesel üretimin (fabrikaların) ortaya çıkması.
- Üretim ve emek süreci anlamında işin kontrol, denetim ve yönetiminin önemli hale gelmesi ve bu anlamıyla yönetici kategorisinin ortaya çıkması. Sanayileşme, tarım ve el sanatlarının hâkim olduğu kırsal toplumlardan büyük ölçekli fabrika üretiminin hâkim olduğu kentli toplumlara geçiş sürecinin teknik, örgütsel, kültürel ve toplumsal boyutları ile ele alınmasıdır.
- Teknolojik yeniliklerin süreklileşmesi ile birlikte küresel etkileşim, toplumsal işbölü- mü ve uzmanlaşmanın artması; bu bağlamda çalışma biçimlerinin yanı sıra mesleklerin çeşitlenmesi ve farklılaşması.
- Tarımda geçimlik üretimden piyasa için üretime geçilmesi ve kentleşmenin yaygınlaşarak büyümesi.
- Çalışma ve boş zaman ayrımının ortaya çıkması.
Sanayileşmeyle birlikte çalışma ilişkisinde gözlemlediğimiz önemli gelişmelerden birisi, ev ve iş yeri ayrışmasıdır. Sanayi öncesi tarım toplumlarıyla kıyaslandığında, fabrika veya ofis gibi belirli mekânlarda ve belirli saatler aralığında çalışma oldukça yeni bir olgudur. Makineleşmeyle birlikte üretim ölçeğinin büyümesi, çalışmanın hızı ve verimi gibi nedenlerle öncesinde ailelerle yapılan belirli iş sözleşmelerinin bireysel iş sözleşmesi halini alması ve sanayileşmeyle birlikte ücret geliri haricinde gelir elde imkânlarının giderek azalması bu ayrışmanın temel nedenleri arasında sayılabilir
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde kadınların çalışma hayatına katılımında önemli artışlar görülmektedir. Bu artışın nedenleri arasında evlilik yaşının artması ve geç annelik olgusunun yaygınlaşması, ev içi teknolojilerin sağladığı emek tasarrufu, ailenin geçim stratejileri bakımından kadının getireceği gelirin giderek daha önemli hale gelmesi ve kadın hareketinin çalışma politikalarının şekillenmesinde artan gücü ve etkisi sayılabilir. Ne var ki, yapılan araştırmalar, kadınların iş hayatına artan katılımının toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermek yerine yeni biçimler altında yeniden üretmekte olduğunu vurgulamaktadır.
Sanayileşmeyle birlikte çalışma ilişkisinde gördüğümüz temel değişmelerden bir diğeri ise ücret geliri karşılığı çalışmanın yaygınlaşmasıdır. Ücretli çalışmanın yaygın biçim olarak tarih sahnesine çıkışı üzerine tartışmalar, özellikle 17. ve 18. yüzyıla damgasını vuran sömürgecilik, tarımda kapitalizmin gelişmesi sonucu bağımsız köylülerin topraklarına el konulma süreçleri ve kadın emeğinin ücretli emeğin takviyesi olarak ev-içi alanla sınırlandırılması gibi tarihsel süreçler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ücret gelirinin yegâne geçim kaynağı olarak ortaya çıkışına ilişkin tarihsel açıklamalar çeşitli olmakla birlikte, kesin olan bir şey varsa o da ücretli çalışmanın Sanayi Devrimi’ni takip eden ve günümüze kadar uzanan süreç içerisinde yaygınlaşmış olmasıdır.
İşgücü piyasası, arz ve talebin karşılaştığı ve belirli bir ücretin oluştuğu toplumsal bir örgütlenmedir.
Ücretli emek, bir başkası için ücret karşılığında çalışıyor olmayı ifade eder.
Marx’a göre ücretli emek, toprak, makine ve diğer gerekli üretim araçlarından yoksun olan ve geçinebilmek için bu araçların sahibi olan kapitaliste emek gücünü satmak durumunda olanları ifade eder.
Teknolojik yeniliklerin süreklileşmesi ve teknoloji kullanımının çalışma ilişkisinde başat hale gelmesiyle birlikte artan toplumsal işbölümü ve uzmanlaşma, bilimsel (akılcı/rasyonel) yöntemlerin üretim ve emek sürecine uygulanması ve bu süreçlerin çalışan bireylerle genel olarak toplum üzerindeki etkileri klasik sosyologların gündeminde merkezi bir yer edinmiştir.
Weber, rasyonelleşme kavramını yalnızca çalışma ilişkisi bakımından değil, modern toplumların genel karakteristik özelliği olarak ele almıştır. Sanayileşme ve kapitalizme geçiş sürecinin neden diğer toplumlarda değil de Avrupa’da ortaya çıktığı sorusu etrafında çalışmalar yapmış olan Weber, bu sorunun yanıtını teknik gelişmelerin yanı sıra, bir önceki bölümde değindiğimiz Protestan Ahlakı’nın çalışmayı kutsal bir kurtuluş aracı olarak görmesi gibi kültürel öğeler içerisinde aramıştır. Weber’in bu bağlamda kullandığı rasyonelleşme kavramı, modern toplumlarda görülen sonuçlara ve hesaplamaya dayalı düşünme ve eyleme biçimlerini ifade etmektedir.
İşin parçalarına ayrıştırılarak çalışmanın sonuçları itibariyle hesaplama ve tasarımın konusu olması iş bölümü ve uzmanlaşmanın yanı sıra emek süreci bağ- lamında da özellikle Taylorizm ve Fordizm kavramları etrafında şekillenen önemli bir tartışmaya konu olmuştur.
Emek süreci, “insan ihtiyaçlarının karşılanması için insan emeği ile ürünlerin oluşturulması süreci” olarak tanımlanabilir.
Taylorizm, verimlilik temelinde emek sürecinin rasyonelleştirilmesidir. Taylorist bilimsel yönetim anlayışı, bir işin yapılmasının en iyi yolunun, işin bilgisinin rasyonel yöntemleri temel alan yönetim ve idarenin kontrol ve denetiminde toplanması olarak görülmesidir.
Fordizm, “standart malların, dikey biçimde örgütlenmiş şirketler tarafından” kitlesel olarak üretildiği sistemdir.
Sanayi toplumu ve kapitalist toplum terimlerinin masum sözcükler olmadığını belirten Giddens, bu terimlerin bugün aşina olduğumuz modern dünyayı ortaya çıkaran değişikliklerin do- ğasını anlamak ve yorumlamak açısından iki karşıt düşünce biçimine işaret ettiğini belirtmektedir. Sanayileşmeyle birlikte gözlemlediğimiz değişimleri, 19. yüzyılın ilk yıllarında Comte ve Saint Simon tarafından ortaya atılan sanayi toplumu kavramını kullanarak açıklamaya çalışanlar, bu süreci çeşitli sorunlar barındırsa da eşit ve adil bir topluma geçiş olarak görme eğiliminde olmuşlardır. Başka bir ifadeyle, 1950’lerde ve 1960’larda özellikle Avrupa ve ABD’de yaygın olarak kabul gören sanayi toplumu anlayışı, sanayileşme sürecinde ortaya çıkan toplumsal sorunların sanayileşmenin gelişmesi ve olgunlaşmasıyla çözülebileceği yönünde güçlü bir kanı sunmuşlardır.
Sanayi toplumu, Dahrendorf’a göre, sanayi üretiminin egemen olduğu ekonomik örgütlenme biçimidir. Sanayi toplumu anlayışının, sanayileşme süreciyle ortaya çıkan modern toplumlara yönelik temel görüşlerini Dahrendorf örneğinde toparlayacak olursak şunlar söylenebilir:
- Geleneksel toplumdan modern topluma geçişin ifadesi olarak sanayi toplumu tarihsel bir ilerlemedir.
- Kapitalizm, sanayi toplumlarının yalnızca bir biçimidir ve kapitalizmin yarattığı sınıf çatışması sanayileşmenin olgunlaşması, liberal demokratik devletlerin ortaya çıkması ve çalışma ilişkisinin uzlaşı temelinde kurumsallaşması ile aşılmıştır.
- Sanayi toplumu eşitlikçi değildir, fakat eğitim temelinde fırsat eşitliği imkânları sunarak dengeleyici bir işlev görür.
Kapitalizm, Marksist anlayışlara göre, çalışmanın kapitalist sınıf ile işçi sınıfı ilişkisi temelinde örgütlendiği ve üretimin temel hedefinin kâr etmek olduğu toplumsal sistemdir.
Marksist okullar da kapitalizmin tarihsel bir ilerleme olduğu fikrinde sanayi toplumu savunucularıyla genel olarak uzlaşır görünmektedir. Sanayileşme süreci verimlilik artışı başta olmak üzere toplumsal ihtiyaçların giderilmesi ve üretilen mal ve hizmetlerin eşit ve adil bir temelde paylaşılması bakımından önemli imkânlar sunmaktadır. Ne var ki bu okullar, verimlilik artışını salt teknoloji kullanımıyla ilgili teknik bir süreç olarak görmemişlerdir. Bu yaklaşımlara göre verimlilik artışının altında yatan neden, toplumsal kutuplaşmayı yaratan nedenle aynıdır: Çalışmanın, emeği daha verimli kılmaya yönelik kârın izindeki kapitalist dürtü temelinde yeniden örgütlenmesi.
Güncel Tartışmalar ve Çalışmanın Geleceği
Kuramsal yaklaşımlarına bağlı olarak farklı düşünürlerin farklı biçimlerde analiz ettiği sorunlar ve değişimler, 1980’lerden günümüze uzanan süreç açısından çalışma ilişkisinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak görülmüştür. Çalışma ve iş yaşamında son otuz yıla damgasını vuran değişimlerin analizinde öne çıkan temel vurgular şunlardır:
- Üretilen ürün, çalışma ilişkisi ve çalışmanın yönetimi gibi alanlarda esnek modellere geçiş.
- Emek tasarrufu sağlamasının yanı sıra çalışmanın doğası üzerinde de köklü değişiklikler yaratan otomasyon, robot ve yapay zekâ gibi teknolojilerin artan kullanımı.
- Bilgisayarlar ve internet başta olmak üzere bilgi teknolojilerinin çalışma yaşamında merkezi bir yer edinmesi.
- Teknolojik gelişmelerin yanı sıra toplumsal ve siyasal gelişmelerle birlikte merkezinde sanayi üretiminin olduğu bir toplumsal yapıdan hizmet sektörünün ve tüketimin merkezi bir yer işgal ettiği bir toplumsal yapıya geçiş.
- İletişim, bilişim ve ulaşım alanlarında meydana gelen teknolojik yeniliklerin çalışmaya etkileri ve bu bağlamda üretimin emek maliyetlerinin düşük olduğu coğrafyalara kaydırılabilmesinin önünün açılmasıyla uluslararası iş bölümünün değişen özellikleri.
Bir yandan 1970’ler boyunca gözlemlenen ekonomik bunalımın önemli bir pazar daralması yaratması, diğer yandan ise tüketim kalıplarının değişmesiyle birlikte standart olarak üretilmiş ürünlerin tüketicileri tatmin etmemeye başlaması Fordizmin krizinin de temel unsurları arasında sayılmıştır.
Post-Fordizm ise, “esnek üretim sistemlerinin ve esnek çalışma biçimlerinin kullanıldığı, yerel pazarlar için farklılaşmış ürün ürünler üreten küresel bir üretim sistemidir”.
Post-Fordizm, üretilen üründe, üretim sürecinde ve çalışmanın yönetiminde esnekleşme olarak da tarif edilebilir. Neo-Fordizm, Fordist tekniklerin geliştirilerek uygulanmasıdır.
Özellikle Avrupa ülkeleri ve ABD başta olmak üzere gelişmiş sanayilere sahip olan ülkelerde 1980’lerden günümüze uzanan süreç içerisinde çalışma biçimi ve türlerinde önemli değişimler gözlenmektedir. Bunların başında sanayi üretiminin ekonomik örgütlenme içerisindeki ağırlığını hizmet sektörüne bırakması gelmektedir. Mesleki yapıdaki değişim bağlamında ifade edecek olursak, bu toplumlarda kol emeğine dayalı “mavi yakalı” imalat işçileri yerlerini kol gücü yerine daha ziyade “kafa emeği” gerektiren “beyaz yakalı” hizmet sektörü çalışanlarına bırakmıştır.
Sanayi-sonrası toplum, Bell’e göre güç, iktidar ve toplumsal hareketliliğin, sanayi toplumlarında olduğu gibi mülkiyet etrafında değil, bilgi etrafında şekillendiği toplumları tanımlar.
Sanayisizleşme, sanayileşmiş ya da sanayileşmekte olan ekonomilerin, toplumların ya da bölgelerin, kısmen ya da tamamen sanayi öncesi bir forma dönmeleri sürecidir.
Küreselleşme, iletişimin anlık olarak ger- çekleşebilmesiyle dünyanın gittikçe birbirine bağlı hale geldiği çok yönlü bir süreçtir.
Küreselleşmenin çalışma ve iş yaşamına etkileri bakımından öne çıkan unsurlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
- İnternet başta olmak üzere bilgi teknolojilerinin üretim sürecinde ve bilgi akışında daha önce olmadığı kadar geniş ölçekli koordinasyona imkân vermesi.
- Çalışmanın yanı sıra genel olarak ekonominin ve ticaretin küreselleşmesi ve ulus-devletlerin ekonomi üzerindeki etkisinin azalması.
- Ekonominin yanı sıra kültürel ve toplumsal ilişkilerin etkileşim ve iletişimin artan hızı ve yoğunluğu temelinde küreselleşmesi.
- Yerel, ulusal ve küresel arasındaki tarihsel ayrımların yeni biçimler alarak muğlaklaşması.
- Çalışma ve iş yaşamının yanı sıra tüketim kalıplarının şekillenmesinde çokuluslu ya da ulus-ötesi şirketlerin artan önemi.
- Taşıma, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin sağladığı imkânlar temelinde üretimin iş- gücü maliyetleri başta olmak üzere üretim maliyetlerinin düşük olduğu coğrafyalara kaydırılması.
Fordist ya da Taylorist yöntemlerin egemen olduğu sanayinin ilk aşamalarında olduğu gibi kol gücüne dayanan işler yerine, bilginin ön plana çıktığı işler giderek önemli hale gelmektedir. Hatta bazı sosyologlar emeğin çeşitlenmesi bakımından duygusal emek ve gayri-maddi emek gibi kavramlar öne sürmektedir. Dahası çalışma ve çalışmama arasındaki ayrımlar da giderek muğlaklaşmaktadır. Bu ayrımlar, bir yandan giderek yaygınlaşan ve kalıcılaşan işsizlik olgusuyla aşınmakta, diğer yandan da çalışmanın bilgi teknolojilerinin de etkisiyle hayatımızın tümüne yayılmasıyla da muğlaklaşmaktadır.