SOSYOLOJİ I - Ünite 6: Toplumsallaşma ve Eğitim Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Toplumsallaşma ve Eğitim

Toplumsallaşma

Bir eğitim süreci olarak toplumsallaşma, bireysel düzeyde insani değerlerin kazanıldığı ve kişiliğin oluşturulduğu, toplumsal düzeyde ise bireyin ait olduğu toplumun kültürünü öğrenme ve içselleştirme sürecidir.

Toplumsallaşma iki düzeyde gerçekleşir: Birincisi bireysel düzey, ikincisi ise toplumsal düzeydir. Bireysel düzeyde, insan topluluklarını hayvan topluluklarından ayıran değerlerin kazanılmasını hedefler. Bu değerlerin bir kısmı fiziksel ihtiyaçların ve dürtülerin karşılanmasıyla ilgilidir.

Toplumsallaşmanın bireysel düzeyde gerçekleştirdiği ikinci alan kişiliğin oluşmasıdır. Kişilik, diğer insanlarla kurulan ilişkiler ve etkileşimle şekillenir.

Toplumsallaşma kurumları, içinde yaşanan kültürün aktarılmasından sorumludurlar. En önemli toplumsallaşma aracıları aile, arkadaş, okul, işyeri ve kitle iletişim araçlarıdır.

Aile, yeni doğan çocuğun toplumsallaşma sürecine girdiği ilk kurumdur. Aile vasıtasıyla çocuk içinde yaşadığı toplumunda geçerli olan sözlü ve sözsüz iletişim yollarını öğrenir. Ayrıca toplumun kültürü içselleştirilir. Arkadaş gruplarında çocuk kendi yaş grubu içinde eşitleriyle ilişkiye geçer. Aile içi ilişkilerden farklı olarak paylaşma, sorunlarla başa çıkma, karşı cinsle ilişkiler gibi toplumsal yaşamın önemli davranış kalıplarını arkadaş gruplarında öğrenir. Okul, resmi ve örgütlü bir kurum olarak bilgi ve beceri kazandırmanın yanı sıra aile dışında çocuğa toplumsal sorumluluklarını öğretir. Örneğin çocuk, kendini kontrol etmeyi, dakik olmayı, rekabet etmeyi okulda öğrenir. Yetişkin olarak çalıştığımız işyeri, dünya görüşümüz ve paylaştığımız değerler açısından büyük önem taşır. İşyerinde toplumsallaşmaya, örgütlü toplumsallaşma da denir. Çalıştığımız işyerinin örgüt kültürünün öğrenilmesi ve benimsenmesi, işyerindeki başarımızı da etkiler. Dünya görüşümüzü, tutum ve davranışlarımızı etkileyen diğer bir toplumsallaşma aracı medyadır. Kitle iletişim araçları olan radyo, televizyon ve internet vasıtasıyla sosyal medya; ihtiyaçlarımızı, beklentilerimizi, dünyaya bakışımızı ve değerlerimizi şekillendirmektedir.

Toplumsal cinsiyet rollerini, davranışlarını ve beklentileri belirleyen normlar, toplumsallaşma sürecinde öğrenilir. Giyim, bebeklikten itibaren cinsiyet ayrımını belirleyen normlar arasındadır. Kadın ve erkeklerin farklı giyinmeleri gerektiği, aynı zamanda özgürlük ve saygınlık duygusunu da etkilemektedir. Bununla birlikte nitelikler, toplumsal cinsiyeti belirleyen diğer normlardır. Birçok toplumda, kadınlardan yumuşaklık, duygusallık, nezaket, ilgi gösterme, besleyip yetiştirme ve itaat etme gibi niteliklere sahip olmaları beklenirken erkeklerden güçlü, özgüvenli, mantıklı olmaları, rekabet etmeleri beklenir.

Toplumsallaşma Kuramları

Toplumsallaşma süreci ile ilgili olarak Sigmund Freud’un yapısal kişilik kuramı en önemli kuramlardan biridir. Bu kurama göre kişilik üç katmandan oluşur: İd, Ego ve Süperego. Freud’a göre, toplumsal davranış, kişiliği oluşturan id, ego ve superego sistemlerinin etkileşimi sonucunda gelişir.

George Herbert Mead sembolik etkileşim kuramının yaratıcısıdır. Toplumsallaşmada dilin önemine vurgu yapar. Sembollerden oluşan dil, dü- şünce hatta bilinç, toplumsallaşmanın ürünüdür. İnsanlar dil yoluyla toplumsal etkileşime girer. Mead’e göre benlik, birey tarafından toplumsal bir grubun tutumlarının içselleştirilmesidir. Benlik, üç aşamadan oluşmaktadır. Bunlar taklit, oyun ve grup oyunları aşamalarıdır: Birinci aşama taklit aşamasıdır. Çok erken dönemde oluşan bu aşamada çocuk annenin, babanın ve çevresindeki büyüklerin davranışlarını taklit ederek öğrenir. Taklit sürecinde neden belirli davranışlarda bulunulması gerektiği ile ilgili bilgiye sahip değildir. İkinci aşama olan oyun aşamasında belirli bir bireyin (örneğin anne ya da babanın) rolünü üstlenerek bu rolle ilgili bilgileri, diğer bir deyişle rolün sorumluluklarını anlamaya çalışır. Bilinçli veya bilinçsiz bir rolden ötekine geçer, rol değiştirir. Üçüncü aşama olan grup oyunlarında çocuk, di- ğer insanlarla ilişki kurar. Grup halinde bir oyunda kendisinin ve diğerlerinin beklentileri vardır. Çocuk, üstlendiği rolün sorumluluğunu almayı, oyunun kurallarını ve bu kurallar içinde başarılı olmayı öğrenir.

Eğitim

Sanayileşmeyle birlikte kayıtlar, raporlar, dü- zenli olarak verilerin artan biçimde toplanması ve yazıya dökülmesi temel düzeyde okur-yazarlığı ekonomik yaşamın ve toplumsal yaşamın önemli bir parçası haline getirmiştir. Çocukların eğitim için ayrılmış özel binalarda topluca eğitim görmelerini anlatan çağdaş eğitim tarzı ortaya çıkmıştır. Sanayileşmeyle birlikte kente göçün artması, özel amaçlara göre okullarda verilen eğitim gereksinimini artırmıştır. Çünkü insanlar artık çok farklı işlerde çalışmakta ve iş becerileri aile içinde aktarılamamaktaydı. Günümüzde ise insanlar yalnızca bilgi ve beceri değil, aynı zamanda tarih, coğrafya, matematik, edebiyat gibi soyut konularda ve yeni teknik gelişmelerin bilgilerini de içeren bir eğitimle donanmış olarak toplumsal ve ekonomik yaşama katılmak durumundadır.

Eğitim almadan var olabilmenin imkânsız hale geldiği günümüz toplumlarında eğitimde yaşanan eşitsizlikler, toplumdaki diğer eşitsizliklerle birlikte görülmektedir. Cinsiyet, ırk, etnik grup ve sınıf eşitsizlikleri gibi toplumsal eşitsizlikler, eğitim sisteminde gözlenmektedir.

Bir asır önce sınıfsal eşitsizlikler en önde gelen ve eğitim reformlarını doğrudan etkileyen eşitsizliklerdi. Şimdi ise daha çok sayıda insan eğitim hizmetlerinden yararlanmaktadır. Ancak eğitimde başarı, sosyal geçmişle bağlantılı olarak etkili olmaya devam etmektedir.

Eğitimde başarılı olanların büyük bir kısmının ailesi orta- sınıfta yer almaktadır.

Günümüzde testlerle ölçülebilen zekânın yanı sıra duygusal zekâ olarak adlandırılan ve insanların duygularını nasıl kullandıklarına, kendilerini denetleme güçlerine gönderme yapan bir zekâ türünden de bahsedilmektedir. Çocukların başarı düzeylerinde testle ölçülebilen zekânın yanı sıra entelektüel kapasitesini kullanmasına da imkân sağlayan duygusal zekânın büyük önemi bulunmaktadır. Zekâ düzeyleri yüksek olmakla birlikte insanlar özel yaşamlarında son derece başarısız olabilirler. Duygusal zekâ ise büyük ölçüde öğrenilen zekâdır.

Eğitime İlişkin Sosyolojik Kuramlar

İşlevselci bakış açısı eğitimi iki temel açıdan değerlendirmektedir. Bunlardan ilki, eğitimin toplumun bütünü için işlevini incelemek, diğeri ise eğitimin toplumdaki diğer kurumlarla olan işlevsel ilişkisini anlamaktır. İşlevselci bakış açısı, diğer kurumlara olduğu gibi eğitime de toplum bütününe olan olumlu katkısı açısından yaklaşmaktadır. Bu bakış açısının en önemli temsilcileri Emile Durkheim, Talcott Parsons, K. Davis ve E. Moore’dur. Durkheim, eğitimin üç temel işlevi yerine getirdiğini belirtmektedir:

  1. Toplumun bir bütün olarak devamı ve işbirliği için ‘gerekli benzerlikler’i üretmek,
  2. Aile üyesi ve akran grupları dışında kalan toplumun diğer üyeleri ile bir arada yaşamak için gerekli olan toplumsal kurallara uymayı öğretmek
  3. Sanayileşmiş toplumların ihtiyacı olan karma- şık ve uzmanlaşmış iş bölümüne uygun bilgi ve becerileri kazanmış bireyler üretmek.

Durkheim’in eğitim anlayışı üç temel noktada eleştirilmektedir:

  1. Çağdaş okul, bireysel gelişim sağlayan toplumsal gruba karşı ödev ve sorumlulukların öğrenildiği bir yer olmaktan çok uzaktır.
  2. İşçi sınıfı kökenli öğrenciler üzerinde okula ve topluma bağlılık yaratmaktan çok uzaktır. Yarışmacı sınavlarda başarılı olmayan öğrencilerin isyan etme ve okula aidiyet duygusu geliştirmeme eğilimindedir.
  3. Toplumda farklı kültür ve değerlerin varlığı dikkate alındığında, okulda aktarılan değerler toplumun bütününün değil, yönetici sınıfın değerleridir.

Parsons, 1950’lerde ileri kapitalist toplumlarda formel eğitimin işlevini incelemiştir. Ailedeki birincil toplumsallaşmadan sonra okul, çocuğu toplumdaki yetişkin rollerine hazırlamak açısından toplumsallaşma aracısı olarak ailenin yerini almaktadır. Parsons’a göre formel eğitimin üç temel işlevi vardır:

  1. Çocuğu aile içindeki durumundan farklı olarak evrensel değerlere ve standartlara göre değerlendirilmeye alıştırır. Gerekli benzerlikler, sanayileşmiş toplumların sürekliliğini sağlamak amacıyla toplumsal norm ve değerlerin paylaşılmasıyla benzerliklerin oluşmasıdır.
  2. Toplumun etkin biçimde işleyebilmesi için gerekli ortak değerler üzerinde fikir birliği geliştirmesini sağlar.
  3. Toplumda gelecekteki rolleri için seçmeye tabiî tutar.

Davis ve Moore, eğitim sistemini doğrudan toplumsal tabakalaşmaya bağlamaktadır. Toplumda işlevsel olarak en önemli konumların en fazla ödül sağlayan konumlardır. Eğitim sistemi, en yeteneklilerin bu konumları doldurmasını sağlar. Diğer bir deyişle, eğitim sistemi bireyleri kapasitelerine göre farklı statülerde konumlandırmak için aracı olmaktadır. En yeteneklilerin ve en fazla niteliklere sahip olanların toplumdaki en önemli mesleklere girmesini sağlar. Davis ve Moore’un yaklaşımı üç temel noktada eleştirilmektedir:

  1. Okuldaki başarıyla mesleki başarı her zaman birlikte var olmaz. Özellikle gelir söz konusu olduğunda okuldaki başarının gelirle çok zayıf bir bağlantısı vardır.
  2. Eğitim sisteminin öğrencileri yeteneklerine göre sınıflandırması da sorunlu bir konudur. Özellikle zekânın eğitim üzerinde çok az bir etkisi bulunmaktadır.
  3. Toplumsal tabakalaşma iddia edildiğinin aksine öğrencileri yeteneklerine göre sınıflandırmayı engeller.

Diğer önemli çalışma I. Illich’in Okulsuzlaştırılmış Toplum çalışmasıdır. Okulda verilen eğitimin birey açısından olumsuz yönlerini inceleyen ve okulda verilen eğitimin nasıl olması gerektiği konusunda yapılan bu çalışmaya göre; • Okulda öğrencilerin öğrenecekleri konular ve nasıl öğrenmeleri gerektiği konusunda çok az kontrolleri bulunmaktadır. Konular, öğretmenler tarafından yalnızca anlatılır. Öğrencilerin başarılı olmaları ve kurallara uymaları beklenir. Oysaki gerçek öğrenme doğrudandır ve bireyin öğrenme sürecine özgürce katılmasıyla gerçekleşir. Bu nedenle çoğu konuda öğrenmek için öğretmene ihtiyaç yoktur. • Okulda kurallara uymayı ve kendilerine verileni öğrenmeyi kabul etmelerinin nedeni eğitimin emek pazarında getireceğine inanılan ödüldür. Bu kurallara uyanlar eğitim sisteminin daha üst seviyeleri için seçilirler. Böylece okullar, oyunun daha önceki aşamalarında düzeni sürdürmek adına kendilerini ispat edenleri seçerler. Böylece kurallara uyma ve itaat kendi ödülünü getirir. • Okula gitmeyle öğrencilerin belirli işler için bir dizi beceri ve yetenek kazandığı varsayımı doğru değildir. Öğrenci okula öğretmeyle öğrenmeyi, not almayla eğitimi ve diplomayla yarışmayı karıştırmak için giderler. Illich ‘okulsuzlaştırılmış toplum’ çalışmasıyla, okulda verilen eğitimin birey açısından olumsuz yönlerini inceler ve okulda verilen eğitimin nasıl olması gerektiği konusu üzerinde durur.

Çatışmacı bakış açısı, eğitim sisteminin toplumun bütünü için işlevsel olduğu düşüncesinin aksine, eğitimin çağdaş toplumlarda bazı insanlara diğerlerinden daha fazla yarar sağladığını tartış- maktadır. Bu yaklaşıma göre, eğitimin iyileştirilmesi ancak toplumda yapılacak daha büyük çaplı değişikliklerle mümkün olabilecektir.

Gizli müfredat, ders içerikleri ve sınavlar dışında kalan, okulda uygulanan ritüel ve kurallarla kapitalist ideolojinin ihtiyacı olan işgücü biçiminin yaratılmasıdır.

Bowles ve Gintis’e göre zekâ, eğitime devam etme ve mesleki ödül arasındaki ilişki de sorunludur. Zekâ seviyesinin eğitime devam etme süresini belirlediği düşüncesine karşı çıkarmaktadırlar. Aynı zekâ seviyesine sahip insanların eğitime devam etme sürelerinde farklılık oluşabilmektedir. Bunun nedeni, eğitime devam etme süresi ile ailenin arka planı arasındaki doğrudan ilişkidir. Genel olarak daha üst sınıftan olan insanlar, daha uzun süre eğitim kurumlarında kalabilmekte ve niteliklerini daha arttırabilmektedir.

Bowles ve Gintis, eğitimle ekonomik gelişme arasında kurdukları ilişki, okulun kişiliği şekillendirmedeki etkisi ve formel eğitim müfredatının kapitalizm için ideal işçi üretme rolü açısından eleştirilmektedirler.

Eğitimi Marksist bakış açısıyla değerlendiren kuramcılar arasında Henry Giroux yer alırken neoMarksist bakış açısıyla inceleyenler arasında ise Paul Willis’in çalışmaları görülmektedir.

Giroux’a göre, işçi sınıfından olan öğrenciler kendi eğitimlerini şekillendirmede aktif bir rol alırlar. Kendilerine öğretilen her şeyi kabul etmezler ve tüm davranışları da kapitalizm tarafından belirlenmez. Okullaşmaya tepki olarak kendi kültürlerini oluştururlar ve bu tepki çoğunlukla okula direnmek şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Etkileşimci yaklaşım diğer yaklaşımlar gibi insan davranışlarının bireyin kontrolü dışındaki güçler tarafından yönlendirildiğini ve belirlendi- ğini kabul etmezler. İnsan davranışlarını açıklayabilmek için insanların öznel durumlarının ve dış uyarıcılara yükledikleri anlamların dikkate alınması gerektiğini savunurlar. Bu bakış açısından eğitim inceleyebilmek için bazı kavramlara odaklanmak gerekmektedir.

Etkileşimcilerin kullandığı ikinci önemli kavram toplumsal rollerdir. Okulda öğrencilerin ve öğretmenlerin toplumsal rolleri açık ve net olmakla birlikte, etkileşimcilere göre bu roller sabit ve değişmez değildir. Öğretmenler ideal bir öğretmenin ya da öğrenci rolünün nasıl olması gerektiği konusunda fikir ayrılığı yaşayabilirler. Benzer durum öğ- renciler için de geçerlidir. Onlar da ideal öğretmen ve öğrenci rolünün nasıl olması gerektiği konusunda anlaşmazlığa düşebilirler. Daha da önemlisi öğretmenlerinin kafasındaki ideal öğrenci modeline göre yaşamayı imkânsız bulabilirler. Bu durumda öğrenciler, öğrencilik rolünün yeniden düzenlendiği alt kültürler oluşturabilirler. Öğretmenler tarafından cezalandırılan davranışlar arkadaşları tarafından ödüllendirilebilir.

Etkileşimciler tarafından kullanılan diğer bir kavram tipleştirmedir. Öğretmenlerin öğrencilerinin davranışlarını anlamak için kullandıkları bir yoldur. Hargreaves, Hester ve Mellor’un çalışmasında öğretmenlerin okulun ilk yılında öğrencilerini tanımak için geliştirdikleri tipleştirme stratejisini incelemiştir. Tipleştirmenin 3 aşaması bulunmaktadır:

Birinci aşamada öğretmenler öğrencilerini tanıyabilmek için çeşitli ölçütler kullanırlar. Bu ölçütler;

  1. Öğrencilerin görünüşleri,
  2. Disipline ne derece uydukları,
  3. Çalışma hevesi ve yeteneği,
  4. Hoşlanılabilir olup olmamaları,
  5. Diğer çocuklarla olan ilişkileri,
  6. Kişilikleri,
  7. Sapkın davranışlarda bulunup bulunmadıklarıdır.

Spekülasyon aşaması denilen bu aşamada öğretmenler her öğrencinin nasıl biri olduğuna dair söz konusu ölçütlere göre hipotezler oluştururlar. İkinci aşama her öğrenci için oluşturulan hipotezlerin sınanmasıdır. Öğrencilerin davranışları söz konusu hipotezleri doğrulamak ya da çürütmek için kullanılır. Her iki durumda da öğretmenler daha güvenli biçimde yargıda bulunmaya başlar. Son aşama durağanlık aşamasıdır. Öğretmen artık öğrencisini tanıdığını düşünür. Öğrencinin davranışları artık öğretmeni şaşırtmaz. Her öğrencinin davranışı yerleştirildiği tip açısından değerlendirilir. Sapkın olarak tipleştirilen bazı öğrencilerin artık davranışlarının olumlu bir açıdan değerlendirilmesi imkânsızlaşır.

Öğretmenleri öğrencilerle olan ilişkisinde tipleştirmenin yanı sıra ‘kendini doğrulayan kehanet’ ve ‘etiketleme’ de etkili olmaktadır: Kendini doğrulayan kehanet, öğretmenlerin öğrencilerin davranışlarına göre zeki ya da aptal olarak kehanette bulunmaları ya da tahminde bulunmalarından sonra, öğrencilerin benlik kavramlaştırmasının söz konusu tahmin doğrultusunda şekillenmesiyle davranışlarının öğretmenlerin beklentileri doğrultusunda gelişmesidir. Diğer bir deyişle, beklentinin karşı tarafa yansıtılması ve karşı tarafın bu beklentiyi kendisiyle özdeşleştirerek davranışlarını söz konusu beklentiyi doğru kılacak şekilde hareket etmesidir.

Etiketleme de kendini doğrulayan kehanetle yakından bağlantılıdır. Etiketleme öğretmenlerin birey olarak öğrencilere verdiği tepkiyi, dolayısıyla öğrencinin eğitim kariyerini etkilemektedir. Ancak bu durum tüm öğrencilerin kendilerine yapıştırılan etiket doğrultusunda yaşayacakları anlamına gelmez.