SOSYOLOJİ II - Ünite 3: Toplumsal Gruplar ve Ağlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Toplumsal Gruplar ve Ağlar

Toplumsal Gruplara Sosyolojik Bir Bakış

Toplumsal grup, iki ya da daha fazla insanın birbirleriyle etkileşim halinde olması ve bu etkileşimlerinin farkında olması ile gerçekleşir. Toplumsal grup olmanın en önemli göstergesi insanların kendi aralarında üyelik bilincini paylaşması ve sahip oldukları etkileşimin farkında olmasıdır. Tajfel, toplumsal grubu kendilerini aynı kategorinin üyeleri olarak algılayan, kendilerine ait bu ortak tarif içerisinde duygusal bağlılığı paylaşan, bir ölçüde sosyal bir sözbirliğini sağlamış bireyler topluluğu olarak tanımlar (Akt. Arkonanç, 1999, s. 19). Bu anlamda, toplumsal grup, resmî ya da gayri resmî üyelik ölçütleriyle tanımlanan, görece istikrarlı bir karşılıklı ilişkiler modeliyle birlikte olma duygusunu paylaşan ya da kendilerini birbirlerine bağlı hisseden çok sayıdaki kişinin oluşturduğu kümedir (Marshall, 1999). Aileler, çiftler, arkadaş grupları, dini kuruluşlar, kulüpler, komşular ve büyük örgütler farklı gruplar oluşturabilir.

Bireylerden oluşan her topluluk grup oluşturmaz. Ülke çapında ortak statüyü paylaşan insanlar, örneğin kadınlar, ev sahipleri, askerler, öğrenciler veya Katolikler toplumsal grup değil, toplumsal bir kategoridir. Diğerlerinin de aynı statüde olduklarını bilmelerine rağmen, bu insanların birbiri ile etkileşimleri yoktur ve birbirlerine yabancıdır. Benzer şekilde, büyük bir stadyumda beraber oturan taraarlar da birbirleri ile çok sınırlı bir etkileşime girdiklerinde gevşek bir ilişki biçimine sahip oldukları için toplumsal bir yığındır.

Toplumsal gruplara özelliğini veren bazı temel unsurlar vardır (Bozkurt, 2015, s. 153):

  • Grup olarak adlandırılan sosyal birim, hem üyelerince, hem de dışarıdaki gözlemciler tarafından tanınabilmelidir. Bazı gizli dernekler bunun istisnası olsa bile, gruplar bilenebilir ve bilimsel araştırmalara konu olabilirler.
  • Gruplar, toplumsal yapılardır. Her grup içinde bir tabakalaşma ve statü dağılımı mevcuttur.
  • Gruptaki her üye kendi sosyal rolünü oynar. Böylece grup katılımı gerçekleşmiş olur. Örgütlenmiş tarzda herhangi bir kişisel eylemin bulunmadığı grubu düşünmek mümkün değildir.
  • Grubun sürekliliği için karşılıklı ilişkiler son derece önemlidir. Bir başka deyişle, grup üyeleri arasında iletişim ve temas olmalıdır. Tek yönlü bir süreç olamaz. Sosyal süreç birlikte ve karşılıklı olmalıdır.
  • Her grup kendi içinde davranış normlarına sahiptir. Davranış normlarının yazılı olması ve yönetmeliklere geçmiş olması zorunlu değildir.
  • Grup üyeleri belirli ortak ilgi, çıkar ve değerleri paylaşırlar. Söz konusu ortak ilgi ve değerlere, bazı gruplarda özenle sahip çıkılır. Bazı gruplarda ise, ortak ilgi ve çıkarlar son derece belirsiz olabilir.
  • Grup eyleminin yöneldiği bazı toplumsal hedefler bulunmalıdır. Her grup farklı derecelerde olmakla birlikte yine de bir veya birkaç amaca sahiptir. Hedef, grubun niçin veya hangi sebeple var olduğu sorusunun cevabını oluşturur.
  • Bir grubun göreli de olsa bir sürekliliği olmalıdır. Bir başka deyişle, grubun zamana karşı belli düzeyde dayanıklılığının olması gerekir. Bu özellik bir toplumsal grubu, toplumsal yığınlardan ayıran temel özelliktir

Boyutları Açısından Toplumsal Grup Biçimleri: George Simmel

George Simmel (1858-1918) küçük gruplarda toplumsal dinamikleri araştırmıştır. Simmel, iki kişiden oluşan sosyal grup için ikili (dyad) kavramını kullanmıştır. İkili içerisindeki toplumsal etkileşimin geniş gruplara nazaran daha yoğun olduğunu, çünkü hiç bir üyenin diğerine gösterdiği dikkati başkalarına göstermediğini açıklamıştır. İkili gruplar istikrarsız olabilir. Kolaylıkla dağılabilir. Bu sebeple, özellikle evlilik gibi ikili gruplar, birçok dini, kültürel ve yasal düzenleme ve kurallarla korunma altına alınmaktadır.

Üç kişiden oluşan üçlü gruplar, genellikle küçük gruplar içinde ikili gruplara göre daha dayanıklı görünse bile, üçlü gruplarda başka bazı problemler yaşanmaktadır. Bir grupta yer alan insan sayısı arttıkça, bunları bağlayan ilişkilerin sayısı daha da büyük hızla artar. Gruplar üç kişiden daha fazla olmaya başladığında, daha da durağan olurlar ve bir ya da daha fazla sayıda kişinin kaybından daha az etkilenirler. Aynı zamanda grup boyutunda büyümeler, sadece küçük gruplar içinde geçerli olan yoğun kişisel ilişkileri azaltır.

İbn-i Haldun: Toplumsal Grupların Birleştirici Unsuru Olarak Asabiye

İbn-i Haldun’a göre asabiye, en genel olarak, bir grup ya da topluluk olarak bir arada dayanışma içinde yaşamayı ifade eder. Asabiye, köken ve ortak çıkarlarla birbirine bağlı olduklarını düşünen ve bu dayanışmadan başka bir amacı olmayan kişiler arasındaki her türden dayanışma grubunu anlatmaktadır. Asabiye kavramı grup duygusu, toplumsal dayanışma duygusu ve bilinci veya yakınlık bağı olarak da ifade edilmektedir. İbn-i Haldun’un asabiye kavramına bağlı olarak ortaya koyduğu iki kavram vardır. Bunlar köysel biçimdeki kırsal yaşamı ifade eden bedevi (göçebe) ve kentsel yaşamı ifade eden hazari (yerleşik/kentli) kavramlarıdır. Göçebelik ve kırsal yaşam, aralarında yakınlık bağı (asabiye) olan kabilelere özgü bir yaşamdır. Bedevi ve hazari yaşamın temel özelliklerine yakından bakacak olursak, birbirinden farklı tarzda örgütlenmiş bu iki tip yaşam biçimini şu şekilde karşılaştırabiliriz: Bedevi hayat tarzının ekonomik dayanağı, belirli üretim biçimlerine bağlı olmak biçiminde kendini göstermektedir. Bedevilikte, tarım ve çobanlık faaliyetlerinden herhangi biriyle ya da her ikisiyle birlikte uğraşmak esastır. Bedeviliğin genel toplumsal karakterinin, dayanışma, birlik duygusu, kolektif hareket, eşitlik, kardeşlik gibi özellikler olduğu ileri sürülmüştür. Hazarilikte ise şehir yaşamı temeldir. Üretim düzeyi niteliksel ve niceliksel olarak yüksektir; bolluk ve refah hüküm sürer. Üretimin organizasyonu karmaşıktır. Bolluk ve refah üretimin çokluğundan ileri gelir.

Bedevi toplumsal grupların sosyalleşmesi ve daha ileri bir sosyolojik aşamaya geçmeleri ancak soy birliğine dayalı aidiyet duygusu yani asabiye ile mümkün olabilmektedir. İbn-i Haldun, asabiyeyi ilk olarak bedevi tarzında yaşayan toplumsal gruplarda ortaya çıkan bir olgu olarak inceler. Bu gruplarda, asabiye grubun üyelerini bir arada tutan bir toplumsallık faktörü olarak işlev görür. İbn-i Haldun’a göre iki tür asabiye vardır: İlki nesep asabiyesidir. Aynı soydan gelme, kandaş olma, ortak bir şecereye bağlı olmayı ifade eden ve irade dışı oluşan bu asabiye türünde aslolan soy kütüğüne mensubiyettir. Sebep asabiyesi, hazari tarzda yaşanan toplumsal gruplarda kentleşmenin ve karma- şık ekonomik ilişkilerin etkisiyle daha karmaşık ve ileri bir aşamada ortaya çıkar. Bu aşamada, kentleşme ile birlikte toplum karmaşık bir boyut aldığından, bedevi gruplardan daha kuşatıcı bir aidiyet duygusuna ihtiyaç vardır.

Charles Horton Cooley: Birincil ve İkincil Gruplar

Charles Horton Cooley, toplumsal yaşamın bütüncüllüğünü vurgulamış ve insanlar arası karşılıklı ilişkilerin toplumsal grupları mümkün hâle getirdiğini öne sürmüştür. Cooley’e göre birincil gruplar, yakın ve yüz yüze olan birliktelikler ve işbirlikleri anlamına gelmektedir. Birincil gruplar, bireylerin toplumsal doğalarını şekillendirmede ve ideallerini biçimlendirmede temel bir unsurdur. Üyelerinin birbirini yakından tanıdığı ve çok fazla birlikte zaman geçirdiği, kişisel ve kalıcı ilişkileri paylaştığı grup, birincil gruplardır.

Birey, birincil gruplar içinde toplumsal bir varlık hâline gelir. Temelde, birincil grup içinde, ayna-benlik ortaya çıkar ve ben-merkezli çocuk, başkalarını hesaba katmayı öğrenerek topluma katılan bir üye haline gelir. Cooley insan ve toplumsal grup, benlik ve ötekinin ayrılmaz bir şekilde birlik içinde olduğu ilişkiselliklerini vurgulamıştır. Grup içindeki başkalarının düşüncesine ve davranışlarına duyarlılık, birincil grupların belirgin bir özelliğidir. Birincil grupların, bireyleri bencillikten uzaklaştırarak, kendini başkalarının yerine koymak anlamına gelen empati duygularını geliştireceği varsayılır.

İkincil gruplarda ise, kişilerden her biri bu karşılıklı değişim ve etkileşimden özel bir çıkar elde ettikleri için birbirleri ile ilişki kurarlar. Böyle gruplarda başka insanlara yalnızca benlik için çıkar kaynağı olarak dışsal bir şekilde değer verilebilir. İkincil gruplar, birincil gruplara nazaran daha resmî yapıdadır. Bu gruplarda ilişkiler daha yüzeyseldir, belli bir amaca yönelik olarak kurulur. Üyeler arasındaki ilişkilerde duygusal bağlılık ve samimiyet çok düşük düzeydedir hatta bazen hiç yoktur. Rollerinin gereği olarak yapmak zorunda oldukları davranışlar resmî kurallarla oldukça kesin sınırlarla belirlenmiştir. Birincil grupların aksine, ikincil gruplardaki bireylerin her biri vazgeçilebilir ve yeri doldurulabilir insanlardır. Dolayısıyla ikincil gruplarda insanlar arasındaki ilişki, büyük ölçüde geçici bir özellik gösterir.

Ferdinand Tönnies: Cemaat ve Cemiyet

Tönnies’e göre toplumlar tarihsel olarak endüstrileşme öncesinde ve sonrasında farklı toplumsal grup formlarına sahip olmuştur. Endüstri öncesi toplumların temel örgütlenme biçimi ve toplumsal grup formu cemaat (gemeinschaft) iken, endüstriyel toplumlar cemiyet (gesellschaft) tarzı toplumsal grup formuna sahip olmuştur.

Cemaat, endüstri öncesi toplumlara özgü bir toplumsal ilişkiler ağıdır. Grubu oluşturan üyeler arasında, karşılıklı ve duygusal bağlarla oluşturulmuş toplumsal ilişkiler ağı söz konusu ise sosyolojik açıdan bu grup cemaat olarak tanımlanmaktadır. Bu ilişkiler içinde, dayanışma ruhu ve ortak bir iradenin mevcudiyeti söz konusudur. Aile hayatı esastır. Köy topluluğu kendisini geniş bir aile olarak hisseder. Miras alınan statüler söz konusudur. Durağan bir toplumsal grup biçimidir ve cemaat için toplumsal değişme ve bireysel farklılıklar oldukça sınırlı kalmaktadır. Görevler ve sosyal ilişkiler henüz birbirinden ayrılmamıştır. Öte yandan, cemaatin bireyler üzerindeki sosyal kontrol ve baskı yaratan yıkıcı özellikleri de vurgulanmalıdır. Cemaat duygusuyla geliştirilen kolektif kimlikler, bir anlamda “ötekini” dışlayarak gerçekleştirilen bir bağlılık biçimidir. Bireysellik ve farklılıklar büyük ölçüde cemaatler içinde azalır ya da yok sayılır. Cemaatin inşa ettiği biz kimliği, başkalarının dışlanması üzerinde ayakta kalır. Tönnies, cemaatin zayıflamasının kentlerde kapitalizmin gelişebilmesi için gereken koşullar olan rasyonalizm, hesaplı ilişkiler ve sözleşmeye dayalı yaşamın temellerini oluşturduğunu öne sürer. Cemiyet tipi gruplarda hukuk, sözleşme, kamuoyu, para ekonomisi ve rasyonellik ön plandadır. Mekâna ve toplumsal gruba bağlılık azalır ve kişisel çıkarlar önceliklidir. Bireysel farklılıklar, özel yaşam, tercihler değerlidir. Bireyin üzerindeki grubun sosyal kontrolü zayıflamıştır.

İç ve Dış Gruplar: Biz ve Onlar

İç ve dış grup kavramlarını ilk kez William Graham Sumner, insanların kendi gruplarını (iç grup), rekabet hâlindeki ya da karşıt gruplardan (dış grup) daha çok sevmeye eğilimli olduğunu göstermek için kullanmıştır (Marshall, 1999). İç grup (biz) üyelerinin birbirlerine karşı saygı ve sadakat hisleri beslediği sosyal gruptur. Dış grup (onlar) ise, bir kişinin kendini diğerlerine karşı rekabet içinde ve karşıtlık içinde hissettiği gruptur. İç grup güçlü bir şekilde var edebilmek için kendisini mutlaka bir ya da birden fazla dış gruba karşı olarak tanımlar. Biz ‘ ve ‘Onlar’ ayrımı bazen sosyolojide iç grup ve dış grup ayrımı olarak verilir. Bu zıt tutumlar çifti birbirlerinden ayrılmaz; ‘dış grup’ duygusu olmaksızın ‘iç grup’ duygusu olamaz. Biz ve onlar, yalnızca iki ayrı insan grubunu değil, tümüyle farklı iki tutum arasındaki, duygusal bağlanma ve antipati, güven ve kuşku, güvenlik ve korku, işbirliği ve çekişme arasındaki ayrımı temsil eder. Karşılıklı yardım, kollama, arkadaşlık iç grup hayatının temel şifreleri olarak sunulur.

Modern Toplumda Resmi (Formel) Örgütler ve Bürokrasi

Modern/endüstriyel toplumların gelişimi, aynı zamanda örgütlü toplumların da gelişimi anlamına gelmektedir. Endüstri öncesi dönemde, iş ve eğitim aile içinde yapılırken, çoğu zaman güvenlik dahi ailelerin kendi başına çözmeleri gereken bir sorundur. Ancak, endüstri devriminin hemen sonrasında artan sermaye birikimi ve teknolojik gelişme, modern ve resmî örgütlerin gelişimi açısından uygun bir zemin hazırlamıştır (Bozkurt, 2015, s. 164).

Modern resmî örgütlerden en gelişkini olan bürokrasi, belli amaçlara ulaşmak için oluşturulur. Bürokrasi, görevlerini verimli bir şekilde yerine getirmek için rasyonel bir şekilde tasarlanan örgütsel bir ilişkiler ağı olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle, örgütlerin çalışanları resmî kurallara bağlı olarak rollerini yerine getirir. Bu anlamda roller açık bir biçimde ve resmî olarak tanımlanmıştır. Ayrıca, uygun olmayan davranışlara yönelik yaptırımlar da resmî olarak sözleşmelerde yer almaktadır. Bu özelliklerden hareketle, modern resmî örgütleri belirli amaçlara ulaşmak için biçimsel olarak örgütlenmiş ikincil gruplar olarak tanımlayabiliriz.

Weber’e göre örgüt veya bürokrasi, rasyonel eylemin gereklerine en üst düzeydeki uyarlanmadır; aslında örgüt amaçları rasyonel bir biçimde, yani aynı zamanda en yüksek verim ve en düşük maliyetle gözetmenin en uygun yöntemidir. Ayrıca, Max Weber ideal bir bürokratik örgütün altı anahtar unsurundan söz etmektedir: Uzmanlaşma, hiyerarşik yapı, kurallar ve düzenlemeler, teknik yetenek, gayrişahsi ilişkiler (kişisel olmayan ilişkiler), resmî ve yazılı iletişim.

Bir örgütün, örgütü oluşturan üyeler açısından işleyişi, şu tür kurallarla ayakta kalmaktadır (Bauman, 2012):

  • Roller mantıksal olarak bölünmeli ve ayrı tutulmalıdır. Bütün görevleri basit ve temel etkinliklere bölmelidir;
  • Herkes, görevin hiçbir parçası gözden kaçmasın diye görevin tamamının her unsurundan sorumlu olmalıdır;
  • Görevin her parçası için kimin sorumlu olduğu açık olmalıdır ki yetki alanları çakışmasın ve böylelikle çelişkili kararlardan doğabilecek karışıklık tehlikesine düşülmesin. Görevliler üstlendikleri rolleri yerine getirirken kişisel özellikleri dikkate almayan soyut kurallara tabi olmalıdır.
  • Görevlilerin tayinleri, terfileri ya da tenzilleri yalnızca o mevki için gerekli becerilere sahip olup olmadıklarına bakılarak yapılmalıdır; bütün diğer değerlendirmeler kesinlikle dikkate alınmamalı ve personel politikasına etki etmemelidir.
  • Örgütün hayatını kişisel anılar ya da tekil görevlilerin sadakatleri değil, tuttuğu dosyalar oluşturur.
  • Hiyerarşi içinde düzenlenmelidir. Bir kişi hiyerarşi içinde ne kadar aşağılara inerse, görevler ve işler de o kadar uzmanlaşır, parçalanır, odaklanır ve dakikleşir.
  • Tepeden kontrole tabandan disiplinle karşılık verilmesi gerekir.

Bürokratik örgütler, üyelerini yalnızca tek ve açık olarak belirlenmiş bir görev etrafında bir araya getirirler. Üyeler bir örgüte ‘bütün kişilikleri’yle girmezler, sadece örgütte roller üstlenirler. Rolleri üstlenenler gelir ve gider; ancak roller oldukları gibi kalırlar. Üyelerden bu maksada ya da yerine getirilecek göreve göre disiplin ya da bağlılık beklenir. Bu durumda maksatlı gruplar ya da örgütlerden söz edilebilir. Bilerek ve açıkça ilan edilmiş bir öz sınırlama belki de örgütlerin en belirgin ve kesin ayırıcı özelliğidir. Çoğu örgütün üyelerinin örgütsel kurallara uyması gerektiği alanlarda ayrıntılandıran (üyelerin başka, belirtilmemiş yaşam alanlarını örgütsel müdahale dışında tutan) yazılı tüzüğü vardır. Üyelerinin ‘bedenlerini ve ruhlarını’ teslim ettikleri (ya da etmeleri gereken) bir grup olarak düşündüğümüz cemaatin tersine, örgüt, söz konusu kişileri ancak kısmen özümler; aslında örgütü kişilerden değil de rollerden ibaret olarak düşünürsek çalışma biçimlerini daha iyi anlarız (Bauman, 2012).

Manuel Castells: Ağ Toplumu

Manuel Castells’e göre, enformasyon ve bilişim teknolojilerinde meydana gelen devrimler tüm toplumsal ilişkilerimizi geri dönülmez bir biçimde dönüştürmektedir. Bilişim devrimi, basitçe ekonomik bir olgu değildir. Bilişim alanındaki devrimler, yeni bir toplumsal düzen tipine ve yeni bir enformasyon toplumuna veya ağ toplumuna yol açma potansiyeline sahiptir. Ağ toplumu terimi, elektronik iletişim aracılığıyla bir veya birden fazla toplumsal ilişkiyle birbirine bağlanmış, dolayısıyla toplumsal bir ağ oluşturan bireylere, ortaklıklara ve rollere gönderme yapmak için kullanılmaktadır. Ağ toplumunda toplumsal ilişkiler ve gruplar, medya ve yeni teknolojiler tarafından desteklenir ve geliştirilir; ancak giderek bilgisayarlar ve mobil telefonlar aracılığıyla interaktif ve kişiler arası hâle gelir. Enformasyon ağlarının dünya çapında işlediği bir ağ toplumu çağında uzaklık ve mekân önemini kaybetmiştir (Slattery, 2011). Castells’e göre, enformasyonu ön plana çıkaran ağ toplumu bilişim teknolojileri tarafından harekete geçirilen, bilişim ağlarında oluşan ve tüm küreye yayılmış yeni bir toplumsal organizasyon yapısıdır. Castells’e göre ağ toplumunun gerçekliği, elektronik devreler tarafından yaratılan ve iletilen sembolik temsillerle ifade edilen kültürel kodlarla sağlanmaktadır. Bu anlamda, tüketim toplumunun tek tipleştirici kültürel kodlarına ve ağ toplumunun sanal gerçekliğinin her an değişen belirsiz yapısına karşı insanlar gittikçe etnik, dini ya da cinsiyete dayanan ilksel kimliklerine ve gruplarına sarılmaya başlamışlardır (Çeler, 2012).

Peki nasıl oluyor da küreselleşen dünyada cemaate dayalı radikal kimlikler yükselişe geçiyor? Çünkü, bilişim teknolojisinin gelişimi ve küreselleşme süreçleri radikal bir bireycileşme ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden, küreselleşme süreci, aynı zamanda bu bireycileşmeye karşı çıkan yeni cemaat kimliklerinin gelişmesine de olanak yaratmıştır. Castells için kimliklere dayalı toplumsal hareketler, ağ toplumunun yarattığı toplumsal ve ekonomik eşitsizliğe direnmenin tek yoludur. Manuel Castells’e göre, ağ toplumunda küreselleşmenin etkileriyle birlikte cemaate dayalı kimlikler daha fazla ön plana çıkmaktadır. Küresel ağ toplumunda, etnik milliyetçilik veya dini fundamentalist gruplar yükselişe geçmiştir.

Bildiğimiz Toplumsal Grupların Sonu Mu?: Sanal Cemaatler

Geleneksel cemaatin özü, mekân ve cemaat duygusudur. Cemaatin üyeleri belli bir mekânda birlikte bulunurlar veya bir araya gelirler. Cemaatlerin çoğu yerleşikliğin ve güçlü bir dayanışma bağı oluşturan mekânlarının koşullarından oluşurlar (Bozkurt, 1999). İletişim imkânlarının kolaylaşması ve yayılması ile birlikte toplumsal grupların bu belli bir mekânla sınırlı olma özelliği değişime uğramıştır. İnternetin bireylere sağladığı iletişim olanakları sayesinde, toplumsal grup oluşturulurken mekânın önemi tümüyle ortadan kalmış olmasa da, toplumsal grup olmanın biçimleri, imkânları ve boyutları artmıştır. Günümüzde, internet gibi iletişim teknolojileri sayesinde insanlar farklı platformlarda fiziki mekân olmaksızın çeşitli gruplar içinde farklı sosyal ilişkiler geliştirebilmektedir. İnternet kullanılarak e-posta gönderimi, web sitesi üzerinde forum adı verilen sanal tartışma, bilgi alış-verişinde bulunma ve paylaşma alanları, Facebook ve Twitter gibi sanal toplumsal ağlar, eş arama ağları, yazılı, anlık mesajlaşma ve görüşme programları, çok katılımlı sözlükler, bloglar; bunların tamamı ve burada sayılmayan daha pek çok sanal iletişim alanı bireylere sosyal gruplara katılma imkânları sunmaktadır. Bu yönüyle insanlık tarihinde varlığının çok yeni olmasına karşın internet, hiçbir alan ve konuyla sınırlandırılamayan, bütün dünyanın sınırlarını aşarak yepyeni bir ortamın oluşmasını sağlamıştır. İnternet üzerinden sanal cemaatler oluşturmaya yarayan platformlara (sosyal medya araçları); forumlar, bloglar, wikiler, paylaşım siteleri, sosyal ağ siteleri, mikro-blog siteleri ve çevrimiçi sanal dünyalar örnek olarak verilebilir.

Genel olarak bakıldığında, fiziki mekân olmaksızın bireylerin internet ortamlarında geçici veya kalıcı düzeylerde ilişkiler ve ağlar oluşturduğu gruplara sanal cemaat adı verilebilir. Sanal cemaat terimini ilk kez Howard Rheingold kullanmıştır. Rheingold (1998) sanal cemaatleri, siber-uzayda yeterli sayıda insanın başkaları ile ilişki kurmak üzere insani duygularla kamusal tartışmalara yeterince uzun bir süre katılmasıyla ağda oluşan toplumsal kümelenmeler şeklinde tanımlamaktadır.Sanal cemaatler, bireylerin belli internet sağlayıcıları (network) aracığıyla yeterli sayıda ve düzeyde insanla farklı ilgiler ve amaçlarla iletişim kurması, geliştirmesi ve sosyal gruplar oluşturması olarak tanımlanabilir.

Sanal cemaat konusundaki söz konusu tanımlamalar bu olgunun farklı boyutlarına odaklanmış olsa da, sanal cemaat tanımlarındaki temel vurgu; bu grupların fiziksel ve mekânsal sınırlılıklardan bağımsız olarak, bilişim ağı üzerinden belli bir zaman kısıtlaması olmaksızın, herkesin istediği herkesle her türden yoğun ya da yüzeysel sosyal ilişkilere girebilmesidir. Örneğin günümüzde, internet kafelerde gerek sanal uzamda gerekse kafe ortamında geçirilen zaman gençler arasında hareketsiz toplumsallaşma olarak adlandırılabilecek yeni bir toplumsallaşma biçimini ortaya çıkarmıştır.

İnternette oluşan sanal cemaatler, fiziki sınırlar ve yerel bağlantılardan kurtularak küreselleşme imkânı kazanmışsa da her cemaatin dünyasının kendi seçtikleriyle sınırlı olması söz konusudur. Nitekim, internet insanını mutlu kılan en önemli faktörlerden biri de katılımcıların, kendi seçtikleri insanlarla ve gruplarla sosyalleşme imkânını elde etmeleridir. Sanal cemaatler, sosyal gerçekliğin çarpıcı ve bazen tehlikeli koşullarına alternatif yeni sosyalleşme alanları yaratmaktadırlar. İnternet gruplarında bir araya gelenler, tesadüflerin ya da zorunlu karşılaşmaların sonucu olarak değil fakat ilgi ortaklıkları nedeniyle ve seçim yaparak sosyalleşmeyi gerçekleştirmektedirler. Ancak burada üyelerin dünyası küçülme ve içe dönme tehlikesi ile de karşı karşıyadır. Çünkü internette oluşan sanal cemaatlerin buluşma noktası “diğeri”ne karşı gösterilen tahammülsüzlüktür (Aksoy, 1996, s. 166; aktaran, Subaşı, 2005).

Öte yandan, sanal ortamda kurulan sosyal ilişkiler ve grupların olumlu birçok imkân ve fırsatı da bünyesinde barındırdığı da iddia edilebilir. Sanal cemaat pratiklerinin kendilerine ait özel bir dili vardır. Sanal cemaatlerde bireylere, iletişime geçeceği gruplar konusunda özgür seçimler yapma şansı doğmaktadır. Sanal cemaatler, toplumsal hiyerarşinin kısmen ve geçici de olsa düzleştiği bir alandır. Ayrıca, sanal cemaatler içerisinde internet ortamında sürdürülen sosyal gruplarda gerçekte var olan hiyerarşik ve otoriter ast-üst ilişkisinin yaşanmadığı ve yatay ilişkilerin egemen olduğu, daha eşitler arası birtakım ilişkilerin geliştirildiği öne sürülmektedir. Dahası, internet ortamında bireylerin sosyal baskılardan uzak bir şekilde “özgürce” kendini ifade etme olanağı bulduğu da iddialar arasındadır. Nitekim, bazı bireyler, sanal platformlardaki sosyal ilişkilerinde gerçek dünyada sahip olmadığı özelliklere sahipmiş gibi ideal bir kimlik oluşturarak kendini tatmin etme imkânına en azından bir süreliğine kavuşabilmektedir. Sanal cemaatin olumlu sosyolojik özelliklerini öne çıkaran düşünürler, sanal ortamdaki bu ilişkilerin özgürleştirici ve demokratikleştirici etkisine vurgu yapmaktadır.