SOSYOLOJİ II - Ünite 7: Irk ve Etnisite Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Irk ve Etnisite

Giriş

Kimlik ile ilgili tartışmaların önemli bir kısmı ‘ırk’, ‘etnisite’, ‘millet’, ‘milliyetçilik’, ‘vatandaşlık’ benzeri kavramlar etrafında yürütülmektedir. ‘Kimlik’ ve ‘etnisite’ kavramlarının yoğun bir biçimde eş zamanlı olarak dolaşıma girişi, sosyal bilimcilerin gündelik hayat içinde karşılaştıkları sorunları analiz etme ve çözme arayışlarının bir yansıması olarak görülebilir. Sosyolojinin kurucu babalarının hemen hepsi modern toplumda ne dinin ne de etnisitenin önemli bir etkinliğe ve güce sahip olamayacaklarını varsaymışlardı. Tarih ve insanlığın yaşadığı deneyimler tahminlerinde yanıldıklarını gösteriyor. Dinsel ve etnik kimliklerini temel referans noktası olarak alan toplumsal gruplar ve hareketler hızla toplumsal, ekonomik ve siyasi alanlardaki etkinliklerini artırıyorlar. Söz konusu etkinlik artışı bazen bir hak mücadelesi biçiminde bazen de siyasal alanda dinî, etnik ya da millî kimlikler etrafında örgütlenen hareketlerin ciddi bir ivme yakalaması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Kavramsal Çerçeve

‘Kan’, ‘soy’ gibi etimolojik kökenlere sahip ırk kavramı, insanlar arasında geniş farklılıklar gösteren grupları sınıflandırmak üzere kullanılmıştır. Irk kavramı aracılığıyla yapılan bu sınıflandırma insan topluluklarının farklı fiziksel ve fizyolojik özelliklerini dikkate alarak yapılır. İlk olarak 1787’de Alman fiziksel antropolog Johann Friedrich Blumenbach hem kafatası ölçümlerine hem de deri rengine dayalı olarak insan topluluklarını sınıflandırmaya çalışmıştır. Modern ırkçılığın babası kabul edilen Arthur de Gobineau ise, insan topluluklarını üç temel ırka dayalı olarak sınıflandırmaktadır: beyaz (caucasian), siyah (negroid) ve sarı (mongoloid). Beyaz ırk, üstün bir zekâ, ahlak ve irade ile birlikte anılmalıdır. Siyah ırk ise, hayvani bir tabiata sahip olmak, ahlak yoksunluğu ve duygusal kararsızlıkta ifadesini bulan düşük kapasiteli bir insan topluluğudur. Irk kavramı, başlangıçta daha çok fiziksel ve fizyolojik özellikleri merkeze alarak insan topluluklarını sömürgeci emelleri meşrulaştırmak için sınıflandırma çabasının bir ürünüdür. Etnisite, etimolojik kökenleri itibarıyla, putperest anlamındaki Yunanca ethnikos’tan türetilen bir kavramdır. 20. yüzyılın başlarında daha üstün niteliklere sahip bir toplumsal grubu daha aşağı, olumsuz niteliklere sahip olduğu düşünülen bir başka gruptan ayırt etmek için kullanılmıştır. Sosyal bilimciler için ise “Etnisite, ait oldukları ve içinde özgün kültürel davranışlar sergiledikleri bir toplumda kendilerini diğer kolektif yapılardan farklılaştıran ortak özelliklere sahip olduğunu düşünen ya da başkaları tarafından bu gözle bakılan kişileri tanımlayan bir terimdir” Ortak özellikler’ dendiğinde dil, din, yaşamı idame ettirme yolu ve daha uzatılabilecek pek çok unsur akla gelir Eğer ‘ırk’tan bahsediliyorsa sınıflandırmanın ölçütü daha çok biyolojik özelliklerdir. Etnisiteden bahsediliyor ise, biyolojik özellikler dışında, dil, din ve yaşamı idame ettirme yolu gibi unsurları da ölçüt olarak almak gerekecektir.

Steve Fenton’a göre, ırk kavramının gözden düşmesinin üç temel sebebi vardır. Irkların kendi içlerinde gösterdikleri çeşitliliklerin kendi aralarındakilerden daha fazla olduğunun anlaşılmış olması, ırksal farklılıkların, ırksal olarak kalıtımla geldiği varsayılan başka pek çok farklılığı da açıklayabileceği biçimindeki önerme ve ırkın uzunca bir süre insanlık onurunun ve aşağı/gereksiz görülen ırkların yaşama hakkının hiçe sayılmasına hizmet etmesi sebebi ile edindiği kötü şöhret.

Bir Toplumsal İlişki Aracı Olarak Etnisite

İnsanın toplumsal bir varlık olması, her şeyden önce varlığını devam ettirebilmesi için başkalarına ihtiyaç duyması ile ilgilidir. Ortak bir hayat yaşamak, aynı zamanda insanın çevresindeki başkaları ile benzer bazı özellikler edinmesi anlamına gelir. Aynı dili konuşmak, aynı dinin gereklerini yerine getirmek, gündelik hayat içindeki bazı hayatı kolaylaştırıcı pratikleri edinmek suretiyle aynı kültüre sahip olmak bu ortaklığın en açık göstergeleridir. Bugün dünyada yaklaşık 5-6 bin civarında etnisitenin varlığını sürdürdüğü söylenmektedir Etnik gruplar arasındaki farklılıkların sebebi konusundaki yapılan değerlendirmelerde iki temel bakış açısı vardır. İlki, etnik gruplar, komşu grupların tepkisine karşı kendi kültürlerini korumaktadırlar. İkincisi ise, kültürel farklılıklar coğrafi ve toplumsal yalıtılmışlıkla ilişkilidir. Etnik grupların kendi farklılıklarını nasıl muhafaza ettiklerine dair önemli bir husus: Kültürel farklılıklar etnik gruplar arasındaki etkileşimlere rağmen varlıklarını sürdürürler Farklı gruplar arasındaki ilişkilerin sıklaşması beraberinde söz konusu grupların bazı özellikleri itibariyle benzeşmelerini doğurabilir. Yakın ilişkiler sebebi ile kültürel bir ortaklığın ortaya çıkması etnik gruplar arasındaki sınırları ortadan kaldırmaz, bazen daha da katılaştırır. Etnisitenin uyguladığı sistematik ayrım farklı biçimlerde gerçekleşebilir: dil ve dindir, meslek, sınıfsal farklılık. Bugün dünyada binlerce farklı etnik grup var. Bu etnik grupların tümünün birbirinden haberdar olduğunu, birbirleri ile ilişki içinde olduklarını söyleyemeyiz. Ama her bir etnik grup bir biçimde başka bir etnik grup ile temas halindedir. Bu temas tipleştirmeler aracılığıyla işler. İnsanlar genellikle ait oldukları etnik gruba dair olumlu, başka gruplara karşı ise olumsuz ön yargılara sahiptirler. Ön yargılar bir grubun sabit ve kalıplaşmış bir biçimde tanımlandığı kalıp yargılar üzerine inşa edilirler Kalıp yargılar başka etnik gruplarla ilgili kafamızda oluşmuş tarafsız ve betimsel olmaktan ziyade değerlendirme yargısı içeren imgelerdir. Almanların disiplinli ve çalışkan, İtalyanların coşkulu ve gürültülü, Hinduların cimri, sahtekâr ve çalışkan olarak damgalanması birer kalıp yargı örneğidir. Ayrımcılık, bir etnik grubun diğer etnik gruba ya da bir etnik grup üyesinin bir başka etnik etnik grup üyesine yönelik gerçek davranışına işaret eder. Teninin renginden ötürü iş başvurusundan olumsuz sonuç alan bir siyahın maruz kaldığı davranış, bir tür ayrımcılıktır. Bu noktada şuna dikkat etmek önemlidir: Ön yargı çoğunlukla ayrımcılığın temelinde yer alsa da bu ikisi birbirinden ayrı olarak ortaya çıkabilir. Benzer bir biçimde, ayrımcılığın da doğrudan ön yargıdan kaynaklanması gerekmez. Etnik gruplar arasındaki ilişkide, her bir etnik grup diğer etnik gruplara dair kalıp yargılar üzerinde temellenen ön yargı adını verdiğimiz bir kısım tutumlara sahiptir. Bu tutumlar her zaman başkalarına karşı bir ayrımcılığa yol açmazlar. Başkalarına yönelik bir davranışa yol açtıklarında ise artık açık bir ayrımcılık söz konusudur.

Irkçılık

Irkçılık, “kendi ırkının diğer ırklardan üstün olduğu inancı ve buna eşlik eden davranış kalıpları” biçiminde tanımlanabilir. Bir ırkın diğer ırklardan hangi zemine yaslanarak kendini üstün gördüğü tespit edilmelidir. İnsanların fiziksel ve fizyolojik özelliklerinin dikkate alınması suretiyle hiyerarşik bir biçimde sınıflandırılması eğiliminden artık vazgeçilmiştir. Irkçılığın temel olarak üç farklı boyutundan bahsedilir: i) ön yargı olarak ırkçılık, ii) davranış olarak ırkçılık ve iii) ideoloji olarak ırkçılık. Ön yargı olarak ırkçılığın algı düzeyinde konumlanabileceği ve gizli düşmanlık, katı duygular, hazır kanaatler, tarafgir soyutlamalar, çeşitli tutum, duygu ve eğilimler gibi özelliklerle nitelenebileceği belirtilmiştir. Ayrımcı davranışa dayalı ırkçılık, ayırma ve mertebelendirme biçiminde ortaya çıkan sınıflandırma düzeyinde yer almaktadır. Ayrıca, tabi kılma, boyun eğdirme, hâkim olma, kendi grubunun çıkarlarını gözetme, tasnif etme, dışlama benzeri çeşitli davranışlar, edim ve pratikler gibi özelliklerle nitelendirilebilir. İdeoloji olarak ırkçılıksa, açıklama düzeyinde yer almaktadır ve şiddetin meşrulaştırılması, edimlerin haklılaştırılması, birtakım değerler ve temsiller sistemi ve ideoloji gibi özelliklerle nitelenebilir. Eski tip ırkçılık, etkinliğini yitirmek zorunda kalmıştır. Artık ırkları hiyerarşik olarak sınıflandırmak için farklı bir araç vardır: Kültür. Bu yeni ırkçılık, bazı kültürleri ‘evrensel’ ve ‘ileri’ olarak kabul ederken diğer kültürler ise ‘partiküler’ ve ‘ilkel’ olarak tanımlanır. Kurumsal ırkçılık, “bir kurumun renklerinden, kültürlerinden veya etnik kökenlerinden ötürü insanlara gerekli ve profesyonel hizmet sunmadaki kolektif yetersizliğidir. Kurumsal ırkçılık; etnik azınlıkların aleyhine olan kayıtsız ön yargı, bilgisizlik, düşüncesizlik ve ırkçı kalıp yargılar yoluyla ayrımcılığa yol açan süreç, tavır ve davranışlarda görülebilir.”. Bu türden ırkçılık kültür ve sanat, kitle iletişimi ve moda endüstrisi gibi alanlarda faaliyetlerini sürdüren kurumların bir etnik gruba karşı ortaya koydukları ayrımcı davranışlarda da görülmektedir.

Etnisiteyi Anlamaya Yönelik Teorik Girişimler

Sosyal bilimcilerin etnisiteye yönelik ilgilerinin 1960’lardan sonra artışı, beraberinde farklı bakış açılarının ortaya çıkışını getirmiştir. Etnisiteyi konu olan temel bakış açılarını şöyle sıralanabilir: i) ilkçi yaklaşım, ii) araçsalcı yaklaşım, iii) Marksist yaklaşım, iv) inşacı yaklaşım ve v) etno-sembolcü yaklaşım. Öncülüğünü sosyolog Edward Shills ve antropolog Clifford Geertz’in yaptığı ilkçi yaklaşım, etnik kimliği, “konuşma yeteneği, koku alma, görme duyuları ya da cinsiyet kadar doğal bir parçamız olarak görür” İlkçiler için sadece etnik kimlik değil, dil, din, ırk ve toprak da tarih boyunca ortak amaca sahip insan gruplarını örgütleyen temel ve ilk bağlar olarak kabul edilmelidir. Paul Brass, Craig Calhoun ve Abner Cohen’in düşüncelerinde yer alan araçsalcı yaklaşım esas itibarıyla, etnisitenin seçkinler tarafından araçsallaştırıldığını öne sürmektedir. Kültürel, siyasal ve ekonomik seçkinler kendi iktidar ve avantajlarını korumak için siyasal mitler yaratmakta ve bu mitleri manipüle etmektedirler. Etnisite, mitlerin yaratılması ve manipüle edilmesinin bir ürünüdür. Seçkinler için öncelikli hedef mevcut pozisyonlarını korumak ve çıkarlarını maksimum düzeye çıkarmaktır ve gerektiğinde etnik kimliklerin kültürel ögelerini değiştirebilirler ya da yeni ögeler icat edebilirler. Etienne Balibar ve Immanuel Wallerstein’ın Irk Ulus Sınıf Belirsiz Kimlikler isimli çalışmaları etnisiteye yönelik Marksist yaklaşımlar için verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Söz konusu çalışmada Wallerstein, ırk, millet ve etnisite kategori lerinin inşasını merkez ile çevre arasındaki ilişkilerin mevcut hâliyle sürekli kılınmasını mümkün kılacak bir araç olarak görmektedir. Irk, etnisite ve millet gibi kategorilerin üretilmesi ile toplumsal çatışmanın esas odağı gözlerden uzak tutulabilmektedir. İşçi sınıfı etnik çıkarların önemine inandırılmış ve kendi içinde bölünmüştür. Böylelikle, gerçek düşman (burjuvazi) için bir tehdit unsuru olmaktan çıkmakta ve gerçek uzak tutulmaktadır. Tam da bu sebeple, Marksistler, etnisite temelli toplumsal gruplaşmaları mücadele edilmesi gereken güçlü bir düşman olarak görürler. İnçacılar denince ilk elden akla üç isim gelir. Erik Hobsbawm, Ernest Gellner ve Benedict Anderson. Her birinin ortak iddiası milletlerin tarih kadar eski değil de, modern zamanlara özgü olduğudur. Etnisite inşa edilen, toplumsal, politik ve iktisadi koşullarla uyumlu bir biçimde gerektiğinde sayısız işlemden geçen ve içeriği yeniden düzenlenen bir kategori olarak belirlenebilir. Anyhony D. Smith’in çalışmalarının bir ürünü olarak ortaya çıkan etno-sembolcü yaklaşım ilkçi ve inşacı teorilerin bir sentezi olarak kabul edilebilir. Temel iddiası şudur: “Milletler ve milliyetçilikleri daha önceki, apayrı bir çağdan kalma modası geçmiş şeyler, ya da küresel modernleşme ve geç kapitalizmin kaçınılmaz ürünleri, ya da insanlık tarihi ve toplumun daimî ve doğal özellikleri olarak görmek yerine onların altındaki etnik ve toprağa özgü bağlamlara ulaşmaya çalışmalı”dır Smith hem ilkçi hem de inşacı yaklaşımlara karşı mesafelidir.

Etnisite ve Devlet

Bugün dünyada belki çoğu benzer bir etnik köken mitine sahip ya da neredeyse her zaman grup içi evliliği teşvik eden ideolojileri olan binlerce etnik grup yaşıyor. Dünyada hâlen varlığını devam ettiren etnisiteler arasında farklı ilişki biçimleri söz konusu edilebilmektedir. Eriksen, farklı etnik ilişki biçimlerini temsil eden dört etnik grup türü ayırt ediyor. Bunlar i) kentsel etnik azınlıklar, ii) yerli halklar, iii) ulus-öncesi halklar (etno-milliyetçi akımlar) ve iv) çoğul toplumlarda etnik gruplar. İlk olarak kentsel etnik azınlıklar, sanayileşmenin doğal ürünü olarak ortaya çıkmış bir kategoridir. Sanayileşmenin beraberinde emek gücüne yönelik çok yoğun bir talebi getirmesi ile birlikte, dünyanın sanayileşmemiş ülkelerinden akın akın insanlar sanayileşmiş ülkelere göç etmişlerdir. İkinci etnik grup türü yerli halklardır. Bir bölgede yaşayan, siyaseten görece güçsüz ve baskın karakteri ile bilinen ulus-devletlere kısmen entegre olmuş etnik gruplar kastedilmektedir. Bu türden etnik gruplar hayatlarını endüstriyel olmayan bir üretim ile idame ettirirler ve devletsiz bir siyasi sistemle ilgilidirler. Ulus-öncesi halklar, bir başka etnisite türüdür. Hindistan’da Sihler, İsrail’de Filistinliler ve Sri Lanka’da Tamiller bu tür etnik grup için en bilinen örnekler arasındadır. Ulus-öncesi halkların, kendi ulus-devletlerini kurma iddiası ile öne çıkan ve artık daha fazla başka bir etnik grubun yönetimi altında yaşayamayacaklarını savunan liderleri vardır. Çoğul toplumda etnik gruplar kategorisi ise kültürel açıdan heterojen nüfusları olan ve sömürge olarak yaratılmış devletleri ifade eder. 1960’lardan sonra yaygınlaşan etnisite araştırmalarında ‘etnik uyanış’tan bahsedilir. Söz konusu uyanış bir yönüyle dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan trajedilere karşı geliştirilen tepkileri temsil etmektedir. Bir başka açıdan ise, etnik uyanışın kendisi beraberinde trajik deneyimleri getirebilmektedir. Dünyada mevcut ulus-devletlerden pek azı homojen bir kültüre sahiptir. Büyük çoğunluğu ise, birbirinden farklı etnik kimlikleri, kültürleri içinde barındırmaktadır. Ayrıca, mevcut ulus-devletlerin önemli bir kısmında, etnik bakımdan çoğunluğu oluşturan unsurların ekonomik ve politik hâkimiyetleri söz konusudur. Azınlıkta kalan etnik gruplar ise dezavantajlı bir durumdadır. Bu gruplar, sadece kaynak paylaşımındaki eşitsizliklerden olumsuz bir biçimde etkilenmezler. Aynı zamanda çoğu örnekte etnik aidiyetlerinden kaynaklanan farklılıkları sebebi ile etnik gruplar üzerinde devletin baskısı açık bir biçimde hissedilir. Gerilim üreten bu durum, yer yer etnik çatışmalar ile sonuçlanabilmektedir. Bu çatışmalar süresince binlerce insan hayatını kaybedebilmektedir. Uyum ya da entegrasyon politikaları, birbirinin yabancısı ya da ötekisi olan etnik grupların bir arada ve barış içinde yaşamaları stratejisini temsil ederler. Bu kapsamda üç temel uyum politikasını birbirinden ayırt edebiliriz: Asimilasyon, eritme potası ve çokkültürcülük. Asimilasyon politikalarında, azınlık grubunun kültürünün çoğunluk grubununkinin içinde erimesi hedeflenir. Eritme potası modelinde, bütün etnik gruplar ya da kültürler birbirlerine karışarak, melezleşerek ortaya yeni bir kültür çıkar. Herkes biraz birbirine benzer. Çokkültürcülük ise her etnik grubun kendi kimliğinden vazgeçmesine gerek kalmaksızın farklılıkları ile eşit olabileceği, eşitliğin sağlanması için gerekirse dezavantajlı gruplar lehine pozitif ayrımcılıkların uygulanabileceği bir entegrasyon politikasıdır.