SOSYOLOJİ II - Ünite 8: Küreselleşme Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Küreselleşme

Giriş

Günümüz dünyası neredeyse tamamen “hareket” üzerine kurulmuştur. Dikkatle baktığımızda her şeyin hareket halinde olduğunu görürüz: İnsanlar iş, savaş, güvenlik ve turizm gibi nedenlerle yer değiştirir. Fikirler, gelişen teknolojik araçlar sayesinde hızla bir yerden başka yere gider. Para, değişen ekonomik yapılar nedeniyle ve yine gelişen haberleşme teknolojileri sayesinde hızla bir yerden başka bir yere transfer edilir. Sayıları her geçen gün artan endüstriyel nesneler, gelişen ulaşım teknolojisi sayesinde bir yerden başka bir yere hızlıca taşınır. Müzik, sinema, kitap gibi araçlarla birlikte kültürel ögeler adeta sınır tanımadan dünya üzerinde hareket eder. Tüm bunlar, katı ve sabit yapıların aksine bugünün dünyasına bir tür “akışkanlık” kazandırmaktadır. İşte bu akışkanlık, küreselleşme olgusunu açıklamaktadır.

Küreselleşmenin Tanımı

Küreselleşme kavramından ne anlaşılması gerektiğine geçmeden önce kelimenin etimolojisine bakmak yararlı olacaktır. Küreselleşme kelimesi İngilizce “globalization” kelimesinin karşılığıdır. İngilizce “globe” kelimesi “küre”, “yuvarlak” ve “dünya” gibi anlamlara gelmektedir. İngilizce’ye yeni giren kelimeleri bir araya toplayan Oxford Dictionary of New Words adlı sözlükte “globalization” kelimesi yeni sözcükler arasında gösterilir. Her ne kadar Türkiye 1980’li yıllardan itibaren hızlı bir küreselleşme sürecine girmiş olsa da Türkiye’ de konu ile ilgili edebi ve bilimsel literatürdeki gelişmeler daha geç zamanlarda ortaya çıktı. Kavramın Türkçe’de “küreselleşme” sözcüğü ile yaygın biçimde dolaşıma girmesi 1990’lı yılların başlarına rastlar. Kavramın Türkçe bilimsel literatürde yerli yerinde kullanımı ile ilgili ilk örneklerden biri, Samir Amin’in “Kaos İmparatorluğu: Yeni Kapitalist Küreselleşme” adlı kitabının Türkçe tercümesidir. İlerleyen yıllarda kavram Türkçe’ye kolaylıkla yerleşmiş, edebî ve bilimsel alanda geniş bir yer bulmuştur.

Küreselleşme kavramına çeşitli alanlarda farklı tanımlar getirilmektedir. Küreselleşme kavramını ilk kez akademik bir çerçeve içerisinde ele alan yazarlardan biri olan Robertson küreselleşmenin tanımlanmasında anahtar rolü oynayan iki kavram olduğunu söyler: Karşılıklı bağımlılık ve küresel bütünlük algısı (Robertson, 1992, s. 8). Küreselleşme kavramı ile ilgili çok sayıda bilimsel çalışma ve yayın sahibi olan Ritzer’e göre küreselleşme, insanların, nesnelerin ve bilginin çok yönlü biçimde hareket etmesini sağlayan akışkan bir toplumsal süreçtir. Ritzer, ilginç bir tespitte bulunarak tanımlamasını geliştirir: Ona göre küreselleşmeye karşı çıkan veya ona engel teşkil eden yapı ve aktörler de küreselleşme olgusunun bir parçasıdır. Letschert ve Van Dijk’e göre ise küreselleşme yaşamın hemen her alanında insanları birbirine karşılıklı olarak bağımlı hale getirecek biçimde etkileşimler kurulmasıdır.

Küreselleşmenin Zemini ve Aktörleri

Küreselleşmeyi yukarıda tanımlarken farklı coğrafyalarda, kültürel atmosferlerde ve medeniyetlerde yaşayan insanlar ve kurumlar arasındaki karşılaşmalara vurgu yapmıştık. Peki bu karşılaşmalar hangi alanlarda ve nasıl gerçekleşmektedir? Örneğin Japonya’da yaşayan insanlar ve Japon kültürüne ait ögeler hangi alanlarda ve hangi dinamiklerle Amerikalı insanlarla ve Amerikan kültürüne ait ögelerle karşılaşmaktadır? Bu tür karşılaşmalar ne tür sonuçları doğurmaktadır? Günümüzde, özellikle ulaşım ve haberleşme teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte tüm kültürler arasında hemen her zeminde karşılaşmalar ve temaslar gözlemek mümkün. Biz bu bölümde küreselleşme bakımından en önemli olan dört karşılaşma zemininden söz edeceğiz. Küreselleşme süreci için hayati roller ifa eden ve bu bölümde ele alacağımız zeminler şunlardır: Ekonomi, kültür, politika ve teknoloji. Başka deyişle küreselleşme kavramını olgulara atıf yaparak anlamaya çalışırken ekonomik küreselleşme, kültürel küreselleşme, politik küreselleşme ve teknolojik küreselleşme kavramlarına başvuracağız.

Ekonomik küreselleşme, küresel finans kaynaklarının ve uluslararası şirketlerin, girişimcinin yerleşik olduğu ülke dışında, ucuz emek ve düşük sabit maliyet imkânlarının olduğu ülkelerde yatırımlar yapmasına dayanır. Ayrıca, üretim ve montaja dayalı olan esnek üretim mekanizmalarının, bilgi ve hizmet sektörlerinin dünya genelinde sınır tanımadan kurulması ve sermayenin, malın ve iş gücünün sınırlar arasında serbest hareket etmesi de ekonomik küreselleşmenin göstergelerindendir.

Küresel Dünya Düzeni adı verilen olgunun ortaya çıkışında rol oynayan en önemli gelişmenin Bretton Woods toplantısı olduğu üzerinde pek çok yazar hem fikirdir. Dünyada finansal istikrarın sağlanması amacıyla 1944 yılının Temmuz ayında, ABD’nin New Hempshire eyaletindeki Caroll şehrinin Bretton Woods adlı bölgesinde, Mount Washington Hotel’de üç ha a süren bir toplantı yapıldı. Bu toplantı sonunda dünya ticaretinin daha fazla liberalleşerek canlanması için tedbirler alınması; ulus devletlerin korumacı ve katı gümrük politikalarından kaynaklanan yapısal sorunların çözülmesi için adımlar atılması kararları alındı. Bretton Woods kararları ve toplantının kurumsal kimliği 1970’li yılların başında ortadan kalkmış olsa da bu toplantılara bağlı olarak ortaya çıkan pek çok kurum bugün varlığını sürdürmektedir. Bretton Woods Sistemi’nden doğan ve bir kısmı daha henüz hayata bile geçirilmeden ortadan kalkan, bir kısmı ise bugün bile ekonomik küreselleşmeyi yönlendiren kurumlar şunlardır: Uluslararası Ticaret Örgütü (UATÖ) (İngilizce: International Trade Organization (ITO)), Gümrük ve Ticaret Genel Anlaşması (GTGA) (İngilizce: General Agreement on Tariffs and Trade (GATT)), Dünya Ticaret Örgütü, G-30, G-20, IMF ve Dünya Bankası.

Küreselleşmenin kültürel alandaki yansımalarını ve seyrini gösterebilmek için kültür kavramı ile ilgili kısa bir tanımlama yapmak yararlı olacaktır. Kültür teriminin tanımı oldukça geniş alana yayılmıştır. Üretim ve tüketim alışkanlıklarına, günlük yaşam pratiklerine, coğrafi mekâna, devletlere, kabilelere, milletlere, dinlere ve etnik gruplara atıf yaparak kültür terimini tanımlayanlar olduğu gibi, bunların tamamını birleştirerek geniş bir kültür tanımlaması yapanlar da vardır. Bu bölümde esas alınan kültür tanımlaması şöyledir: İnsan topluluklarının oluşmasında etkili olan ve doğal olmayan her türlü araç, süreç ve işlev, kültürü meydana getirir. Burada, kültürün doğal ögelerden etkilendiğini ve doğa ile etkileşim içerisinde olduğunu vurgulamak gerek. Örneğin ölüm doğal bir olaydır. Tek başına ölüm olgusu kültürün parçası olamaz ancak ölüm merasimleri kültürün parçasıdır. Tarlaya buğday ekerken kullanılan aletler ve ekim yapma biçimi kültürün parçasıdır. Diğer yandan bir kentin aldığı yağış miktarı; bir yerleşim yerinin yüzey şekilleri kültürün parçası değildir. Çünkü bunlar doğaya ait, verili şeylerdir. Doğadan yararlanma biçimleri ya da doğa ile kurulan ilişki biçimleri kültürün parçasıdır. Örneğin nehirler bir yerdeki kültürün parçası olarak görülemez ama nehirlerden yararlanma biçimleri, o bölgedeki insanların kültürünün bir parçasıdır. Kimi kültürel ögeler ise doğadan büyük oranda bağımsızdır (evlilik törenleri gibi).

Kültürel küreselleşmede sinema kadar önemli olan bir başka sektör müziktir. 20. yüzyılın başlarında ses kaydı teknolojisinin ortaya çıkmasıyla birlikte müzik, hızla küresel bir olgu olma yoluna girdi. Ülkeler ve kültürler arasında duygusal etkileşimlerin önemli bir kısmı, müzik endüstrisi ile birlikte gelişti. Gramofon, plak, kaset, CD ve DVD gibi araçların sırayla birbirinin yerini almasıyla birlikte müzik hızla küresel etkileşim aracı olarak gücüne güç kattı. 1950’lerde çok yüksek maliyetli olan ses kayıt teknolojileri, yalnızca New York, Londra, Paris, Tokyo ve Los Angeles gibi kentlerde müzik endüstrisinin kurulu olmasına neden olmaktaydı. Bugün uydu teknolojileri, internet ve bilişim teknolojilerinin getirdiği avantajlar görüntü teknolojilerinin de imkânları ile birleşince, her türlü müzik dalında üretilen eserlerin hızla “kültürel piyasalara” sürülmesini sağlamaktadır. Amerika’da 1960’larda ayakta kalan müzik endüstrisi New York ve Los Angeles’ta varlığını sürdürüyordu. Aynı zaman diliminde İngiltere’de (her ne kadar rock-and-roll müzik türü Liverpool ve Newcastle’da üretiliyor olsa da) büyük stüdyolar Londra’da ön plana çıkmakta ve ülkenin müzik endüstrisini yönetmekteydi. Hindistan’da müzik endüstrisi önemli oranda sinema sektörü ile (Bollywood) entegre durumda ilerlemekteydi. Türkiye’de ise İstanbul’ da Unkapanı, müzik endüstrisinin kalbi durumundaydı. 1960’lardan itibaren müzik alanında “Dünya yıldızları” ortaya çıkmaya başladı. Amerika’da kayıt yapan Beatles grubunun etkisi 2000’li yıllarda bile kendisini göstermektedir. Jamaika’da doğan Raggae müziği kısa sürede bir tür olarak dünya gençliğinin ilgisini çekti. Jimmy Cli ve Bob Marley gibi müzisyenler bu tür müzikten doğdu ve kısa sürede dünya yıldızları arasında yerini aldı. Porto Rico ve Küba kültüründen çıkan Salsa dansı, bir müzik türünün de doğarak dünyaya yayılmasına etki etti. Heavy metal müzik türü, ABD ve İngiltere’de ortaya çıktı ve dünyaya yayıldı. Tıpkı heavy metal gibi pek çok müzik türü de belirli ülkelerde ortaya çıktıktan sonra farklı kültürler içerisinde yerli şarkı sözleri eşliğinde müzik ürünleri ortaya çıkmasına katkıda bulundu. Rock ‘n’ Roll, hip hop ve rap bu anlamdaki “biçimsel küreselleşmenin” iyi örnekleridir. “Rock ‘n’ Roll’ün kralı” olarak bilinen müzisyen Elvis Presley, bu müzik türünün dünya genelinde yayılmasında önemli bir etkiye sahiptir. İlerleyen yıllarda yalnızca “rock müzik” olarak anılan bu müzik türü, bugün de canlılığını korumaktadır. 1970’lerde Amerika’da siyahilerin ürettiği Rap müziği de müzik endüstrisindeki küreselleşmenin örnekleriyle doludur. “Hiphop kültürü” adı verilen ve ABD’nin olduğu kadar dünya gündeminden de kaçmayı hedef edinen gençlerin yaşam biçimine işaret eden kültürün içerisinde doğan Rap müziği, 1970’lerden itibaren dünyaya hızla yayıldı. Beatbox, breakdance ve DJ’lik gibi hiphop kültüründen doğan kültürel ögeler bugün dünyanın farklı yerlerindeki gençlerin ilgisini çekmeye devam etmektedir.

Politik küreselleşme, uluslararası aktörlerin politik güç kullanma biçimine işaret eder. Politik küreselleşme dendiği zaman uluslararası örgütlenmeler, ulusaltı bölgesel özerklikler, refah sonrası kamu politikaları ve küresel toplumsal hareketler gibi kavramlar akla gelir (Ray, 2007, s. 1956). Bu nedenlerle politik küreselleşme, yalnızca ulus-devletçi politikaların değil, her türlü devletçi politikaların altını oyan sosyolojik bir süreçtir. Devletçi politikalar, eğitim, sağlık, güvenlik, ticaret, hukuk, finans, üretim, istihdam gibi çok geniş alanda yegâne düzenleyici gücün devlet olduğu sistemlerde geçerlidir. Modern ulusdevletler kadar imparatorluklar ve federal devlet yapılanmaları da dahil her türlü devlet biçimi, devletçi politikalar üretebilir. Devletçi politik yapıların karşıtı olan “politik küreselleşme süreci” ise devlet örgütlenmeleri haricinde başka yapıların da toplumun kuruluşunda ve işleyişinde düzenleyici, yön verici ve uygulayıcı etkilere sahip olmasını sağlamaktadır.

Ulaşım teknolojisinin küreselleşme üzerindeki etkisini görmenin bir başka yolu, ticari amaçlı taşımacılık sektörüne bakmaktır. 1956 yılında konteyner gemileri taşımacılıkta kullanılmaya başlandı. Konteyner uygulamasından önce taşınan mallar ayrı ayrı ve neredeyse tek tek indirilip bindirilirken, bu uygulama ile birlikte belirli miktarda mal çok büyük hacimli konteynerler içerisine yerleştirilmeye başlandı ve böylece indirme-bindirme işlemi çok daha az maliyetli ve hızlı bir şekle kavuştu. 1970’te Boeing 747 tipi uçak taşımacılık sektörüne dahil oldu ve kısa süre sonra Boeing, kargo uçaklarını da piyasaya sürdü. 1971 yılında kurulan kargo şirketi Federal Express (FedEx), 2015 yılı itibarıyla 127 ülkede hizmet vermektedir. FedEx’in dünya genelinde bir günde teslim ettiği kargo sayısı 4 milyon adet civarındadır. Bilişim teknolojilerindeki (bilgisayar ve internet) gelişmeler, kargo sistemlerinin daha hızlı ve daha az maliyetli, dolayısıyla da çok daha büyük iş hacmiyle çalışmasını sağladı.

Günümüzde deniz, hava, kara ve demir yolu taşımacılığı sürekli olarak yenilenmekte; hızlı tren, kargo uçaklar, bireysel (özel) ve toplu taşıma imkânları insan ve mal hareketliliğini artırmaktadır. Tüm bunlar, farklı toplumların çeşitli biçimlerde karşılaşmasını sağlamakta ve küreselleşmeye katkıda bulunmaktadır.

Küreselleşmeyi bir süreç olarak kabul edersek, bu sürecin içerik, biçim ve yön bakımından belirlenmesinde etkili olan bazı aktörlerin varlığını da kabul etmemiz gerekir. Küreselleşme sürecinin aktörlerini genel olarak ikiye ayırabiliriz. Birincisine “kürelleşmenin tasarlayıcı-yön verici aktörleri” adını verebiliriz. Küreselleşmenin başlıca tasarlayıcı-yön verici aktörleri ulus-devletler, Milletler Ligi, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, NATO, Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Bankası gibi aktörlerdir. Küreselleşmenin uygulayıcı aktörleri dediğimiz zaman ise akla gelen kuruluşlar Amnesty International ve Sınır Aşan Gazeteciler gibi uluslararası sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra ulus-ötesi (çok uluslu) şirketler, uluslararası kalite, akreditasyon ve standart kuruluşları ve uluslararası derecelendirme kuruluşlarıdır. Örneğin Moody’s adlı şirket, küresel sermaye piyasaları hakkında gözlemler yapar ve farklı para piyasalarını derecelendirerek yatırımcılara yol gösterir; para piyasalarını birbirine entegre eder. ISO 9001, 1947 yılında kurulan Uluslararası Standartlar Örgütü (International Standards Organization) tarafından geliştirilmiş bir kalite yönetim sistemidir.

Küreselleşme ile İlgili Yeni ve Farklı Konular

Küreselleşme giderek her alanda kültürleri ve toplumları temas durumuna getirmektedir. Dünya çapında meydana gelen değişimler ve yeniliklerle birlikte küreselleşmenin zeminleri, aktörleri, biçimleri ve içerikleri de değişim göstermektedir. Buna bağlı olarak küreselleşme ile ilgili çalışmalar ve tartışmalar da geniş alana yayılmakta ve yeni konular ortaya çıkmaktadır. Örneğin uluslararası öğrenci hareketliliğini destekleyen programlarla birlikte eğitimde küreselleşme konusu gündeme geldi. Avrupa Birliği’nin Erasmus adlı öğrenci ve öğretim üyesi hareketliliğine öncelik veren programlarının yanı sıra Türkiye’de uygulamaya konan Mevlâna Değişim Programı gibi programlar, eğitimle (özellikle yükseköğretimle) ilgili konuların küreselleşme bağlamında tartışılmasının arkasındaki gelişmelerdir. Buna bağlı olarak bilgi ve bilimin küreselleşme ile ilişkisi giderek ön plana çıkan bir konudur. Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte “yeni medya” (sosyal medya) ile ilgili tartışmalar da küreselleşme kavramı çerçevesinde gündeme gelmektedir. Bunlardan başka, küresel etik, din, göç, güvenlik ve terörizm gibi konular da küreselleşme ile ilgili yeni paradigmaların konusu olarak yerlerini almaktadırlar. Dünya nüfusunun hızla kentleştiğini göz önüne alırsak, esasen küreselleşme tartışmalarının kadim konularından biri olan kentleşme olgusunun da kentlerin değişen karakterine bağlı olarak yeniden gündeme geldiğini belirtmek gerek.