SOSYOLOJİYE GİRİŞ - Ünite 7: Din ve Toplum Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Din ve Toplum

Giriş

Evrensel olduğu düşünülen dinsel davranışların kurumsallaşması itibariyle din sosyolojinin en önemli alanlarından bir olarak görülmektedir. Din ile toplumun ilişkisi kurumsal sosyolojisinin en temel alanıdır. Seküler birçok kurumun kökenlerinde din vardır. Dine sosyolojik yaklaşım onun hakikatini araştırmaz. Din sosyolojisinin temel analiz birimleri dinin birey ve toplum düzeyindeki işlevleridir. Din bilinmeyenle, hayat ve ölümle başa çıkmamızı sağlar. Din yayılma süreçlerinde hayatın her alanına sirayet etmişken, sekülerleşme ile birlikte kendi özel bölgesine çekilmiştir.

Din Olgusuna İlişkin Temel Yaklaşımlar

Dinin toplumsal bir kurum olarak ortaya çıkışını, işleyişini ve diğer toplumsal kurumlarla olan ilişkisini ele alan din sosyolojisi literatüründe aşağıda listelenen 5 temel yaklaşım bulunmaktadır:

  1. Tarihsel materyalist yaklaşım: Marx ve Engels
  2. Sosyal psikolojik yaklaşım: Weber
  3. Toplumsallık yaklaşımı: Durkheim
  4. Fenomenolojik yaklaşım: Eliade
  5. İletişimsel yaklaşım: Pace

Tarihsel materyalist yaklaşım: Marx ve Engels: Dinin çıkış noktası, genel niteliği ve işleyişine dair tarihsel materyalist analizler yapan Marx ve Engels’e göre, tüm dinler insanların gündelik yaşamlarını kontrol eden doğa güçlerinin, onların zihinlerindeki yansımalarından doğmuş kişileştirmelerdir. Bu bakımdan dini bir yanılsama olarak değerlendiren Marx ve Engels, din kurumunu “hakim ideoloji olarak din” ve “sınıf ideolojisi olarak din” diye iki temel özelliği açısından ele alarak, dinin zenginliği meşrulaştırdığı, yoksullara da manevi zenginlik vadettiği için sınıf çatışmasını engellediğini belirtmektedir. Bununla birlikte, dini bir üstyapı kurumu olarak gören Marx ve Engels onu bu dünyanın genel teorisi, ahlaki yaptırımı, tesellinin ve haklılaştırmanın evrensel temeli olarak tarif etmişlerdir.

Sosyal psikolojik yaklaşım: Weber: Weber “teodise (kötülüğün varlığı ve gerçeği karşısında tanrının iyilik ve adilliğinin onaylanması) olarak din” yaklaşımı çerçevesinde dinlerin vaatlerini ve dinsel etik ve ekonomik yaşam arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Dinleri yaşamı anlamlandıran ve yaşanılır kılan reçeteler olarak ele alan Weber, dört rasyonel teodise türü sıralamıştır. Bunlar; bu dünyada telafi sözü, bir “öte”de telafi sözü, düalizm ve karma doktrinleridir. Hangi dinlerin hangi sosyal sınıflar ve statü grupları tarafından taşındığına odaklanan Weber, dine dair yapıları kavramsallaştırmış ve örneklendirmiştir. Örneğin peygamberliği örnekleyici peygamberlik (LaoTzu ve Budha gibi) ve etik peygamberlik (Musa ve Muhammed gibi) olarak iki gruba ayırmıştır. Bu peygamberlik biçimleriyle ortaya çıktıkları toplumsal koşulları birlikte analiz eden Weber’in temel kavramlarından biri de aklileşme kavramıdır.

Toplumsallık yaklaşımı: Durkheim: Dinin mesajının doğruluğu ya da yanlışlığıyla ilgilenmeyen, yalnızca toplumsal işlevlerini anlamaya çalışan Durkheim, dini “kutsal şeylere, yani belirgin olarak ayırt edilen ve yasaklanmış şeylere ilişkin birleşik bir inançlar ve uygulamalar toplamı; onlara içtenlikle inananların tümünden oluşan ahlaki bir topluluğu bir arada tutan inançlar ve uygulamalar” olarak tanımlar. “Kutsal ve dindışı”nı iki ayrı analitik bölüm olarak ayıran Durkheim’ın yaklaşımı ‘toplumsallık olarak din’ diye adlandırılabilir.

Fenomenolojik yaklaşım: Eliade: Eliade’ye göre din kendinden başka hiçbir şeye indirgenmemeli ve dinin iç mantığı kendi dilinden incelenmelidir. Dolayısıyla fenomenolojik yaklaşıma göre dinin işlevleri, toplumun diğer parçalarıyla olan ilişkileri ve toplumsal sonuçları dikkate alınmaz. Eliade, dinin düşünsel işlevini yarattığı hierophany (insan zihninde kutsallık temelli yapılan sıralamaya bağlı olarak inananın zihninde evrenin kaotik görünümünün ortadan kalkması ve anlam kazanması) ile açıklar.

İletişimsel yaklaşım: Pace: Luhmann’ın sistem teorisinden yola çıkarak “iletişim olarak din” yaklaşımını benimseyen Pace’e göre, genellikle sözlü iletişim dilini kullanan peygamberler, kendinden önceki inanç sistemini olumlamış, ardından yeni bir açıklama getirerek önceki inanç sistemini yeniden yorumlamışlardır. Dolayısıyla önceki dinle, bir diğer ifade ile önceki semboller sistemi tabakasıyla ilişki kuran peygamberler, aslında sosyal çevrenin gerektirdiği yeni şartlara yanıt ve çözüm getirmişlerdir.

Din, Laiklik ve Sekülerleşme: Türkçe’ye de yerleşmiş bir kavram olan laiklik, Antik Yunan’da “halk” anlamında kullanılan Yunanca laos sözcüğü ile Hristiyanlıkla birlikte “din adamı” (clericus) dışında kalanları anlatmak için kullanılan laikos Yunanca Latince karışımı bir kavram olarak çeşitli dillere girmiştir.

Fransızca’da icat edilen laicisme ise resmi dini olmayan ve tüm dinlere eşit mesafede olan bir devleti ve din ile siyaseti birbirinden ayıran bir kavramdır. Dolayısıyla laiklik kavramı dinin siyaset alanından tamamen ayrılması anlamına gelir.

Seküler sözcüğünün kökeni saeculum ise dünyaya, çağa, kuşağa ait anlamlarına gelir ve seküler kelimesi Türkçe’de “din etkisinden kurtulmuş/kurtarılmış” anlamında kullanılabilir.

Seküler ve laik kavramları arasında kapsama ilişkisi bakımından fark vardır. Laik olan dinsel olanı kapsamazken, seküler olan dinsel olanı kapsayabilir. Bir süreç olarak sekülerleşme dinin yaşam alanlarından çekilmesi olarak tanımlanırken, laiklik bir süreç değil tarih dışı bir ilke olarak, devleti din dışı kabul eder. Bu bakımdan devlet din dışı olarak tanımlanabilirken, din kurumunun işleyişi seküler hukuk tarafından tarif edilir.

Din ve devlet arasındaki ayrılma modellerinden biri olan laisist modelin Avrupa’daki iki temsilcisi Fransa ve Türkiye’dir. Laisist model dışında bazı ayrılma modelleri ise şöyledir:

  • Tanıma (recognition): Bazı kiliselerin ya da dinsel cemaatlerin devletçe tanınması.
  • Dahil etme (incorporation): Bir kilisenin anayasal devlet yapısına bir şekilde dahil edilmesi.
  • Kurma (establishment).
  • Concordat: Din ve devlet arasında birbirinin özerk alanını tanıyan uylaşım modeli.

İngiltere ve İskandinav ülkelerinde ilk üç model görülürken, ayrı bir din devleti olarak Vatikan’ı içinde barındıran İtalya (İspanya ve Portekiz’i de çok az farkla kapsamaktadır), concordat modeline sahiptir.

Din ve toplum ilişkisi, hem din ve mezhep farklılıkları hem de ilgili dinin içinde bulunduğu toplumun dinamikleri gözetilerek anlaşılabilir (Bunun için örnek olarak Pace’in dinsel otorite ve clericus/laikos ayrımı modelleri şemasına bakınız. S: 157, Tablo 7.1).

Dinin Toplumsal Yapı İle İlişkisi

Toplumsal tabakalaşma, servet, gelir, mesleki prestij, eğitim ve dini bilgiye bağlı olarak insanlar arasında ortaya çıkan bir eşitsizlik sistemi olarak tanımlanabilir. Dine dayalı toplumlar çok az olmakla birlikte en önemli örneği Hindistan’daki, her tabakaya doğumla ait olunabilen Kast sistemidir.

Dine dayalı olmayan toplum yapılarında dinin toplumsal tabakalaşmayla ilişkisi, dinin varolan tabakalaşmayı meşrulaştırmasıdır. “Toplumsal tabakaların spesifik dindarlığı” üzerine yaptığı analizde Weber, dindarlık biçimlerinin hangi toplumsal tabakalarca taşındığını incelemiş, feodal soyluluğun, toprak sahibi aristokrasinin “selamet” arayışında olmadığı için “cemaatsel din”den uzak durduğunu tespit etmiştir.

İslam dini hem kentli ve ticaretle uğraşanlara hem de alt tabakalarda yer alan insanlara daha iyi bir dünya vadetmiştir. Ümmet ideolojisi İslam toplumunun temel özelliğidir. Türk Devrimi ile ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyet rejimi Şerif Mardin’e göre, sınıfsız toplum yaratma ideali ile temel ilkesi İslami olan bir rejimdir.

Din ve Ekonomi

Din ve ekonomi arasındaki ilişkiler bakımından din sosyolojisinin en popüler temalarından biri Max Weber’in dinlerin önerdiği belli bir ekonomik etik olup olmadığı üzerine yaptığı incelemelerde öne sürdüğü tezlerdir. Weber, Protestan etiği ile kapitalizmin ruhu arasında bir uygunluk, nedensel bir bağ bulunduğuna işaret etmiştir. Buna göre, çok çalışma ancak müsrif tarzdaki tüketime getirilen sınırlama, dinsel etik bunu hedeflemediği halde sermaye birikimini sağlayarak kapitalizme hizmet etmiştir.

Dinin ekonomi ile ilişkisi konusunda bakımından Marx ve Weber’in yaklaşımları birbirini tamamlar niteliktedir. Ancak, Weber dinsel etiğin belli bir ekonomik tarz ile uyumuna vurgu yaparken, Marx belli bir ekonomik tarz olarak kapitalizmin kendisinden yola çıkarak, kapitalizmin ekonomik kategorilerinin onun gerçek temelini gizleyen ideolojik yapıtlar olduğuna dikkat çeker.

Din ve ekonomi ilişkisi bakımından bugünkü toplumları ilgilendiren bir diğer konuda dinin diğer kurumlarla olan ilişkisidir. Sekülerleşme kurumların din etkisinden kurtulması ile işlev göstermesini gerektirirken, bugün dinin ekonomi ve siyaset kurumlarıyla yakınlaşması söz konusudur. Ayrıca bugün artık farklı kurtuluş reçeteleri ve inanç sistemlerinin birbiriyle takipçi edinmede yarış halinde oldukları bir “dinsel pazar” söz konusudur.

Din ve Siyaset

Modern toplum din ve siyaset arasında kesin bir ayrım yapmış olsa da hem politik davranışın hem din kurumunun egemenlik istemi doğrultusunda hareket etmesi, dinsel liderlik ile politik liderliğin birbirinden ayrılmadığı veya politik liderliğin dince meşrulaştırım gereksiniminde olduğu durumları ortaya çıkarmaktadır.

Weber’in “karizmatik otorite” kavramı din ile politik egemenlik arasındaki ilişki bakımından merkezi bir öneme sahiptir. Buna göre karizma, bir kimsenin gerçek, yakıştırma ya da sadece bir iddiadan ibaret olan olağanüstü bir yeteneğidir ve karizmatik hareketler kendilerini doğrudan peygambere veya onun taşıyıcılarına dayandıran karizmatik liderlerce yönlendirilir.

Hristiyanlığın tanrının hizmetinde olduğu varsayılan bir kilise kurumu ve din adamı sınıfı ne Musevilikte ne de İslam’da söz konusu değildir. Dolayısıyla özellikle İslam toplumundaki sekülerleşme Hristiyan geleneğin deneyiminden yola çıkılarak anlaşılamaz.

İslam dininin seküler devlet ile yaşandığı örneklerden ilki ve öncü olanı sünni halifelik geleneğine bağlı Osmanlı Devleti’nden evrilen Türkiye modelidir. Halifeliğin kaldırılması ile birlikte egemenliğin dini temelinden vazgeçilmiştir. Ancak yine Osmanlı Devleti’ndeki ulema, şeyhülislam, imamlar da Hristiyan geleneğindeki clericus un karşılığı değil, bugünkü anlamına yakın biçimde din görevlisidirler. Böylelikle bu din görevlileri, İslam dinini hizmet verdiği “kitlenin günlük yaşamlarından kaynaklanan gereksinimleri”ne göre yorumlamak durumunda olmadıklarından Weber’in sözünü ettiği “din virtüöz”lerinden ayrılırlar.

Din ve Aile

Din kurumu ortaya çıkış itibariyle aile kurumunun işlevlerine talip olmuş, yeni dinsel örgütlenmeler ve cemaat yaşamı aileye alternatif oluşturmuştur. İlk toplumsallaşma kurumu olan aile, din ve dinsel yaşantıyı öğrendiğimiz, içselleştirdiğimiz, tavır ve tutum geliştirdiğimiz ilk kurumdur. Kehrer, din ve aile arasındaki ilişkiler için dört ana başlıkta inceleme konusu önermiştir:

  • Aynı toplum içinde evlenme’nin (endogamie) dinle ilgisi,
  • Başka bir gruptan eş seçmenin (exogamie) dinle ilgisi,
  • Evliliğin devamında çocuk sayısı konusunun dinle ilişkilendirilmesi,
  • Ailenin benimsediği “eğitimle ilgili değerler” ve bunların dinle ilgisi.

Hristiyanlık din bakımından endogam, daha geniş akrabalık grubu bakımından exogam evlilik önermektedir. Akdeniz toplumlarının çoğunda kuzen evlilikleri yaygındır. Katoliklerde hukuki boşanma pek görülmezken, terk durumları daha fazla görülür. İslam toplumlarında ise mezhep farklılıklarıyla birlikte değişmekle birlikte tek eşlilik yüceltilen bir değerdir. Katoliklerde çocuk sayısı, doğum kontrolüne ve kürtaja karşı farklı yaklaşımlarından dolayı, Protestanlardan fazladır. İslam’da bazı yorumlarda değişmekle birlikte ceninin ana rahmine tutunduğu yirmi dördüncü güne kadar kürtaja izin vermekteyse de kürtaj kültürel olarak kabul gören bir tutum değildir. Aileler çocuklarının eğitiminde öngördükleri değerler bakımından mezhepsel farklılıklar göstermektedirler. Örneğin, Lenski Detroit’te yaptığı araştırmada, çocuklarının eğitiminde egemen olmasını istedikleri değerler bakımından Katolikler arasında itaat, Protestanlar arasında ise “entelektüel bağımsızlık” ve “geleceğe yönelme”nin yaygın olduğunu tespit etmiştir.

Din ve Toplumsal Değişme

Din kurumu ile uzlaşının, özellikle din/devlet ayrılma modeli bakımından yerleşik bir anlayışın olmadığı toplumlarda dinsel davranış sıklıkla politik nitelik kazanabilir. Din de diğer kurumlar gibi değişme karşısında uyum, çatışma veya yenilenme yenilik gibi tepkiler verebilir. Dinin bütünleştirici bir rolü olduğu öngörülmekle birlikte, egemenlik için rekabetin yoğun olduğu dönemlerde din şiddetli çatışmalara da sebep olmuştur. Gerek Hristiyanlık gerekse de İslam din ve seküler yaşam arasında çeşitli gerilim ve çatışma dönemlerine tanıklık etmiştir. Bunun en yakın dönemli örneği İran’da yaşanan İslam devrimidir. Bu devrim, İran’ın toplumsal dinamikleriyle ilgili olduğu kadar Şii İslam’ın “Ayetullah” kavramıyla da ilgilidir. Ayetullah clericus anlamında din adamıdır ve Tanrı adına hüküm verdiği kabul edilir. Sünni İslam ise hükmü tanrıya bırakmış ve seküler otoriteyi tanımış clericus niteliği olmayan din adamlarından ve din otoritelerinden beslenir. Dini devrim hareketi din ve devletin ayrılması bakımından concordat tarzı bir modele sahip olabileceği için, olumsuz toplumsal sonuçlarına rağmen, din sosyolojisi açısından daha yüksek bir sekülerleşme vaadi taşımaktadır.