SOSYOLOJİYE GİRİŞ - Ünite 5: Kültür ve Toplum Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Kültür ve Toplum

Ünite 5: Kültür ve Toplum

Giriş

Kültür birçok farklı anlamlarda kullanılan bir kavramdır. Bu muhtelif anlamlar karşımıza “İslam kültürü”, “Katolik kültürü”, “Amerikan kültürü”, “linç kültürü”, “tüketim kültürü”, demokrasi kültürü”, “tuvalet kültürü” vs. şekillerde çıkmaktadır. Anlaşılacağı üzere, kültür kavramı hem gündelik hayatta hem de akademik literatürde kullanım alanı çok geniş bir terim olarak sınırlarının tesbit edilmesi pek mümkün gözükmeyen bir fenomene tekabül etmektedir.

Kültürü Anlamak

Kültür teriminin çok sayıdaki tanımını üç grupta toplamak mümkündür:

1.Kültürün estetik tanımları yahut yüksek kültür olarak kültür

2.Kültürün antropolojik tanımları yahut bütün bir yaşam tarzı olarak kültür

3.Paylaşılan anlam sistemleri olarak kültür

Kültürün estetik tanımları yahut yüksek kültür olarak kültür: Kültür estetik mükemmellik ile özdeştir. Kültür entelektüel ve sanatsal faaliyetlerle birlikte düşünülür. yüksek kültür-popüler kültür ikiliği merkezinde düşünülen kültür büyük oranda yüksek kültürle eş anlamlıdır. Bu yaklaşım yüksek kültür dışında kaldığını iddia ettiği diğer kültürleri “aşağı kültür” olarak yaftaladığı için seçkinci bir bakış açısına sahip olarak değerlendirilmektedir.

Kültürün antropolojik tanımları yahut bütün bir yaşam tarzı olarak kültür: Bu tür tanımlarda kültür, bir halkın yahut dönemin hayat biçimi olarak tarif edilmektedir. Belirli anlamlar yahut değerler üreten hayat tarzlarına işaret edilmektedir. Kısaca kültür, bir grubun üyelerinin inandıkları değerler, izledikleri normlar ve yarattıkları maddi şeylerdir. Değer bir toplumun yahut toplumsal grubun varlığını devam ettirebilmek için üyelerinin çoğunluğu tarafından doğru ve gerekli olduğu düşünülen ilkedir. Değerler normları içerir ancak daha soyut ve geneldir. Norm ise bireylerin davranışlarını düzenleyen kurallardır. Alışılmış davranışları kapsadığı gibi, grubun üyelerinden beklenen ideal davranışlara da işaret eder. Normlara uymayanların karşılaşacağı yaptırımlar mevcuttur. Yüksek kültür olarak kültür tanımlarına göre antropolojik tanımlar kültürü ve toplumu daha fazla birleştirir.

Paylaşılan anlam sistemleri olarak kültür: Kültürü “yaşam biçimi” olarak tanımlamayı yeterli bulmayan Clifford Geertz gibi antropologlar onu, paylaşılan semboller ve/veya anlamlar sistemi olarak tanımladı. Bu sayede kültürün paylaşılan ve kolektif doğasını vurgulanmaktadır. Kültürün kolektif doğasının en belirgin olduğu fenomen dildir. Kültürün sembolik tanımını toplumların üç temel unsuru olan ekonomik, politik ve kültürel alanla ile birlikte düşünmek faydalıdır.

Kültür Çeşitleri

Alt Kültür: Alt kültür, toplumun ortak kültüründen farklı inanç, pratik ve yaşam tarzlarını sürdüren grupların kültürüdür. Gençlik kültürünü, aynı zamanda, etnik, dini ve cinsel grup kültürleri işaret edilmektedir.

Karşı Kültür: Karşı kültür, egemen kültürel değerlere ve yaşam tarzlarına karşı çıktığını açıkça gösteren grupların kültürüdür. Esas olarak 1968’de hippiler gibi gençlik hareketleri için kullanılmaya başlanmıştır. Egemen güçlere doğrudan muhalefeti ile alt kültürden ayrılır.

Kitle Kültürü: Geniş halk kesimlerinin tükettiği bir kültür olsa bile halk kültüründen farklı olan kitle kültürü, halkın kendisinin üretmediği kitleler için kültür endüstri tarafından ticari kaygılarla üretilen bir kültürdür.

Folk Kültür ya da Halk Kültürü: Halk kültürü, türdeş bir topluluğun gündelik yaşamında geleneksel olarak türettiği sözlü kültürdür. Endüstri öncesi toplumlardaki geniş halk kesimlerinin kültürüdür. Genel itibariyle anonimdir ve nesilden nesle sözlü olarak iletilir. Halk türküleri ya da halk hikayeleri en tipik örnekleridir.

Yüksek Kültür: Estetik mükemmellik ile özdeş tutulan en üst düzey kültüre işaret eder. İsminden anlaşılabileceği gibi, kendisini “aşağı kültür”e, yani popüler yahut kitle kültürüne göre konumlandırır. Oysa yaygınlaşmış bir kültürün mecburen değersiz olması gerekmez.

Popüler Kültür: Özellikle Frankfurt Okulu eksenli eleştirilerde bu kültür küçümsenir. Kitle kültürü ile eş anlamlı kullanılması yaygındır. Bu kullanım sakıncalıdır çünkü kitle kültürü terimi kitle toplumu paradigması ile birlikte kullanıldığında anlamlıdır. Paradigma terimi bir bilim cemaatine yahut bilim disiplinine belli bir süre için model oluşturan ve yaygın kabul gören kavram çerçevesidir. Dolayısıyla, kitle kültürü ifadesinin bahsi geçen paradigma terkedildiğinde sorgusuz sualsiz kullanılması problemli hale gelecektir. Popüler kültür toplumun geniş kesimlerince beğenilen ve tercih edilen kültürdür. Günümüzde popüler kültür-yüksek kültür ayrımının silikleştiği görülmektedir.

Klasik Sosyolojik Kuramda Kültür

Kültür-İşlevselci Yaklaşım: Normlar, değerler ve hayat biçimi olarak kültürü esas alır. Bu yaklaşım en önemli temsilcilerinden Durkheim ve öğrencisi Marcel Mauss’a göre, kültür insanlar çevrelerindeki şeyleri ayırmaya ve sınıflandırmaya başladığında mümkün hale gelmiştir. Sınıflandırmada esas alınan model toplumsal yapıya, o da toplumsal gruplar arasındaki ayrımlara dayanmaktadır. Sınıflandırmanın ahlaki ve duygusal yönü önemlidir. Bu yaklaşım en önemli özelliği kültürün değer yüklü oluşuna yaptığı vurgudur. Din bir anlam sistemi olarak kültürün temel bileşenidir.

Kültür failin tercihlerinden yahut toplumsal dünyayı yorumlamasından ziyade, toplumsal yapının örgütlenmesinden veya ihtiyaçlardan hareketle oluşmaktadır. Bu yaklaşım kültürü birleştirici ve bütünleştirici olarak değerlendirdiğinden kültürün toplumsal çatışma ve toplumsal dışlama için kullanılmasını açıklayamaz; güç, iktidar ve çıkar ilişkilerini ihmal etmektedir.

Kültür-Marksist Yaklaşım: Marx’a göre, kültürel fikirlerin tümü maddi üretim sisteminin yansımasıdır ve hakim sınıfın menfaatlerine hizmet eder. Kültür egemen ideoloji olarak işler. Hakim sınıf kültürü şekillendirmek için ekonomik gücünü kullanır. Kültür hakim sınıfın otoritesinin meşruiyet kaynağıdır. Marksist yaklaşım zaafı kültürün özerkliğini toerileştirememektir.

Çağdaş Eleştirel Yaklaşımlarda Kültür

Frankfurt Okulu ve Kültür Endüstrisi: 1920’lerin başında Frankfurt’ta kurulan Sosyal Araştırmalar Enstitüsü literatürde Frankfurt Okulu olarak bilinir. Bu okulun kültür, ideoloji ve kitle iletişim araçları konusunda en önemli mensupları Theodor Adorno (1903-1963), Max Horkheimer (1895-1973), Walter Benjamin (1892-1940) ve Leo Lowenthal (1900-1993)’dir. Okulun teorisyenleri kültürü ne tamamıyla özerk bir alan ne de sınıf çıkarlarının basit ideolojik yansıması olarak ele almışlardır.

Modern kitle kültürü yirminci yüzyılda kapitalizmin ideolojik tahakkümünün kilit aracıdır. Kitle kültürü, kültür endüstrisinin piyasa için ürettiği ürünleri sorgulamadan kullanan yüzeysel zevkler peşindeki insanların kültürünü açıklamak için kullanılan bir terimdir. Ancak Horkheimer ve Adorno 1947’den itibaren kitle kültürü yerine kültür endüstrisi terimi kullanmaya başlamışlardır. Bununla, kitle kültürü tabirinin, söz konusu kültürün kitlelerin ürettiği bir kültür olarak yanlış anlaşılmasının önüne geçmeyi amaçlamışlarıdır. Kültür endüstrisi terimi ile anlatılmak istenen kültürel yaşamın ticarileştirilmesi, kültür ürünlerinin standartlaştırılması ve dağıtım tekniklerinin rasyonelleştirilmesidir.

Kültür endüstrisinin ürünleri aynı zamanda meta değil, sadece ama sadece metadırlar çünkü en başından itibaren piyasa için üretilmişlerdir; dolayısıyla harekete geçirici temel dinamik piyasadır. Frankurt Okulu teorisyenlerinin amaçları kültür endüstrisinin kapitalizmin tahakkümünü yaygınlaştırdığını, insanları ve kültürlerini metaya dönüştürdüğünü ve aklı nasıl araçsallaştırıldığını açığa çıkarmaktır.

Frankfurt Okuluna hakim olan karamsar ve katı duruşun dışında değerlendirilebilecek okulun ayrıksı üyesi Walter Benjamin’e göre, sanayi kapitalizminin sanat eserine özgü olan, onu tek ve eşsiz kılan, bir bakıma onun çevreleyen bir parıltı olan “hale”sini yok etmekle birlikte, teknolojik yenilikler kültürün demokratikleşmesinde kullanılabilir.

Antonio Gramsci ve Kültürel Hegemonya: Katolik Kilisesinin büyük gücünden etkilenen Antonio Gramsci (1891-1937), onun sadece ekonomik ve politik değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel bir güce/etkiye sahip olduğundan hareketle egemenliğin sadece ekonomik alanla sınırlı kalmadığını, ideolojik, politik ve kültürel unsurları da içerdiğini ileri sürmüştür. Egemen iktidarın sürdürülmesini sağlayan bu unsurların bütünlüklü etkisini ve gücünü anlatmak üzere hegemonya kavramına başvurmuştur. Hegemonya bir rejim, sosyal sistem ya da siyasi iktidarın baskıdan ziyade geniş toplum kesimlerinin ona rıza göstermesi sonucu ortaya çıkan egemenlik biçimidir. Mevcut iktidar biçimi doğal-normal görünmeye başladığında tam bir hegemonya söz konusudur. Rızanın kazanılması ve çoğunluğun ikna edilmesi esasen üst yapı kurumları ile sağlanır. Kültür hegemonik mücadele alanıdır. Egemen sınıflar değerlerini ve fikirlerini “evrensel”, “kaçınılmaz” ve “tarafsız” olduğunu kabul ettirmeye çalışırlar. Bu başarıldığında hegemonya kurulmuş olur.

Britanya Kültürel Çalışmalar Okulu: Birminghan Üniversitesinde 1964 yılında Çağdaş Kültürel çalışmalar Merkezi adıyla kurulduğu için Birmingham Okulu olarak da bilinir. Disiplinler arası bir yaklaşımı benimseyen okula göre kültürün iktidar ve direniş ile ilgisi üzerine odaklanmak önemlidir. Post-yapısalcı, yapısalcı Marksist ve postmodern kuramları eleştirel bir biçimde kullanan okulun en önemli kavramsal ve kuramsal çerçeve oluşturan düşünürleri ve fikirleri arasında Barthes’in göstergebilimi ve dil içine ideolojinin nasıl yerleştiğine ve gerçekliğin nasıl kurulduğuna dair görüşleri; Althusser’in devletin ideolojik aygıtları üzerine görüşleri; Foucault’un iktidar analizi ve Gramsci’nin hegemonya kuramı bulunur.

Okul özellikle medyanın kültürel hegemonyanın oluşturulmasındaki rolü üzerinde durmuştur. Bunun yanında popüler kültür ve alt kültür konularını ele almıştır. Birmingham Okulu hem kültürün özerkliğini hem de egemen iktidar/güç ilişkileri çerçevesinde oluşturulduğunu vurgulamıştır. Okul yüksek kültür-aşağı kültür ayrımını reddederek kültürel tabakalaşma anlayışından önemli bir kopuş gerçekleştirmiştir. Kültür statik ve donmuş kapalı bir sistem değil, dinamik ve sürekli yenilenen bir süreç olarak kavramsallaştırılmıştır. Binaenaleyh, kültür toplumsal etkileşim sayesinde değişebilme potansiyeline sahip bir mücadele zemini oluşturmaktadır.

Pierre Bourdieu ve Kültürel Yeniden Üretim: Kültürel yeniden üretim kavramını oluşturan Pierre Bourdieu (1930-2002) bu kavramla egemen sınıfın kültürünün eğitim sistemi yoluyla nesilden nesile aktarılması sürecini ifade eder. Eğitimle sosyal eşitsizlikler yeniden üretilir. Kavram aynı zamanda, toplumların uzun dönemler boyunca sahip oldukları istikrarı anlamamıza yardımcı olur. Kültürel yeniden üretim sayesinde siyasi yapılar otorite ve meşruluk elde eder.

Kültürel Çeşitlilik ve Kültürel Etkileşim

Her kültür bir denetim sistemidir. Onay ve red; değerleri ve normları koruma; ödüller ve cezalar kültürde mündemiçtir. Kültürün baskıcı ve düzenleyici özellikleri vardır. Kültürün sahip olduğu anlamlar çıkar çatışmalarında tarafsız değildir. Bir kültürde bazı gruplar diğerlerinden daha avantajlı kılınır. Buna rağmen kültürün sabit ve değişmeyen bir yapı olmadığı akıldan çıkarılmamalıdır. Aksinin düşünülmesi kültürel determinizmi savunmaktır. Kültürel determinizm kültürün değişmez ve çok güçlü, içinde yer alan bireylerin onu esiri olduğu ideolojisidir.

Küreselleşme ve göç ile kültürler birbirlerine daha açık hale gelmiştir. Bunun yanısıra, internet, dijital teknolojideki gelişmeler ve tv gibi ürünler kültürel etkileşimi artıran önemli unsurlardır. Böylelikle, insanlar kendi kültürleriyle diğerlerini mukayese etme imkanlarına çok daha fazla sahiplerdir. Ayrıca, her kültür kendi içinde birçok farklılık mevcut olduğu unutulmamalıdır. Kültürün değişmez bir özü yoktur.

Etnosantrizm? Kültürel Rölativizm?

Kültürlerin çeşitliliğini kabul etmek doğal olarak kültürlere saygı gösterilmesini sağlamaz. Başka kültürleri kişinin kendi kültürünün değer yargıları ile ele almasına etnosantrizm denir. Bu genellikle bir kültürün yüceltilmesi diğerinin aşağılanması şeklinde tezahür eder. Etnosantrizmin heterofobi (farklılık korkusu/düşmanlığı), zenofobi (yabancı korkusu/düşmanlığı), islamofobi, şovenizm ve ırkçılık ile dirsek teması vardır. Bunun önüne geçmek için empati sağlanmalıdır. Bu sayede kendi kültürümüzün tesadüfiliğini kabul eder ve başka kültürlere kendi değerleri içinde saygı duymayı öğrenebiliriz.

Her kültürün kendi içinde değerli olduğu düşüncesi kültürel rölativizme yol açar. Kültürel rölativizme göre her kültür ancak ve ancak kendi değer yargıları içinde ele alınabilir. Bu yaklaşımın tehlikesi ise, başka kültürlere saygı duymayan bir kültürü de kendi içinde değerli görüp, eleştirmeden kabul etmemiz gerektiğinde ortaya çıkar. Burada sınır, her kültürün insan hak ve özgürlüklerine saygı duyup, riayet ettiği ölçüde saygı duyulur olmasıdır.

Kültürün Dinamikleri

Bir toplumda kültür ile ekonomi, politika ve diğer kurumlar arasında ilişkiler mevcuttur. Marx altyapı kurumu olan ekonominin üstyapı kurumu olan kültürü belirlediğini söylerken ekonominin bir kültürel boşlukta gerçekleşmediğini ıskalamıştır. Oysa, kültür de ekonomi gibi bir güç ve meşruiyet kaynağıdır. Bu kurumlar arasındaki ilişkiler karşılıklıdır.

Bir toplumun kültürü maddi ve manevi değişikliklerle değişebilir. Teknoloji önemli bir değişim kaynağıdır ve kültürel açıdan tarafsız değildir. Bazı durumlarda teknolojik değişimler kültürel gecikme yahut kültürel boşluk durumuna yol açabilir.

Kültürel Gecikme: Amerikalı sosyolog William Ogburn (1886-1959) tarafından ortaya atılan kültürel gecikme kavramı maddi kültürde gerçekleşen değişimlerin belli bir gecikmeyle manevi kültür (hukuk, töre, gelenek, vs.) tarafından takip edilmesi sebebiyle ortaya çıkan boşluğu ifade eder. Bourdieu’nun terimleriyle söylendiğinde, ekonomik sermayeye sahip olan birinin buna uygun ola kültürel sermayeye sahip olmaması bir boşluk doğurur. Kültürel sermaye bireylerin özellikle aileleri aracılığıyla sahip oldukları dil yeterliliği, sosyal tarz ve görgü gibi kültürel niteliklerdir.

Kültür ve Küreselleşme

Küreselleşmenin iki önemli dinamiğinden biri sermayenin ulusal sınırları aşarak dünyayı bir Pazar haline getirmesi, diğeri ise iletişim ve enformasyon teknolojilerinin tüm dünya ölçeğinde yaygınlaşmasıdır. Özellikle internet ve TV aracılığıyla medyanın küresel bir kapsama alanı vardır. Aynı zamanda imajlar ve göstergeler küreselleşmenin etkisini muazzam boyutlara ulaştırır. Bütün farklılıkları aşarak insanların hemen hepsinin bildiği CocaCola, Nike ve McDonald’s markalarını düşünmek meselenin anlaşılması için önemli örneklerdir. Burada karşımıza önemli bir soru olarak küreselleşen kültürün genelde batı, özelde Amerikan kültürü olup olmadığıdır. İki farklı yaklaşımdan biri olan neo-Marksizm’e göre, küreselleşme sadece sermayenin değil, aynı zamanda fikirleri ve tüketim alışkanlıklarını belirleyen ideolojilerin dünya çapında yaygınlaşmasıdır. Bu durumda gerçekleşen kültürel emperyalizmdir. Kültürel emperyalizm genel olarak yabancı bir kültürün değer ve alışkanlıklarının yerli bir kültür üzerinde yaymak ve yerleştirmek için ekonomik ve siyasi gücün kullanılmasını, özellikle de ABD’nin kültür endüstrisinin ürünlerinin hakim kılınmasını ifade eden bir tezin ileri sürdüğü bir terimdir. Amerikalı medya kuramcısı Schiller’e göre, ulus ötesi kapitalizm kültüre ürünlerini dünya çapında yayma gücü sayesinde dünyaya tek bir kapitalist kültür hakimdir. Diğer yaklaşıma göre, küresel kapitalizm küresel kültürü tahakküm altına alıcı bir etkiye sahip olsa da, netice dünyanın tümünü kapsayan türdeş bir kültürden bahsedilemez. Robertson ve Tomlinson gibi yorumculara göre, kültürel türdeşleşme yahut bir örnekleşme yerine ortaya çıkan melez bir durumdur. Çünkü küreselleşmeye yerelleşme, modernleşmeye gelenekselleşme eşlik eder. Sonuçta, bu ikili durumları içine alan melez (hybrid) biçimler ortaya çıkmaktadır. Robertson bu eklemlenme ilişkisi nedeniyle sürecin küreselleşme (globalization) olarak değil, küreselleşme (glocalization) olarak ifade edilmesi gerektiğini iddia eder.