SÖZLÜ VE SÖZSÜZ İLETİŞİM - Ünite 4: Kültür ve Sözlü İletişim Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: Kültür ve Sözlü İletişim
İnsan iletişim yoluyla toplumsal bir varlık olma özelliğini korur ve geliştirir. Diğer canlılar, içine doğdukları doğaya uyumlanırken insan iletişim ve yarattığı kültür yoluyla doğayı aşan, zorlayan ve hatta bazen doğaya zarar veren gelişim ve değişime neden olmuştur. İnsan geliştirdiği dil sayesinde duygularını, düşüncelerini, inançlarını diğer insanlarla paylaşmanın yolunu yaratmıştır.
Kültür Kavramı
Diğer canlılarla karşılaştırıldığında doğa koşulları içinde en güçsüz canlı insandır. Bu bağlamda insanın eksik bir varlık olduğu söylenebilir. İnsanın belli bir doğal çevrede yaşamak için özelleştirilmiş organları olmadığı gibi, içgüdüleri de körlenmiştir ve güvenilir değildir. Ancak insan bu eksikliğini, en dar, en yoksul yapıya da sahip olsa zekası ve iletişim yardımıyla yarattığı canlı üstü bir olguyla, kültürüyle gidermektedir.
Kültürle ilgilenen herkesi tam olarak tatmin edecek bir şekilde yapılmış bir kültür tanımı bulmak zordur. Aslında, tanım yapma güçlüğüne yol açan neden bilgi ya da malzeme eksikliğinden öte, tanımı yapanların konularının ve ilgi alanlarının farklı olmasıdır.
Kültür kavramının bugüne dek pek çok farklı tanımı yapılmıştır. Bir genelleme yapacak olunursa, kültür sahip olduğumuz her şeydir; yeme alışkanlıklarımız, giyinme biçimimiz, tapınma yollarımız, çocuklarımızı yetiştirme biçimimiz, evlilik ve ölüm törenlerimiz, zaman algımız, ekonomik, sosyal vb. sahip olduğumuz, uyguladığımız, paylaşıp devam ettirdiğimiz ve zaman içinde değişime uğrayan her tür maddi ve manevi varlığımızdır.
Kültür Aktarıcısı Kurumlar: Kültür bir sistemdir. Bu sistem onu oluşturan maddi ve manevi ögeler ve bunların karşılıklı ilişkilerinden oluşur. Kültürü oluşturan bu somut ilişki ve ögeler, tarih ve kaynaklar, aile ve akrabalık, sağlık ve beslenme, eğitim süreci, yerleşmeler, ekonomi ve teknoloji, bilimler ve sanatlar, din ve devlet, kişilik sistemi ve dil, kültürel çevre ve tarih çevresi şeklinde sıralanabilir.
Kültür Aktarıcısı Olarak Aile; Kültürel değerlerin yeni kuşaklara aktarılmasında, aşılanmasında çok önemli bir sorumluluk taşıyan aile kurumunun her sosyal/kültürel sistemde yer aldığı söylenebilir. Kültür Aktarıcısı Olarak Eğitim; Aileden başka çocuğun kültürel ortama uyum sağlamasını ve sosyalleşmesini sağlayan bir diğer kurum ise eğitimdir. Ailenin başlattığı eğitim daha sonra çocuğun okulla buluşmasıyla birlikte aşama aşama ileriye götürülür.
Kültür Aktarıcısı Olarak Devlet ve Din; Sosyal / kültürel sistemlerin genel işleyişinden sorumlu ve yükümlü olan devlet, siyasal ve hukuki bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet bir sosyal/kültürel denetim kurumu olarak topluma ve toplumsal kurumlara, bunların işleyişine, değerlendirilmesine, denetim ve gözetimine yönelik bir örgütlenmedir. Bir diğer denetim kurumu ise dindir. Varoluşundan bu yana çevresini kuşatmış, karşı koyamadığı anlamlandıramadığı güçler karşısında çaresiz kalan insanoğlu, bu güçlerle uzlaşma yoluna gitmiştir. Böylece inanç sistemleri gelişmiştir.
Kültür Aktarıcısı Olarak İletişim; Kültürün temel ögesi olarak işlev gören iletişim, toplumun üyelerinin, toplumun yaşa, cinsiyete, toplumsal statüye, sınıfsal konuma göre değişik gruplardan oluştuğunun ve gruplar içinde yer alan bireylerin kendilerininkine benzeyen ve benzemeyen rolleri inançları, değerleri, tutum ve davranışları paylaşabileceğini öğrenmesini sağlar.
Kültür Aktarıcısı Olarak Kitle İletişim Araçları; Sanayi Devrimi ve ardından gelerek hızla yayılan kitle iletişim araçları kültürün aktarılıp yaygınlaştırılmasında etkili olmuştur. Gazete, dergi, sinema, radyo ve televizyon aracılığıyla hem popüler kültür ürünleri ortaya çıkmış ve toplum tarafından paylaşılmaya başlanmış hem de zaten var olan kültür ögeleri bu araçlar yardımıyla daha da kolay ve yaygın biçimde kuşaklara aktarılmaya başlanmıştır.
Kültür Aktarıcısı Olarak Dil; Daha önce anılan toplumsal kurumlar, kurallar ve öğretilerin hepsi belli deneyim ve bilgi birikimlerini taşıyan sistemler oluşturarak kültürü meydana getirirler. Bu bilgi ve deneyimlerin işlevsellik kazanması bunların insanlığa, insanlığın bilgi dağarcığına katkıları ve aktarabildikleri ile sağlanmaktadır. Ne kadar değerli bir içeriğe sahip olursa olsun aktarılamayan bilgi dolaşım pazarına çıkamaz. Aktarımın mutlaka konuşma diliyle yapılmasını gerekli değilmiş, başka yollarla da aktarım sağlanabilirmiş gibi gözükse de toplumu oluşturan bireylerin uzlaşımlara varabilmesi bir konuşma dilinin varlığına ve desteğine, başka deyişle dile bağlıdır.
Sözlü İletişim ve Toplumsal Cinsiyet
Sözlü iletişimde iletişim hangi yolla (konuşma, yazma, okuma) gerçekleştiğini bilmek iletişim sürecinin tasarlanmasına yardımcı olur. Ancak sözlü iletişimde kaynak ve alıcı konumundaki kişilerin kimler oldukları da önemlidir. Hiç kuşku yok ki hepimiz günlük yaşamımız içinde farklı rollere bürünüyor, içinde bulunduğumuz koşullara göre uygun biçimde davranmaya çalışıyoruz. Toplumsal olarak var olan beklentiler doğduğumuz andan itibaren üzerimize yüklenmeye başlanır. Bizim toplumsal norm ve kurallara uygun olarak davranmamız beklenir ve istenir. Toplumsal olarak en çok beklentinin oluşturulduğu kimliğimiz ise kadınlık ve erkekliktir. İnsan yavrusu dünyaya dişi ve erkek olarak gelir. Toplumsal beklentiler doğrultusunda da kadın ve erkek olmayı öğrenir. Başka deyişle, biyolojik cinsiyetlerimize içine doğduğumuz kültür anlam yükler. İşte kültürel olarak kurulan kadınlık ve erkeklik fenomenine toplumsal cinsiyet adını veriyoruz.
Toplumsal cinsiyet, toplumun görmek istediği kadın ve erkek kalıplarını içermektedir. Bu normlar arasında, kadın ve erkek rolleri, kadın ve erkeğin kendini sunum biçimi; konuşması, davranış kalıpları ve giyim kuşam kodları bulunmaktadır. Daha önce de değinildiği gibi bu kalıp ve kodlamalar toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Belki de tüm toplumlarda var olan ortak nokta ise kadın ve erkek arasında bir eşitliğin olmamasıdır. Toplumsal cinsiyet, toplumun kültür ideolojisini yansıtır. Ritüeller, edebi eserler, mitler, efsaneler, söylenceler ve tüm simgesel anlatımlar pek çok şeyin yanı sıra toplumsal cinsiyetle ilgili değerleri de aktarır. Başka deyişle kültür toplumsal cinsiyeti etkileyen kurumlardan biri olarak etkin rol oynamaktadır.
Dilde Toplumsal Cinsiyete Dayalı Farklılıklar: Dil, insanın kalıtımsal olarak taşımadığı, daha sonra yapay yollarla geliştirdiği ve öğrendiği bir simgeler sistemidir. Bu simge sistemi oluşturulurken kültürün ve o kültürü oluşturan toplumun gereksinimleri ve beklentileri belirleyici olur. Dil, insana türlü etkinlik süreçleri içinde düşünce ve duygularını anlatma olanağı vererek bilme ve iletişme işlevlerini yerine getiren, toplumsal üretimin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkıp gelişen söz düzenidir. Her toplum kendi düzeninin koşullarına göre gerekli sözcükleri türetir ve kullanır. Her toplumda var olan sözcük dağarcığı toplumun kültürel yaşamı ile ilgilidir.
Dilde Kadın ve Erkeğe Yönelik Yargılar; Türk kültürü için yeni doğanlara verilen isimler son derece önemlidir. “İsmiyle müsemma olmak” daha anlaşılır bir Türkçeyle “İsmi gibi olmak” haline toplumsal olarak inanılır ve insanların taşıdıkları isimle uyumlu karakter ve fizik özelliklerine sahip olacaklarına inanılır. Kuşkusuz toplumsal cinsiyetle ilgili değerler dilde yalnızca isimler yoluyla ifade edilmez. Kız ve erkek çocuklarına seslenme biçimimiz de çoğunluk kültürümüzün ve toplumun kadın ve erkekten beklentileriyle uyumludur. Bunun dışında hemen her toplum için yine önemli dil zenginliklerinden biri de atasözleridir. Atasözleri önemli sözlü kültür miraslarıdır. Nesilden nesile aktarılan bu sözler yeni nesillere yol gösterici nitelikte oldukları gibi aynı zamanda bir toplumun değer yargıları hakkında da ipucu verirler. Sözlü kültürün ve iletişimin önemli araçlarından biri olan bu atasözleri daha önce üzerinde durduğumuz toplumsal cinsiyete dayalı toplumumuzun ve kültürümüzün beklentilerini yansıtmaktadır. Erkeklerin temsilinin öne çıktığı başka bir durum ise genç ve çocuk sözcükleriyle ilişkilidir. Genç ve çocuk sözcükleri tıpkı kardeş gibi cinsiyetsizdir; belli yaş dönemlerini işaret ederler. Buna rağmen Türkçedeki kullanımları bu sözcüklerin asıl anlamlarının ötesinde erkekleri temsil etmek için de kullanıldıklarını göstermektedir. “Çok yakışıklı bir çocukmuş” ya da “Ne efendi bir genç” gibi kullanımlar sözcüklerin asıl anlamlarının çok ötesinde erkekliğe gönderme yapmaktadır.
Yine erkeklikle ilişkilendirebileceğimiz bir başka dil kullanımı ise diğer dillerle benzerlik göstermektedir. İngilizcedeki businessman (işadamı) sözcüğünde yer alan –man sözcüğü doğrudan erkekliğe gönderme yapar. Türkçede de işadamı sözcüğündeki –adamı aynı biçimde doğrudan erkeklikle ilişkilidir. Örneğin, “Adamı çileden çıkarma” dendiğinde çileden çıkan kişi kadın da olabileceği ve adam sözcüğünün yerine insan sözcüğü konulabileceği halde adam sözcüğü kullanılarak erkek temsili pekiştirilmiş olur.
Bunun yanı sıra erkeklikle ilgili değerlerin yüceltilmesi, kadınlık yoluyla kadınların aşağılanması da Türkçede rastladığımız durumlardır. Düzgün, doğru anlama ve davranmayla ilgili “ Adam gibi anlat”, “Adam gibi davran” gibi kalıplar kullanılırken, onaylanmayan davranışlar için “Karı gibi dönek”, “Karı gibi gülme! ” vb. deyişler öne çıkar. Dolayısıyla toplumsal ve kültürel düzlemde toplumsal cinsiyet kalıplarının dile, bağlı olarak sözlü iletişime nasıl yansıdığı görülebilir.
Konuşmada Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları: Kültürün en önemli aktarıcısı olan dilin toplumu oluşturan bireyler arasında paylaşımının en temel ve basit yolu konuşmadır. Modern dilbilimin öncüsü Ferdinand de Saussure, her türlü sözel iletişimin temelinin öncelikle konuşmaya dayandığını ortaya koymuştur. Doğan herkes, fiziksel ve zihinsel bir engeli olmadığı sürece, konuşmayı öğrenir. Konuşma toplumsal bir varlık olan insanın doğal yeteneğidir ve insanı tüm diğer canlılardan ayıran temel özelliklerinden biridir. Konuşma kendiliğinden, çok fazla bilincine varılmadan gelişen bir süreçtir.
Konuşmanın Tanımı: Konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir biçiminde tanımlanabilir. Konuşma, günlük yaşam içinde olağan olarak gerçekleştirdiğimiz pek çok etkinlik gibi kendiliğinden, doğal olarak yaptığımız bir etkinlik, yaşamımızın bir parçasıdır.
Konuşmada Kadın ve Erkeğe İlişkin Farklılıklar: Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkeğin toplumsal ve kültürel olarak belli roller, davranışları tekrar etmelerini öngörür. Kadın ve erkekten beklentiler kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu aktarım sırasında içinde yaşanılan dönemin koşullarına göre kimi değişimler de yaşanabilir.
Kadın ve erkek arasındaki önemli ayrışmalardan biri yaşam alanlarıyla ilgilidir. Pek çok kültürde ve toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da kadının çocukların bakımından, evin idaresinden sorumlu olması beklenir. Erkekler ise evin dışındaki alanla, diğer bir deyişle, kamusal alanla ilişkilendirilir. Kamusal alan birincil mekanları olduğu için erkekler çoğunlukla topluluk içinde, profesyonel ortamlarda konuşma konusunda istekli ve beceriklidir. Kendilerini rahat hissederler. Kadınlar ise yakınlık gerektiren, özel konuşmalar yapma konusunda erkeklerden daha becerikli ve yeteneklidirler. Şüphesiz, topluluk önünde konuşma konusunda istekli ve yetenekli kadınlar ve özel konuşmalarda nispeten rahat olan erkekler de vardır. Rekabet erkeklik için en önemli vurgu noktalarından biridir. Küçük yaştan itibaren bir erkek kendini sürekli ispat etmek zorundadır. Küçük bir erkek çocuğu yetişkin erkeklerin dünyasına geçene kadar beklemek ve kendini, olgunluğunu ispat etmek zorundadır. Erişkinliğe ulaştıktan sonra da bir erkeğin mücadelesi bitmez. İyi bir iş sahibi olmak, iyi bir eş sahibi olmak, iyi bir ev, iyi bir araba… Her konuda güçlü olması beklenen erkek, kamusal alanda da gücünü kanıtlamak, dolayısıyla rekabet içinde olmak zorunda hisseder. Erkekler çoğunluk, hiyerarşik sosyal bir düzen içindeki bir birey olarak konuşma eylemini gerçekleştirirler. Başka bir deyişle, böyle hiyerarşik bir sistem içinde birey hiyerarşik yapının ya üst ya da alt kademesinde yer alır. Olaylara yaklaşım açısından kadın ve erkeklerin konuşmaları, kültüre, içinde yaşadıkları toplumsal yapıya bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bunun yanı sıra kadın ve erkeklerin içeriğin ötesinde biçimsel olarak da konuşma biçimlerinde kimi farklılıklar bulunmaktadır.