SUÇ ÖNLEME MODELLERİ - Ünite 1: Suç ve Suç Önleme Teorileri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Suç ve Suç Önleme Teorileri

Giriş

Suç, en genel şekli ile ele alınacak olursa, yasaklayıcı bir kurala –ki bu kural töre yahut ahlâk kuralı olabileceği gibi meşru otoriteler tarafından kendisine yaptırım eklenmiş ve kamusal gücün müdahalesini gerektiren bir kural da olabilir- uygun davranılmaması halidir. Belirtilen kurallara uygun davranmama halinde suç işlenmiş olur. Hukukçu, suç kavramına, ceza hukuku açısından bakar. Hukuk uygulayıcısı, suç kavramının merkezine hukuk kuralını alır. Sosyolojik bakış açısından, hukuk ile hukukun muhatap aldığı birey ilişkisi, bir iktidar ilişkisi olarak karşımıza çıkar. Bu belirleme, her türlü iktidar ilişkisinin hukuk kurallarına ve yaptırımlara sahip olduğunu gösterir. Sapma ve suç: Sapma sosyolojik bir kavramdır ve toplumsal normlardan kabul edilebilirlik sınırlarının ötesindeki ayrılmayı ifade eder. Suç ise, hukuki olmadığı durumlarda, toplumun şiddetli tepki gösterdiği ve bir tür cezanın uygulandığı eylemlere karşılık gelir.

Suç bir değer yargısıdır, doğada suç bulunmaz. Yaptırım: (müeyyide): Hukuk, töre, ahlak gibi kurumların buyruklarının ihlal edildiği durumlarda, devletin veya toplumun verdiği tepki. Hukuk söz konusu olduğunda ceza, işlemin iptali gibi yaptırımlar devreye girer. Töre veya ahlak kurallarının ihlali kınamadan başlayarak dışlama veya öldürmeye kadar giden farklı yaptırımlarla sonuçlanabilir. Klasik okulun temel varsayımı, suçluların, eylemlerinin sonuçlarını hesapladıktan sonra suç işlemeyi seçtikleridir. Pozitivist okul ise, insan davranışının, bireylerin kontrollerinin dışındaki kuvvetler tarafından belirlendiğini ve bu kuvvetleri ölçmenin mümkün olduğunu savunur.

Klasik Okul ve Suçun Nedenleri

Klasik Okul, 1789 Fransız Devrimi öncesindeki insanlık dışı bir hukuk, cezalandırma ve adalet sistemine tepki olarak doğmuştur. Monarklar, Fransızca lettres de cachet denilen emirler yayınlıyorlardı ki bunlar uyarınca neredeyse herhangi bir nedenden dolayı hatta nedensiz yere hapis cezası alınabiliyordu. Lettres de cachet (Fransızcada “kaşeli mektup”), Fransa’da eski rejim döneminde, Fransa kralı ve bir bakan tarafından imzalanan ve kralın kaşesi (mührü) ile kapatılan mektuplardır. Doğrudan kral emirlerini içerir ve itiraz hakkı (makamı) yoktur. Özellikle bir kişinin tutuklanmasını sağlamak amacıyla kullanılıyor; 17. ve 18. yüzyıllarda yaygın biçimde kötüye kullanıldığından, 1789 États généraux’suna sunulan şikayet listesinde öne çıkan konular arasında yer almıştır. On sekizinci yüzyıl ortasında Fransa’da ortaya çıkan Aydınlanma ruhu, geniş bir felsefi ve hümanist harekete dönüştü. Bu hareket, iman ve batıl inancın yerine akıl ve deneyi koymuş; toplumsal hayat ve devlet açısından toplumsal sözleşme kuramını, insanın algılanışı açısından da irade özgürlüğünü savunmuştur. Bu toplumsal reformcular suç ve ceza konularında daha rasyonel bir yaklaşım teklif etmeye başlamışlardır. Bu dönemde görüşlerini ortaya koyan ve düşünceleri kriminolojide Klasik Okul olarak adlandırılan iki düşünür, Beccaria ve Bentham dikkat çekmektedir. Cesare Bonesana Marchese di Beccaria (1738-1794), 1764’te yazdığı Dei delitti e delle pene (Suçlar ve Cezalar Üzerine) adlı kitapla tanınmıştır. Bu kitap onu aynı zamanda onu modern kriminolojinin babası da yapmıştır.

Beccaria’nın teklif ettiği değişiklikler, bugün dünyanın neredeyse büyük bir kısmında geçerli olan ceza politikalarının temellerini oluşturmaktadır. Beccaria, Rousseau’nun toplumsal sözleşme kuramını temel almış, bunun yanında, insanların özgür iradeye sahip akıllı yaratıklar olduğu inancını savunmuştur. İnsanların düzenli bir topluluk halinde yaşamaları isteniyorsa, cezalandırma hakkının varlığını kabul etmek gerekir. Bununla birlikte Beccaria, Montesquieu’yü takip ederek, gerekli olmayan yasaların bir baskı rejimi anlamı taşıdığını da savunmaktadır Cezalandırma hakkına ancak devlet sahip olmalı ve bunu, toplumun diğer üyelerini tehdit eden bozgunculara karşı kullanmalıdır. Her suç için eşit ceza verilmesi gerektiği üzerinde ısrarla durulmuştur.

Jeremy Bentham’ın (1748-1832) cezalandırmaya ilişkin düşüncelerinin ana hatlarını Ahlâk ve Yasama İlkelerine Giriş (1780) isimli kitabında bulmak mümkündür. Bentham, potansiyel suçluların bilinçli olarak işleyecekleri suçun kârını ve zararını hesapladıklarını kabul etmiştir. Bentham’a göre suçlar olumlu (ödül) veya olumsuz (ceza) yaptırımlarla önlenebilir. Cezanın nihai amacı tüm suçların önlenmesidir. Bentham ısrarla, ceza hukukunun amacının kesinlikle öç almak olamayacağını söyleyerek ceza hukukun rasyonelleşmesine büyük katkıda bulunmuştur. Eğer toplumsal hayatı düzenleyen yeterli miktarda yaptırım uygulayan yasalar yoksa bazı insanların suç işleyecekleri açıktır. Yasaların iyi olabilmesi için, kişinin çıkarları ile bir bütün olarak toplumun çıkarları iyi dengelenmelidir.

Bentham’ın tasarladığı ve Panopticon ( Yunanca ‘her şeyi gören’) ismini verdiği hapishane de aynı amaçları gözetir. Panopticon sadece bir hapishane değil, aynı zamanda bir işlek, fabrika, akıl hastanesi, hastane ve okuldur. Panopticon, ortasında bir gözetleme kulesi bulunan ve bu kuleye bakan demir parmaklıklı hücrelerden oluşan dairesel bir binadır.

Biyoloji Temelli Teoriler

İnsanın irade özgürlüğüne sahip olduğu anlayışı temelinde kurulan akıl hastanelerine, ıslahevlerine ve benzer kurumlara rağmen, “tehlikeli sınıflar” olarak adlandırılan bir grup ortaya çıkmıştı. Tehlikeli sınıflar: Hukuka düzene karşı tehdit olarak görülen işçiler, işsizler, çalışamayacak durumda olanlar için kullanılan isim. Doğa bilimlerinde meydana gelen gelişmeler, genel olarak sosyal olaylara bakışı ve özelde de suç olgusunun algılanışını değiştirmiştir. Auguste Comte (1788-1857), fizik bilimlerinin modern yöntemlerini toplum bilimlerinde uygulayan ilk isim olmuştur. Comte, bilimsel yaklaşımla temellendirilmediği takdirde, toplumsal olgunun gerçek bilgisinin mümkün olmadığını iddia etmiştir. Asıl değişimin gerçekleşmesi için Charles Darwin’in (1809- 1882), 1859’da yayınlanacak Türlerin Kökeni isimli eserini beklemek gerekecektir. Darwin, türlerin evrimi teorisi ile o güne kadar geçerli olan yaratılış inancına karşı çıkıyor, insanın doğal seçilimle (seleksiyon) ortaya çıktığını ileri sürüyordu. Darwin’in bu kuramından yola çıkan Lombroso, Antropolojik Kriminolojinin temellerini atacak ve suçun biyolojik kökenleri olduğunu savunacaktır.

Cesare Lombroso (1835-1909), Comte’un pozitivizmini ve Darwin’in evrimci kuramını suç araştırmaları alanına uygulamıştır. 1876 yılında yayınlanan Suçlu İnsan isimli kitabıyla, kriminoloji, yasama yoluyla suçlu kontrolünün soyut felsefesinden, olayların araştırılmasının modern bilimi biçimine dönüşmüştür. Lombroso, özgür irade kavramı yerine determinizmi koymuştur. Amacı, suçlu davranışının bilimsel gözlem ve araştırmayla açıklanmasıdır. Lombroso’nun teorisi genel olarak, suçluların, suçlu olmayanlardan, atavistik veya dejeneratif kaynağa sahip pek çok fiziksel anomali ile ayrıldığını savunur. Atavizm: Sözlükte organizmalarda evrimsel gelişim süresince ortadan kalkan bazı özelliklerin tekrar görülmesi; Lombroso’da insana benzer maymun fosillerinde ve bir dereceye kadar günümüz yabanlarında görülen, maymunları ve daha alt primatları hatırlatan, morfolojik özelliklerle fiziksel olarak karakterize edilen ilkel veya alt insan tipine özgü özelliklerin günümüz insanlarında ortaya çıkışı. Dejenerasyon, Lombroso’ya göre, evrimi durduran, hastalıklı kalıtsal unsurların sonucudur; böylece hastalıklı bireyler ilkel insanlara has gelişmemiş fiziksel ve zihinsel özellikler sergilemektedir.

Atavistik tipi, başlangıçta suçluların tümü için kullanan Lombroso, daha sonra üçlü bir ayrım yapma ihtiyacı duymuştur. Bu ayrıma göre suçlular, atavistik doğuştan suçlu ile epileptik suçlu ve akıl hastası suçlu tiplerinden oluşmaktadır. Lombroso daha sonra bunlara tesadüfî suçluları ve ihtiras suçlularını eklemiştir. Tesadüfî suçlular, üç gruptan oluşur. Bunların ilki, sözde suçlulardır. İsteyerek suç işlemezler. İkincisi, criminaloidlerdir. Doğuştan suçlulardan açık bir şekilde ayrılmakla beraber yine epilepsi ve atavizmin izlerini taşırlar. Üçüncü grup ise alışkanlıkla suçlu olanlardır. Önemli bir atavistik bozukluk ve suç eğilimi olmaksızın doğarlar. Lombroso’ya göre suç, toplumsal yaşamın kaçınılmaz bir unsurudur. Aynı şekilde, hukuk da toplumda bulunmalıdır. Çünkü toplumun, düşmanlarına, kendisine zarar verenlere karsı kendini savunma hakkı vardır, aynı şekilde cezalandırma hakkı da. Suçluya verilmesi gereken ceza, toplumsal savunma için ihtiyaç duyulan miktarda olmalıdır. Cezanın ilk amacı toplumun korunması, ikincisi ise suçlunun ıslahıdır. Bunun için, cezaî muamelenin kişiselleştirilmesi üzerinde ısrarla durmuştur. Lombroso, doğuştan suçlular dışındaki suçlular için, akıl hastaneleri, çocukların özel eğitimi gibi öneriler getirmiştir. Islahı mümkün olmayan doğuştan suçlular için ise, derecelerine göre, idam cezasını ya da panopticon tarzı hapishaneleri uygun olduğunu söylemiştir. Bunun yanında Lombroso, öjeni biliminin gelişmesiyle, insan ırkının bir program çerçevesinde saflaştırılacağına ve böylece suçun ortaya çıkmasına neden olan bozuklukların ortadan kaldırılabileceğine de inanıyordu. Öjeni veya öjenik, insanların genetik açıdan kontrol altında tutularak ve ayıklanarak bir insan ırkının ıslah edilmesi anlamına gelir. Lombroso’nun çalışmaları yayınlandıktan kısa süre sonra gözden düşmüş ve yerini aşağıda göreceğimiz sosyoloji ve psikoloji temelli teorilere bırakmıştır. Ancak genlere ilişkin bilgimiz arttıkça, bir kısmı eski tarihli olan araştırmayla birlikte, kalıtım ve suç arasındaki ilişki de yeniden araştırma konusu haline gelmiştir. Burada cevabı aranan soru, suç işleme eğiliminin kalıtım yoluyla nesilden nesile geçip geçmediğidir. Bunu cevaplamak için suçluların çocukları, ikizler ve evlatlıklar üzerinde yapılan farklı çalışmalar birbirleriyle karşılaştırılmıştır. Bütün bu çalışmalar kalıtımın suçluluk üzerinde bir dereceye kadar etkisi olduğunu düşünmemize izin vermekte ancak hatırı sayılır oranda etkinin genlerin dışında aranması gerektiğini söylemektedir.

Sosyoloji Temelli Teoriler

Sosyoloji temelli teoriler, suç eyleminin toplum ve çevre temelli etkilerini inceler. Temel varsayım, suç eyleminin toplumsal süreçler içerisinde ortaya çıktığı, suçluların bu eylemlerini toplumsal etkileşimler sonucu gerçekleştirdiğidir. Sosyolojik temelli teoriler ailenin suç eylemine etkisini araştırabilir. Suç eyleminin aileden ‘öğrenildiğidir. Bu öğrenme de sadece ailede değil diğer toplumsal gruplarda da meydana gelebilir. Suç eyleminin çevreden öğrenildiğine dair yalın iddia, bir eylemi yapmak veya yapmamakla ilgili tercihlerimizin ödül ve ceza mekanizmalarıyla yerleştiğini söyler. Buna göre suç sayılan eylemlerden elde edilen menfaat ödül olarak görülür. Cezalandırılmayan yahut az cezalandırılan bu eylemlerde ödül, eylemin yinelenmesine neden olur. Bunun yanında, okul grupları veya sokak çetelerinde olduğu gibi suç eylemiyle elde edilen bir itibar varsa, bu da ödül olarak suç eylemini pekiştirecektir. Suç olgusunu açıklamaya yönelmiş pek çok sosyoloji temelli yaklaşım bulunmaktadır. Bu ünitede söz konusu teorilerden, kriminoloji içerisinde geliştirilmiş ilk örnek olan Ferri’nin teorisi ile toplumsal öğrenme ve etiketleme teorilerine yer vereceğiz.

Enrico Ferri (1856-1921), mevcut ceza kanununda gizli bulunan irade özgürlüğü kavramının bir kurmaca olduğunu ve var olduğu farz edilen suçlunun ahlâkî sorumluluğunun, bu kurmacanın toplumsal yahut hukukî sorumluluk anlayışını doğuracağı düşüncesine dayandığını göstermeye çalışır. Ferri’ye göre, insanın doğal varlığı, bir toplumun üyesi olarak eylemlerinden dolayı toplumsal olarak sorumlu olmasını gerektirmektedir ve suçlunun hukuka aykırı eylemi istemeye gücü ya da imkânının olup olmaması tartışma konusu değildir. Ferri, suçun doğal bir zorunluluk olduğunu söyleyen ancak ahlâkî sorumluluk olmaksızın ceza vermenin mümkün olamayacağı şeklinde eleştirilen Lombroso’yu savunur. Suç, sosyal bir ihtiyaç değildir, ancak her toplumda mutlaka bulunur. Adalet, sadece toplumun çoğunluğunun onu istemesi nedeniyle var olur. Ferri’ye göre “suç, tüm diğer insan eylemleri gibi, araştırma amaçları çerçevesinde birbirlerinden ayrıştırılmaları güç pek çok nedene bağlıdır. Suçun faktörleri antropolojik (ya da bireysel), fiziksel (ya da dünyevi) ve toplumsaldır. Ferri suçluları şu şekilde sınıflandırır:

  1. Suçlu doğanlar (doğuştan suçlular)
  2. Akıl hastası (deli) suçlular
  3. Alışkanlıklar sonucu suçlu olanlar
  4. İhtiras nedeniyle suçlu olanlar
  5. Tesadüfî suçlular.

Ferri’nin savunduğu pozitivist yaklaşımda, ahlâkî sorumluluk, hukukî veya toplumsal sorumluluk ile yer değiştirmiştir. Ferri’ye göre, suçun karşılığı, suçlunun toplum açısından oluşturduğu tehlikenin derecesine göre bilimsel olarak belirlenmiş yaptırımlar olacaktır. Diğer bir deyişle, ceza kişiselleştirilmelidir. Mahkemenin bu durumda görevi, suçlu için uygun olan yaptırımı bulmak olacaktır.

Toplumsal öğrenme teorisi, eylemlerimiz için kendimize modeller seçtiğimizi söyler. Ödül ve cezada olduğu gibi bir öğrenmeden değil, örnek alma yoluyla yaşadığımız içsel süreçlerden bahsedilir.

Etiketleme teorisi, suçlu olarak tanımlama ya da teoriye adını veren kavram ile suçlu olarak etiketleme, suç işlenmesinde kendi kendini üreten bir mekanizma ya da kehanet gibi işlemektedir. Mekanizmanın birkaç basamaktan oluştuğunu söylemek mümkündür. Başlangıç olarak suçu bir sapma davranışı olarak kabul etmek bazı sorunlar ortaya çıkarır. İlk sorun, standardın veya ortalamanın, yani kendisinden sapılan kriterin nasıl belirleneceği meselesidir. Bilimsel bir kriter yoktur. Kriterler hem değer yüklüdür hem de iktidarla yakından ilişkilidir. İkinci sorun, ortalama davranışı temsil eden birey sayısı esasında çok azdır. Bu durumda toplumun büyük bir kısmını sapkın olarak görmek gerekecektir. Eğer bir kural ihlalinde bahsedilecekse, her kural ihlalinin, ihlalciyi bir sapkın durumuna düşürmediği de ortadadır. Zira toplum, her yasa ihlaline veya her ortalamadan sapmaya aynı tepkiyi vermez. Bir de ‘kimin’ sapkın olduğu meselesi vardır. Ortalamadan sapan, suç işleyen, sapkın olarak görülen bireylere sorduğunuzda, onlar esasında bu kriterlere kabul etmemekte, kendilerini değil diğerlerini sapkın olarak görmektedir. Etiketleme teorisi, ilk suç davranışını tesadüfi veya yine çevresel etkenlerle açıklar. Becker’e göre, “pek çok sapkın davranış, toplumsal olarak öğrenilen isteklerden doğar. Kişinin söz konusu davranışı az ya da çok düzenli bir şekilde yapmaya başlamadan önce, bu davranıştan duyacağı hazlara ilişkin hiçbir fikri yoktur.”

Psikoloji Temelli Teoriler

Psikoloji temelli teoriler, suç eyleminin arkasındaki düşünme süreçlerine, ahlak anlayışına, duygularla ilişkisine odaklanır.

Raffaele Garofolo’nun (1851-1934), 1885’de yazmış olduğu Criminologia (Kriminoloji) isimli eserinde, aynen Lomboroso ve Ferri’de olduğu gibi, Darwin’in evrim teorisinin ve bu teorinin toplumsal hayata uygulanmasının (özellikle Herbert Spencer’ın yorumları) büyük etkisi görülmektedir. Sosyoloji temelli bir yaklaşım gibi durmakla birlikte Garofolo suçun nedenlerini kişilikte arar. Ona göre, yasa koyucunun yaptığı, toplumda belirmiş suç düşüncesini kelimelere dökerek yasa haline getirmekten ibarettir. Buna doğal suç adı veren Garofolo’ya göre doğal suç, iki temel ahlâkî duyguyu ihlal eden davranışları içerir. Bu duygular merhamet ve dürüstlüktür. Merhamet, başkalarının acı çekmesini istememek, doğruluk/dürüstlük ise başkalarının sahip olduklarına saygı göstermektir. Garofolo’ya göre suçluluk, suçludaki ruhsal ya da başka bir deyişle ahlâkî anomalidir. Gerçek suçlu, özgecil duyguların normal gelişiminden yoksundur. Bu eksiklik, basit bir şekilde çevre şartlarına bağlanamaz. Ahlâkî anomali, delilikten ve akıl hastalığından farklıdır; patolojik bir durum değil, ruhsal bir farklılıktır ve daha sık görülmesi, bugünün modern toplumlarından çok, bazı aşağı ırklarda söz konusudur. Garofolo’ya göre, suçun ortadan kaldırılması için eğitime önem verilmesi gerektiğini düşünenler yanılmaktadırlar. Çünkü eğitim, kalıtım gibi kişiliğin oluşumuna katkıda bulunan bir unsurdur. Islah kavramını merkeze alan düşünürlerin görüşlerinin sadece bir hayal olduğunu belirten Garofolo, atavistik ve organik temelli bozuklukların eğitimle kesinlikle düzeltilemeyeceğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte, kötü bir eğitimin, kötü çevre gibi bir etkisinin de olabileceğini söylemektedir. Garofolo, suçluları dört grupta toplar. Bunlar, katiller, vahşi suçlular, hırsızlar ve şehvet düşkünü suçlulardır. Katiller özgecilik duygusundan tamamen yoksundurlar. Vahşi suçlular genelde şahsa karşı işlenen suçların failleridir ve bunlar muhitlerine göre karakterize olurlar. Her ne kadar, çevreyi taklit önemli bir unsursa da, bir topluluğun sadece küçük bir kısmının bu suçları işliyor olması, suçluların psikolojik ve antropolojik olarak normal olmadıklarının ispatıdır. Hırsızlar söz konusu olduğunda ise, çevresel faktörler daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Garofolo’nun temel amacı, ahlâkî anomaliye sahip olanların ve toplumsal hayata uyum sağlamaları mümkün olmayanların toplumdan ayıklanmasıdır. Böyle bir ayıklamanın en kesin ve etkin yolu da idam cezası ile bunları öldürmektir. Belirlenmesi gereken temel konu, suçlunun ait olduğu toplumsal çevrede yaşamaya devam edip edemeyeceğidir. Eğer böyle bir adaptasyon mümkün görünmüyorsa bu kişiyi o topluluktan çıkarmak gerekir. Bir de daha düşük önemdeki suçlular vardır ki, bunları idam etmek ya da sürgüne göndermek insafsızlık olacaktır. Bu tip suçlularda merhamet ya da dürüstlük duygularından sadece birisi bulunmaktadır. Ancak yine de suç işlemiştir ve toplumun bu suçluya karşı korunması gerekmektedir. İşlenen suç sonucunda ortaya çıkan sonucun eski haline getirilmesi mümkün ve fail de toplumsal hayat içerisinde yaşayabilecek kapasiteye sahipse, Garofolo’nun tavsiye ettiği ceza tazminidir. Ancak para cezasının miktarı sadece maddi zararın karşılığı olmamalı, buna, mağdurun acısını ve korkusunu karşılayabilecek bir manevi tazminat eklenmeli, son olarak da devletin bu suçu takip etmek ve topluluğun güvenliğini sağlamak için yaptığı çalışmanın karşılığı da failden talep edilmelidir. Eğer failin bunu karşılayacak mali gücü bulunmuyorsa, bu durumda borcunu ödeyene kadar zorunlu çalışmaya mahkûm edilmelidir. Psikoloji biliminin önemli düşünürlerden Freud’un suç ve suçluluk bakış açısı da önemlidir.

Bir yaklaşıma göre, suçluluk ‘süper ego’nun oluşturulamamasıyla ilgilidir. Her insan içgüdülerine karşılık gelen bir id’e sahiptir. Id insanları bencil ve saldırgan olmaya iter. Toplumsal yaşam içerisinde zamanla bu bencillik ve saldırganlık oluşturulan süper ego ile dengelenir ve uyumlu bir kendi olma durumu, bir ego yaratılır. İşte suçlu insanlar, süper egosunu geliştirememiş insanlardır. Çocuksu arzular peşinde koşmakta, eylemlerinin sonuçlarını hesaplayamamaktadırlar. Yine psikanalitik yaklaşımlardan yola çıkılarak yapılan ve yüceltme kavramını kullanan bir açıklamaya göre, suç eylemleri; gizli, bastırılmış ve doyuma ulaştırılamamış arzuların sonucudur. Bu arzuları başka türlü ifade edilememekte ve suç şeklinde dışa vurulmaktadır.

Yüceltme: Doğrudan ve doğal biçimde doyurulmasını toplumun onaylamadığı, fizyolojik ve psikolojik dürtülerin toplumca onaylanan bir sosyal alana kaydırılarak yani biçim değiştirilerek doyurulmasıdır. Suçu anne-baba ilişkisindeki kopukluğa dayandıran psikanalitik açıklamalar ise suçluluk özellikle anne yoksunluğuna bağlıdır. Anne ile olan ilişkisinde yoksunluk yahut kesinti yaşamış olan birey, yetişkinliğinde suçlu olabilmektedir. Jean Piaget’nin bilişsel gelişim şemasından yola çıkarak insanların ahlaki gelişim evrelerini ortaya koyan Kohlberg, suçluların ahlaki gelişimlerini tamamlayamadıklarını iddia eder. Kohlberg’in ahlaki gelişim evreleri şu şekildedir:

  1. Düzey: Gelenek Öncesi Ahlaksallık Yetke (otorite) bireyin dışındadır ve akıl yürütme davranışların fiziksel sonuçları üzerine temellenir.
  2. Düzey: Geleneksel Ahlaksallık Yetke içselleştirilir fakat sorgulanmaz ve akıl yürütme kişinin ait olduğu grubun normları üzerine kurulur.
  3. Düzey: Gelenek Ötesi Ahlaksallık Gelenek ötesi ahlaksallık; bireysel yargı bireyin kendi seçtiği ilkeler üzerine kuruludur ve ahlaksal akıl yürütme bireysel haklar ve adalet üzerine kurulur.

Kohlberg’e göre suçlular gelenek öncesi ahlaksallık düzeyinde akıl yürütmektedirler.

Suç Önleme

‘Suç önleme’, Dijk ve de Waard’a ait (1991) en fazla yinelenen tanımıyla, devletin suç kabul ettiği eylemlerin neden olduğu zararın azaltılmasını amaçlayan, bütün özel teşebbüsler ile ceza hukukunun uygulanması dışındaki devlet politikalarının toplamına verilen isimdir. Devlet otoritesini ve cezaların caydırıcılığını merkeze alan bu yaklaşım, suç anlamaya yönelik teorik yaklaşımlar arasında geleneksel yaklaşım olarak görülmektedir ve modern dönemde büyük oranda terk edilmiştir. Zira günümüzdeki şekliyle devletin yaklaşık üç yüz yıllık tarihinde sadece cezalandırma politikalarıyla suçların önlenemediği görülmüştür. Suçun nedenlerine yaklaşımlar çoğunca kendi ön kabullerine dayanan suç önleme stratejileri de önerirler. Sözgelimi Bentham panopticon tarzı hapishanelerde hem denetimi hem de ıslahı öngörmüştü. Lombroso ise kimi suçluları iflah olmaz gördüğü için idam etmek gerektiğini söylüyor kimi suçlular içinse ıslahı tercih ediyordu. Modern dönemde ıslah kurumunun korunduğunu ancak, suçun işlenmesinden önce ve suçun işlenmesinden hemen sonra alınan önlemlerde artış olduğunu söyleyebiliriz. Zira suç işlendiğinde zarar ortaya çıkmaktadır. Suçlunun cezalandırılması ve ıslahı, suç eyleminin topluma verdiği zararı ortadan kaldırmamaktadır. Proaktif strateji, suç işlemeye müsait olanakları ortadan kaldırmayı, suç işleme niyetinde olanların düşüncesini değiştirmeyi, onları suç işlemekten vazgeçirmeyi amaçlar. Önleyici strateji, suç işleme ihtimali olan kişilerin izlenmesini ve suç işlemeyi kolaylaştıran fiziksel durumları düzenler. Tepkisel strateji, suçun işlenmesini takiben suçluların yakalanması veya yeni suç işlemelerinin engellenmesiyle ilgilidir. Onarıcı strateji suçluların ıslahıyla ilgilidir.