SUÇ ÖNLEME MODELLERİ - Ünite 8: Suçun Ölçülmesi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Suçun Ölçülmesi

Giriş

Suçun önlenmesi, işlenen suçların nedenlerinin, nasıllarının gerçekçi olarak bilinmesini gerektirir. Yani suç olarak tanımlanan davranışların hangi koşullarda oluştuğunun, ne kadar oluştuğunun doğru kayıtları gerekir.

Suçun Ölçülmesi

Belirli zaman ve mekânda gerçekleşmiş suçların bütününü, niteliğini, niceliğini takip ve gözlem ve de gerektiğinde rapor etme sürecine suçun ölçülmesi diyoruz.

Böyle bir raporlama yapılırken işlenen suçların faili, mağduru, yöntemi gibi özellikler titizlikle kaydedilmelidir. Bu raporlarda geçen bir takım istatistiksel teknikler ile tespit ve analizlere de ‘suçu ölçmek’ diyoruz.

Suçun kaydedilmesi, suçun görünür kılınması açısından faydalıdır. Görünen suçluluk, soruşturmaya yetkili adli ve polis birimlerinin (kamu otoritesinin) bilgi sahibi olduğu olaylardır.

Suçun kaydedilmiş bilgileri, görünür suçluluk;

  • Bir toplumda suçluluğun boyutları hakkında genel bir bilgi verebilir.
  • Suçların işlendiği yer, zaman ve miktar olarak dağılımının belirlenmesini sağlar.
  • Suçun oluşma koşullarının öğrenilmesine yardım eder.

Siyah sayılar veya karanlık alan ile de aydınlatılamamış yahut elde yeterli kadar aydınlatıcı kanıt olmayan ve gizli kalan suçlardan bahsedebiliriz.

Suçun ve suçlunun iki temel araştırma alanı söz konusudur.

  • Kamu otoritesinin bilgi ve haber olan kaydedilmiş suçluluk
  • Bilgisi içinde olmayan, ne kadar olduğu tahmin edilmeye çalışıldığı karanlık alan.

Suç İstatistikleri (Kayda Geçmiş Suçluluk)

Bunlar suçlular, mağdurlar ve ceza ve Adalet sistemindeki tepkiler üzerine bilgiler içermekte olup; düzenli ve sistematik olarak toplanır, tasnif edilir, birbiriyle karşılaştırılır, az ya da çok kamuoyuyla paylaşılma amacı taşır.

Türkiye’deki suç istatistikleri birkaç örnek hariç kurum istatistiklerinden oluşmaktadır. Bir bölümü Türkiye İstatistik Kurumu tarafından hazırlanmış Adalet İstatistikleri, Anayasa Mahkemeleri, Yargıtay, Danıştay, Adalet Bakanlığı, Adli Tıp Kurumu, Cumhuriyet Başsavcılıkları, Mahkemeler, noterler, ceza evleri, infaz kurumları, Milli Savunma Bakanlığı’na ait bilgilerdir bunlar. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü asayiş suçlarına ait bilgileri ve Adalet Bakanlığı da Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünde adli sistemin tüm basamaklarına ilişkin bilgileri depolamaktadır. Türkiye’de suç bildirimleri kolluk kuvvetlerine veya doğrudan Cumhuriyet Savcılıklarına yapılabilmektedir. Bildirim kolluk kuvvetlerine yapılmış ise bu Cumhuriyet Savcıları ile de paylaşılması gereken bir husustur. Buradan anlaşılan odur ki aynı olay ya da suç için ayrı iki kurumda aynı olaya ait dosya tutulmaktadır.

İl ve ilçe merkezlerinde Emniyet Genel Müdürlüğü, kırsal alanda ise içişleri bakanlığına bağlı Jandarma Genel Komutanlığı kolluk görevini ifa etmektedir.

Polis kaynaklı suç istatistikleri içinde terör, güvenlik, asayiş, kaçakçılık, ölümlü ve yaralanmalı trafik kazaları ve doğal afetlere ilişkin bilgiler yer almaktadır.

Polis istatistikleri bazı sınırlılıklar taşımaktadır.

  • Önem derecesine bakılmaksızın tüm suçları genel başlıklar altında rakamlaştırır.
  • Polis istatistikleri, polis bölgelerindeki görünen suçluluğu ölçmektedir.
  • Polis istatistikleri, aslında suçun ve suçluluğun varlığı ya da yokluğunu net göstermez; çünkü polis istatistikleri ihbar ve şikâyetlere ilişkin tüm bilgileri kayıt altına almaktadır.
  • Polis istatistikleri, polisin organizasyonundan, halka yakınlığından, halkın sosyokültürel özelliklerinden ve suçun kendisinin nitelikleri nden etkilenmektedir.
  • Polis istatistikleri, Gümrük Muhafaza Müdürlükleri, Gelir Müdürlükleri, Sosyal Sigorta Kurumu vb. diğer kurumların belirledikleri suçları kısmen içermektedir.

En basit çözümleme yöntemi olarak, suç miktarı insan sayısına bölünmüş ve bir ortalama elde edilmiştir.

Bu formüle dayanarak Kırıkkale gibi küçük nüfuslu bir ildeki suç oranı yüzdesinin İstanbul şehrine göre daha yüksek olduğu çıkabilir. Çünkü İstanbul’da haberlere yansıyan suç oranı gayet çokmuş gibi görünse de nüfus dikkate alındığında

Adalet istatistikleri, ulusal İstatistiğin ikinci ayağını oluştururlar. Savcılığın soruşturma açmasından mahkemeler karar verinceye kadar geçen süreçteki dosyaları kapsar. Adalet İstatistikleri ülkemizde 1937 yılından bu yana yayınlanmaktadır. Bu istatistikler T.C. Cumhuriyet Başsavcılıklarının, mahkemelerin, iş yükü görebilmek için oluşturdukları kayıt sistemi üzerinden görülebilen bilgilerden oluşturulmuştur.

Cezaevi istatistikleri, ulusal adalet istatistiklerinin son bilgi kaynağı ceza infaz kurumlarının bilgilerinden elde edilir. Ceza ve tutuk evleri Adalet Bakanlığı’na bağlı olarak hizmet vermekte olan kurumlardır. Bunların istatistikleri temelde bir nüfus sayımı bilgisi içerdiği için ceza adalet sisteminin geri kalanında olduğu gibi iş yükü ve dosya üzerinden tutulan istatistiklerden biraz farklı özellik gösterirler. Buralarda Ceza infaz kurumundaki kişilerin tam kimlik bilgileri de bulunur. Bu detayların yanı sıra, cinsiyet, almış oldukları ceza, suç ve hüküm kayıtları ile varsa tutukluluk durumlarını gösterir bilgiler sayılabilir.

UYAP yani ulusal yargı ağı bilişim sistemi, yönetim bilişim sistemlerinden olan yargı birimlerinin ve Adalet Bakanlığı’nın merkez birimlerinin iş sürecini hızlandıran, güvenli ortam oluşturan ve kurumu kâğıtsız ortama taşıyan çevrimsel bir bilgi işlem sistemidir.

Uluslararası suç istatistikleri, iki kaynaktan beslenmektedir. İlki sınırları aşan suçlarla mücadele edebilmek için devletlerin birlikte hareket etme amacıyla ortaya çıkan bilgilerdir. BM çatısı altındaki örgütlenmelerden UNODC ( Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi ya da HEUNI (Birleşmiş milletler ile Bağlı Suç Önleme ve Kontrol Avrupa Enstitüsü), ICPC (Uluslararası Suç Önleme Merkezi) ile Interpol gibi yapılar bu teşkilatlara örneklerdir.

Günümüzde teknoloji suçun da küreselleşmesine ve farklı boyutlar kazanmasına neden olmuştur. Suç cinsini yerel olmaktan çıkaran bu küreselleşmede siber dünyanın da kullanılması, bunlarla mücadelede gene benzer teknolojilerin ve siber dünyanın kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu ise kolektif bir yapı kurmadan başarılabilecek bir sonuç değildir.

İnsan hareketliliğinin artması da gene bir başka sınırı aşan tehdit olarak tanımlanabilir. Dünyanın farklı coğrafyalarında savaşlar, ekonomik sorunlar, büyük insan kitlelerini harekete geçirmektedir. İster savaştan, ister bir hastalıktan kaçma, isterse yeni bir hayat kurma gibi farklı sebeplerden olsun; günümüzde devasa insan grupları vize, vatandaşlık, pasaport gibi kıstaslara rağmen hareket edebilmekte. Bu hareketliliğin doğal sonucu mülteci ya da göçmen sorunları veya insan ticareti gibi daha pek çok farklı suç türünü ortaya çıkarabilmektedir.

Bu nedenle uluslararası suçla mücadele örgütleri temelde uyuşturucu, ateşli silahlar, insan ticareti gibi yasadışı ticaret ve terörizm ile ilgilenmektedir. Bu suçların sınırları aşan yapısı durumundan dolayı, suçun bölümlerinin de farklı ülkelerdeki suç örgütlerince işlendiğinin de dikkate alınması gerekmektedir. Bu durumda akla organize suç örgütleri gelmektedir. Bunların yapmış olduğu ticaretten kazandıkları yasadışı paranın da büyüklüğü, para aklama gibi suçlarla da mücadele edilme zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. Bu konuda UNODC teşkilatının başlıca çalışma alanlarını örnek olarak vermemizde fayda vardır. Bunlar maddeler halinde verecek olursak:

  • Uluslararası örgütlü suçlara, yasadışı ticaret ve yasadışı uyuşturucu kaçakçılığına karşı mücadele etme
  • Yolsuzlukla mücadele etme
  • Terörizmin önlenmesi
  • Adaletin desteklenmesi
  • Önleme, tedavi ve yeniden bütünleştirme ve alternatif kalkınma
  • Araştırma, eğilim analizi ve adli tıp
  • Politika desteği

olarak sıralayabiliriz.

Sınır aşan suç kapsamındaki bu başlıkların hepsinin Türkiye için de problem olabileceğini düşünebiliriz. Çünkü ülkemiz hem savaş bölgelerine yakınlığı, hem de gayri safi milli hasılası çok düşük bölgeler ile Avrupa Birliği gibi ekonomik açıdan gelişmiş ülkelere komşuluğu hasebiyle bu problemlerle mütemadiyen yüz yüzedir.

Buna bir örnek olarak mülteci akımının üç çekim merkezi olduğu tespitini belirtebiliriz. Bunlar Kuzey Amerika, Avrupa ve Arap Yarımadası’dır. Akımın başlangıç noktaları ise Doğu Asya, Pasifik, Sahra altı Afrika’sı, Güney Asya ile hem göç veren hem göç alan Güney Amerika, Orta ve Doğu Avrupa ile Orta Asya (Orta Doğu başta) kabul edilebilir.

Ulusal suç istatistiklerinin ikinci kaynağı, ulusların kendi ihtiyaçları için ürettikleri bilgileri uluslararası örgütlere kullanmaları için sunmalarıdır. Bu veri tabanlarından gelen bilgiler suça ilişkin ya da ceza adalet sistemine ilişkin farklı değişkenleri ülkelerin değerleri üzerinden karşılaştırma fırsatı da vermektedir.

Uluslararası değerlendirmeye alınan bir başka veri de cinayet kurbanlarının maktullerini tanıyıp tanımadıkları ile ilgilidir. Bu veride öldüren ve öldürülen cinsiyeti de göze alındığından özellikle Türkiye açısından önemli bir yeri olan kadın cinayetleri konusu da incelenebilecektir. Bundan başka ekseriya maktul ve kurbanın akraba ya da yakın çevreden olmaları, maktul ve kurbanın tanıdık olmaları gibi etmenler de çalışmada ele alınmıştır.

Karanlık Alanın Ölçülmesi

Buraya kadar, suçun kaydedilmiş alanındaki bilgiler ve bu bilgilerin işlenmesi üzerinde durduk. Bu noktadan sonra ise, kaydedilmemiş olan ve onun ölçülmesi daha doğrusu mümkünse şeklinin kabaca tahmin edilmesi çalışmaları üzerinde duracağız.

Siyah sayılar, karanlık alan, suçun failinin suçun cezası yüzünden suçunu itiraf etme eğiliminin az olacağı göz önüne alındığında, ya mağduru olayı aktarmadığı ya da aktaramadığı için ya da idarenin suçun kaydına ilişkin bakış açısından kaynaklanmış olabilir. Örneğin

  • Mağdurun bazı özellikleri (çocuk/yaşlı olması, fiziki ya da zihinsel engeli bulunması)
  • Aile olmaktan kaynaklanan hassasiyetler (eşinden, çocuğundan ya da ebeveyninden kötü muamele görmede olduğu gibi)
  • Misilleme korkusu
  • Yaşanılan sarsıntının tekrarlanacağı korkusu
  • İkinci bir mağduriyet ihtimali (homoseksüel olmak, etnik bir azınlığa dahil olmak, alkol bağımlısı olmak vb.)
  • Mağduriyetin oluşmasında mağdurun kendi katkısının olması gibi nedenler mağdurları suçu bildirmekten alıkoyabilir.

Siyah sayıların bir kısmı da mağdur değil idareden kaynaklanabilmektedir. Kolluk kuvvetleri ya da idarenin suçtan ilk haberi olan kısmı, bir bilgiyi kayda geçirmemeyi tercih etmiş olabilir.

Suçun karanlık alanından bahsedilirken, önceden de belirttiğimiz üzere gerçekte işlenmiş olmasına rağmen kayıt altına alınmayan suçlardan bahsetmekteyiz. Karanlık alan bu sebeple aydınlatılmamış suç alanı olarak tarif edilmez.

Suçun karanlık alanını ölçmeye çalışan araştırmalar olay anında tutulan kayıtlar gibi değildir. Aksine bireylerin beyanına dayanır. Bu nedenle kişisel, insani duygular da bu karanlık alanı etkileyebilecektir.

Mağdur anketleri, suçun aydınlıkta olmayan kısmını mağdura sorarak tamamlamaya çalışılan kısmını oluşturur. Bu tür katılımcılara belirli bir zamanda bir suçun mağduru olup olmadıkları, eğer olmuşlarsa suçun tekrarlanıp tekrarlanmadığı veya ne sıklıkta olduğu sorulmaktadır.

Mağdur anketleri genelde;

  • Farklı suç tiplerinin yaygınlığını, sıklığını, seyrini ve özelliklerini
  • Vatandaşların sosyal suç düşünleri, güvenlik algılarını
  • Mağduriyet karşısındaki tutum ve davranışlarını
  • Farklı suç tiplerine ilişkin mağduriyet özelliklerini
  • Suçun siyah sayılarını

tespit etmeyi hedefler.

İlk mağduriyet anketi Danimarka’da 1730’lu yıllarda, Aarhus kentinde, halka karşılaştıkları hırsızlık olaylarını otoriteye bildirmek istememeleri üzerine yapılan çalışmadır.

Karanlık alanların tahmin edilebilmesi için yapılan bir diğer çalışma ise fail anketleridir. Böyle çalışmalarda, ankete katılan bireylere, hayatlarının herhangi bir döneminde suç işleyip işlemedikleri veya komşuları, meslektaşları, aileleri, dostları arasında suç işleyen olup olmadığı sorulmaktadır. Böyle çalışmalar ‘kendiliğinden bildirim’ ya da ‘fail öz- bildirim anketi’ veya ‘fail itiraf anketleri’ olarak adlandırılırlar. Bu anketler ilk defa 1940’lı yıllarda ABD’de Austin Porterfield tarafından denenmiştir. Suçlar mahkumiyete yol açabilecek nitelikte olmasına rağmen pek azı resmi kurumlarla bağlantı kurmuştur. Bu bulgulardan esinlenen Wallerstein ve Wylie 1947’de, Ivan Nye ve James Short 1957’de giderek tekniği de gelişen fail itiraf anketleri yapmışlardır.

Benzeri araştırmalar çoğunlukla sivil toplum kuruluşları ya da bireysel araştırmacılar tarafından da yapılmaktadır. Sorulara cevap alabilmek için özel sorulardan kaçınılıp daha genel sorular yöneltilmekte; suç kavramı geniş olarak tanımlanmakta, katılımcı gizliliğine dikkat edilmektedir. Türkiye’deki çalışmalardan İçli’nin Burhaniye Kapalı cezaevinde bir grup hükümlü ile yaptığı uyuşturucu kullanımına ilişkin çalışması örnek verilebilir.

Yine fail itiraf anketleri tarzında TBMM Araştırma Komisyonu için 26.009 öğrenciyi kapsayan bir çalışmada, liselilerin % 15.1’in okula silahla, (% 9.2’sinin delici ve kesici aletle, % 5.9’u ateşli silahla) geldiği öğrenilmiştir.

Suç Korkusu ( Güvenlik Kaygısı) Anketleri

Suç korkusu ‘bir suça ya da kişinin suç ile ilişkilendirdiği sembollere karşı geliştirdiği bir duygusal korku veya endişe reaksiyonu’ olarak tarif edilebilir. Kişi açısından bakacak olursak suç korkusunun endişeye, güvensizliğe, memnuniyetsizlik ve tatminsizliğe, yabancılaşmaya ve psikolojik bozukluklara neden olduğu görülmektedir.

Suç korkusu ile ilgili çalışmalar 1960’larda ABD’de yaşanan siyasi ve sosyal sorunların (Kennedy suikastı, gettolarda yaşayan insanların problemleri) ardından başlamıştır. Amerikalı Kanun Uygulama ve Adalet Dairesi Başkanlık Komisyonu’nun 1966’da yaptırdığı bir çalışma, Amerikalıların önemli bir kısmının bir suç mağduru olmaktan korktuğu ve bu korku sebebiyle bazı davranışlarını sınırladığını yazmıştır.

Literatürde suç korkusunun nedenleri üzerine Savunmasızlık Teorisi, Mağduriyet Teorisi, Düzensizlik Teorisi, Toplumsal Kaygı Teorisi gibi bazı teoriler bulunmaktadır.

Savunmasızlık Teorisi, fiziksel ve sosyal açıdan kendini savunmasız hisseden bireylerin daha yüksek oranda suç korkusu hissettiğini,

Mağduriyet Teorisi, direk ya da dolaylı suç mağduriyeti yaşayan bireylerin güvenlik kaygılarının yüksek olacağını, Düzensizlik Teorisi; loş aydınlatma, metruk evler gibi çevresel faktörlerin ve sarhoşların yahut çetelerin varlığının suç korkusunu artıracağını,

Toplumsal Kaygı Teorisi ise, hızlı nüfus hareketliliği, yoksulluk gibi etkenlerin yaşadığımız çevrede gözle görünür olmasının kaygıyı artırdığını iddia etmektedir.

Bu nedenle suç korkusu, başkalarının mağduriyetlerinden kokmayı ya da bir suç olasılığından korkmayı içermektedir. Araştırmalar, gazetelerin ve iletişim araçlarının suçları haber verme tarzının suç korkusu üzerinde önemli etkisi olduğunu göstermektedir.