SUÇ SOSYOLOJİSİ - Ünite 1: Klasik Suç Kuramları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Klasik Suç Kuramları
Temel Kavramlar: Sapma, Suç, Suçluluk
Toplumsal yaşam ancak belli kurallar ve normlar dâhilinde mümkündür. Toplumsal değerler temelinde oluşan bu kurallar ve normlar; ahlâk, örf âdet, gelenek görenek, dini kurallar ve hukuksal kaidelerdir. Sapma, suç ve suçluluk kavramları toplumsal yaşamı düzenlediği varsayılan bu norm ve kuralların öngördüğü sınırların ihlâline işaret eder. Söz konusu sınırların ihlal edilmesine, sosyolojide sapma denir. Suç ise bir toplumda yürürlükte olan ceza yasalarının ihlâl edilmesidir. Bu açıdan suç kavramı daha ziyade hukuksal niteliklidir. Sosyolojik olarak suç, kişisel alanı aşıp kamusal alana giren ve yasak olan kural ya da yasaları çiğneyen, buna bağlı olarak meşru cezaların ya da yaptırımların uygulandığı ve kamusal bir otoritenin müdahalesini gerektiren fillerdir. Kısacası suç, ceza yasalarına konu olan normların ihlal edilmesidir. Her suç bir sapmadır ama her sapma suç olmak zorunda değildir. Suç toplumsal bir olgudur. Suçlunun fizyolojik veya biyolojik özelliklerinin bir sonucu olmaktan ziyade, toplumsal koşulların bir sonucudur ve her toplumda suç vardır.
Klasik Suç Kuramları
18. yüzyıldan günümüze dek suç ve sapkınlık olgularına ilişkin çeşitli kuramlar geliştirilmiştir. Bu kuramları esasen iki ana gruba ayırmak mümkündür. Birinci grupta yer alan kuramlar suçluya odaklanmakta ve suç olgusunu suçlunun kişisel özelliklerinden hareketle açıklamayı önermektedir. Buna karşılık ikinci grup kuramlar ise suçu toplumsal bir olgu olarak ele almakta, toplumsal koşulların, çevrenin ve toplumun bir ürünü olduğunu savunmaktadır
Biyolojik ve Psikolojik Suç Kuramları
Biyolojik Yaklaşımlar: Biyolojik yaklaşımlara göre biyolojik ve fiziksel özellikler bireyleri suça yöneltmektedir. Hasta ya da patolojik olan toplum ya da toplumsal yapılar değil, mutlak olarak birey ve onun kişisel veya biyolojik özellikleridir. Bu yaklaşımın önde gelen temsilcisi Cesare Lombroso’nun erken dönem çalışmalarına göre suçlular, suçlu doğar. Suçlu davranışlar genetik miras yoluyla aktarılmaktadır. Ancak araştırmacı geç dönem çalışmalarında ise biyolojik genetik faktörlerin yanı sıra sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel faktörlerin de suçluluğu etkilediğini kabul etmeye başlamıştır.
Psikolojik Yaklaşımlar: Psikolojik kuramlar zeka, öğrenme ve kişilik ile suç ve suçluluk arasında güçlü bir ilişki olduğunu savunmaktadır. Bununla birlikte, psikolojik kuram da kendi içinde farklı yaklaşımlar içermektedir. Bu yaklaşımlar arasında psikanalitik kuram ile, bilişsel kuram öne çıkmaktadır.
Psikanalitik kuramın temel varsayımı, insan kişiliğinin temellerinin erken çocukluk dönemine dayandığı ve bu dönemde yaşanan travmalar ile sosyalleşme sürecindeki sorunların ilerleyen yaşlarda kişinin suç işlemesine neden olduğudur. Psikanaliz kuramının öncü ismi Sigmund Freud’a göre benlik birbiriyle ilişkili üç parçalı bir yapıya sahiptir; id, süper ego ve ego. İlkel biyolojik güdülerin alanı olan id, cinsellik, açlık, saldırganlık gibi ilkel arzuları içermektedir. Süper ego; norm, ahlak ve tabuları içeren bölüm iken ego ise benlik duygusunun alanıdır. Benliğin bu katmanları arasındaki ilişki dinamik bir ilişkidir ve yaşamı şekillendiren haz ilkesi ile gerçeklik ilkesi olarak tanımlanan iki temel ilke ile açıklanmaktadır. İd, haz ilkesine göre hareket eder ve temel ihtiyaçları ile ilkel arzularını bir an önce tatmin etmek ister. Ancak gerçeklik ilkesine göre işleyen; toplumsal normlar, ahlaki kurallar ve yasalar ile düzenlenen bir dış dünya var. Suç, söz konusu iki ilke arasındaki çelişkinin dengelenememesi ile ortaya çıkar.
Psikolojik kuramlardan bir diğeri Bilişsel Kuramdır. “Normal” insanlar ile suçlu bireylerin düşünme kalıplarındaki farklılıklar üzerinde duran bu yaklaşım toplumsal ve çevresel koşullar ile suç arasında ilişki kuran yaklaşımları eleştirmektedir. Bu yaklaşımın önde gelen iki ismi Glenn Walters ve Thomas White’a göre toplumsal ve çevresel koşullar bireyin davranışlarını belirlemeden ziyade tercihlerini sınırlandırmaya hizmet eder. Onlara göre suçlu davranış, hatalı ve irrasyonel düşünmenin ürünüdür. Bu yaklaşıma göre suçlu davranış bireyin düşünme başarısızlığının bir sonucudur.
Klasik Okul
Aydınlanma düşüncesinden beslenen Klasik kuramın temel varsayımı şudur: insanlar akıl ve özgür irade sahibi varlıklardır ve diğer eylemleri gibi suç teşkil eden davranışı da özgür iradeleri ve rasyonal tercihleri ile gerçekleşitirirler ve yaptıklarından sorumludurlar. Öte yandan hukuk ve adalet mekanizması da rasyonellik ve insan hakları üzerinde temellendirilmelidir. Öncelikli amacı caydırıcılık olan keyfilikten uzak akılcı ve herkese eşit uygulanan bir ceza sistemi inşa edilmelidir. Kısacası, Klasik kuram akılcı, seküler, insancıl, nesnel ve bilimsel bir suç ve ceza sisteminin oluşturulmasını vurgulamaktadır. Yani temel hedefi caydırıcılık olan ceza hem bireyin hem toplumun haklarını temin edecektir. Klasik okulun önde gelen iki ismi Cesare Beccaria ve Jeremy Bentham’dır. Beccaria’ya göre, suç ve ceza yargıçların takdirine terk edilmeyip yasalarla net bir şekilde belirlenmelidir. “Cezanın acısının suçun hazzından fazla olması” gerektiğinin altını çizen Beccaria’ya göre, cezalandırma geciktirilmeden ve mutlaka yerine getirilmelidir. Beccaria’ya göre cezalar ancak yasalar tarafından belirlenebilir. Kanunsuz suç ve ceza olmaz biçiminde tanımlanan bu ilke çağdaş pozitif hukukun önemli ilkelerinden biridir. Öte yandan, suçlar ile cezalar arasında adil bir denge olması gerektiğini savunan Beccaria’ya göre toplum düzenini aynı ölçüde bozmayan iki suça aynı ceza verilirse insanlar en ağır suçları işlemekten kaçınmayacaktır. Verilen ceza işlenen suça ne kadar çabuk ve yakın ise o denli adil ve yararlıdır. Ceza suçun doğasına uygun olmalıdır. Cezaların amacı, ne duyarlı bir varlık olan insanı üzüp bunaltmaktır ne de daha önce işlenmiş olan bir suçu işlenmemişçesine yadsımak, yok saymaktır. O halde, cezaların amacı, suçlunun kendi yurttaşlarına karşı zarar vermelerini engellemekten ve başkalarının benzer eylemlerde bulunmalarını önlemekten başka bir şey değildir. Bu nedenlerle söz konusu cezaların oranları ve onların uygulanma yöntemleri öyle seçilmelidir ki, bunlar insanların ruhları, zihinleri üzerinde pek çok kalıcı, ama suçlunun bedeni üzerinde en az üzücü iz bırakacak biçimde olsunlar. Klasik kuramın diğer temsilcisi ise İngiliz hukukçu ve filozof Jeremy Bentham insan davranışını faydacılık ilkesiyle yani hazzı artırma ve acıyı azaltma amacı temelinde açıklamaktadır. Caydırıcılığın esas olduğu ceza sistemi de aynı şekilde hazzı artırma ve acıyı azaltma amacında olmalıdır.
Yapısal-İşlevselci Kuram
Toplum, her bir parçası birbiri ile uyum ve dayanışma içinde olan bir yapıdadır. Yapısal-İşlevselcilik toplumun bu uyumlu ve dengeli yapısının sürdürülmesi ile ilgilenmektedir. Bu yaklaşımın vurguladığı kavramlar sosyal yapı, düzen, uyum, sosyal bütünleşme, dayanışma ve sosyal dengedir. Yapısal-İşlevselci yaklaşıma göre suç toplumsal bir olgudur ve bireysel özellikler ile açıklanamaz. Toplumun olduğu yerde suç vardır ve suç hem normal hem de kaçınılmazdır. Yapısal-İşlevselci kuramın önde gelen temsilcilerinden Emile Durkheim’e göre insan çift yapılı bir varlıktır. Bir yanda sınırsız arzu ve isteklerin oluşturduğu ilkel benlik, öte yanda diğer insanlar ve toplumla kurulan ilişkiden meydana gelen toplumsal benlik. İnsanı insan yapan toplumsal yönüdür. İnsanın ancak ilkel yönünün denetim altına alınması ile toplum var olabilir. Bunu yapabilecek tek otorite de toplumun kendisidir. Toplum insanın ilkel, bencil ve sınırsız arzularına sınırlar koymak ve denetlemek suretiyle düzen oluşturur. Durkheim’e göre basit uzmanlaşma, düşük işbölümü ve mekanik dayanışma ile tanımlanan sanayi öncesi toplumlarında sapma, topluma yönelmiş bir tehdit olarak telakki edilir ve cezalandırıcı hukuk sistemi uygulanır. Öte yandan, organik dayanışmanın hâkim olduğu modern sanayi toplumları, ileri düzeyde uzmanlaşma, artan iş bölümü, yüksek düzeyde bağlılık ve kentlerde yoğunlaşmış ve farklılaşmış bir nüfus gibi özelliklere sahiptir. Bu durum hukuk sistemini de etkilemiş ve cezalandırıcı hukukun yerini onarıcı hukuk sistemi almıştır. Onarıcı Hukuk, norm ihlalini ıslah edilmesi gereken bir durum kabul eden ve cezalandırmaktan çok onarmaya öncelik veren hukuk sistemidir.
Durkheim’ın suç çalışmaları konusunda en ayırdedici katkılarından biri anomi kavramını ilk defa kullanmasıdır. Durkheim, toplumsal yapının birbirine bağlı olan organları arasındaki uyumun, işbölümünün ve dayanışmanın olmadığı durumu anomi kavramı ile adlandırır. Anomi, toplumsal normların bozularak insan davranışlarını kontrol etme işlevlerini yerine getiremedikleri durumdur. Bireysel arzular ortak normlar tarafından düzenlenmemiştir ve dolayısıyla bireyler amaçlarının peşinde koşarken sadece kendi çıkarları yönünde hareket ederler.
Etiketleme Kuramı
1960’larda ortaya atılan Etiketleme Kuramı, 1950’lerde ABD’deki Medeni Haklar Hareketi’nin toplumsal ve siyasal ortamının bir ürünüydü. Etiketleme kuramı, mevcut suç ve sapkınlık teorilerinin suçluları ve sapkınları fazlasıyla vurguladığına işaret ederek yeni bir perspektif sundu. Suç ve sapkınlık, bu olgulara verilen toplumsal tepkilerle, bir başka deyişle damgalamalarla vücut bulur. Etiketleme kuramı suç ve suçlu davranıştan ziyade suç sonrası toplumun verdiği tepkilere odaklanır. Bu yaklaşıma göre sapkınlık ve suç, yapılan eylemin özelliği olmaktan ziyade kuralların uygulanmasının bir sonucudur. Toplum, ihlal edilmesi suç olarak tanımlanan kurallar koyar ve bu kuralları ihlal edenleri suçlu olarak etiketler. Bu itibarla, suçu toplum yaratır. Etiketleme kuramı suçlu ile değil, suç ve toplumun suça verdiği tepki ile ilgilenmektedir. Bu itibarla sapma görelidir ve insanlar aynı davranışı farklı biçimlerde tanımlayabilirler. Daha da önemlisi, suçu tanımlayan yasalar toplumdaki güç ilişkilerini yansıtır. Toplumda ekonomik, kültürel, politik, bürokratik ya da sosyal sermaye açısından güçlü olan gruplar, suç ve suçlunun tanımlanması ve etiketlenmesi sürecinde başat aktörlerdir. Bu bakımdan, zenginler fakirleri, beyazlar siyahları, üst sınıflar alt sınıfları yani güçlü toplumsal gruplar güçsüz azınlıkları etiketleme ve suçlulaştırma fırsat üstünlüğüne sahiplerdir.
Etiketleme teorisinin adı en sık anılan teorisyeni Howard S. Becker’a göre, “Bilim insanları belli davranışlara ya da kişilere vurulan “sapkın” etiketini sorgulamazlar; aksine verili kabul ederler. Bunu yaparak da yargıda bulunan grubun değerlerini ikrar etmiş olurlar.” Sapkınlık ne istatistiki ne de patolojik bir durum olup toplumdan topluma ve zamandan zamana değişebilen bir olgu olarak bir toplumdaki bir grubun normlarını yansıtmaktadır. Daha açık bir ifadeyle belirtmek gerekirse, “Toplumsal gruplar, ihlal edilmesi sapkınlık olarak tanımlanan kurallar koyarak sapkınlığı yaratırlar.” Suçlu ile suçlu olmayan arasındaki temel fark ilkinin suçlu olarak etiketlenmiş olmasıdır. Damgalanma, gerçekten de sosyal yaşamda önemli bir yere sahiptir. Bir çalışmada kaydedildiği gibi, yaşam etiketler etrafında tasarlanmıştır; bu etiketler, sadece olumsuz değil olumludur da: tıpkı üniversite diploması gibi. Bu kuram, suçu tanımlayan etiketler olmasaydı suç da olmazdı şeklinde anlaşılmamalıdır. Burada kastedilen toplumsal tepkinin, suç davranışının sosyal anlamını, niteliğini, dağılımını vb. etkilediğidir
Toplumsal Kontrol Kuramı
Bu kuramı şu ana kadar incelediğimiz kuramlardan farklı kılan özelliği suç ve sapkınlığa dair soruyu farklı şekilde sormasıdır. “İnsanlar neden kuralları çiğner ve suç işlerler?” sorusunun yerine şu soruyu sorarlar: “İnsanlar neden kurallara uyar?” Diğer teoriler, suç problemini araştırırken, sapkınlık değil de uyum normalmiş gibi ele almaktadırlar. Halbuki insanlar belli bir yaşa gelene kadar ebeveynlerinden ve öğretmenlerinden başlayarak kurallara uyumlu yaşamayı öğrenmeleri belki sayısız insanın ve sürecin ortak çabaları sonucudur: Bu şekilde bakıldığında, tüm bu uyum açıklanmaya çokça muhtaç çarpıcı bir olgudur. Uyumun sorgulanmadan, yani doğal bir şeymiş gibi ele alınamayacağından hareketle, bireyin üzerinde toplumsal kontrol tamamen etkili olmadığında, bireyin suça yöneleceği iddiası kontrol teorisinin odağıdır. Toplumsal kontrol kuramı, insan doğasına ilişkin olumsuz bir kabulden hareket etmektedir. İnsanın temel ihtiyaç ve arzularının doğal bir sınırı yoktur ve insan kendi çıkarını düşünerek hareket eden bir doğaya sahiptir. Bu nedenle toplumun iyiliği için insan davranışlarının düzenlenmesi ve kontrol edilmesi zorunludur.
Alt Kültür Kuramı
Alt kültür kuramı başta psikolojik ve biyolojik kuramlar olmak üzere suçu, suçlunun kişisel özelliklerine atıfla açıklayan yaklaşımları eleştirerek ortaya çıkmıştır. Bu kuramlar suçu bir grup davranışı olarak ele almaktadır. Suçluların psikolojik veya biyolojik anormal kimseler oldukları görüşünü reddetmekte, aksine suçluların toplumsal çevreleri, deneyimleri ve başka birçok bakımdan normal olduklarını savunmaktadırlar. Suç ve suçluluk toplumsal düzenin kusursuz işleyememesinin bir sonucudur. Bireysel olarak işlenen suçlarda bile kişi ait olduğu grubun etkisi altında suç işler. Bu yaklaşım, suçlunun sınıfsal ve cinsiyet aidiyeti ile suç eylemi arasında bir ilişki olduğunu varsayar ve suçun daha ziyade alt sınıflar ve erkekler tarafından işlendiğini iddia eder. Alt kültür kuramının önde gelen isimlerinden biri olan Albert Cohen, suçlu davranışın daha ziyade alt sınıf erkekler arasında yaygın olduğunu ve büyük oranda çete biçiminde ortaya çıktığını varsayar. Cohen’e göre suç ve suçluluk doğuştan getirilen özellikler ile açıklanabilecek olgular değildir. Aksine suç eylemi ve sapkınlık sonradan öğrenilen ve edinilen özelliklerdir. Cohen’e göre toplum farklı sosyoekonomik sınıflardan meydana geliyor olsa da toplumdaki egemen başarı ve statü kriterlerini tanımlayan değer ve normlar orta sınıfa aittir. Toplumu oluşturan bireyler, bu orta sınıf değerlerin daha fazla vurgulandığı ve söz konusu değerler temelinde statü kazanmayı hedef alan bir ortamda yaşamaktadır. Ancak statü hedefine ulaşmak için sunulan meşru kanallar ve fırsatlara erişim bütün sınıflar için eşit nitelikte değildir. Orta sınıfların erişimine daha fazla açık olan bu fırsatlar, alt sınıflar için erişilmesi çok zor veya imkânsızdır. Bu durumda alt sınıflara mensup bireylerin statü arayışları genellikle hayal kırıklığı ile sonuçlanmaktadır. Meşru geleneksel kanallar aracılığıyla statü kazanamayan alt sınıf gençler, bir yandan daha yüksek statüyü bir hedef olarak gözetmeye devam ederken, bir yandan da orta-sınıf değerlere isyan ederler ve benzer durumdaki bireylerle birlikte yeni bir değer sistemi yaratırlar. Orta sınıf değerlerine karşıt bu yeni değer sistemi, alt sınıf gençlere statü kazanmada uygun fırsatlar sunmaktadır. Böylelikle alt sınıfın statü hedefine ulaşamama sorununu çözmenin bir yolu olarak yeni bir kültürel form yani suçlu alt kültür formu inşa edilmiş olur. Bu kültür alt sınıflarda yaygındır.
Alt kültür kuramları içerisinde önemli bir yere sahip bir diğer kuram Richard Cloward ve Lyod Ohlin tarafından geliştirilen ayırıcı fırsatlar kuramıdır. Bu yaklaşım aynı zamanda Cohen’in görüşlerine eleştiri temelinde oluşturulmuştur. Suçu alt sınıf bireylerin statü yükseltme arayışı ile ilişkilendirerek ele almayı öneren Cohen’in aksine Cloward ve Ohlin’e göre alt sınıflara mensup bireylerin orta sınıf değerleri doğrultusunda bir statü arayışları yoktur. Meşru fırsatlar gibi gayrı meşru fırsatların da toplumda eşitsiz dağıtıldığını savunan ayırıcı fırsatlar kuramına göre üç yaygın suçlu alt kültürü vardır. İlki, maddi kazanç eksenli suçlu alt kültürü olup burada geleneksel ve suçlu sistemler birbiriyle tam ve kararlı bir şekilde entegre olmuş durumdadır. Amaca götüren her yol mübahtır anlayışına dayanan bu alt kültürde kısa yoldan köşeyi dönme temel ilkedir. Alt kültürün ikinci yaygın biçimi çatışma alt kültürü olup hedefe ulaşmak için şiddet kullanan mafya ve çete şeklinde ortaya çıkmaktadır. Üçüncüsü, geri çekilme alt kültürüdür. Bu grupta yer alan bireylere sadece meşru fırsatlar ve kanallar değil aynı zamanda gayrı meşru fırsatlar ve kanallar da kapalıdır.
Sundukları açıklamalar çeşitli farklılıklar içerse de alt kültür kuramcıları suçu ve suçluluğu çevresel koşulların etkisi altında bir süreç içerisinde oluştuğunu savunmaktadır.
Marksist Kuram
Toplumun temelde mutabakat üzerinde yükseldiği iddiasına dayalı olan yapısal-işlevselci yaklaşımların aksine Marksist kuramlar toplumu ve toplumsal ilişkileri, temelinde ekonominin yer aldığı sınıflar arası çatışma modeli ile açıklamaktadır. Sosyolojinin kurucuları arasında sayılan Karl Marx’a göre modern dünyadaki mücadele sermaye sahibi burjuvazi ile proleterya arasında cereyan etmektedir. Kaynakların sınırlı olması sebebiyle var olan bu çatışma, temelde kaynakların dağıtımının nasıl olacağı konusundadır ve toplumsal olarak güçlü olan sınıflar ile güçsüz sınıflar arasında cereyan etmektedir. Normlar ve yasalar da bu çatışmanın güçlü olan tarafının değerlerini yansıtır ve onların çıkarlarını temsil eder. Bu yaklaşım kapitalizm ile suç arasında güçlü bir ilişki varsaymaktadır. Kapitalizm suç yaratan bir sistemdir.
Marksist suç çalışmalarında adı öne çıkan araştırmacı Richard Quinney hukukun özgül çıkarları değil de toplumun genelinin iyiliğini temsil ettiği şeklindeki yaygın kabulü şu şekilde eleştirmektedir: Hukuk nadiren toplumun tümünün ürünüdür. Toplumun tüm üyelerinin çıkarlarını temsil etmektense nüfusun sadece belli kısımlarının çıkarlarından ibarettir. Hukuk, özgül çıkarları temsil eden ve çıkarlarını kamu politikasına tercüme etme gücüne sahip belli başlı insanlar tarafından yapılır. Hukuk, kapitalist toplumlarda burjuva sınıfının çıkarını ve özel mülkiyeti korumakta ve suç-ceza sistemi buna göre şekillenmektedir. Ceza yasaları çok uluslu şirketler tarafından çevreye karşı işlenen suçları soruşturma ve cezalandırmadan ziyade, hırsızlık, soygun gibi sokak suçlarına odaklanmaktadır. Quinney’e göre kapitalist toplumda adalet, sınıf mücadelesinin hizmetinde ideolojik ve pratik bir araçtır; o kadar ki, kapitalist adalet kapitalist sistemin teminatıdır. Quinney şöyle devam etmektedir: Hukuki düzen ceza hukukundan daha fazlasından müteşekkil olduğu halde, ceza hukuku o düzenin temelidir. Bu yüzden kapitalist toplumda ceza hukuku, devlet ve onun yönetici sınıfının mevcut toplumsal ve ekonomik düzeni devam ettirmek amacıyla kullanılmaktadır. Marksist kuramcılar, başta alt kültür kuramları olmak üzere geleneksel suç kuramlarını alt sınıfların daha fazla suç işledikleri, suça daha fazla eğilimli oldukları şeklinde suç ile alt sınıflar arasında ilişki kurmaya yönelik açıklamalarına sert eleştiri yöneltmişlerdir. Marksist kuramcılara göre alt sınıflar arasında suç oranlarının yüksek olmasının esas nedeni başta ceza adalet sistemi olmak üzere suçla mücadele eden kurum ve yasaların egemen sınıfların çıkarını korumaya çalışmalarıdır.
Feminist Suç Kuramı
Hem toplumsal, siyasal bir teori hem de bir siyasal ideoloji olarak feminist kuram, eşitsizliğe dayanan çatışma teorileri arasında yer almaktadır. Toplumsal cinsiyet kavramı, feminist teoride merkezi bir kavramdır. Doğuştan sahip olunan biyolojik anlamdaki özellikleri işaret eden cinsiyet kavramından farklı olarak toplumsal cinsiyet kavramı toplumsal olarak öğrenilmiş veya inşa edilmiş ve ömür boyu süren sosyalleşme süreci boyunca öğrenilen, kadınlığa ve erkekliğe ilişkin rollere ve beklentilere göndermede bulunmaktadır. İşte feminist eleştirinin temelinde toplumsal cinsiyet kaynaklı eşitsizliklerin, ezme-ezilme yani tahakküm ilişkilerinin eleştirisi bulunmaktadır.
Bu yaklaşım, suç çalışmalarında kadınların görünmez kılınmasını sorgulamakta ve büyük oranda erkeklerin egemen olduğu yani ataerkil toplumsal düzenin eleştirmektedir. Feminist kuramın hareket noktası kadınların gerek mağdur gerekse suçlu olarak ana akım suç kuramlarında ihmal edilmiş olmasıdır. Feminist yaklaşım, kapsamlı bir toplumsal suç kuramının hem erkeklerin hem de kadınların davranışlarını aynı düzeyde yansıtma ve açıklama kapasitesine sahip olması ile mümkün olabileceğini savunmaktadır. Bu anlamda feminist suç teorisi muhafızlığını erkeklerin yaptığı erkekegemen teori, araştırma, akademik müfredat ve cezai yargılama politikalarına eleştiri yöneltmektedir. Dahası, toplumsal cinsiyet-temelli araştırmalar, büyük oranda erkeklerin suçluluğuna işaret ederken nasıl olur da toplumsal cinsiyet kriminolojinin en az çalışılmış konuları arasında olabilir sorusunun cevabını aramaktadırlar.