TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI I - Ünite 3: Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Çeviri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Çeviri
Giriş
Yeni bir medeniyet, yeni bakış açılarıyla tanışma, evrensel uygarlığa ulaşma aracı olan çeviri, diller ve kültürler arası bilgi transferinde önemli rol oynar. Yaratıcılığı ve yenilenmeyi sağlayan bir araç olarak uyanış ve yenileşme dönemlerinde önemli görevler yüklenen çeviri aktarıldığı dili (erek dil) ve o dilin edebiyatını zenginleştirir. Edebî çeviriler, kültürler arası iletişimi sağlayan, dünyanın dört bir yanında yaşayan insanları töreleri, davranışları ve değer yargılarıyla işleyen edebî eserleri farklı toplumlara tanıtan kültür köprüleridir.
Edebî metinlerin çevirisi diğer metinlere kıyasla özel bir yetenek ve donanım gerektiren bir alandır. Edebî bir metnin çevirisinde en önemli mesele metnin dilinde örtük bir biçimde var olan dünya görüşünün kavranmasıdır. Çeviri; anlama, başka bir ifadeyle bir yorum etkinliğidir. Çevirmen iletiyi bir dünyadan diğerine aktarırken dil bilgisel, tarihsel, kültürel araçlarla metni çözmeye çalışır, anlamı adım adım kurar. Çevirmen için iki anlam dünyası vardır: çevrilecek metnin dünyası ve amaç dilin okurunun dünyası. Çevirmenin tercüme edeceği metni içinde oluştuğu toplumsal ve kültürel bağlam, tarihsel çerçeve, edebî gelenekler, edebiyat akımları ve dönemler itibarıyla iyi anlaması gerekir.
Tanzimat Dönemi Edebiyatı: Çeviriler Ve Özellikleri
Osmanlı Devleti güçlü olduğu yıllarda Batı’yı tanıma ihtiyacını hissetmez. Batı’ya yönelme girişimleri diplomatik anlamda Duraklama Devri ile başlar. 1669’da XIV. Louis Dönemi’nde Müteferrika Süleyman Ağa’nın Fransa’ya büyükelçi olarak gönderilmesi; 1720’de Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa’ya Batı uygarlığını tanıma ve inceleme amacıyla yaptığı seyahat, “Osmanlı İmparatorluğunda değişimin gerekli olduğu” düşüncesinin ilk kıpırdanışları ve Batı’ya ilk yönelişler olarak nitelenir. 19. yüzyıl Osmanlı’da Batının çoğu olanda üstünlüğünü kabul ettiği dönemdir. 18. yüzyılda yenileşme hareketi toplumda esaslı bir değişmeyi hedef almadan, ihtiyaç duyulan bazı teknik ve bilgilerin nakli şeklinde gelişirken 19. Yüzyılda yenilik hayatın her safhasında görülmeye başlanır.
1839’a kadar Arap ve Fars edebiyatları ile beslenen Türk edebiyatı, Tanzimat Fermanı (1839) ile Batılılaşmanın resmî bir devlet programı hâline gelmesiyle farklı bir medeniyet dairesine yönelir. Bu medeniyet, sanat anlayışı ve kültürünü Yunan-Latin edebiyatlarından; dünya görüşü, felsefe ve ahlak anlayışını ise Hristiyanlıktan almaktadır. Dinî, siyasi, toplumsal ve kültürel özellikleri bakımından karşıt değerler bütünü oluşturan Doğu ve Batı arasındaki ilişkiler uzun yıllar önyargılar üzerine kurulmuştur. Demokrasi ve hürriyet, medeniyet, bilgi ve tekniğe açılma gibi kavramlar etrafında şekillenen fikir akımları dönemin edebiyat ve fikir eserlerine yansır. Ordunun, devlet kurumlarının Batı örneğine göre yapılanmaları, eğitimde Batı modelinden yararlanma, bilimsel ve teknik alanlarda özellikle de Fransızcadan- yapılan çeviriler sosyal ve kültürel değişimlere yol açarken edebî çeviriler roman, tragedya, komedya gibi Türk edebiyatı geleneğine yabancı bazı yeni türlerin tanınmasını sağlar. Edebî metinler yeni temalar, yeni bakış açıları ve yeni bir üslup kazanır.
Yeni kültür ve zihniyetin yerleşmesinde ve yeni insan tipinin yetişmesinde Hoca İshak Efendi , Mütercim Âsım Efendi, Hoca Tahsin Efendi gibi isimler tercüme ve telif eserleriyle etkili olurlar. Hoca İshak Efendi, Türk ilminin yeni ıstılahlarını yapan, Doğu ve Batı dillerini bilen, fizik, kimya, balistik ve istihkâm ilimlerinde ihtisas yapan Hoca İshak Efendi (?-1836) bu alanlardaki telif ve tercüme eserleriyle tanınır.
Fuat Köprülü’nün Türk edebiyatını İslamiyet’ten önceki Türk edebiyatı, İslam medeniyeti tesiri altındaki Türk edebiyatı ve Avrupa medeniyeti tesiri altındaki Türk edebiyatı şeklinde sınıflandırılması edebiyat tarihimizin şekillenmesinde farklı medeniyetlerin tesirlerine dikkati çeken bir tasniftir. Tanzimat Dönemi’nde Batı medeniyeti dolayısıyla Avrupa edebiyatlarına açılan Türk edebiyatı yeni kavram ve bakış açılarıyla karşılaşır. Çeviriler, Batı’nın fikirlerini kendi memleketine taşımak isteyen yenilikçi gençlerin en önemli araçlarından biri olur. Tanzimat Dönemi’ndeki çeviriler kitap hâlinde yayımlanan ve dergi ve gazetelerde neşredilen çeviriler olarak iki grupta tasnif edilebilir. Anlam bakımından incelendiklerinde; özetlenmiş metinler, aslına sadık metinler (mot à mot çeviri); genişletilmiş (yeniden inşa edilmiş) metinler olarak farklı kategorilerde toplanırlar. Tanzimat Dönemi’nde çevrilecek metinlerin seçimi ve tercümeleri aşamasında değişim ve yenileşme ihtiyacına cevap verebilmeleri “bilgi aktarımı” ve toplumun yapısına ve geleneklerine uygunluğu, bir diğer ifade ile “kabul edilebilirlik” ilkesi temel ilkeler olarak saptanmaktadır. Yeni bir medeniyet ve dünya görüşü ile karşılaşma dönemi olan Tanzimat yılları ve edebiyatta yenileşmeyi hedefleyen Servet-i Fünun dönemlerinde tercümeler, Türk edebiyatına Batı kültürünün eserlerini, edebî türlerini ve imaj dünyasını tanıtan; okuru yeni hayat biçimleri ve kavramlarla tanıştıran kaynaklardır
Tercüme Odası, Encümen-i Dâniş, Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye
Tanzimat Dönemi’nde açılan Tıbhane (1827), Mekteb-i Harbiye (1835) gibi okullar Avrupa kültürüne açılan pencerelerdir. Tercümeler kanalıyla kurulan ilişkiler öncelikle tarih ve bilim gibi alanlarda başlar. Devlet işleri için yabancı dil bilen gençlere duyulan ihtiyacı karşılamak, memurlara yabancı dil öğretmek üzere 1821’de kurulan Tercüme Odası, Tanzimat yıllarında bir okul görevi üstlenir. Ali, Fuat ve Safvet Paşa gibi değerli insanları yetiştiren bu ocak; yeni bir dünya görüşü ve siyasi idealin geliştiği bir çevredir. Abdülaziz devrinde hızlanan fikir hayatının gelişmesinde, Mustafa Refik, Namık Kemal, Ethem Pertev Paşa, Sadullah Paşa gibi yazarlar Abdülmecid devrinin son yıllarının genç neslinin yetişmesinde önemli bir rol oynarlar.
15 Temmuz 1851’de Abdülmecid’in de katıldığı bir törenle ve Reşid Paşa’nın ünlü nutkuyla açılan Encümen-i Dâniş, devlet eliyle ve Fransız Akademisi (Académie Française) örnek alınarak kurulur. Açılış nutkunda Mustafa Reşid Paşa kurulma amacını, Dârülfünûn’da okutulacak kitapların hazırlanması ve asrın gerektirdiği ilmin ülkede yayılması ve kültür seviyesinin yükseltilmesi olarak belirler. Üyeleri arasında Joseph von Hammer ve James Redhouse, Bianchi gibi isimler ve çoğu tercüme kalemlerinde çalışan azınlık aydınlar bulunan Encümen-i Dâniş, Reşid Paşa’nın sadrazamlıktan ayrılmasıyla gözden düşer, yeterince verimli olamaz ve kapatılır. Bu kurum, Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin kuruluşuna ve bilimsel kurumsallaşmaya zemin hazırlaması bakımından önemlidir.
Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye, din ve güncel politik meseleler dışında, her türlü ilim ve eğitimle ilgili kitap ve risale telif ve tercümesiyle ilgilenecektir. Münif Paşa ve arkadaşlarının bu tavrını Mehmet Kaplan “kültürde laiklik” olarak adlandırılacak bir hareketin öncülüğü olarak niteler. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin en önemli başarısı ilk bilimsel süreli yayın olan Mecmua-i Fünun’u yayımlamak olur. Tabii bilimlere ve Fransız materyalist felsefesine gösterdiği ilgiyle dikkat çeken Münif Paşa’nın yönetimini üstlendiği dergi 29 Haziran 1862’de yayın hayatına başlar. Genelde bir fen dergisi olan Mecmua-i Fünun’da jeoloji, fizik, kimya, biyoloji, tarih, coğrafya, arkeoloji, felsefe pedagoji, ekonomi, iktisat, eğitim, dil ve edebiyat, halk sağlığı vd. sosyal konularda yazılmış tercüme ve telif yazılar yer alır. Bir bakıma Mecmua-i Fünun’da 18. Yüzyılda Encyclopédie’nin Avrupa’da oynadığı rolü Osmanlı toplumunda üslenmiştir.
Tanzimat Dönemi Birinci Kuşak ve Çeviri Faaliyetleri
Batılı eserlerden Türkçeye yapılan ilk -kitap şeklinde çeviri Yusuf Kâmil Paşa’nın Fénélon’dan tercüme ettiği Télémaque ’tır. Şinasi’nin Batı şiirinden ilk tercümelerini içeren Tercüme-i Manzume ’si (1859); Münif Paşa’nın Muhaverat-ı Hikemiye’si (1859) ve Victor Hugo’nun Sefiller adlı eserinin tercümesi olan Mağdurin Hikâyesi (1862); Lamartine’den ilk çeviri olan, Şinasi tarafından tercüme edilen “Souvenir” (1859) adlı şiir dönemin ilk çeviri örneklerindendir. Birçok dile çevrilen Robinson hikâyesinin (Robinson Crusoe) Türkçeye tercüme edilmemiş olmasının önemli bir eksiklik olduğu düşünülerek Vakanüvis Ahmet Lütfi tarafından Arapçadan Türkçeye Hikâye-i Robinson adıyla aktarılması (1864) bir “ikinci el tercüme” örneği olması nedeniyle önem taşır. Robinson, Şemsettin Sami tarafından da çocuklar için kısaltılmış bir baskısından, Fransızca öğrenenlere tercüme kılavuzu olmak üzere çevrilir. Çeşitli tercümelerine rastlanan Robinson’un tam metin çevirisi ancak 1923’te yapılır. Şemsettin Sami’nin yayımlanan ilk kitabı SaintOuen’den tercüme ettiği Tarih-i Mücmel-i Fransa adlı tercümesidir. Dumanoir ve D’Ennery’den tercüme ettiği İhtiyar Onbaşı (1873) adlı trajedi tercümesi de Güllü Agop ve Osmanlı Tiyatrosu’nda oynanır.
Tanzimat Dönemi’nde eserleri en çok çevrilen Batı edebiyatı yazarlarından birisi de Jean Jacques Rousseau’dur. Julie veya Nouvelle Heloise ve Emile tercümeleri ile tanımaya başladığımız Rousseau’nun Ziya Paşa tarafından Türkçeye çevrilen Emile’i (1871) çocuk eğitimi ve pedagoji tarihimiz açısından önemlidir. Ziya Paşa’nın Emile tercümesi, günümüze kadar ele geçirilmemiştir. Ziya Paşa’nın Rousseau’nun İtiraflar’ını model olarak alması ve Defter-i Âmal adıyla çocukluk anılarını yazması da yine tercümeler ve Batı kültürü ile yapılan alışveriş sonrasındaki gelişmelerdir. Ziya Paşa, Molière’in Tartuffe adlı piyesini hece vezni ile kafiyesiz ve sade bir dille tercüme eder.
Ahmet Vefik Paşa’nın Molière’den en önemli ve yadırganmayacak olanları dikkate alan bir seçimle çevirdiği üçü nesir ( İnfiâl-i Aşk, Dudu Kuşları, Don Civani ); altısı manzum (Kocalar Mektebi, Kadınlar Mektebi, Tartuffe, Okumuş Kadınlar vd.) ; yedisi adaptasyon ( Zor Nikâh, Zoraki Tabib, Yorgaki Dandini, Azarya, Tabib-i Aşk, Merakî vd.) olmak üzere on altı oyun tercüme edebiyatımız için önemli katkılardır.
Ahmet Midhat Efendi, gazetesinin tefrika ihtiyacını karşılamak için yaptığı tercümlerde genellikle Paul de Kock, Octave Feuillet, Emile Richebourg, Charles Merevel, Emile Gobineau, Hector Malot, Marie Ann Radcliffe gibi ikinci sınıf yazarları tercih eder. Çevirilerinde okuyucuyu yadırgatmadan ona farklı bir kültürü ve yeni bir dünyayı tanıtmak, eğitmek gibi amaçların yanı sıra, ansiklopedist kimliğinden kaynaklanan bir özellik olarak yeni yazılacak eserleri beslemek amacı da görülür. 1881’de Victor Hugo’nun Les Burgraves piyesini Derebeyleri adıyla mensur olarak Türkçeye çevirir. Ahmet Midhat Efendi’nin bu piyesi aynen tercüme etmediği, lüzumsuz gördüğü teferruatı atmakla birlikte piyesin bütünlüğünü bozmamaya özen gösterdiği dikkati çeker. Bir dilden bir dile harfi harfine yapılan çevirideki güçlükten söz eden Ahmet Midhat “mealen tercüme”, kendi ifadesiyle “tadilen tercüme”den yanadır. Önemli olan muhtevayı okuyucuya yabancı gelmeyen bir sentaksa oturtarak aktarmaktır. Tercümede eserdeki maksadı anlamak ve o maksadı kendi dilinde ifade etmek yolunu seçen Ahmet Midhat’ın çevirileri bir nevi “adapte metin” özelliği taşımaktadırlar. Edebiyattan bir eğitim aracı olarak yararlanan, romanlarında Avrupa milletlerinin âdetleri ve sosyal hayatları hakkında bilgi veren Ahmet Midhat için tercümeler de aynı amaca hizmet etmektedir. Tercüme anlayışında iki temel husus dikkati çeker: 1- Başka kültürlere ait eserleri tercüme ederek okura yeni bir dünyayı tanıtmak ve onu eğitmek. 2- Bu eserlerden tema ve anlatım teknikleri bakımından yararlanmak ve telif eserleri beslemek.
Tercüme ettiği eserlerden tema ve teknik bakımından beslenen Ahmet Midhat’ın sanat anlayışının gelişmesinde bu eserlerin önemli bir katkısı vardır. İlk romanlarından olan ve kendi ifadesiyle Alexandre Dumas’nın Monte Cristo adlı eserinden doğan Hasan Mellâh, Phèdre’den “mülhem” Fürs-i Kadimde Bir Facia yahut Siyavuş ve Don Quichotte’dan doğan, çevresinde olup bitenlerden haberi olmayan bir tipi işlediği Çengi isimli piyesleri eserlerinde okumalarından, yer yer de tercümelerinden gelen tesiri gösteren somut örneklerdir.
Tanzimat Dönemi İkinci Kuşak ve Çeviri Faaliyetleri
Tanzimat Dönemi ikinci kuşak sanatçıları Recaizâde Ekrem, Abdülhak Hâmit ve Sami Paşazâde Sezai, telif eserlerinin yanı sıra tercümeleriyle de Türk edebiyatının gelişmesine önemli katkılarda bulunurlar. Recaizâde Ekrem, Batı edebiyatındaki teorik kaynakları ve edebî eserleri yakından izler. Recaizâde Ekrem’in Terakki gazetesinde tefrika olarak yayımlanan Silvio Pelico’dan çevirdiği Mes Prisons (1869); Hakayikü’l-Vekayi ’de bir bölümü tefrika edilen Chateaubriad’dan tercüme ettiği Atala (1871), Nâçiz (1886) tercüme edebiyatımız için önemli örneklerdir. Nâçiz’de Batı edebiyatından yaptığı manzum ve mensur tercümeleri toplar. Recaizâde Ekrem’in romantik duyuş tarzının gelişmesinde Chateaubriand ve Lamartine’in özel bir tesiri vardır. Türkçeye Chateaubriand’dan ilk çeviri olan “Amerika’da Bir Gece” (1870) Recaizâde Ekrem tarafından yapılır. Pejmürde’de birkaç tercümesi, Takrizat’ta (1896) Octave Feuillet, Voltaire, Victor Hugo hakkında bazı mütalaaları vardır. La Fontaine, Musset, Voltaire, Xavier Maistre gibi yazarlardan da muhtelif tercümeleri bulunmaktadır.
Afife Anjelik adlı oyunu (1870), Batı edebiyatında okuduğu örneklerden mülhem bir eserdir. Afife Anjelik aynı zamanda Recaizâde Ekrem’in ilk kitabıdır.
Abdülhak Hâmid ile gelişen ferdî ızdırap devri dünya edebiyatının romantik yazarlarına ve onların eserlerinden yapılan çevirilere çok şey borçludur. Bernardin de Saint Pierre’in Paul et Virginie; Chateaubriand’nın Atala gibi eserlerinin çevirileri Türk edebiyatında romantizmin gelişmesinde etkili kaynaklardır. Kızlarını kaybederek ilginç bir kader ortaklığı yaşayan Hugo ve Lamartine’in ölüm temini işleyen şiirleri ile Recaizâde Ekrem’in ve Hâmit’in ölüm temalarını işleyen şiirleri arasındaki benzer imajlar dikkati çeker.
Sami Paşazâde Sezai, Alphonse Daudet’nin Değirmenimdem Mektuplar adlı kitabından “Arles’li Kız” adlı hikâyeyi sağlam yapısını ve üslubunu beğendiği gerekçesiyle “Arlezyalı Kız” adıyla çevirir. Çeviri Küçük Şeyler ’de yer almaktadır. Alphonse Daudet’nin Jacques adlı romanını da tercüme eder (1892). Sami Paşazâde Sezai’nin kayda değer bir tercümesi de Victor Hugo’nun Les Châtiments adlı şiir kitabından nesren tercüme ettiği “Souvenir de la nuit du 4” adlı şiiridir. Şiiri “Kânun-ı Evvelin Dördüncü Gecesinde Bir Hatıra” başlığı ve “Abdülhâmit-i Sani’ye İthaf ”ı ile neşreder. Aynı şiir Ahmet Rasim tarafından da “Tiquetonne Sokağı’nın Çocuğu” adıyla çevrilir. Tanzimat ve ara nesil döneminde Victor Hugo’dan çok sayıda tercüme yapılmasına karşın siyasi hayat ve görüşleriyle ilgili, II. Abdülhâmit’i hatırlatan III. Napoléon aleyhindeki hiciv karakterli şiirleri çevirmekten çekindiklerine işaret eden Zeynep Kerman, Sami Paşazâde Sezai’nin şiirin hikâye ve tasvir bölümlerini titizlikle tercüme etiğine ve sade bir üslubu tercih ederek cümleleri aslına sadık kalarak veciz bir şekilde çevirdiğine dikkat çeker.
Muallim Naci’nin Farsça ve Arapçadan tercüme ettiği örnekler Hurde-i Furûş I ve II’de (1885); Hz. Ali’nin bazı vecizelerinin Arapça asılları ve tercümeleri ise Emsâl-i Ali’de (1885-86) yer alır. Muallim Naci’nin Therese Raquin’in (1890) yarım kalmış tercümesini Tanpınar onun Beşir Fuad ile olan dostluğunun/mektuplaşmalarının bir neticesi olarak görür. Dünya romanında natüralist romanın en güzel örneği olarak nitelenen Thérèse Raquin’in tercümesi Türk edebiyatında roman türünün gelişme sürecinde önemli bir adımdır.
Lamartine’in Geneviève, Bir Hizmetçi Kızın Serüveni 1885-86’da; 1871 (Çev. Ali) ve 1879’da (Çev.Y. Neyyir) iki kez tercüme edilen Graziella adlı romanı, romantizm açısından önem taşıyan, “verem edebiyatı”nı besleyen ve geniş bir okur kitlesine ulaşan çevirilerdir.
1887-1895 yılları arasında çoğu nesir olarak Batı dillerinden çevrilen şiirler, Servet-i Fünun üslubunun şekillenmesinde etkili olur ve bir “mensur şiir” cereyanı oluşturur. Okul yıllarından itibaren Avrupa kültür ve edebiyatını tanıyarak yetişen Servet-i Fünun nesli, Halit Ziya, Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin gibi edebiyatçıların okumaları ve çevirileriyle Batı edebiyatından daha sistemli bir biçimde beslenmeye devam eder. Romantik akımın eserlerinin yanı sıra Goncourt Kardeşler, Maupassant, Alphonse Daudet gibi yazarların eserlerinden yapılan çeviriler dönemin yazarlarını realizm ve natüralizm gibi farklı edebiyat akımlarının estetik anlayışlarıyla besler; hikâye ve roman türlerinin gelişmesinde yeni bir edebiyat anlayışının şekillenmesinde yönlendirici olurlar.
Gerçekçilik ve natüralist akımlara yönelen bu gelişmede romantik akımın temsilcisi olan Victor Hugo’ya karşı Émile Zola’yı çıkaran Beşir Fuad’ın da payı vardır. Tanzimat’tan sonra yetişen ilk edebiyatçı kuşak Namık Kemal, Ahmet Midhat, Abdülhak Hâmit, Recaizâde Ekrem, Sami Paşazâde Sezai romantik akımın tesiri altındadır. Beşir Fuad tenkitleri ile “gözyaşı ve verem edebiyatı merkezli” gelişen romantik akımın ve süslü üslubunun yerine günlük hayatın meselelerini anlatan sade bir üsluba doğru yönelişi sağlar. Beşir Fuad’ın Envar-ı Zekâ’da yayımlanan tercümeleri arasında Victor Hugo’dan Soytarı adı ile çevirdiği Le Roi s’amuse; özellikle de Almancadan çevirdiği Orhan Okay’ın “santimantalizmi yıkmak ve fizyolojinin gerçeğini göstermek için” attığı ilk adım olarak değerlendirdiği “Kalb” isimli uzun makale dikkate değer örneklerdir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. yüzyıl Türk edebiyatı tarihini “her şeyden evvel Türk insanında başlayan bir buhranın ve yeni ufuklar ve değerler etrafında yavaş yavaş kurulan bir iç düzenin tarihi” olarak tanımlar. Yeni ufuklar ve yeni değerlerin tanınmasında, dünya edebiyatının fikir ve sanat eserlerindeki dünya görüşünün dilimize aktarılmasında tercümeler “Batı’ya açılan pencere” olma özellikleri ile özel bir önem arz etmektedirler.
Farklı medeniyet dairelerine açılan ve bizleri farklı duygu ve düşünce dünyaları ile karşılaştıran tercümelerin kültürel, sosyal alanlar ve edebî eserler üzerindeki gelişmesini incelemek edebiyat tarihlerinin daha kapsamlı yazılabilmesi için önem arz eden bir araştırma sahasıdır.