TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI I - Ünite 8: Tanzimat Dönemi’nde Eleştiri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Tanzimat Dönemi’nde Eleştiri

Şinasi ve Eleştirileri

Hem nazım hem de nesir türündeki eserleriyle bu devrin yol gösterici isimlerinden olan Şinasi, bir eleştirmen olmamasına rağmen özellikle dil hakkındaki görüşleri ve uygulamalarıyla dikkat çeker. Şinasi’nin dilde sadeleşme çabalarını eserlerinde görmek mümkündür. Şinasi’nin Tercümân-ı Ahvâl Mukaddimesi, Tasvir-i Efkâr Mukaddimesi , Fatin Tezkiresi ’nin yeniden yayımlanacak olması üzerine dile getirdiği görüşleri ve Ruzname-i Ceride-i Havadis yazarı Said Bey ile yaşadığı “ Mes’ele-i Mebhûsetü’n Anha ” tartışması yeni edebiyatın inşa sürecindeki önemli eleştirel unsurları içermektedir.

Tercümân-ı Ahvâl ve Tasvir-i Efkâr Mukaddimeleri: Şinasi’nin Tercümân-ı Ahvâl gazetesinin yayımlanmasından dolayı yazdığı mukaddimedeki görüşleri, Tanzimat döneminin eleştiri anlayışını içeren sosyal fayda prensibine dayanır ve eski zihniyete karşı bir tavrı barındırır. İç ve dış politikadan seçilmiş olayların ve diğer yararlı konuların halka duyurulması için de Tercümân-ı Ahvâl gazetesini aracı olarak nitelendirir. Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrimüslim unsurların serbest bir biçimde gazete çıkardıklarını “millet-i hâkime”nin ise gayriresmî bir gazete çıkarmak için herhangi bir çaba sarf etmediğini dile getirerek kendisinden önceki Osmanlı aydınlarını eleştirir. Hem Tercüman-ı Ahval’in hem de Tasvir-i Efkâr’ın bu kısa ön sözlerinde ŞinasiTanzimat’la birlikte belirmeye başlayan gazete anlayışını ve kültürünü tanıtır ve Türk dilini buna göre düzenlemeye çalışır. Ayrıca söz konusu mukaddimelerde dilin halka hizmet için araç olarak geliştirilmesine ve kullanılmasına da vurgu yapar

Mes’ele-i Mebhûsetü’n Anha Tartışması: Mes’ele-i Mebhûsetü’n Anha, basın yoluyla yapılan ilk edebî tartışmadır. 1864 yılında ortaya çıkan söz konusu tartışma, Tasvir-i Efkâr ile Ruzname-i Ceride-i Havadis gazeteleri arasında gerçekleşir. Tartışmanın temelini dil meselesi ve Arapçanın özellikleri oluşturmaktadır. Ceride-i Havadis gazetesinde yazılar yazan Said Bey’in yazılarında Tasvir-i Efkâr’ın dilini eleştirmesi bu tartışmayı başlatır. Tartışmanın ortaya çıkış sebebi, “mebhûsu anh” (bahsedilen şey), “dûr u dırâz (uzun uzadıya), “tercüme-i sâlifü’z zikr” (zikredilen, bildirilen tercüme) terkiplerinin kullanılış biçimleriyle ilgilidir. “Mebhûsetü’n Anha” tartışması, Şinasi’nin dil bilgisine hâkimiyetini gösterir ve hangi gramerde olursa olsun hiçbir yanlışlığa tahammül etmez. Şinasi, bu tartışmayla Türkçenin başka dillerden aldığı kelimeleri o dillerdeki kurallara göre değil, kendi kurallarına göre kullanabileceğini ifade eder.

Fatin Tezkiresi ve Şinasi’nin Görüşleri: Osmanlı’nın son klasik tezkiresi olan Tezkire-i Hâtimet’ül eş’ar’ın yazarı Fatin Efendi’dir. Fatin Efendi (1814- 1866), Osmanlı şairi ve devlet adamıdır. Ziya Paşa’da divan şiiri zevkinin oluşmasına etki eden Fatin Efendi’nin kaside, gazel ve şarkı türünde eserleri vardır. 1853 yılında biten ancak 1855 yılında yayımlanan bu tezkire, hâl tercümeleri (öz geçmiş) ve şiir örneklerinden oluşur. Fatin Tezkiresi’nde eserler ve eser sahipleri öznel bir yaklaşımla övülmüş ya da yerilmişlerdir. Şinasi, söz konusu eserde mutlaka düzenlenmesi gereken konuları beş madde olarak sıralar. Buna göre;

  • Tezkireye çeşitli edebî konularla ilgili açıklamalar eklenmelidir.
  • Tezkirede öz geçmişlere yer verilirken makam sahibi kişilerle ilgili dile getirilen mübalağalı hüküm ve sözler çıkarılmalıdır (Zira bu ifadeler objektifliğe zarar verdiği gibi aynı zamanda rüşvet hükmüne de geçmektedir.).
  • Tezkirede özellikle her şairin ilim, fen ve sanat gibi çeşitli alanlardaki başarıları ve kaleme aldıkları eserlerle topluma hizmetleri belirtilmelidir.
  • Tezkirelere örnek alınan manzumelerde intihal (başka şairlerin eserlerinden alıntılar) varsa gösterilmelidir. Kim olursa olsun makam ve mevkiine, şöhretine ve unvanına bakılmadan tespit edilen intihalin açıklanması esere objektif bir yaklaşım getirecektir.
  • Tezkire, ifade ve anlam yanlışları bakımından düzeltilmelidir.

Namık Kemal ve Eleştirileri

Edebiyatta sosyal fayda prensibinden yola çıkan Namık Kemal’in eleştirileri daha çok divan edebiyatının külfetli diline, sınırsız hayallerine ve halktan kopuk olmasına ilişkin verileri içermektedir. Türk edebiyatında ilk eleştirmen olarak gösterilen Namık Kemal’in eleştirel düşüncelerini içeren eserleri şunlardır: “Lisân-i Osmânî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir”, “Bahâr-ı Dâniş Mukaddimesi”, İrfan Paşa’ya Mektup, Mes Prison Tercümesi Üzerine Muâheze, Tahribi Harâbât, Ta’kib, “Son Pişmanlık Mukaddimesi”, “Celal Mukaddimesi”, “Tercüme-i Hâl-i Emir Nevruz Mukaddimesi”, Mikro Mega Tercümesi Muâhezesi.

Lisân-i Osmânî’nin edebiyatı hakkında bazı mülâhazâtı şamildir: Namık Kemal’in Tasvir-i Efkâr’da yayımladığı ve yeni Türk edebiyatının beyannamesi sayılabilecek bu makalede Türkçede ilk defa dil ve edebiyat meseleleri kapsamlı bir şekilde ele alır. Farsçanın etkisi ile oluşturulan yazı dilinin lisanımızı bozduğuna ısrarla vurgu yapar. Bu makalenin önemli özelliklerinden birisi, Namık Kemal’in yeni edebiyatın prensiplerini sistematize etmesi ve hayatı boyunca tekrarlayacağı ve takip edeceği görüşlerin özünü anlatmasıdır. Namık Kemal’in eleştirisi, eskilerin, Arap ve Fars edebiyatının etkisinde kalmalarını, topluma ve bireye fayda sağlayacak eserler bırakmamalarının büyük bir eksiklik olduğu, divan edebiyatının en ünlü şairleri ve yazarları ya tamamen Acemleri taklit etmiş ya da âlimlerin dilini kullanmış olmaları sebebiyle anlaşılır olamayışları, edebiyatın ahlaki bir gayesi olması gerektiği yönündedir. Üç dilin etkisinde kalarak Türkçenin asli özelliklerini kaybetmesini eleştiren Namık Kemal, dilin ıslahı için beş madde sayar:

  1. Türkçe kurallar mükemmel bir şekilde düzenlenmeli
  2. Türkçeye özgü, mümkün mertebe muntazam ve mükemmel bir lügat hazırlanmalı
  3. Galat-ı meşhur denilen genel kullanımlar (yani kelimelerin Türkçede kullanılan şekilleri) tercih edilmeli
  4. Tabii ifadelerin güzelliğini yansıtan eserlerden oluşan bir antoloji hazırlanmalı ve okullarda okutulmalı
  5. Lisanımıza özgü bir belagat kitabı hazırlanmalı

Namık Kemal, divan şiirinin hayal dünyasındaki aşırılığa ve hakikate uygun olmayışa da ilk kez bu makalesinde itiraz eder.

Bahâr-ı Dâniş Mukaddimesi: Namık Kemal, Hintli Şeyh İnâyetullah Kanbu’nun Urduca olarak yazdığı Bahâr-ı Dâniş adlı eserinin Farsça nüshasını Türkçeye çevirir. Bu çevirinin mukaddimesinde de İran edebiyatıyla ilgili bilgiler verir ve bu edebiyatın Türk edebiyatına etkisini örneklerle eleştirir. Bunun yanı sıra eski edebiyatı anlamak için İran’ın edebî dilinin bilinmesi gerektiğini söyler. 1600’lı yılların sonuna gelinceye kadar neredeyse İran taklitçiliğinden başka bir şey yapmamış olduğumuzu, Farsçadan tamamen ilişkimizi kesersek lisanımızın tarihini bilmekten aciz kalacağımızı, tarihe dair yazılmış kitaplarımızı Farsça ile münasebette bulunmadan anlayamayacağımızı dile getiren Namık Kemal, bu görüşleriyle eskiyi yok saymadığını ilan eder. Namık Kemal, eski edebiyatın okur bulmamasını ve halk tarafından ilgi görmemesini, eski edebiyatın havass (üst tabaka) için yazılmış olmasına, anlaşılır bir Türkçe ile yazılan eski eserlerin edebî güzellikten yoksun olmalarına, konuşma dilini beğenmeyip yazı dilinde başka bir edebi lisan icat etmeye çalışan ifade tarzlarının konuşma dilinden daha çirkin ve kaba olmasına ve Acem dilinin etkisiyle tabiata aykırı bir şekilde mübalağaların, letafetsiz teşbihlerin ve cinasların edebiyatımızın asli unsurları arasına girmesine bağlar. Namık Kemal’in bu yazısında değindiği hususlardan birisi de II. Mahmut zamanında Türkçenin sadeleştirilmeye çalışılmalarının başarılı olmadığıdır.

İrfan Paşa’ya Mektup: Namık Kemal, bu mektubunu Magosa’da iken yazmıştır. Eski edebiyata ilişkin eleştirileri içermektedir. İrfan Paşa, yeni edebiyatı eleştiren ve divan edebiyatı tarzında şiirler yazan, eski edebiyat savunucusudur. Namık Kemal, İrfan Paşa’ya hitaben yazdığı mektubunda Tanzimat birinci kuşak sanatçılarının görüşlerini örneklerle temellendirmeye çalışır. İlk olarak Mecmua-i Ebuzziya’da yayımlanan bu mektupta Namık Kemal, İrfan Paşa’nın Mecmua-i İrfan Paşa adıyla yayımlanan eski tarzdaki şiirlerini ve divan edebiyatını eleştirir. İrfan Paşa’nın şiirlerini topladığı eserinin başında yeni edebiyatı savunanları “nevresidegan” (yeni yetme) olarak nitelendirmesi Namık Kemal’i rahatsız eder.

Mes-Prison (Me Prizon) Muâhezesi: Recaizâde Mahmut Ekrem, İtalyan şairi Silvio Pellico’nun hapishane anılarından oluşan Mes Prison adlı eserini tercüme eder. Namık Kemal, Ekrem’in bu tercümesini eleştirir. Silvio Pellico’nun hayatı ile kendi hayatı arasında benzerlikler bulunduğunu dile getiren Namık Kemal, hem Silvio Pellico’nun anlattığı bazı hususlara hem de Recaizâde Mahmut Ekrem’in tercümede Acem üslubunu kullanmasına itiraz eder. Bununla birlikte bazı gereksiz kullanılan kelimeleri, yanlış yapılan terkipleri gösteren Namık Kemal, aynı zamanda bazı cümlelerin de daha fasih ve açık ifadelerle düzeltilmesini önerir. Tercümenin bazı kısımlarında dilin sade olmadığını ifade eder.

Tahrib-i Harâbât: Namık Kemal, Magosa’da yazdığı bu eserinde Ziya Paşa’nın Harâbât adlı üç ciltlik antolojisini ve bu antolojinin mukaddime kısmını eleştirir. Namık Kemal’e göre, Ziya Paşa siyasi ve edebî tutumundan vazgeçmiştir ve Sultan Aziz’in gözünde kaybettiği itibarını yeniden kazanmak için Harâbât aracılığıyla ona kasideler yazarak bağlılığını bildirmiştir. Namık Kemal Tahrib-i Harâbât’ta aruz vezninin doğal olmadığını ve aruz açısından kusurlu yüzlerce mısra yazmanın da marifet sayılmaması gerektiğini dile getirir. O, eserlerinde ilk kez hece vezni meselesini ortaya atar. Harâbât’ın ilk cildine Namık Kemal’den örnek alınmamıştır. İkinci ciltte ise üç beyti vardır.

Ta’kib: Namık Kemal, Tahrib-i Harâbât’ta olduğu gibi bu eserinde de Harâbât’ı aracı kılarak eski edebiyatı sert bir üslupla eleştirir. Fars dilinin etkisine, teşbihlerin, hayallerin gerçek dışı ve abartılı oluşuna itiraz eder. Namık Kemal’in eleştirilerinden birisi de akla ve hakikate uymayan edebî eserlerin varlığıdır. Tahrib-i Harâbât ve Ta’kib’deki eleştirilerin temeli Ziya Paşa’ya hitaben söylediği “eskiyi hortlatıyorsun, onu beraber gömmeye azmetmiştik” cümlesidir.

Son Pişmanlık- İntibah Mukaddimesi: Namık Kemal, İntibah romanının mukaddimesinde Batı edebiyatını örnek almamız gerektiği noktasında ısrarla durur ve İran edebiyatından ise hikemî özellikteki eserlerin tercüme edilmesini tavsiye eder. Asıl eleştirdikleri noktanın üç dilin birleşmesiyle oluşan Osmanlıca olduğunu ifade eder. Osmanlı lisanını Arapça ve Farsça ile kıyaslayan Namık Kemal’e göre biz bu dillerdeki olgunluğa ve eserlere sahip olmadığımız için medeni Avrupa ülkeleri gibi eserler meydana getiremeyiz. Namık Kemal’in yeni edebiyatla ilgili eleştirileri cevaplandırdığı bu yazısında değindiği hususlardan birisi de tiyatrodur. Zira tiyatronun Şiilerin Muharrem ayında icra ettikleri mateme benzetilmesini yersiz ve ilgisiz bir benzetme olarak yorumlar. Namık Kemal, romanın tanımını yaptığı gibi romanların nasıl olması gerektiği üzerinde de durur. Ona göre, hikâyeler (romanlar) sadece okuru ıslah etmek ya da eğlendirmek için münasabetli münasebetsiz, akla ağıza ne gelirse söylemek değil; aynı zamanda tabiatın tahliline çalışmaktır. Avrupa’yı edebiyat bakımından ayrıcalıklı kılan Namık Kemal, edebiyatın gerçeğe uygunluğu konusunda da Avrupa’yı referans gösterir. Avrupalıların her ilimde olduğu gibi edebiyatta da Hintleri, Yunanlıları, Arapları, Acemleri taklit ettiklerini ancak bu konuda dikkatli olduklarını dile getirir.

Mukaddime-i Celal (Celal Mukaddimesi): “Celal Mukaddimesi”, Victor Hugo’nun Cromwell önsözünden ilham alınarak yazılmıştır. Mukaddime’de Namık Kemal, edebiyat meselelerine yeni edebiyatın inşa etmeye çalıştığı sosyal fayda anlayışı çerçevesinden baktığı gibi Türk edebiyatını değerlendirirken Avrupa edebiyatından da örnekler verir. “Celal Mukaddimesi”ndeki eleştiriler şu şekilde tasnif edilebilir:

Eski edebiyatın eleştirisi: “Celal Mukaddimesi”ne Osmanlı’da edebiyatın gelişimini açıklayarak başlayan Namık Kemal’e göre eski edebiyatın söz süslemeye dayanan kalıplaşmış anlayışını ve söz süslemedeki başarının yüksek mertebeden sayılmasını eleştirir. Dilin anlaşılmaz olduğunu dile getirir. Eski edebiyatı hakikat ve tabiattan uzak olmasından dolayı da eleştirir.

Gazetelerin, yeni tarzda yazılan kitapların ve siyasi makalelerin önemine ilişkin değerlendirmeler: Namık Kemal’e göre, mensur olan edebî eserler, eski tarzın esaret zincirinden kurtulduğu için halka hizmet etmektedirler. Dilde sadeleşme eğilimiyle birlikte gazeteler, evlerde, kıraathanelerde, şehirlerde, kasabalarda hiç olmazsa on beş bin kişiye ulaşmaktadır. Yeni yazılan kitapları on üç, on dört yaşındaki çocuklar hem keyifle okumaktadırlar hem de bu kitaplardan istifade etmektedirler. Namık Kemal, bizde siyasi makalelerin ortaya çıkışını, Şinasi’nin yayın dünyasını eserleriyle süslediği zamanla başlatır.

Yeni edebiyata ilişkin eleştirilere cevabı/ yeni edebiyatı savunması roman türüyle ilgili değerlendirmeler: Namık Kemal, “Celal Mukaddimesi”nde yeni edebiyata yönelik eleştirileri de cevaplandırır. Bunlardan birisi, yeni edebiyatçıların edip unvanını almalarına rağmen imlayı bilmediklerine ilişkindir. Namık Kemal, yeni edebiyatçıların imla bilmediklerine dair eleştirilerin yeni edebiyat taraftarlarından değil Türkçe kelimeleri asıl köklerinden ayırmamak için Nevâî tarzının taklit edilmesi gerektiğini savunanlardan geldiğini söyler. Namık Kemal, “Baykara zamanına dönüş” ifadeleriyle Ahmet Vefik Paşa’nın Çağatayca kelimeler kullanmasına itiraz eder. Eski edebiyat taraftarlarına göre, yeni eserlerin iki büyük eksikliği vardır. Bunlardan birincisi “tezyinât-ı lafziyye” (söz süslemeleri) bakımından sade olması, ikincisi ise ibarelerin kesik kesik yazılmasıdır. Namık Kemal’in birinci eleştiriye karşı cevabı, eski edebiyatın dilinin zor anlaşılmasına ilişkindir. Kullandıkları kısa ve kesik kesik cümleleri savunurken de okurun daha kolay anlayacağı bir dil ve ifade istediklerini söyler.

Roman türüyle ilgili değerlendirmeler: “Celal Mukaddimesi”nde romanı halk hikâyelerinden ve destanlardan ayıran Namık Kemal İbretnüma, Muhayyelât, Aslı ile Kerem, Ferhad ile Şirin gibi eski eserlerimizden ve hikâyelerimizden örnek verir. Edebiyatımızda yeni ortaya çıkan bir tür olarak vurguladığı romanın tanımını şöyle yapar: “Romandan maksad güzerân etmemişse (geçmemişse) bile güzerânı (geçmesi) imkân dâhilinde olan bir vak’ayı ahlak ve âdât (adetler) ve hissiyat ve ihtimalâta (ihtimallere) müte’allik (bağlı) her türlü tafsilatıyla (ayrıntısıyla) beraber tasvir etmektir”. Namık Kemal bu çerçevede halk hikâyelerini ve mesnevileri hayalde aşırıya kaçtıkları ve gerçekliği yansıtmadıkları için eleştirir. Avrupa’daki yazarlar arasında Walter Scott, Charles Dickens, Victor Hugo, Alexandre Dumas gibi ünlü yazarların eserlerinin kalıcı olduğunu dile getiren Namık Kemal, Victor Hugo’nun Sefiller adlı eserini örnek gösterir.

Tiyatro ile ilgili değerlendirmeler: Namık Kemal, Mukaddimesi’nde klasik ve romantik tiyatrodan bahseder. Romantik tiyatronun klasik tiyatrodan daha üstün olduğu düşüncesini örneklerle ispatlamaya çalışır. Klasik tiyatronun yazarlar tarafından konulan kurallarla oluşturulduğunu; romantik tiyatronun ise tabiat tarafından yönlendirildiğini ifade eder. Romantik tiyatroyu benimser ve klasik tiyatrodaki üç birlik kuralının karşısında durur. Ona göre, oyunu gerçeklikten çıkaracak bir şey varsa o da üç birlik kuralıdır. Namık Kemal, bu yazısında Türkçenin vezinli tiyatro yazmaya uygun olmadığını; bu durumun da bir eksiklik sayılmayacağını dile getirir. Tiyatroların yazılışında gerekli olan şeyin şiir veya vezin değil şairane fikir olduğunu söyler.

Şiir hakkındaki görüşleri: Namık Kemal, şiirin kitaplarda “mevzun (vezinli) ve mukaffa (kafiyeli) kelâmdır (sözdür)” şeklinde tarif edildiğini ancak bu tanımın yetersiz olduğunu iddia eder. Şiirde “hakikate benzerlik” olgusunun altını çizerek şiirin çerçevesini genişletir.

Mikro-Mega Tercümesi Muâhezesi: Voltaire’in Micro Mega adlı eserinin Ahmet Vefik Paşa tarafından Diyojen gazetesinde tercüme edilmesi üzerine yazdığı bir yazıdır. Namık Kemal, söz konusu tercümeye şu noktalardan itiraz eder: Tenafür (kulağa hoş gelmeyen hece veya kelimelerin bir arada bulunması), tarsi’ (süsleme), kelimelerin yersiz kullanılması, dilde olmayan kelimelerin uydurulması, halka özgü kelimenin kullanılması, Acem şivesinin taklidi ve imla hataları.

Tercüme-i Hâl-i Emir Nevruz Tercümesi: Bu yazısında da Namık Kemal, edebiyatın sadece bir eğlence aracı olmadığını aynı zamanda ahlakın güzelleşmesine hizmet ettiğini vurgular

Ziya Paşa ve Eleştirileri

Ziya Paşa, geleneksel şiir anlayışı ile yeni şiir anlayışı arasında ikilemlere düşen, zaman zaman tereddütler yaşayan ve bu ikilemleri yazılarına da yansıtan bir sanatçıdır. Ziya Paşa’nın edebiyat ve şiir hakkındaki düşünceleri ve tenkitleri “Şiir ve İnşa” makalesi ile “Harâbât Mukaddimesi”nde açıkça görülmektedir

Şiir ve İnşa Makalesi: Ziya Paşa, 1868 yılında Hürriyet gazetesinde yayımladığı “Şiir ve İnşa” makalesinde divan edebiyatını mukallitlikle (taklitçilikle) suçlar ve devrinin diğer yenilikçi eleştirmenleri gibi klasik anlayışı sorgular. Tıpkı Namık Kemal gibi Ziya Paşa da Arapça ve Farsça kelimelerin etkisiyle dilin çok külfetli ve anlaşılmaz bir hâl aldığını iddia eder. Makalede hem divan şiiri hem de nesri, dil ve üslup açısından eleştirilir. Osmanlıların asıl şiirinin ne olduğunu sorgulayan Ziya Paşa’nın eleştirir ve Osmanlı şairlerinin İran şairlerini; İran şairlerinin de Arap şairlerini taklit ederek ortaya çıkardıkları “bu melez” eserlerin hiçbirisini Osmanlı şiiri olarak nitelendirmez. Ziya Paşa’nın eleştirilerinden divan nesri de nasibini alır. Nitekim Feridun’un Münşeat’ında, Veysi (1561-62/1628), özellikle nesir alanındaki eserleriyle tanınan divan edebiyatı sanatçısıdır. Nesirlerinde zincirleme tamlamalar, uzun cümleler, sanatlı ifadeler kullanan Veysi’nin nesir dili oldukça külfetlidir) ve Nergisi’nin eserlerinde ya da diğer önemli nesir kitaplarında üçte bir Türkçe kelime bulunmadığından yakınır. Ziya Paşa, bizim asıl şiirimizin halk şiiri olduğu hükmünü verir ve bizim tabii şiir ve nesrimizin İstanbul halkı ile İstanbul dışında oturan halkın arasında bulunduğunu iddia eder. Burada dikkat çekilen husus, divan şiiri gibi nesrinin de çok ağır, külfetli ve süslü bir dille yazılmış olmasıdır. Ziya Paşa, dilin gittikçe ağırlaşması ve halkın anlayamayacağı bir noktaya gelmesinde Anadolu’da yetişen âlimlerin de ihmal ve kusurları söz konusudur. Bunun başka bir sebebi olarak sağlam ve derli toplu gramer kurallarının olmamasını ve dolayısıyla da eline her kalem alanın dili keyfine göre kullanmasını görür.

Harâbât Mukaddimesi: Harâbât, Ziya Paşa’nın “Şiir ve İnşa” makalesinde reddettiği ve bizim olmamakla itham ettiği klasik Türk şiirinden yaptığı bir derlemedir. Antolojisine aldığı örnekler de Arap, İran, Çağatay ve divan şiirine ait eserlerdir. “Harâbât Mukaddimesi”, içerdiği bilgilerden, Ziya Paşa’nın beslendiği kaynak olan divan şiirine dönüşünü, sempatisini göstermesi ve divan şiirinin kısa bir değerlendirmesini yapması bakımından tenkitli edebiyat tarihi olarak da sayılmaktadır. Zira Ziya Paşa’nın “Şiir ve İnşa” makalesinde Türkçe açısından eleştirdiği Necati Bey, Ahmet Paşa ve Zâti için “Türk dilinin temelini güzel bir şekilde atmışlar” demesi, buna karşın daha önce asıl şiirimiz olarak gösterdiği halk şiirini “nühak” (eşek anırması) şeklinde nitelendirmesi Namık Kemal’den başlayarak pek çok yeni edebiyat taraftarının eleştirisine yol açar. “Verdi bana evvela merakı/ meydan şuarasının nühâkı” mısraları Ziya Paşa’nın halk şiirini küçümseyici tavrını göstermektedir. “Harâbât Mukaddimesi”; Tevhid-i Bâri ve Münâcât, Na’t-ı Nebevî, Sebeb-i Tertib-i Harabat (Harabat’ın Düzenlenme Sebebi), Ahvâl-i Eş’ar-i Türkî (Türk Şairlerinin Durumu), Meşrût u Ahvâl-i Şâiri (Şairliğin Şartları), Ahvâl-i Şuarâyı Rûm (Anadolu Şairlerinin Durumu), Ahvâl-i Şuarâ-yı İran (İran Şairlerinin Durumu), Ahvâl-i Şuarâ-yı Arap (Arap Şairlerinin Durumu), Tahdis-i Ni’met ve İhtâr ü Ma’zeret başlıklarından oluşmaktadır. Türk şiirinin gelişimi hakkında kısa bilgi veren Ziya Paşa’ya göre, Osmanlı edebî dili Doğu Türkçesinden (Çağataycadan) doğmuştur. Türkler önceleri hece vezni kullanmalarına rağmen Nevaî’nin temsil ettiği edebî zümre (Çağatay edebiyatı) tarafından İran şairleri taklit edilmiş ve aruz veznine doğru bir eğilim başlamıştır. Ziya Paşa’ya göre Türk şiirinin üç büyük aşaması vardır. Birincisi Ahmet Paşa, Necati ve Zati’nin Türkçenin esaslarını kurdukları Baki’ye kadar olan devirdir. Olgunluk noktası Baki’dir. Ziya Paşa’ya göre, asıl büyük iki devir ise iki taşralı büyük olan Nef ’i ile Nabi tarafından açılır. Ziya Paşa, “Meşrût u Ahvâl-i Şâiri”, başlıklı bölümde şair olmanın şartlarını da sıralar. Bunlardan birincisi, insanın doğuştan getirdiği kabiliyet, diğeri ise ilim ve maarif tahsilidir.

Ahmet Midhat Efendi ve Eleştirileri

Tanzimat edebiyatının en üretken yazarlarından olan Ahmet Midhat Efendi, hayat felsefesi bakımından DoğuBatı senteziyle dil konusunda tamamen sadelikten yanadır. Eserlerinde ‘sosyal fayda’ anlayışı sezilir. Halkı aydınlatmayı ve eğitmeyi amaçlar. Roman türünü eğlendiren, aydınlatan ve ibret veren önemli bir sanat olarak tanımlayan Ahmet Midhat’a göre, her milletin romanı kendi özelliklerinden ve millî vasıflarından izler taşımalıdır. Emile Zola’nın natüralist anlayışına pek sıcak bakmayan Ahmet Midhat Efendi’nin realistlere ve Emile Zola’ya itirazları şu noktalarda toplanır: a) Realistler, romancıların eğitim alması gerektiğini iddia ederler. Bu eğitim insanın bütün hayatını kapladığı gibi roman yazmaya da fırsat vermemektedir. b) Gözlem önemlidir; ancak bunun için mutlaka seyahat etmek gerekli değildir. c) Emile Zola’nın güzellikleri bırakıp sadece kötülüklerden bahsetmesi sakıncalıdır ve ahlaki değildir. Ahmet Midhat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımladığı “Müsâbaka-i Kalemiyye İkrâm-ı Aklâm” (1897) başlıklı yazısında, klasik eserlerin çevrilmesi gerektiğini, çeviri işini de yetenekli kimselerin yapması gerektiğini iddia eder. Klasikler konusuyla ilgili yazılan yazılarda, klasiklerin değeri, klasik eserlerin çevirilerine duyulan ihtiyaç, bizde klasik dönem bulunup bulunmadığı, klasiklerin çevrilmesinde karşılaşılacak zorluklar ve çözüm önerileri gibi hususlar tartışılmıştır.