TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI I - Ünite 6: Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman (I. Kuşak) Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman (I. Kuşak)
Modern Hikâye ve Romana Geçiş Sürecinde Türk Edebiyatında İlk Anlatılar
Batı edebiyatında roman türü, Miguel de Cervantes’in ünlü Don Kişot adlı eseriyle 17. yüzyılda başlatılır. 18. yüzyıla gelindiğinde Fransa, İngiltere ve Almanya’da psikolojik ve duygusal yönü ağır basan romanlar görülür. Bu alanda anılabilecek ilk roman Contesse de La Fayette’in Princesse de Cleves (1678)’dir. Ardından Fenelon (1651-1715)’un Türkçeye de çevrilen Telemaque (1699), Lesage’nin Gil-Blas (1715-1735), Daniel Defoe’nun Robenson Crusoe (1719), Jonathan Swift’in Gulliver’in Seyahatnamesi (1726), Prevost’un Manon Lescaut (1731) adlı romanları yazılır. Jean Jacgues Rousseau (1718-1778) Julie-yahut-Nouvelle Héloise (1761)’le, Almanya’da Goethe (1749-1832) Genç Werther’in Istırapları (1774)’yla toplum üzerinde etkide bulunan eserler oluşturur.
Roman türünün asıl gelişme göstermesi ve atılım yaşaması 19. yüzyılda olur. Türk yazarları, tanımaya başladıkları Batı romanının benzerini ortaya koymadan önce ara metinler/geçiş metinleri yazma süreci yaşarlar.
Modern hikâye ve romana geçişte ara anlatılar: Muhayyelât-ı Aziz Efendi, Ali Aziz Efendi tarafından yazılmıştır. Eser, klasik hikâye geleneği içinde ortaya çıkan değişmenin ilk örneği olarak değerlendirilebilir. Eser, 1211 (1796-1797)’de tamamlanmasına rağmen 1852’de Takvim-i Vekâyi Matbaası’nda basılır. Birbirinden bağımsız ‘üç hayal’ (üç bölüm) üzerine kurulmuştur. Kimi hikâyelerin konuları ile Bin Bir Gece ve Bin Bir Gündüz Masalları’ndakiler ile benzerlik gösterir.
Muhayyelât-ı Aziz Efendi , Tanzimat Dönemi Türk edebiyatı üzerinde etkili olmuştur. Ahmet Midhat Efendi, Çengi (roman ve tiyatro oyunu) adlı eserinde aklını cinlerle ve perilerle bozan kahramanına bol bol Muhayyelât-ı Aziz Efendi okutur. Asıl adı Ömer olan Muallim Naci, Muhayyelât-ı Aziz Efendi’yi okuduktan sonra bu eserin “Üçüncü Hayâl”indeki Naci Billâh adlı kahramanından etkilenmiş ve onun adını mahlas olarak kullanmıştır. “İkinci Hayal”in “Şahpur’la Hümâ” hikâyesinde, Şâhpur Şah’ın büyücü cadı ile karıştırdığı karısını tanıyabilmek için “gizli yerinde ben” araması ile Namık Kemal’in İntibah’ında, Dilaşub’un “gizli yerindeki ben”in Mehpeyker tarafından görülmesi arasında bir benzerlik kurulabilir.
Behçet Necatigil de Hayâl Hanım adlı radyo oyununun konusunu “İkinci Hayal”de bulunan ilk üç hikâyeden yola çıkarak yazar
Akabi hikâyesi: Asıl adı Hovsep Vartanyan olan Vartan Paşa tarafından Ermeni harfleriyle 1851’de Türkçe yazılan Akabi Hikyayesi (Hikâye), Muhayyelât’tan sonra baskısı yapılan anlatıların ilkidir. İstanbul Ermenilerinin yaşayışına tanıklık eder. Eserde mezhepler arasındaki düşmanlığın kurbanı olan Akabi ile Hagop’un aşkı anlatılır. Ailelerin araya girerek iki âşığın kavuşmalarını engellemeleri, trajik sonu hazırlar. Shakespeare’in Romeo ve Juliet ’inden izler de taşıyan Akabi Hikyayesi, XIX. yüzyıl Fransız romantik eserlerinin etkisinde kaleme alınmıştır. Geniş okur kitlesine seslenmediği için Türk romanı gelişimine katkı sağlamamıştır.
Hayâlât-ı Dil: “Bahriye Mektubi Odası hulefasından” Hasan Tevfik Efendi tarafından 1285/1868’de yazılan Hayâlât-ı Dil’de görünürde bir aşk macerası vardır. Hayâlât-ı Dil, bir yandan aşk hikâyesi anlatırken diğer yandan Osmanlı Devleti’nin, devri içindeki içte ve dışta karşılaştığı problemleri konu edinen alegorik bir eser görünümü kazanır. Bu yönüyle eser, imparatorluğun son döneminde yaşanan siyasi gelişmelerin ironik bir anlatımını sunar.
Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş: Eser, Evangelinos Misailidis adında Kulalı bir Osmanlı-Rum gazeteci ve yayıncı tarafından Rum alfabesiyle Türkçe olarak 1872’de yazılmıştır. Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş, Favini adındaki başkahramanın serüvenlerinin anlatıldığı bir eserdir. Muhayyelât-ı Aziz Efendi’yle Akabi Hikyayesi, Hayalât-ı Dil, Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş Türk edebiyatında yaklaşık yetmiş yıl kadar romana zemin hazırlar.
Müsameretname: Emin Nihat’ın eseridir. 1872-1875 yılları arasında yayımlanan Müsameretname, kelime olarak gece sohbetleri anlamına gelir. Eser, kış gecelerinde hoşça vakit geçirmek için arkadaşların bir araya gelerek gazete haberleri üzerinde sohbetleri ve bazı gecelerde ise toplantıya katılanlardan her birinin gençlik yıllarından kesitleri konu alır. İlk hikâyelerin başındaki ve sonundaki notlardan anlaşıldığına göre bu toplantılara on kişi katılmış ve on hikâye anlatılacakmış gibi gösterilmiştir. Bu tarz kurgu, Bin Bir Gece Masalları’nı hatırlatmanın yanında Boccaccio’ın Dècamèron hikâyeleriyle Geoffrey Chaucer’in Canterbury Hikâyeleri’nin kuruluşunu düşündürür.
Dècamèron, Boccaccio tarafından yazılmıştır. 1348’de Avrupa’da baş gösteren veba salgını sırasında önce bir evde sonra bir şatoda on gün boyunca anlatılan yüz hikâyeden oluşur. 1351’de tamamlanmıştır. Salgın günlerinin Floransa’sı anlatılır. Canterbury Hikâyeleri Geoffrey Chaucer tarafından 14. Yüzyılda Dècamèron’un etkisinde yazılan İngilizce bir eserdir. Saint Thomas Bechet Mabedi’ne doğru yapılan yolculuk sırasında anlatılan yirmi hikâyeden oluşur.
Eserde üst kurmaca (meta-fiction) ögesi bulunmaktadır. Üst Kurmaca (Meta-Fiction) Bir romanda anlatılan olaylar dizisinin yanı sıra romanın yazılışını da konu edinen anlatım tekniğine verilen addır.
Emin Nihat’ın hikâyelerinde divan edebiyatının hikâyeleri (mesneviler, mensur hikâyeler) ile halk hikâyelerinin, özellikle meddah hikâyelerinin izlerini bulmak mümkündür. Eser, dil ve üslup bakımından daha çok divan edebiyatı hikâyelerinin dil ve üslubunu yansıtan bir karaktere sahiptir. Bunun yanında halk söyleyişine yaklaşan, hatta konuşma diline kadar varan ifadelerle de karşılaşılır. Müsameretname şu hikâyelerden oluşur:
- Zâbitân-i Askeriyyeden (...) Paşazâde Binbaşı Rifat Bey’in Sergüzeşti.
- Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanımın Sergüzeşti.
- Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti.
- Mecmua-i Kıtaat-ı Tevarih-i Gerdanlık Hikâyesi.
- Vasfi Bey ile Mukaddes Hanımın Sergüzeşti.
- İhsan Hanım -yahut- Atiye Hanımla Uşşakının Sergüzeşti.
Türk Edebiyatında Hikâye ve Romanın Doğuşu ve İlk Ürünler
Bir hizmet, ürün ya da sonuç elde etmek için yapılan Batı dillerinden Batı edebiyatı örnekleri şiir, hikâye, roman, tiyatro ve öteki türlerde ilk örneklerini çeviri ile başlar. Türk edebiyatında Batı tarzında ilk hikâye ve roman, ilk çevirilerden ancak on yıl kadar sonra görülür. Bunlar, Ahmet Midhat Efendi (1844-1912)’nin 1870’te yayımlanmaya başlanan Kıssadan Hisse ile Letâif-i Rivâyat serisinde yer alan uzun hikâyeleri, Şemsettin Sami (1850-1904)’nin 1872-1873’te çıkan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı ile Namık Kemal (1840-1888)’in 1876’da yayımlanan İntibah ve 1880’de baskısı yapılan Cezmi romanlarıdır. Türk edebiyatına modern romanın girişinde iki yol izlenir:
Birinci yol; aydın olmayan geniş halk topluluğunun Avrupaî hikâye ve romana yadırgamadan alıştırılması için Ahmet Midhat Efendi tarafından açılan ve Batılı hikâye ve romanla Türk halk hikâyelerini uzlaştırmaya çalışan yoldur. İkinci yol ise; Batı kültürü ile değişik ölçülerde temasa geçmiş olan sınırlı aydınlar topluluğu için Namık Kemal tarafından açılan ve yerli hikâye ve roman örneklerini dikkate almadan, doğrudan doğruya batılı hikâye ve roman tekniğini uygulamaya çalışan yoldur.
Tanzimat romanının ele aldığı konuları ana hatlarıyla şu başlıklar altında toplamak mümkündür:
- Yanlış Batılılaşma,
- Aşk,
- Görücü usulüyle evlilik,
- Köy hayatı, • Kölelik,
- Tarihî dönemlerden seçilmiş kişi ve olaylar,
- Fen bilimlerine ve tekniğe bağlı gelişmelere dayanan konular.
Şemsettin Sami: Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat
Türk edebiyatında Batı tarzı ilk romanın Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseri olduğu kabul edilir. Eser, geçiş özelliği taşır ve bazı teknik aksaklıkları mevcuttur. Şemsettin Sami, bu tek roman denemesiyle işe sosyal hayattan, toplumun en küçük birimi aileden ve görücü usulüyle evlilikten başlar. O, genç kızlarla genç erkeklerin birbirleriyle görüşüp tanışmadığı toplumsal hayatın içerisinde görücü yoluyla evliliğin ne gibi olumsuz sonuçlara yol açabileceğini göstermek istemiştir.
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta evlilikle birlikte dönemin başka kölelik, özgürlük düşüncesi, kız çocuklarının eğitim görmesi ve terbiyesi, aile konusuna kadınının bakış açısından da yaklaşılması gerektiği konulara da değinir. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta eski hikâye geleneğinden gelen kıyafet değiştirme, birbirine kavuşamayan sevgililerin kendilerini öldürmeleri veya öldürmeye teşebbüs etmeleri, aşk ve aşırı üzüntü nedeniyle hastalanma, saatlerce ağlama ve bayılmalar; olağanüstü tesadüfler gibi bazı motifler mevcuttur.
Romanda olaylar, her şeyi bilen ve bütün kahramanların düşüncelerini okuyan hâkim bakış açısından aktarılır. Hâkim Bakış Açısı , hikâye ve romanda olayları ve kişileri her yönüyle görüp aktaran anlatıcının anlatım tarzına verilen addır. Roman, özensiz bir üsluba sahiptir. Bu bakımdan çağdaşı Ahmet Midhat Efendi ile Emin Nihat’ın eserlerinden daha zayıftır. Konuşmaların daha sade olması bile bu yazarlarda daha başarılıdır. Şinasi’nin Şair Evlenmesi’nden sonra mahallî ağız özelliği ilk defa bu eserde dikkat çeker.
Ahmet Mithat Efendi
Tanzimat Dönemi Türk edebiyatında hikâye, roman, tiyatro ve gazete yazılarıyla önemli bir yer tutmuştur. Yazar, halkın büyük çoğunluğunun cahil olduğu bir toplumda sanat değeri yüksek eser vermenin gereğine inanmaz. Ahmet Midhat Efendi’nin amacı, sanat değeri yüksek eserler yerine halkı eğitecek, onların kültür seviyelerini yükseltecek, onlara okuma zevki aşılayacak eserler yazmaktır. Kıssadan Hisse ve Letâif-i Rivâyât serisinde yer alan hikâyeleri, bu tür eserlerdendir.
Kıssadan Hisse: Ahmet Midhat Efendi, 1870 yılında Bağdat’ta Sanayi Mektebi öğrencileri için bastırır. Bu kitapta bir kısmı Ezop ve Fénelon’dan çeviri, bir kısmı da kendisinin yazdığı “Bir Türk” ve “Ahmet Midhat” imzalarıyla küçük fıkralara yer verir. Kıssadan Hisse’de yer alan hikâyeler, konu ve teknik bakımından daha çok geleneğe bağlı yapı gösterir. Ahlaki ve hikemi çizgide ders vermeyi amaçlar. Adına uygun düşen şekilde her hikâyenin sonunda çıkarılacak ders vardır.
Letâif-i Rivâyât: Letâif-i Rivâyât serisi meddah hikâyeleriyle modern hikâye arasında geçiş ürünü olarak değerlendirilmelidir. Ahmet Midhat Efendi, Letâif-i Rivâyât serisinde yer alan hikâyelerinde meddah tarzı anlatıma bağlı laubali bir üslup kurma yoluna gider. Gözle yönelmekten çok kulakla yönelme eğilimi içinde olan insanımız için, âdeta karşısında dinleyiciler varmış gibi, sohbet havasında bir ifade tarzı geliştirir. Amacı okuyucuları eğlendirmek, eğlendirirken de eğitmek ve bilgilendirmek olduğu için geniş halk kitlesini bu yolla hikâyelerinin dünyasına çekmeyi hedefler. Sanat endişesine, yapmacık söyleyişlere düşmez.
Ahmet Midhat Efendi’nin Letâif-i Rivâyât serisinde yirmi beş kitap içerisinde otuz ayrı eser yer alır. Bunlar arasında otuz ile kırk sayfalık uzun hikâyeden iki yüz sayfayı aşan kısa romana ve tiyatroya kadar değişik türlerde kalem ürünlerine rastlanır. Bu eserlerin içerisinde çeviri ve uyarlama olanlar önemli yer tutar. Onun hikâye ile roman ayrımına gitmediği Letâif-i Rivâyât serisindeki hikâyelerini “Suizan”, “Gençlik”, “Teehhül”, “Gönül”, “Mihnetkeşân”, “Felsefe-i Zenân”, “Bir Gerçek Hikâye”, “Bir Fitnekâr”, “Nasip”, “Bekârlık Sultanlık mı Dedin?”, “Bir Tövbekâr”, “Çifte İntikam”, “Esaret”, “Obur”, “Para”, “Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar”, “Diplomalı Kız”, “Emanetçi Sıtkı”, “Cankurtaranlar”, “Ana Kız”, “Bir Acibe-i Saydiye”, “İki Hud’ekâr” olarak belirlemek mümkündür. Konu birliğinden söz edilemez, çünkü yirmi beş yılda yazılmıştır. Dili, ilk kalem ürünlerinde eski ve ağdalı, uzun cümlelerden kurulu iken sonraları nispeten sade bir ifadeye yönelir. Serideki Eyvah oyununun dışında kalan ürünler hikâye ve romandan oluşmaktadır.
Evlilik ve aşk başta olmak üzere, kadın, kadının eğitimi, esaret, başkaları hakkında kötü düşüncelere sahip olmanın doğuracağı olumsuz sonuçlar, başkalarını dolandırma ve cezasını görme, alafrangalık, eski örf ve âdetler, eğlence, eğitim, namus, kölelik gibi farklı konular onun hikâyelerinde yer alır.
Letâif-i Rivâyât serisinin “Gençlik”, “Teehhül”, “Gönül”, “Mihnetkeşân”, “Felsefe-i Zenân”, “Bir Fitnekâr”, “Nasip”, “Bekârlık Sultanlık mı Dedin?”, “Bir Tövbekâr” hikâyelerinde evlilik, asıl konu durumundadır. Letâif-i Rivâyât’taki hikâyelerde evlilikle birlikte sıkça ele alınan konulardan biri de aşktır. Aşkın önemli yer tuttuğu hikâyeler “Bir Gerçek Hikâye”, “Gönül”, “Gençlik”, “Bir Tövbekâr”, “Teehhül”, “Emanetçi Sıtkı”dır. Letâif-i Rivâyât serisinde dikkate değer konulardan biri de ailedir. Gençlerin evlenmesi gerektiği tezine bağlanan yazar, bunun sonucu olarak aileye de hikâyelerinde önemli yer ayırır.
Onun üzerinde durduğu konulardan biri de kadın konusudur. Kadını genellikle namuslu ve yüksek değerlere bağlı bir varlık olarak ele alır. Bu tutumu, ahlakçı anlayışı yanında modern dünya anlayışından kaynaklanır. Genç kızların eğitimine ve evlilikte söz sahibi olmalarının gereğine özellikle vurgu yapar.
Letâif-i Rivâyât’ta yer alan konulardan biri de esaret (kölelik)tir. Yazar, daha sonra roman ve tiyatroda çokça işlenecek olan bu konuyu “Esaret” adlı hikâyesinde ele alır. Romantik özellikler taşıyan hikâyede Kafkasya’dan kaçırılan, sonra satılan kız ve erkek çocuklar, olağanüstü karşılaşmalarla buluşan kardeşler, efendi ile cariye arasında tek taraflı aşk, kölelerin uzaklarda kalan memleketlerine özlem duymaları dile getirilir.
Onun, Namık Kemal’in Cezmi romanından önce tarihî bir dönemi ele alarak tarih konusunu hikâyeye soktuğu eseri Yeniçeriler’dir. Konusu Yeniçeri Ocağının bozuluşu ve halkın yönetim üzerindeki baskısıdır. III. Selim döneminde geçer. Gelenek-modernizm, Doğu-Batı çatışması ile sosyal hayatta varlığını duyuran problemler, bu dönem hikâyelerinin ortak özelliğidir. O, Batı tarzı hikâye ve roman tekniğinin edebiyatımıza girmesinde, bunun sonucu olarak da Servet-i Fünun romanının doğmasında rol oynamış olması dolayısıyla gerek çeviri gerekse telif eserleriyle Batı edebiyatı ile Türk edebiyatı arasında âdeta bir köprü görevi görmüştür. Bu bakımdan o gerek hikâyeciliğimizin gelişmesinde gerekse yeni bir okuyucu kitlesinin oluşmasında olumlu katkılarından dolayı önemli bir yere sahiptir.
Roman Anlayışı : Ahmet Midhat, romanda olay örgüsünün bir kişinin üzerine kurulmasına karşı çıkar. Ona göre bir romanda farklı karakter ve tiplerin bulunması gerekmektedir. Ahmet Midhat Efendi, natüralistlerin toplumun olumsuz yanlarını anlatarak onları gösterdiklerini, düzeltilmesi için hizmette bulunduklarını düşünür. 19. Yüzyıl natüralist roman yazarı olan Emine Zola’yı, yazarların piri olarak nitelendirir. Roman yazarı, insan hayatının aksayan, çirkin yanları yanında iyi taraflarını da anlatmalıdır. O, romancıdan iyi bir gözlemci olmasını bekler. Roman yazarı, çevresinde gördüğü olayları ve kişileri iyi bir şekilde anlatarak okuyucularının dikkatini canlı tutmasını bilmelidir. Ona göre roman, güzel ve merak uyandırıcı olmanın yanında eğitici, bilgilendirici de olmalıdır. Okuyucuların bilgisini geliştirmeli, onları eğitmelidir. O, romanları, özellikle de realist romanları birer ibret levhası olarak değerlendirir.
Romanları: Ahmet Midhat Efendi’nin eserlerinin özellikleri şöyle sıralanabilir:
- Ahmet Midhat Efendi, romanlarında değişik mekânları, farklı durumları ve olayları göstermek ister.
- Ahmet Midhat Efendi’nin hikâye ve romanlarında olay örgüsü, birden çok kahramanın serüveni üzerine kurulur. Kahramanların psikolojik dünyalarını, düşüncelerini, istek ve arzularını da anlatır.
- Ahmet Midhat Efendi’nin hikâye ve romanlarında kendi kişiliğini gizlemediği, zaman zaman yazar kimliğiyle ortaya çıktığı, okuyucuya hitap ederek onunla diyalog kurduğu; olay örgüsüne veya kahramanlara müdahale ettiği görülür.
- Ahmet Midhat Efendi, sanat değeri yüksek eserler yazma yoluna gitmemiş, edebî yönü güçlü eserler kaleme almak yerine öğretici eserler yazmayı tercih etmiştir.
- Eserlerinin sonunda iyileri mutluluğa kavuşturur (çoğu zaman sevgilileri evlendirir). Kötüleri cezalandırır (çoğu zaman öldürür). Bu da onun ahlakçı tavrının sonucudur. Tekrara düşmez.
- Batı romanları arasında çok beğendiği romanlar olduğunda hemen onlara karşı bir benzerini yazma yoluna gitmiştir (Monte Kristo’ya karşı Hasan Mellah, Don Kişot’a karşı Çengi, Jules Verne’in romanlarına karşı Ahmet Metin ve Şirzat yahut Roman İçinde Roman). Bazı eserlerinde olmayacak tesadüflere yer verilir (Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Esaret vb.) Ahmet Midhat Efendi, devrinde moda olan birçok edebî akımın etkisinde kalmıştır. O, ilk eserlerini romantizmin, daha sonraki kalem faaliyetinde realizmin (Henüz On Yedi Yaşında) ve natüralizmin (Müşahedat, Taaffüf) etkisi altında yazmıştır.
- Romanlarında üslup kaygısı pek görülmez. Meddah tarzı anlatım yolunu seçtiği için laubali bir söyleyiş ve sade dil kullanma yoluna gider.
Hasan Mellah Yahut Sır İçinde Esrar: Geniş bir coğrafyaya yayılan mekan anlayışı içinde masal türünü andıran anlatım tarzı ile çok çeşitli olay ve karakterleri içinde barındıran bir eserdir. Halk hikâyeleri kurguya eğimli anlatılmıştır ve romanın, Monte Kristo’ya benzer şeklide yazıldığı belirtilir.
Felâtun Bey ile Râkım Efendi: En çok tanınmış ve incelenmiş romanıdır. Türk edebiyatında Tanzimat’tan sonra başlayan yanlış Batılılaşmayı konu alan ilk romandır. Yazar, birbirinin zıddı Râkım Efendi ile Felâtun Bey tipleri etrafında son yüzyıl Osmanlı toplum hayatını gerçekçi bir gözle değerlendirme yoluna gider. Roman, kutupluluk üzerine kurulmuş; çift zincirli olay örgüsüne sahiptir. Birinci kutupta Felâtun Bey, ikinci kutupta Râkım Efendi yer almaktadır.
Dünyaya İkinci Geliş Yahut İstanbul’da Neler Olmuş: Yazar, bu eserinde Kabakçı İsyanı’nda yaşanmış olan bir aşk hikâyesini konu alır. Roman kişileri ve olaylar zaman zaman bir masal havasına bürünse de tarihî bir olayın içine yerleştirilmiş olması bakımından gerçeklikten kopmaz. Monte Kristo’nun izlerini taşır. Romanda Veysel Efendi’nin oğlu Osman Bey ile Çerkez cariye Nergis’in aşk macerası, bir adada mağaraya atılmaları, yedi yıl sonra kurtulmaları ve İstanbul’a gelmeleri anlatılır. Müşahedat: Ahmet Midhat Efendi’nin Müşahedat (1891) adlı eseri hem romanın yazılışı hem de olay örgüsünün sunuluşu yönüyle dünya edebiyatında ilk olma iddiası taşır. Yalnız Türk edebiyatı için değil, dünya edebiyatı için de yeni ve farklı bir teknikle yazılmış olma özelliğine sahiptir. Bu özellik, romanın yazılışının romanın konusuna dönüştürülmesidir. Yani roman kendi yazılışını konu alır. Daha önce böyle bir tekniği yalnızca Laurence Sterne’ün gerçekliğin parodisini yapmak için Tristram Shandy’de denemiştir. Tristram Shandy İngiliz roman yazarı Laurence Sterne’ün 1759’da yayımladığı küçük küçük, iç içe geçmiş hikâyelerden oluşan, kendi yazılışını konu alan romanıdır. Romanda natüralist akımın temel ilkelerinden olan genetik (soya çekim) de önemli yer tutar. Roman kişilerinin davranışları, iyi ve kötü bir tarafıyla genetiğe bağlanır.
Namık Kemal ve Romanları
Roman anlayışı: Ahmet Midhat Efendi’nin aksine sanat yönü öne çıkan eserler yazar. O, halk hikâyeleriyle divan edebiyatının mesnevilerini romandan ayrı değerlendirir. Onları gerçeklikten uzak bulur ve beğenmez. Ona göre roman, insanın başından geçmiş veya geçmesi mümkün olan bir olayı ahlak, âdetler, duygular ve ihtimallere bağlı olarak her türlü ayrıntılarıyla anlatmaktır. Romanlara pek az fizik ötesi varlıklar karıştırılır. Bunlara niçin başvurulduğu konunun ele alınışından açıkça ortaya çıkar.
Romanları: İntibah: Namık Kemal, biri İntibah, diğeri Cezmi olmak üzere iki roman kaleme almıştır. Eserin adı Son Pişmanlık iken sansür kurulu tarafından İntibah’a çevrilerek 1876’da yayımlanmasına izin verilmiştir. Batı roman tekniğiyle yazılması, realist tasvirlere ve mekânlara yer verilmesi, psikolojik çözümlemelere gidilmesi bakımından Türk edebiyatının ilk edebî romanı olarak değerlendirilen İntibah, konusunu sosyal hayattan alır. İntibah’ta mekân-insan ilişkisi başarılı biçimde sunulamamıştır. Özellikle kasidelerin nesip bölümünden alınmış izlenimi veren ve olay örgüsüyle ilgisi zayıf kalan uzun bahar tasvirlerinin romanın başında eğreti duruşu, İntibah’ın zayıf taraflarından biridir
Cezmi: Namık Kemal’in Türk edebiyatında ilk tarihî roman özelliğini taşıyan Cezmi (1880) adlı eseri iki cilt olarak planlanmış, ancak ikinci cildi yazılamamıştır. Cezmi, konusunu XVI. yüzyılda II. Selim döneminde başlayıp aralıklarla yarım yüzyıl kadar devam eden Osmanlı-İran savaşlarından alır. Romanın tematik gücü Cezmi ve diğer öne çıkan roman kişileri tarihten seçilmişlerdir. Roman, idealize edilen Cezmi’nin Türkİran savaşında gösterdiği kahramanlıklarla yine aynı savaşta tanışıp dost olduğu Adil Giray’ı esaretten kurtarma çabası üzerine kurulmuştur.