TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI II - Ünite 3: Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Tiyatro-II (İkinci Kuşak) Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Tiyatro-II (İkinci Kuşak)
Giriş
İkinci kuşak sanatçıları, tiyatro türünde verdikleri eserlerde birinci kuşağa oranla daha bireysel bir tutum içinde görünürler. Recaizâde Mahmut Ekrem ile başlayan bireysel tutum, Abdülhak Hâmit Tarhan ile devam eder. Batı tarzı tiyatro türünde eserler veren ikinci kuşak, birinci kuşağın dil ve teknik kazanımlarını ileri götürememiştir. Özellikle Abdülhak Hâmit Tarhan’ın tiyatro eserlerini sahnelenmek için değil okunmak için yazmaya başlaması, dil konusundaki kural tanımaz tavrı tiyatromuzun gelişme hızını yavaşlatmıştır.
Recaizâde Mahmut Ekrem (1847-1914)
Tâlim-i Edebiyat isimli eserinde sanat ve özellikle şiir üzerine eğilen Recaizâde’nin tiyatro düşünceleri sadece tiyatro eserlerinin mukaddimelerinde kırıntılar hâlinde bulunur. Ayrıca onun tiyatro eserlerinde Namık Kemal’in toplumsal fayda gözeten düşüncelerine rastlanmaz.
Recaizâde Mahmut Ekrem toplam dört tiyatro eseri yazar:
Batı kaynaklı oyunlar
Tanzimat ile edebiyatımıza giren Batılı tarzdaki tiyatro türü, Batı edebiyatındaki örneklerini konu ve teknik bakımından acemice taklit etmiştir. Recaizâde Mahmut Ekrem de ilk tiyatro eserlerinde Batılı örneklerden konu ve teknik bakımından faydalanmış, yazdığı ilk iki tiyatro eserinin konuları da bu yüzden Batı’dan alınmıştır.
Afîfe Anjelik (1870)
Konusunu Geneviéve de Barabant adlı Batı efsanesinden alan oyun dört perdelik bir melodramdır. Eserdeki kişilerin isimleri yabancıdır. Oyunda kocası savaşa giden yeni evli bir kontese saray bakıcısının göz koyması, bakıcının iftiraları sonucu kont ve kontesin boşanmaları ve sonunda barışmaları anlatılır.
Eser acemiliklerle doludur. Her faslın başında o bölümde ele alınacak olayların bir özeti verilir. Diyaloglar oldukça tutuk ve sahne dilinden uzaktır. Türkçe ve sahne teknikleri açısından kusurlar çoktur. Bununla birlikte eser “tabiat”a açılan ilk eser olması bakımından önemlidir.
Atala yahut Amerika Vahşileri (1873)
Recaizâde Mahmut Ekrem, bu oyunu Chateaubriand’ın Türkçeye tercüme ettiği aynı adlı romanından çıkarmıştır. Atala , Türkçede romandan piyes çıkarmanın ilk örneğidir. Piyes, medeniyet yoksulu Amerika yerlilerine esir düşen beyaz gencin, kabile reisinin kızı Atala ile yaşadığı aşkı ve sonunda Atala’nın hastalanıp ölmesini anlatır. Atala , beş perdelik bir dram ve egzotik bir oyundur.
Afîfe Anjelik’ te değinilen tabiat Atala’da daha da ileriye götürülmüştür. Oyunda romandaki olaylar zincirine pek bağlı kalınmamış, romanı oyun tekniğine uygun hâle getirmek için atlamalar, ilaveler yapılmıştır.
Yerli oyunlar
Recaizâde Mahmut Ekrem, ilk tiyatro eserlerini Batılı kaynaklardan yararlanarak yazmış daha sonraki tiyatro eserlerinin konusunu ise yerli kaynaklardan almıştır.
Recaizâde Mahmut Ekrem’in yerli oyunları şunlardır:
Vuslat (1874)
Vuslat, aşk konusunu ele alan dört perdelik bir dramdır. Namık Kemal’in Zavallı Çocuk isimli eseri ile pek çok noktada benzerlik gösterir. Zavallı Çocuk’ tan alınan Vuslat’ın konusu daha sonra Abdülhak Hâmit’in İçli Kız ’ına da konu olacaktır. Oyunda konağın oğlu ve besleme kız arasındaki aşk anlatılır. Oğlanın annesi kızı bir esirciye, esirci ise bir başkasına satınca kız hastalanır. Yeni sahibi kızla evlenmek istese de kızın durumunu öğrenince onu sevdiğine kavuşturur. Fakat kız ve sevgilisi birlikte ölür.
Oyunda devrin yaygın konularından olan evlenecek gençlerin büyükleri işe karıştırmadan öncelikle bu kararı kendilerinin vermeleri gerektiği ve kölelik gibi konular romantik aşkın gerisinde verilmiştir.
Oyun, ilk iki eserinin konularının yabancı olması bakımından eleştirilen ve millî bir eser yazması istenen Recaizâde’nin bu eleştirilere bir yanıtı niteliğindedir.
Çok Bilen Çok Yanılır (1874)
Recaizâde Mahmut Ekrem’in son tiyatro eseridir. Konusu Binbir Gündüz Hikâyeleri’ nden alınmış olan eser Recaizâde’nin ölümünden sonra oğlu tarafından 1914’te yayımlanmıştır. Dört perdelik bir komedidir.
Maraş’ta geçen oyunda, Halep valisinin oğlu ile Maraş kaymakamının kızının evlendirilmesi ve bunun etrafında cereyan eden olaylar ele alınır. Kıskanç birisi olan Maraş kadısı, bu evlilikten Maraş kaymakamının güçleneceğini düşünür ve evliliğe engel olmak için entrikalar hazırlar. Fakat iki genç bütün engellemelere rağmen evlenir.
Oyun kıskançlık ve entrikanın nasıl bir felaketle sonuçlanacağını gösterir. Oyunda görmeden evlilik, liyakat yoksunu yöneticilerin durumu gibi yan konular da işlenir. Deyim ve atasözlerine yer verilir. Recaizâde’nin tiyatro eserleri arasında dil ve tiyatro tekniğinin kullanılışı açısından en başarılı olanıdır.
Abdülhak Hâmit Tarhan (1852-1937)
Abdülhak Hâmit’in, kırka yakın eserinin yirmi beşi tiyatro eseridir. Abdülhak Hâmit, tiyatro eserlerinde de keyfî ve nizamsız tutumunu sürdürmüş, bir tiyatro anlayışı belirlemeden, içinden geldiği gibi yazmıştır.
Abdülhak Hâmit, tiyatro eserlerinin hemen hemen hepsine bir “mukaddime”, “ifade-i meram”, “hâtime” gibi ön söz/son söz mahiyetinde metinler ekler. Tiyatro hakkında düşüncelerini İçli Kız ’ın sonuna eklediği “İçli Kız Hakkında Bir Makale” ve Duhter-i Hindû’ nun sonuna koyduğu “Hâtime” kısımlarında belirtmiştir.
Sabr u Sebat’ tan sonraki eserleri sahnelenmek için değil, okunmak için yazılmıştır. Bu eserlerde anlaşılmaktan uzak, ağır, sanatkârane bir dil vardır. Hükümdarı, uşağı, kadını, erkeği, eğitimlisi, eğitimsizi hep Abdülhak Hâmit’in sanatkârane üslubu ve ağdalı diliyle konuşur.
Abdülhak Hâmit, Duhter-i Hindû’ nun hâtimesi/son sözünde kendine has bir “millî tiyatro” anlayışını dile getirmiş ve bu düşünceleri sonraki eserlerinde dağınık ve kısmi olarak uygulamıştır. Fakat Abdülhak Hâmit’in anlaşılması zor “millî tiyatro” anlayışı kendisinden sonra takip edilmemiştir.
Kimi eserlerine iliştirilmiş “tiyatro şeklinde hikâye” ibaresi esasında sahnelenmekten çok okunmak için yazılmış tiyatro eseri anlayışını pekiştiren bir unsurdur. Buna göre Abdülhak Hâmit, tiyatroyu diğer sanat dallarından ayıran en temel özelliği yok saymıştır.
Abdülhak Hâmit, ilk üç eserinde bağlı kaldığı kısmi realizm ve geleneksel tiyatro unsurlarını daha sonra terk etmiştir. İlk üç eserinde Namık Kemal’in yoğun tesiri altındadır. Bu tesir Abdülhak Hâmit’in sonraki eserlerinde hiçbir zaman ilk üç eserindeki kadar olmamıştır.
Duhter-i Hindû’ nun son sözünde aslında romantik tiyatronun birtakım özelliklerini dile getirir. Tarihî konular, bilinmeyen kavimlerin yaşantıları ve bilinmeyen mekânlar romantik tiyatronun konularıdır. Duhter-i Hindû ile başlayan romantik eğilim önceleri klasik tiyatronun konuları ile beslenir. Racine, Corneille bu dönemde tesirinde kaldığı iki isimdir. Daha sonraları ise romantik tiyatroya daha çok meyledecek, bu sefer de W. Shakespeare ve V. Hugo etkisinde eserler yazacaktır.
Hem romantik tiyatronun etkisi hem de tarihe olan merakı Abdülhak Hâmit’i tarihî tiyatro eserleri yazmaya iter. Eserlerinin üçte ikisinin konusu tarihten alınmadır.
Şiirlerindeki ferdî duyuş ve ifade edişin aksine Abdülhak Hâmit, oyunlarında yoğun bir şekilde vatan-millet sevgisi, İslam birliği, kadının sosyal hayattaki yeri ve eğitimi, savaş karşıtlığı, zalim yönetici, meşruti sistem isteği, hanedan karşıtlığı gibi sosyal tema ve konuları ele alır.
Oyunlarının bir kısmını manzum, bir kısmını düzyazı, bir kısmını da manzum ve düzyazı karışık yazmıştır. Manzum eserlerinin çoğunda aruzu bir kısmında ise hece ölçüsünü kullanmıştır.
Abdülhak Hâmit’in tiyatro eserleri aşağıdaki gibi tasnif edilebilir:
Geleneğe bağlı eserleri
Bu eserlerde geleneksel tiyatromuzun ağız taklidi, karşıtlık-muhavere ve tipleştirme gibi unsurlarına çokça yer verilmiş, atasözü ve deyimler de kullanılmıştır.
Sabr ü Sebat (1875)
Abdülhak Hâmit’in yazdığı ikinci tiyatro eseridir. Atasözü ve deyimlerle dolu, beş fasıllık bir dramdır.
Evin cariyesine aşık olan evin oğlu babası tarafından reddedilince babasının bir arkadaşı onu evlat edinir. O kişinin ölümü üzerine Paris’te kendisine kalan miraslarla yaşamaya başlayan genç babasının öleceğini öğrenince yurda döner ve babası öldükten sonra cariye ile evlenir.
Eser, gençlerin fikirleri alınmadan evlendirilmemeleri gerektiğini anlatmaktadır.
İçli Kız (1875)
Namık Kemal’in Zavallı Çocuk ve Recaizâde’nin Vuslat isimli eserlerinin bir benzeridir. Beş fasıllık bir dramdır. Kölelik, kadınların eğitimi, yanlış anlaşılan Batılılaşma, batıl inançlar gibi konular ele alınır. Eser bir evlilik olayının üzerine kurulmuştur.
Konusunu tarihten alan eserler
Bunlar Endülüs tarihini, Antik çağ tarihini, bilinmeyen devirlere ait masalımsı bir geçmişi ve İlhanlılar tarihini konu edinen eserlerdir.
Endülüs Tarihi
Endülüs tarihinden konusunu alan eserlerin yazılmasında Ziya Paşa’nın Viardot’tan çevirdiği Endülüs Tarihi’ nin büyük etkisi vardır.
Abdülhak Hâmit, Endülüs tarihinden beş eser çıkarmıştır:
Nazife (1876)
İspanya kralı ile kralın sarayında esir olan Arap mücahidesinin aşk ve onur mücadelesini konu alır. Arap mücahide İspanyol kralın arzularına teslim olmaktansa ölmeyi tercih eder. Bir perdelik manzum bir oyundur.
Tarık Yahut Endülüs Fethi (1879)
Altı fasıllık bir dram olan Tarık, konusunu Endülüs tarihinden alır. Arapça, Farsça, Sırpça ve Almanca gibi dillere çevrilir. İspanya’nın Müslüman Araplar tarafından fethedilişini anlatır. Yazar, Endülüs’ün fethi olayını hayalî kişiler ve hayalî ilişkiler kurgulayarak yazar.
Tezer Yahut Melik Abdurrahmanü’s-Sâlis (1880)
Üç fasıllık, ilave fasıllarla sekiz fasıllık bir trajedidir. Tezer, Endülüs’e altın çağını yaşatmış melik III. Abdurrahman’ın hayatından hareketle yazılmıştır.
Sefil bir hayat sürmekte olan genç bir kızla nişanlısı genç kızın cilveleriyle meliki kandırıp para sızdırmak isterler. Fakat genç kız melike aşık olarak nişanlısı ve melik arasında kalır. Aldatıldığını anlayan nişanlı melik ve genç kız hakkında fitne çıkarınca melik genç kızı öldürür. Yaptıklarından pişman olan nişanlı intihar eder, melik ise görevini bırakarak yokluğa doğru yol alır.
İbn Musa Yahut Zatü’l Cemal (1880 Tefrika, 1917 Yayım)
48 fasıllık bir dramdır. Eser âdeta bir roman gibi kaleme alınmış olup sahnelenmesi imkansızdır. İspanya’yı fetheden Müslüman Arap varlığının kendi içlerindeki çekişme ve entrikalarla nasıl yok edildiğini konu edinir.
Abdullahü’s-Sağîr (1917)
Endülüs devletinin son hükümdarı olan Abdullahü’s Sagîr’in tacını tahtını kaybederek İspanyol bir kadına olan aşkını ele alan dört fasıllık tarihî dramdır.
Antik çağ
Antik çağın Makedonya hükümdarı Büyük İskender ile Asur Kralı Sardanapal’in hayatlarından esinlenilerek yazılan iki eser kendi içisinde bir grup oluşturur.
Eşber (1880)
Abdülhak Hâmit, güçlü imparator Büyük İskender’e karşı Eşber isimli bir kahraman yaratarak vatan sevgisi ve onur kavramlarını kavramlarını vurgular. Hâmit’in temel konularından biri savaş karşıtlığı, eserde dramatik bir şekilde ele alınır.
Sardanapal (1876 Yazım, 1908 Tefrika, 1917 Yayım)
12 fasıllık bir dram olan Sardanapal’ in konusu Sardanapalus efsanesinden ve Lord Byron’un aynı adlı eseri Sardanapal’ den alınır. Eser gençlerin istedikleri kişi ile evlenmeleri, kölelik, vatan sevgisi, müstebid ve zalim yöneticilerin eleştirisi gibi temleri bir arada işler.
Eserde Sardanapal’e karşı planlanan bir ihtilal anlatılır. Üç yıl süren ihtilalin sonucunda ayaklanma saraya kadar varınca Sardanapal, sarayı içindekilerle birlikte yakar.
Masalımsı-Tarih
Masalımsı-tarih grubundaki eserler, konularını tarihin bilinmeyen zamanlarından alır. Bu eserlerin içeriğinde masallara özgü olağanüstü olaylar yer alır.
Macera-yı Aşk (1873)
Bu dört fasıllık dram, Abdülhak Hâmit’in yazdığı ilk tiyatrodur. Acemice yazılmış eserin dili sadedir.
İki kardeş çocuğu birbiriyle evlendirilmek istenir. Fakat çocukların gönülleri başkalarındadır. İç içe geçmiş üç aşkın taraftarının kavuşmaları ve ayrılmaları oldukça girift bir şekilde ele alınır.
Nesteren (1878)
Konusu Pierre Corneille’in Le Cid isimli eserinden alınarak yazılan, dokuz fasıllık bir dram olan Nesteren, Abdülhak Hâmit’in şekil arayışlarının bir ürünüdür. Hâmit, bu eserinde ilk kez duraksız kafiyeli hece ölçüsünü denemiştir. Eser adeta Le Cid’ in adaptasyonudur. Aşk konulu eserde bir melik ve onun kardeşi arasındaki taht mücadelesi etrafında, iki kardeşin birbirine âşık çocuklarının hazin sonu anlatılır.
Zeynep (1909)
İlave fasıllarla dokuz fasıllık bir dram olan Zeynep, manzum-düzyazı karışımı bir eserdir. Halk hikâyeleri ve masalların olağanüstü dünyası bu eserde çoktur. Yine “istenmeyen bir evlilik” ele alınır. Hâmit’in bu olaya kadının cephesinden bakması dikkat çekicidir.
Eser, abasının siyasi ihtirası sebebi ile istemediği biri ile evlendirilmek istenen bir kızın, olağanüstü güçlerin yardımı ile aşkı ugruna giriştiği mücadeleyi anlatır.
Hakan (1935)
Abdülhak Hâmit’in (yarım kalan Kanunî’nin Vicdan Azabı sayılmazsa) son eseridir. İlave fasıllarla altı fasıllık dramdır. Türkçü akımın etkisinde Türk tarihinin herhangi bir döneminde geçmesi mümkün olan hayali ve masalsı özellikleri ağır basan bir eserdir. Eserde birbirlerini rüyada görerek âşık olan çoban ile çoban kızının evlilikle biten aşkı anlatılır.
İlhanlı Tarihi
İlhanlı tarihinden konusunu alan bu eser grubu yazarı tarafından “Kambur” adı altında toplanmıştır. Konuların ve şahısların devamlılığı bu eserleri böyle bir grup olarak değerlendirmek için yeterlidir.
İlhan (1913)
Abdülhak Hâmit, İlhan ’a da gerçekte yaşamayan kişileri eklemiş, tarihte var olanları da tarihî kişiliklerinden farklı olarak ele almıştır. On fasıllık bir dram olan İlhan’da, tarihî kişiliği ile Ebu Said Bahadır Han (İlhan) ile veziri Emir Çoban arasındaki iktidar mücadelesi işlenmiştir.
Turhan (1914)
Turhan, İlhan’ ın devamı olarak yazılır. Tarihî olaylar ve kişiler bu eserde de devam eder. Eserin konusu aşk, vicdan azabı ve Osmanlı-İlhanlı yardımlaşmasıdır.
Tayflar Geçidi (1917), Ruhlar (1922), Arzîler (1925)
Bu üç eser pek çok edebiyat tarihçisi tarafından tiyatro eseri olarak kabul edilmez. Çünkü tiyatro tekniğine uygun olarak yazılmadığı ifade edilir.
Tayflar Geçidi ’nde, yazar İlhan ve Turhan’da yer verdiği şahısların yanında Doğu’nun ve Batı’nın önemli yazar ve şairlerinin tayflarını da bir mezarlıkta çeşitli konularda konuşturmaktadır. Eser, “kader”, “ölümün eşitleyici kudreti”, “kavga ve savaşın faydasızlığı” ve “Müslüman ve Türk medeniyetinin üstünluğu” gibi temel düşünce/motifler üzerine inşa edilir.
Ruhlar, iki kişi arasında geçer. Eserde Dilşad ile Kambur’un tayfları ruh olarak gökyüzüne yükselip konuşur. Bu ikiliye eserin sonunda üç büyük dinin peygamberleri de katılır. İki ruh, gökyüzünde geçmişi, geleceği, tayflar âlemini görür. Orada tayf hâlinden ruh hâline yükselememiş olanlar vardır. Yazar, mesajlarını ruhluğa terfi edemeyenler üzerinden vermeye çalışır.
Arzîler’ de ana kahramanlar yine Dilşad Hatun ile Kambur’dur. Eserde tayflar ve ruhlar âleminde gezintiye çıkan ikili, 20. yüzyılda yeryüzüne iner. 40. yüzyıla gidip tekrar 20. yüzyıla gelir. 20. yüzyılda Dilşad Hatun, Ankara’ya gitmek için yola çıkar. Millî Mücadele yılları ve İstiklâl Harbi eserin gündemine taşınır. Türk’ün hürriyet ve İslam adına verdiği mücadele dile getirilir.
Türk edebiyatının ilk manzum ütopik eserlerinden biri olarak değerlendirilebilecek Arzîler , Abdülhak Hâmit’in 40. yüzyılda olabileceklere dair öngörülerini içerir.
Siyasi İçerikli Eserler
Bu başlık altında İngiliz-Hint konulu eserler ve güncel siyasi eserler vardır. Abdülhak Hâmit, bu eserlerinde siyasi olaylara eğilmiş ve siyasi olaylarda taraf olmuştur.
İngiliz-Hint Konulu Eserler
İngiliz-Hint grubunda yer alan eserlerin ortak noktası İngilizlerin sömüren, Hintlilerin ise sömürülen olarak ( Yabancı Dostlar hariç) ele alınmasıdır. Eserler ortak olarak İngilizlerin politik tavırları ve hayata bakış açıları üzerine yoğunlaşır.
Duhter-i Hindû (1876)
Abdülhak Hâmit, Hindistan’a gitmeden konusu Hindistan’da geçen bir oyun yazmıştır. Beş fasıllık bir dram olan oyun, Türk edebiyatına egzotizmi getirmiştir.
Eser, Abdülhak Hâmit’in tiyatro yazarlığında farklı bir dönemin başlangıcıdır. İlk üç eseri kısmen realist iken bu eser ise bilinmeyen ve uzak diyarları konu edinmiş romantik bir tiyatro eseridir.
Abdülhak Hâmit, Duhter-i Hindû’ da ön planda Hintli bir kız ile bir İngiliz subayının arasında yaşanan aşkı ele alır. Arka planda ise alegorik bir anlatıma yer verir. Osmanlı’ya dair eleştirilerini Hint coğrafyasındaki İngiliz sömürgeciliğinin zalim yönetimi vasıtasıyla vermeye çalışır. Bundan önceki üç eserinde görülen dağınıklık ve giriftlik Duhter-i Hindû’ da görülmez.
F inten (1886-87’de Yazım, 1912 Tefrika, 1916 Yayım)
Finten, Kanadalı Finten’in İngiliz sosyetesine girmek için verdiği mücadele ve bu mücadele esnasında başvurduğu oyunları konu edinir. Eser dokuz fasıllık bir dramdır. Finten’ de sömüren-sömürülen, fakirlik-zenginlik, asalethalk, gençlik-ihtiyarlık gibi zıtlıklar dikkat çeker.
Yazar, İngiliz toplumunun parçalanmaz “asalet” zırhını hareket noktası alarak bu çerçevede bir eser yazmıştır.
Yabancı Dostlar (1924)
Abdülhak Hâmit’in manzum tiyatro eserlerinden biridir. Üç kısımdan oluşur. Yazar, eserinin birinci cildini “safî Türkçe” ile yazdığını söyler.
Yabancı Dostlar, bir Türk şair ile bir İngiliz kadının aşk, evlilik ve hayat konularında konuşmalarından ibaret olup otobiyografik unsurlar bakımından zengindir. Eserde merkeze erkeğin duygu ve düşünceleri konularak içki iptilası, yaşlılık, yaşlılıkla beraber yitirilen cinsel güç, kadın ve kadının örtünmesi, dil ve din farkı, kadın-erkek ilişkilerinde serbestlik, Atatürk ve kurduğu devlet için verdiği mücadele gibi ferdî ve sosyal pek çok konu düzensiz olarak dile getirilir.
Cünûn-ı Ask (1925-26 Tefrika)
Cünûn-ı Aşk, Abdülhak Hâmit’in tefrika edilmiş fakat basılmamış eserlerinden biridir. Eserde, İngiliz kız Florans ve Fransız mürebbiye Öjeni’nin aşkları arasında kalan Hintli bir Maharaca’nın aşk macerası ele alınır.
Güncel Siyasi Eserler
Bu gruptaki eserler Liberte ve Yadigâr-ı Harb ’dır.
Liberte (1876-78 Yazım, 1913 Tefrika)
Üç fasıllık bir dram olan Liberte, baştan sona kadar alegorik mahiyette manzum bir eserdir. Hâmit, eserini hürriyetin bir millet için önemini göstermek için yazdığını belirtir. Yazıldıktan 36 yıl sonra ancak yayımlanabilen eser, Türk Yurdu dergisinde tefrika edilmiştir.
Abdülhak Hâmit, Liberte ’de, Fransızca kavramları kişileştirerek, 1877 yılında yaşanan Midhat Paşa’nın sürgün olayını ve “istibdada karşı verilen hürriyet mücadelesini” ele almıştır. Eserde konuşan şahıslar değil fikirler ve bu fikirleri temsil eden kavramlardır.
Yadigâr-ı Harb (1917)
Yadigâr-ı Harb, nazım-nesir karışımı olup diyaloglardan oluşmuştur. Çanakkale zaferini ele alması bakımından önem taşır. Abdülhak Hâmit’in “tiyatro tarzında yazılmış” ifadesi Yadigâr-ı Harb’ in tiyatro eseri değil; ama tiyatro eseri şeklinde tertip edilmiş olduğunu gösterir.
Abdülhak Hâmit, tamamen kendine özgü bir tiyatro faaliyeti gerçekleştirmiştir. Onun tiyatrosu kendisinden öncekilerden pek bir şey almadığı gibi kendisinden sonrakilere de takip edilecek bir tiyatro ekolü bırakmaz.
Abdülhak Hâmit’n tiyatrosu, seçtiği tema ve konulardan yazılış şekillerine, dil ve üslubundan anlatım tekniklerine kadar her konuda nevi şahsına münhasır ve orijinaldir. Ayrıca tiyatro eserlerinde alegorik anlatımının arkasına gizlediği düşünceleri ile edebiyatta bir tesir yaratmıştır.
Sami Paşazâde Sezai (1859-1936)
Sami Paşazâde, tiyatro yazmaya Namık Kemal, Recaizâde ve Abdülhak Hâmit’in tesirinde başlar. Henüz 17 yaşında yazıp 20 yaşında yayımladığı Şîr, çok acemicedir.
Sami Paşazâde tiyatro eserlerinde taklitten öteye geçememiştir. Yazarın belirli bir tiyatro anlayışı da yoktur. Şîr’den başka Bir Düşmüş Kadın adlı bir tiyatro eseri daha yazmaya başlar. Tamamlanmamış bu eserin birkaç sayfası Hazine-i Evrak’ ta yayımlanır.
Sîr (1879)
Üç fasıllık bir trajedidir. Oldukça acemice yazılmış bu tiyatro eserinde Sami Paşazâde, Hâmit’in Macera-yı Aşk’ ına benzer bir konuyu ele alır. Eser, sevgi-kıskançlık, intikam-pişmanlık çatışmaları üzerine kurulur.
Kabil şehzadesiyle Hindistan hükümdarının kızı arasında bir aşk yaşanır. Evlilikle biten bu aşk şehzadenin kıskanç kız kardeşinin entrikalarıyla çekilmez bir hâl alır. Eser, bol ölümlü bir sahne ile sonlanır.
Muallim Naci (1849-1893)
Muallim Naci, edebiyat dünyasına Ahmet Midhat’ın himayesi ile girer ve pek çok konuda ondan destek görür. Ahmet Midhat, Muallim Naci’nin Batı’daki trajedi yazarları gibi olması için çaba gösterir.
Tiyatroya çok önem veren Muallim Naci, onu milletlerin ilerlemesine katkı sağlayacak bir mektep olarak görür. Bu düşünceleri ile Namık Kemal’in tiyatro anlayışını devam ettirdiği söylenebilir. Heder, yazdığı tek oyundur.
Heder (1909)
Heder’ de doğru bildiklerini söylemekten çekinmeyen bir devlet memurunun haksız yere sürgün edilmesi ve genç bir şair olan oğlunun memuriyeti sırasında amirlerinden gördüğü kötü muamele ele alınır.
Muallim Naci bu oyunda çok iyi bildiği bürokrasinin işleyişini ve liyakat yoksunu yöneticilerin haksız uygulamalarını sahneye taşımak istemiştir.