TARİH FELSEFESİ II - Ünite 6: Tarih Felsefesi Eleştirileri-1: İdealizm ve Materyalizm Karşıtı Tarih Felsefeleri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Tarih Felsefesi Eleştirileri-1: İdealizm ve Materyalizm Karşıtı Tarih Felsefeleri

Giriş

Alman idealistleri, idealist ve mutlakçı bir anlayışla tarihi ve tarih kavramını ele almışlardır. 19. yüzyılda Marksist materyalist tarih anlayışı idealizmi, bütün tarihi soyut mantıksal kavramla belirlediği için; pozitivist tarih anlayışı ise idealizmi tarihsel olguları tek bir metafizik kavramdan türettiği için zaten eleştirmişti. Bununla birlikte idealizme yönelen tepkiler sadece Marksizm ve Pozitivizmden de gelmemiştir. 19. yüzyılda ortaya çıkan tarih eleştirileri büyük ölçüde Alman idealistleri’nin ve özellikle de Hegel’in tarih felsefelerine yönelmişlerdi.

İdealist, Marksist ve Pozitivist tarihçi anlayışları eleştiren bu eleştirel felsefelerin ortak noktası yaşamaya ve insani varoluşa verdikleri önemdir. Bu düşünürlerden en başta gelenleri Kierkegaard, Schopenhauer, Nietzsche ve Burckhardt’tır.

Kierkegaard

Danimarkalı varoluşçu filozof Søren Kierkegaard tarih kavramına varoluş kavramından hareketle yaklaşmıştır. Kierkegaard, felsefe tarihinin soyut mantıksal kurgularla geliştiğini ve bu nedenle bireyi, bireyin gerçek yaşamını ve gerçek varoluşunu gözden kaçırdığını düşünür. Oysa asıl önemli olan somut insan varoluşudur. Kierkegaard’un en çok eleştirdiği filozofların başında Hegel gelir. Çünkü Hegel akılcı ve mutlakçı bir sistem filozofudur. Oysa tarih böyle katı bir akılcı ve mutlakçı çizgide ele alınamaz. Kierkegaard’a göre Hegel’in yaptığı gibi dünya tarihi üzerine kurulan bütün kavramsal sistemler saçma spekülasyonlardan ibarettir.

Kierkegaard’a göre Hegel ve Marx’ın tarih felsefeleri “tarihsellik” kavramını yanlış olarak geleceğe de taşımaktadırlar. Çünkü “tarihsel olma”, her şeyden önce olup bitmiş olmadır; “Tarihsellik olup bitmiş olmanın yüklemidir”. Bu kavramı en fazla bugünü de içine alacak şekilde, yani şu anda olup bitmekte olanı da kapsayacak şekilde genişletebilsek de geleceği de kapsayacak şekilde genişletemeyiz. Çünkü gelecek tarihsel değildir, henüz olmamıştır. Tarihsel olma, olup bitmiş olma ile ilgili olduğundan, gelecek ise henüz olmamış olduğundan, dünya tarihinin bütününe yönelik spekülasyonlar tarihe ilişkin savlarını gelecek için de ileri sürmekte ve bu durum da “tarihsellik” kavramıyla ve tarihsel olma ile bağdaşmamaktadır. Bu henüz tarihselleşmemiş olan geleceği tarihselleştirmektir ki bu da Kierkegaard’a göre bir çelişkidir. Buradaki çelişki tarihsel olmayanın tarihsel olduğunu söylemektir.

Kierkegaard için tarihin birey açısından bir korku ve günah alanı olarak görülmesi hâlinde bir anlamı vardır. Başka bir deyişle birey kendi bilincini günahın ve korkunun belirlendiği bir vicdan yeri olarak gördüğünde tarih bireye Hegel veMarx’ın gördüğü biçiminden oldukça farklı bir alan olarak “bir sonsuz vahiy süreci” olarak görünür. Böylece birey kendi varoluşunun geleceğini böyle bir “sonsuz”a bağlayabilir. Tarihsel soruşturma da yararsız olmakla kalmaz, aynı zamanda inanç için zararlıdır da. Kierkegaard tarihsel bir hareket noktasını inanç için gerekli görmüş ama tarihsel soruşturmayı inanç için gereksiz ve zararlı görmüştür. Böylece tarih kutsallığın tarihidir ve insanın dünyadaki durumu için yol gösteren bir tarihtir.Ayrıca Kierkegaard’un tarih anlayışının Hegel, Marx ve Pozitivist tarih anlayışından ayrıldığı bir diğer nokta da onun tarihte bir ilerleme olduğu anlayışına karşı çıkmasıdır. “Her tarihsel olgu, yalnızca göreli bir olgudur” ve “ancak çocukluk ve aptallık onu abartıp mutlak hâle getirebilir” demektedir.

Schopenhauer

Alman filozof Arthur Schopenhauer hem tarih felsefesine hem de tarih bilimine karşı bir eleştiri ortaya koymuştur. Bunun nedeni onun felsefe anlayışıdır. Schopenhauer’e göre felsefe her zaman aynı kalan, değişmeyen ve tümel olanın bilgisidir. Felsefe theoria etkinliğidir. Oysa tarih alanı değişenler alanı dır, tarihte değişmeden aynı kalan bir şey yoktur, bu anlamda tarihin felsefesi olanaksızdır. Schopenhauer için dünya istemenin bir tasarımıdır ve dünyada değişmeden kalan tek şey bu sonsuz istemedir. Dünyadaki ortaya çıkan bütün değişimler ve değişen şeyler bu sonsuz istemenin nesnelleşmeleri olarak tasarımlardır. Onun bu felsefe anlayışı tarihe bakış açısını da belirlemiştir. Tarih rastlantılardan oluşan ve gelip geçici olan ilişkilerden meydana gelmiştir. Schopenhauer’e göre tarihin rastlantılılığından bir teorik etkinlik olan felsefenin çıkarabileceği hiçbir tümel ilke olamaz.

Tarih bir çelişkiye işaret eden tekil şeylerin bilgisi olacaktır. Bilimler hep daima “olan şey”den söz ederken tarih yalnızca “bir kez olan” ve bir daha olmayacak olan şeyden söz eder. Üstelik tarih mutlak bir biçimde tikel olanla ilgili olduğundan her şeyi eksik ve kısmen bilir. Tarihte tümel bir kavram varsayılsa bile yine de o nesnel olamaz, öznel olabilir ancak. Schopenhauer’e göre tarihte en tümel olan, uzun dönem sürmüş ya da çok önemli olan bir olay bile kendi bakışına alındığında bireysel olan tikel bir şeydir.

Schopenhauer’e göre tarihle bilimler arasındaki karşıtlık şu noktada da belirir: Bilimlerde en kesin olan tekil ve özel olan şeylerin varlığıdır çünkü dolaysız kavrayışa dayanır ve biz bunlardan soyutlamayla tümel hakikatlere ulaşabiliriz. Bu yüzden de hatalı varsayımlarda bulunabiliriz. Oysa tarihte en tümel olan en kesin olandır, söz gelişi zamansal dönemler, çağlar, kralların art arda gelişi, savaşlar gibi ama özel olanlara gidildikçe belirsizlik de artar, olayların ve onların bağlantılarının tikelliği daha belirsizdir.

Tarih için her mevcut an geçmişle tamamlanması gereken bir parçadır. Fakat geçmişin uzunluğu sonsuzdur ve ona katılan şey ise yine sonsuz bir gelecektir. Felsefi ve tarihsel olan zihinler arasındaki karşıtlık buna dayanır. Felsefe kavramak ve bulmak ister, tarih ise anlatmaya çalışır.

Schopenhauer Hegel’in “sözde-felsefe”sinin dünya tarihini planlanmış bir bütün olarak kavrama çabasını da eleştirir. Hegel felsefesi dünyanın görünür varlığıyla kendinde varlığını özdeşleştirmiştir. Ayrıca tüm insanlığın bilince sahip olması değil ancak bireyin bilince sahip olması söz konusudur. Bu yüzden de tüm insanlığın bilincinin tarihte devinimindeki birlik gibi bir düşünce salt kurmacadan ibarettir. Schopenhauer bu konuda, “Nasıl ki, doğada türler gerçek ve cinsler sadece soyutlamadır; insan soyunda da sadece bireyler ve onların yaşam akışı gerçek, halklar ve onların süregelen yaşamları ise salt soyutlamadır” demektedir. Böyle kurmaca tarihler sığ bir iyimserliğin kılavuzluğunda kurucu bir tarih olarak ortaya çıktıklarından, her zaman düşünsel mükemmelliğe ulaşmış, Anayasa ve adaletleri sağlam, tözsel, büyük bir devlet tasarımıyla sonlanırlar.

Nietzsche ve Burckhardt

Tarih felsefesi ve tarih bilimine bir başka eleştiri de Alman filozof Friedrich Nietzsche’den gelir. Nietzsche 19. yüzyılın genel eğilimi olan “tarihsel anlam” düşüncesinin hasta bir düşüncenin ürünü olduğunu ve bunun bir çöküş işareti olduğunu iddia etmektedir. Nietzsche kendi çağının bir tarihçilik hastalığına yakalandığını söyler ve ona göre bu tarihe düşkünlüğün yaşama ve kültür açısından sakıncaları vardır. Nietzsche’ye göre her şeyi tarihselleştirmek yaşamayı zehirlemekte ve kültürel yozlaşmaya yol açmaktadır. Nietzsche “Tarihin, yaşamayı zedeleyecek ve onu soysuzlaştıracak oranda önemsenmesi”ni kendi çağının hastalık belirtilerinden olarak görmektedir. Nietzsche’nin tarih anlayışı onun insan anlayışına dayanır. Ona göre insan tarihsel bir yaşam sürdüren bir varlık olarak, tarihsel yaşam sürdürmeyen bir varlık olan hayvandan ayrılır.

Tarihteki değişme tarzlarının hepsini bize verebilecek bir tarih bilgisi ise olanaksızdır. Tarihte olup bitenin yasaları da oluşturulamaz. Bu yüzden bilimler içinde en az bilimsel olanı tarihtir. Tarihte genel durumlar yoktur çünkü tarih sürekli değişim geçiren bir süreçtir.

Bununla birlikte tarihte bazı benzerliklerden hareketle bazı tipsel durumlar belirlenebilir. Bu tipsel durumlar din, kültür, devlet türünden şeylerdir. Bu durumlar tipseldir çünkü tarihin hemen her döneminde değişik biçimler altında hep varolmuşlardır. Burckhardt tarihi bilimden çok şiire benzettiğinden tarihe bir anlama ile yaklaşmak gerektiğinden söz etmiştir. Bu anlayışıyla daha sonra ortaya çıkacak olan Tin bilimleri felsefesi alanındaki Dilthey gibi filozofları etkilemiştir.

Anıtsal tarih insanların büyük başarılarının örnekler verilerek anlatıldığı tarihtirve insanlığa büyük yararlar sağlar. Antik tarihte ise insanlığın başından geçenler içinde yaşadığımız çağın dünya görüşü açısından anlatılır. Antik tarih, Hegel’de olduğ u gibi Nietzsche için de tarihçinin kendi dünya görüşü ve düşünce modelinin diğer dünya görüşleri ve düşünce modellerinden yalnızca birisi olarak görülmediği, bu yüzden tüm olup bitenlerin tek bir açıdan anlatıldığı tarihtir. Ama yine de bu hâliyle tarihten bir şeyler öğrenmemiz olanaklıdır. Eğitim bakımından asıl yararlı olan tarih ise eleştirel tarihtir. Çünkü bu tarih insanı zorlayıcı, baskı altında tutucu geleneklerden ve tarihe tutsak olmaktan kurtarır. Bu tür tarihte, tarihe bugünün yaşamının istek ve talepleri açısından bakılır. Tarih “gücü isteme”nin belirlemesi altındaki yaratıcı insanın geleceğe yönelik amaçları ve hedefleri açısından eleştirel olarak ele alınır. nesnellikten söz edemeyiz.

Hegel gibi tarihte bir akıl olduğunu söyleyen herkes tarihin belirli bir döneminde insanların gelip geçici olan belirli ilgilerini ve çıkarlarını bulabilir. Bu yüzden Hegel tarihte aklın egemen olduğunu söylerken aslında kendi çağının, Aydınlanma’nın ilgi ve çıkarlarını tarihte bulmaktadır. Oysa aynı tarihe akılcı ilgilerin bastırıldığı başka türlü ilgiler açısından bakılırsa tarihte aklın egemen olmadığı, başka ilgilerin egemen olduğu da görülebilir. Tarih değişik ilgilerin egemen olduğu akıl dışı bir süreç olarak da görülebilir.

Nietzsche’ye göre yaşam ve bugün, yani şimdi tarihe göre, yani geleneğe ve gelenekten gelen ölçütlere göre değerlendirilemez. Burckhardt’a göre ilerleme tarihteki binlerce değişme tarzından yalnızca birisidir. Burckhardt tarihin özünü değişmede görmüştür, ilerlemede değil. Tarih sürekli değişip duran bir süreçtir. Tarihte olaylar, kültürler, halklar ve devletler sürekli birbirlerinin yerini alıp dururlar. Ama bu değişmenin bir ilerleme olarak görülmesi beklenemez. Bu değişmenin bir ilerleme olabilmesi için tarihin bir ereği ve anlamının olması gerekirdi ama tarihte böyle bir şey de yoktur. Dolayısıyla tarihin ilerlediği düşüncesi, yerini tarihin değişmekte olduğu düşüncesine bırakmalıdır.

Tarihte genel durumlar yoktur çünkü tarih sürekli değişim geçiren bir süreçtir. Bununla birlikte tarihte bazı benzerliklerden hareketle bazı tipsel durumlar belirlenebilir. Bu tipsel durumlar din, kültür, devlet türünden fleylerdir. Bu durumlar tipseldir çünkü tarihin hemen her döneminde değişik biçimler altında hep varolmuşlardır. Burckhardt tarihi bilimden çok fliire benzetti¤inden tarihe bir anlama ile yaklaşmak gerektiğinden söz etmiştir. Bu anlayışıyla daha sonra ortaya çıkacak olan Tin bilimleri felsefesi alanındaki Dilthey gibi filozofları etkilemiştir.