TARİH FELSEFESİ II - Ünite 3: 19. Yüzyıl Alman İdealizmi ve Tarih Metafiziği-2: Hegel Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: 19. Yüzyıl Alman İdealizmi ve Tarih Metafiziği-2: Hegel

Hegel’in Genel Felsefesi

19. yüzyılın en önemli düşünürlerinden birisi olan Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) felsefe tarihinde Mutlak İdealizmin düşünürü olarak bilinir. Hegel’in genel olarak felsefesini, özel olarak da tarih felsefesini belirleyen diyalektik ilke çelişki ilkesi ve çelişkinin aşılması gerekliliği üzerine kuruludur. Diyalektik mantığı da üçlü adımlar hâlinde ilerler: Tez, Anti-tez ve Sentez. Tez ve Anti-tez karşıt savlar olarak ortaya çıkarlar ve bir çelişkiye neden olurlar.

Hegel akıl anlayışında kavramın diyalektik gelişimini ele alarak aklı dinamik bir süreç olarak kurar. Alman idealist düşüncesinde diyalektik, mantığın temel ilkesidir (daha önce Fichte’de ve Schelling’de de temel ilke olduğu vurgulanmıştır.) Hegel’in akıl tasarımında akıl zorunlu olarak gelişen bir süreçtir. Bu Hegel’in Mantık Bilimi adlı yapıtında da bu kavramın içkin zorunluluğu olarak ortaya konulur, öyle ki kavramlar arası ilişkiler yine kavramların kendi mantık yapısından zorunlu olarak türetilmektedir. Salt düşünce ya da “İde” bütün varolanın nedenidir; yani hem doğa gerçekliğinin hem de tinsel gerçekliğin nedeni olduğu için Mantık hem Doğa felsefesinin hem de Tin felsefesinin temelidir.

Hegel’e göre hep doğruluğun düşüncenin nesnesine uygunluğu görüşü savunulmuştur. Oysa bu görüşün tersine nesneyi belirleyen salt düşüncenin kendisidir. Yani düşüncenin kendisini nesneye uyarlaması değil, düşüncenin nesneyi belirlemesi söz konusudur. Bu belirleme de diyalektik yöntemle olacaktır.

Hegel’e göre gelişme öyle bir etkinlik ya da edimdir ki birbirinden farklı anları/uğrakları ( moment ) içerir. Gelişme sürecinin kendisi aynı zamanda gelişme sürecinin içeriğidir de. Gelişme hem süreçtir hem de içeriktir, bunların ikisi de birdir ve aynıdır, bu da üçüncü terimi verir. Dolayısıyla kavramlar sistemi olarak mantık biliminde gelişme kavramların birbirinden zorunlu türetilişiyle açıklanan bir süreç olarak serimlenir. Üçüncü terimin karşılık geldiği kavram aynı zamanda hem daha önceki iki terimi kapsayan hem de bu iki terimden daha fazla bir şey olarak bu iki terimi aşan bir terim olarak gelişmeyi kendisinde gösterir. Hegel’e göre eğer bilime doğru giden yol bir süreçse bu sürecin aşamaları arası ndaki ilişkiyi de kavramak gereklidir ve birbirini takip eden aşamalar arasındaki ilerleme de rastlantısal değil, zorunludur.

Hegel’in Tarih Felsefesi

Bir tarih tasarımı olarak Hegel’in tarih felsefesi, Collingwood’a göre tarihi felsefi düşünce aşamasına ilk kez tam olarak ulaştıran bir yapıt olarak görülebilir (Collingwood 1996: 150). Hegel doğal gerçekliğin karşısına tinsel gerçekliği ikinci bir dünya olarak koyar. Tinsel gerçeklik özgürlük dünyasıdır ve Tin’in “kendi kendisinden hareketle ikinci bir doğa hâlinde meydana getirdiği dünyadır” (Hegel 1991: 40). Hegel’in tarih tasarımı tarihi erekli ve kendi amacına ilerleyen bir gelişme süreci olarak ortaya koyar. Hegel’e göre bilgi ve varlık arasındaki ilişki gereği tarih, tarih yazımıyla başlar. Bir dünya tarihi, dünya tarihi kavramı olmadan söz konusu olamaz. “Bir halkın asıl nesnel tarihi, ilk olarak bir tarih bilimine sahip olmasıyla başlar”. Hegel’e göre üç tür tarih yazımı vardır. İlk tür tarih yazımı Herodotos, Thukydides gibi betimledikleri eylemler, olguları kendileri yaşamış ya da anlattıkları çağın tininin içinde yaşamlarını sürdürmüş olan tarihçilerin yazdıkları tarihtir. Bu tür tarih yazımında yazar kendisinin de katıldığı, içinde bulunduğu olgu durumunu anlatır. İkinci tür tarih yazımı ise refleksiyonlu tarih diye adlandırılabilir. Bu tür tarih yazımında yazar kendi zamanının ötesine geçmektedir. Bu tür tarih yazı mında yapılmak istenen “tüm geçmişi tinde bulunan bir şey olarak sergilemektir” (Hegel 2003: 17). Bu tür tarih yazımında yapılan tarihçinin kendi tininden ayrı bir tinsel içerik taşıyan malzemeyi ele almasıdır. Hegel’e göre üçüncü tür tarih yazımı da “dünya tarihi felsefesi”dir (Hegel 2003: 28). Dünya tarihinin genel bir tasarımını verecek olan bu tür tarih yazımı bir genel tarih yazımıdır. Hegel kendi tarih tasarımını da bir dünya tarihi felsefesi olarak sunar. Hegel’e göre dünya tarihi felsefesinin genel bakış açısındaki genellik soyut bir genellik değil, tersine somuttur, olduğu gibidir.

Bu dünya tarihi felsefesi de “sonrasız olarak kendinde olan ve kendisi için geçmiş diye bir şeyin olmadığı tindir ya da İde’dir” (Hegel 2003: 28). İde halkların ve dünyanın kılavuzudur, “Tin” ise İde’nin olayları yönlendiren akla dayalı istencidir. Dünya tarihi felsefesinin ya da genel olarak tarih felsefesinin ereği de İde’nin bu akla dayalı istencini tarih içinde olayları yönlendirmesi içinde tanımaktır. Tarihin ne olduğu konusunda asıl önemli olan da bu üçüncü tür tarih yazımıdır. Hegel felsefi dünya tarihi kavramını açıklamak için felsefenin tarihe getirdiği tek kavramın “akıl” kavramı olduğunu söyler. “Buna göre us dünyaya egemendir ve dünya tarihinde her şey usa uygun olmuştur” (Hegel 2003: 34). Başka bir deyişle “usun dünyayı yönettiğini ve bununla kalmayıp dünya tarihini de yönettiğini ve yönetmeye devam ettiğini” söyler. Akıl (us) hem kendi kendisinin ön koşulu ve varmak istediği ereği olarak mutlak son-erektir hem de doğal ve tinsel dünyalar olarak görünüş alanında kendisinin dışlaşmasıdır. “İşte bu idenin” der Hegel, “doğru, sonsuz ve kesinlikle güçlü ide olduğu, dünyaya kendisini açtığı ve bu açtığı şeyin kendi yüceliğinden başka bir şey olmadığı felsefede kanıtlanır” (Hegel 2003: 35). Hegel’e göre felsefe araştırmasının rastlantısaldan kurtulmaktan başka bir amacı yoktur, felsefe zorunlu olanın peşinden gider. Hegel’e göre rastlantısallık dış zorunluluk ile aynı şeydir. Bu yüzden de Hegel tarihte öznel tini ya da tikel bir nedeni değil, “genel bir ereği, dünyanın son ereğini aramalı, onu usumuzla kavramalıyız” der. Hegel’e göre “insanın özgürlüğü özgürlüğünün bilinciyle aynı şeydir, yani özgürlüğün gelişmesi bilinçliliğin gelişmesidir” ve kavramın zorunlu aşamalarının ya da anlarının (uğraklarının) birbiri ardına mantıksal bir süreç içinde gelişmesidir (Collingwood 1996: 150). Hegel felsefesinde özgürlük, özgürlüğün FEL402U-TARİH FELSEFESİ-II ÜniteNo:3 19. Yüzyıl Alman İdealizmi ve Tarih Metafiziği-2: Hegel 2 bilinciyle aynı anlama gelir. Hegel’e göre tarihi düşüncenin nesnesi yapar yapmaz, düşüncenin tarihsel gerçekliği bir tasarım, ide olarak kurmasında iş gören bazı kategoriler ortaya çıkar. İlk kategori tarihsel süreçte bir süre var olmakla dikkat çeken ve sonra yiten bireylerin, halkların ve devletlerin değişen görünümünden elde edilen “değişme kategorisi” dir (Hegel 2003: 39). Tarihsel varlık alanı sürekli bir değişme ve oluş sürecidir. Tarihte olaylar ve eylemler hiç durmaksızın art arda gelir ve sonsuz çeşitlilikte birey, halk ve devlet oluşumları görülür; bir şey yiterse yerini hemen bir başka şey alır. “En soylu en güzel diye bilip bağlandığımız şeyi elimizden alıyor tarih; onu tutkulara kurban ediyor” ve “Her şey, geriye hiçbir şey kalmamacasına gelip geçiyor” (Hegel 2003: 40). Dolayısıyla değişme kategorisi tarihsel olanın gelip geçiciliğini gösterir. Hegel’in akıl anlayışı gereği akıl ya da tanrısal ide doğada kavramsızlık hâlindeydi oysa şimdi dünya-tarihinde kendindedir; “tinsellik onun kendi vatanıdır”, bu yüzden bu alanda bilinir olması gerekir (Hegel 2003: 48). Akıl ancak dünya tarihinde kendi ereğini gerçekleştirebilir; “bu arada tek tek bireylerin dayanıksızlığı usu işinden alıkoymaz: tek tek erekler kendilerini genel erekte yitirirler” (Hegel 2003: 54). Dolayısıyla Hegel’e göre tarih aklın genel ereği yönünde ilerlemektedir ve böylece aklın kendisi de genel ereğine doğru gelişmektedir. Bireylerin, halkların, devletlerin tek tek öznel ereklerinin bu genel erekte yitmeleri, dünya tarihine yön verenin Mutlak olan aklın genel ereği olduğunu söylemek demeye gelir. Hegel’e göre akıl dünyayla bağıntısı içinde ele alındığı sürece, aklın kendinde belirleniminin ne olduğu sorunu, dünyanın sonereğinin ne olduğu sorunuyla özdeş olduğundan, son ereğin gerçeklik kazanması da gerçekleşmesindeki zorunluluk olarak anlaşılmalıdır. O hâlde yapılacak iş, ilkin bu son-ereğin ne olduğunun yani son-erek olarak belirleniminin ortaya konması, sonra da gerçekleşme sürecinin ve aşamalarının ortaya konmasıdır.

Dünya tarihi aklın uğraklarının (momentlerinin) zorunlu gelişmesidir ve genel Tin’in “kendi kendisini yorumlayıp açıklaması ve gerçekleştirmesidir” (Hegel 1991: 266). Tin’in ve tarihin genel amacından Tin’in kendi kavramına uygun olan şeyi gerçekleştirmesinin tarihin ereği olduğunu anlamak gerekir. Hegel “Nasıl ağacın bütün yapısı, meyvelerin tadı ve biçimi çekirdekte içeriliyorsa Tin’in ilk izleri de öyle olanaklı olarak tüm tarihi kendinde taşımaktadır” der (Hegel 2003: 66). O hâlde Hegel’e göre bütün tarih olanaklı olarak başlangıçta vardır. Olmuş olan her şey bu olanağın gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Ama aynı zamanda Hegel’e göre tarihte olmuş olan her şeyin başka türlü olabilmesi de olanaksız olduğundan buradan çıkacak bir sonuç: Olanaklının gerçekleşmesinin zorunlu olduğudur. Tarihte “kısmen koruyan kısmen de yükselten bir ilke” olarak diyalektik bu ilerlemenin uyduğu yasadır.

Hegel’e göre belli bir tinsel oluşum doğal oluşumların tersine zamanla yitip gitmez. Tarihte de geçicilik vardır, ama bu geçiciliğin doğası başkadır. Tinsel oluşumlar kendisinin bilincini kendisi gerçekleştirerek ve kendisini bilen etkinliğiyle yine kendisi tarafından kaldırılır. Bu kaldırılma da burada düşünce etkinliği söz konusu olduğu için, aynı zamanda “saklama ve yükseltmedir”. Böylece Tin bir yandan realiteyi olmuş olduğu şeyi kaldırırken bu olmuş olduğu şeyin özünü, yani düşüncesini, genel yanını korur. Tin’in daha aşağıdaki ilkeyle karşıtlık ve çelişkisi onu daha yüksekteki ilkeye götürür. Hegel’e göre “Tin çelişki içinde kalamaz, birleştirmeyi ister ve daha yüksek ilkeye geçiş birleşmeyle olur” (Hegel 2003: 76). Hegel’e göre bireylerin özel ilgileri ve çıkarları genel olandan ayrı tutulamaz; “tutkuyla birlikte ortaya çıkan özel ilgi ve yarar genelin eyleminden ayrılamaz: çünkü genel-olan, özel ve belirli olan ile bunun olumsuzlanmasının sonucudur” (Hegel 2003: 108). Özel olana dünya tarihinde kendine özgü bir ilginin karşılık geldiğini söyleyen Hegel’e göre bu ilgi sonlu bir şeydir ve son bulacaktır. Genel ide tutkuları kendi ereği için kullanır.

Genel İde’nin “tutkuları kendi amacı için kullanmasına” Hegel aklın hilesi (“the cunning of reason”) der (Hegel 2003: 108). Dolayısıyla eyleyicilerin kişiliğinde tutkuları oyuna getiren bir akıl anlayışı var Hegel’in; ama burada söz konusu olan somut bireyin aklı ve tutkusu değil, insan aklı ve insan tutkusudur (Collingwood 1996: 153). Hegel insan aklı ve insan tutkusu arasındaki ilişkiden söz etmektedir burada. Bu ilişki de akıl dışı tutkuların da aklın özüne ait olduğu sayıltısıdır; Hegel’in akıl anlayışı tutkuları da içeren bir aklı varsayar. Bu anlayışta bireyler gözden çıkarılır, tarihte etkisizdir.

Tarihsel Gelişmenin Diyalektik İlkesi

Hegel tarih tasarımında ‘tarih’i Tin’in gelişme süreci olarak tasarlar, dolayısıyla tarih bir ilerleme sürecidir. Dünya tarihinin gidişi Hegel’e göre bir ilerlemedir; gelişme ilkesi tarihte kendini gösterir. Tarih daha iyiye, daha yetkin olana doğru bir ilerleyiştir. Doğadaki çeşitlilikler sayıca ne kadar çok olsalar da kendilerini yineleyen bir döngüyü gösterdiği için doğada ilerleme yoktur ama tarihte bir yineleme yoktur, ilerleme vardır.

Hegel’e göre tarihteki gelişme zaman içinde olan bir gelişmedir ve bu da Tin kavramıyla uygunluk içindedir. Hegel bunu şöyle açıklar: Zaman içinde her şey değişir. Doğadaki her şey ve tinle ilgili her şey değişir. Ama doğada bireyler değişerek ortadan kalksa da tür değişmeden kalır. Doğada kendini yineleyen döngüselliğin olması bu anlama gelir, yani bireyler değişse de doğada tür değişmeden kaldığı için, kendini yineleyen türdür. Oysa tinle ilgili oluşumlar alanında, zaman içinde değişen Tin’dir, yani değişme kavramın kendisindedir. Tin’de “her değişim ilerlemedir” (Hegel 2003: 154). Tin alanında daha yüksekte yer alan oluşum daha önceki daha aşağı basamaktaki oluşumun yeniden işlenmesiyle görünüş alanına girer. “Bir sonrakinin bir öncekini aydınlatarak görünüş alanına girmesi nedeniyledirki, tinsel oluşumlar zaman içinde görünür” (Hegel 2003: 154-155). Bu da gösterir ki “tıpkı İde’nin uzamda doğa olarak yayılması FEL402U-TARİH FELSEFESİ-II ÜniteNo:3 19. Yüzyıl Alman İdealizmi ve Tarih Metafiziği-2: Hegel 3 gibi” dünya tarihi Tin’in zaman içinde yayılımıdır (Hegel 2003: 155).

Hegel ‘tarih’in ikili anlamına dikkat çekerek tarih sözcüğünün batı dillerinde nesnel yan ile öznel yanı birleştirdiğini ileri sürer. Buna göre tarih hem res gestae hem de historia rerum gestarum anlamına gelir. Hem tarih anlatımı hem de olmuş, bitmiş olaylar, insan başarıları anlamında kullanılır. Hegel’in tarih anlayışında ilerleme Tin’in kendi özbilincine varmasıyla son bulacaktır.

Hegel kendi felsefesiyle bu sürecin tamamlandığını düşünür ve tarihin kendi felsefesinde sona erdiğini iddia eder. Hegel’in bununla kastettiği artık tarihsel değişmenin bir gelişme olarak yorumlanabilmesini olanaklı kılan bir kavramın ortaya çıkamayacağıdır. Yoksa tarihin duracağı gibi bir anlam aramamak gerekir bu savda. 20. yüzyıl düşünürlerinden Francis Fukuyama “tarihin sonu” tezinde Hegel’in bu anlayışından etkilendiğini belirterek tarihin sonunu liberal demokrasi sisteminin dünya tarihindeki son sistem olmasından hareketle belirlemiştir.