TARİH METODU - Ünite 6: Ortaçağ Tarihinin Ana Kaynakları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Ortaçağ Tarihinin Ana Kaynakları

Ortaçağ Tarihinin Kaynakları

Ortaçağ tarihi araştırmaları, kaynakların azlığı ve ihtiva ettiği problemlerden dolayı önemli güçlükleri bünyesinde barındırmaktadır. Ortaçağ’da kaleme alınan pek çok kaynak maalesef günümüze ulaşmamıştır. Günümüze ulaşan kaynaklar ise hadiselerin ancak çok az bir kısmını aydınlatmaya yetmektedir

Epigrafik Kaynaklar

Yakındoğu coğrafyasına ait Arapça kitabeler E. Combe, J. Souvaget ve G. Wiet tarafından toplam on beş cilt halinde yayınlanmıştır: Répertoire chronologique d’épigraphie arabe , I-XIII, L’Institut Français d’Archeologie Oriantale, Cairo 1931-1956. Benzer bir külliyat Max van Berchem, Halil Edhem, Gaston Wiet ve Ernst Emil Herzfeld gibi araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır: Matériaux pour un Corpus Inscriptionum Arabicarum , I-X, Cairo 1894- 1956. Memlûk coğrafyasına ait kitabelerin bir kısmı Gaston Wiet tarafından yayınlanmıştır: “Répertoire des décrets mamlouks de Syrie”, Mélanges Syriens offerts à M. René Dussaud , II, Paris 1939, s. 521-537. X. ve XI. yüzyıl iran ve Mâverâünnehir coğrafyasına ait kitabeler ise Sheila S. Blair tarafından yayınlanarak tahlil edilmiştir: Monumental Inscriptions from Early Islamic Iran and Transoxiana , Leiden 1992. İslâm coğrafyasına ait kitabeler XII. yüzyıla kadar Arapça olarak kaleme alınmıştır. Günümüze ulaşan en eski Farsça kitabeler XII. yüzyıl, en eski Türkçe kitabeler ise XIV. yüzyıla aittir. EpigraŞk kaynaklarla ilgili daha geniş bibliyografya için bkz. Sheila S. Blair, “Epigraphy: Arabic Inscriptions in Persia”, EIr., VIII, s. 490-498.

Nümizmatik Kaynaklar

İslâm darphanelerinin darp (para basım) faaliyetleri Eduard von Zambaur, Abdullah Akilî ve Ömer Diler tarafından hazırlanan genel nitelikli eserlerde incelenmiştir: E. von Zambaur, Die Münzprägungen des Islams , ed. P. Jaeckel, Wiesbaden 1968; A. Akilî, Dâru’zzarbhâ-yi irân der-devre-yi islâmî, Tahran 1377/1998; Ö.

Diler, Islamic Mints: islam Darp Yerleri , I-III, İstanbul 2009.

Muhtelif İslâm hanedanlarına ait paralar XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupalı nümizmatlar tarafından yayınlanmaya başlanmıştır. Bununla birlikte Ortaçağ tarihiyle ilgili bilgilerimizi değiştirebilecek ya da zenginleştirebilecek nitelikteki pek çok para henüz müze ve özel koleksiyonlarda yayınlanmayı beklemektedir. İslâm devletleri tarafından bastırılan paralar ve bu konudaki bibliyografya şu genel nitelikli çalışmalarda tanıtılmıştır: Michael Broome, A Handbook of Islamic Coins , London 1985; Stephen Album, A Checklist of Islamic Coins , Santa Rosa 1998. İslâmî nümizmatik ile ilgili Avrupa’da yapılan yayınların bir listesi şu çalışmada bulunabilir: Leo Ary Mayer, Bibliography of Muslim Numismatics, London 1954 (ikinci baskı). İran müzeleri ve bu ülkedeki paralarla ilgili yayınlar ise şu çalışmada tanıtılmıştır: Ferâmurz Tâlebî - Ferzâne Kâ’inî, Kitâbşinâsî-yi Sikke , Tahran 1373/1994

Vakfiyeler

Türkiye Selçukluları dönemine ait pek çok vakfiye günümüze ulaşmıştır. İlk Selçuklu vakfiyeleri Refet Yinanç tarafından incelenmiştir: İlk Selçuklu Vakfiyeleri, Basılmamış Doçentlik Tezi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara 1979. XIII. yüzyıla ait bazı Selçuklu vakfiyeleri Osman Turan, Ahmet Temir, M.

Zeki Oral, ismet Kayaoğlu, Sadi Bayram ve Refet Yinanç gibi araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır: O. Turan, “Selçuklu Devri Vakfiyeleri I, Şemseddin Altun-aba, Vakfiyesi ve Hayatı”, Belleten, 11/42, (1947), s. 197-235; O. Turan, “Selçuklu Devri Vakfiyeleri II, Mübârizeddin Er-tokuş ve Vakfiyesi”, Belleten , 11/43, (1947), s. 415-

429; O. Turan, “Selçuklu Devri Vakfiyeleri III, Celâleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Belleten, 12/45, (1948), s. 17-170; R. Yinanç, “Sivas Abideleri ve Vakıfları”, Vakıflar Dergisi, 22, (1991), s. 15-44; R. Yinanç, “Selçuklu Medreselerinden Amasya Halifet Gazi Medresesi ve Vakıfları”, Vakıflar Dergisi , 15, (1982), s. 5- 22. Orijinal vakfiyelerin yanı sıra, bazı yazmalar üzerindeki vakfiye kayıtları da günümüze ulaşmıştır. Bu kayıtlar arasında Tamgaç Han İbrâhîm (1052-1068)’in Semerkand’da inşâ ettirdiği câmi, medrese, meşhed, talebe yurdu ve hastahane ( bîmâristân )’den müteşekkil külliyenin Receb 458/Haziran 1066 tarihli vakfiyesi Burhânu’d-dîn Muhammed Mâze (öl. 1174)’nin Muhid isimli eserinde aynen kaydedilmiştir. Söz konusu vakıf kaydı Karahanlılar devrine ait diğer iki vakıf kaydı ile birlikte Zeki Velidi Togan tarafından tanıtılmıştır: “Karahanlılar Tarihine Ait Bazı Kayıtlar”, Türk Yurdu , V/11 (Sayı 329), (1966), s. 7-10.

Vesikalar

Vesikalar, ister resmî isterse özel nitelikte olsun, tarih araştırmacılarının her zaman istifade etmesi gereken en önemli kaynak türlerindendir. Fermân, menşûr, taklîd, berat gibi resmî nitelikli vesikalar özellikle siyasî ve idarî tarih araştırmaları, özel yazışmaları ihtiva eden vesikalar ise sosyal, ekonomik ve kültürel tarih araştırmaları için büyük bir önem taşımaktadır. Bugün arşiv, müze, kütüphane, türbe, külliye, manastır ve özel koleksiyonda Ortaçağ İslâm devletlerine ait Arapça, Farsça ve Türkçe çok sayıda orijinal vesika bulunmaktadır. Bu vesikalardan bir kısmı yayınlanmış olmakla birlikte, pek çoğu henüz yayınlanmayı beklemektedir. İslâm dünyasında Ortaçağ ile ilgili vesikalar ihtiva eden bu tür arşivler için şu çalışmalara müracaat edilebilir: Hans Robert Roemer, “Christliche Klosterarchive in der islamischen Welt”, Der Orient in der Forschung, Festschrift für Otto Spies zum 5. April 1966, ed. W. Hoenerbach, Wiesbaden 1966, s. 543- 556; Hans Robert Roemer, “Sinai-Urkunden zur Geschichte der Islamischen Welt”, Studien zur Geschichte und Kultur des Vorderen Orients. Festschrift für Bertold Spuler zum Siebzigsten Geburtstag , (Editörler: H. R. Roemer - A. Noth), Leiden 1981, s. 320-336. İslâm dünyasında özellikle IX. yüzyıldan itibaren vesikaların düzenli bir şekilde hazırlanması, tasnif ve korunmasına dayanan gelişmiş bir arşiv geleneğinin oluştuğu görülmektedir (E. Posner, 1998, s. 201-231). Öyle ki, Mısır’da XI. ve XII. yüzyılda Fâtımîler zamanında hazırlanan bazı defterlerden Memlûk sultanı Berkûk (1382-1389, 1390-1399) devrine kadar istifade edildiği anlaşılmaktadır (W. Björkman, Beiträge zur Geschichte der Staatskanzlei im islamischen Ägypten , Hamburg 1928, s. 39). Bu bilgi, resmî vesikaların muhafazasına büyük özen gösterildiğini ortaya koymaktadır.

Söz konusu vesikalar Monika Gronke, Osman Turan, D. Sourdel - J. Sourdel-Thomine, M. Zeki Oral ve Halil Sahillioğlu gibi araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır İldenizliler devrinde Azerbâycân’da Uygur harfleriyle yazılmış 1207 tarihli Türkçe bir vesika Gerhard Doerfer tarafından yayınlanmıştır: “Ein uigurischer Text aus Iran vom Jahre 1207”, Turcica , XIII, (1981), s. 153-169. Daha Moğol istilâsı öncesinde Türkçe-Uygur yazısı ile Kuzey Azerbâycân’daki Erdebîl şehrini birbiriyle ilişkilendiren bu vesika, eskiliği ve orijinalliğinin yanı sıra, Türk dili ve Uygur yazısının İran coğrafyasındaki tarihî seyrine ışık tutması açısından da son derece önemlidir.

Münşeat Mecmuaları ve Vesika Suretleri

Ortaçağ devletlerine ait orijinal vesikaların çok büyük bir kısmı yangın, tabii felâketler ve savaşlar neticesinde yok olmuştur. Bununla birlikte, resmî ya da özel vesikaların suretlerinin toplandığı eserler olan münşeat (ya da inşâ) mecmualarından istifade etmek suretiyle bu eksikliği bir miktar telâfi etmek mümkündür. İslâm dünyasında daha XI. yüzyıl ortalarından itibaren, usta münşî ya da müellişer tarafından, daha çok resmî kâtiplere yazışma usûllerini öğretmek amacıyla orijinal vesikaların suretlerini ihtiva eden mecmuaların tertip edildiği görülmektedir. Bilhassa Selçuklular, Türkiye Selçukluları, Eyyubîler, Hârezmşâhlar, İlhanlılar, Memlûkler ve Timurlular devrine ait çok sayıdaki münşeat mecmuası bulunmaktadır. Orijinal vesikaların suretlerine, münşeat mecmualarının yanında zaman zaman çeşitli eserler ya da mecmualar içerisinde de tesadüfî bir şekilde rastlamak mümkündür. Söz konusu münferit vesika suretlerinin tarih araştırmalarına ciddi katkılar sağlaması mümkündür. Bununla birlikte, kopyalama esnasında tahrifat ve değişikliklere açık olmalarından dolayı, bu vesika suretleri de tıpkı münşeat mecmuaları gibi, araştırmacılar tarafından ancak çok sıkı bir tenkitten geçirildikten sonra kullanılmalıdır. Çeşitli münşeat mecmuaları, tarih kitapları ve edebî eserlerde bulunan vesika suretlerinden, İslâmiyet’in ilk dönemleriyle ilgili olanlar Muhammed Hamidullâh, Ortaçağ İran tarihiyle ilgili olanlar ‘Alî Mu’eyyed Sâbitî, Memlûklar, Haçlılar ve Moğollar arasındaki yazışmalar Muhammed Mâhir Hammâde, Timurlu ve Safevî devrine ait vesikalar ‘Abdu’l-Huseyn Nevâ’î ve erken Osmanlı vesikaları ise Paul Wittek ve Irène Beldiceanu-Steinherr gibi araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır.

Vekâyinâmeler ve Ortaçağ İslam Tarih Yazıcılığı

Vekâyinâmeler, tarihçiler tarafından kaleme alınan ve tarihî hadiseleri anlatan eserlerdir. Söz konusu eserler, verdikleri ayrıntılı bilgilerle, Ortaçağ ile ilgili siyasî, sosyal, dinî ve kültürel tarih araştırmaları için en önemli kaynak türleri arasında yer alırlar. Ortaçağ İslâm tarih yazıcılığının gelişimini üç kısım hâlinde incelemek mümkündür.

İslam Tarih Yazıcılığının Doğuşu ve Gelişimi

Hz. Peygamber’in hayatı ( sîre ) ve gazalarına ( megâzî ) dair bilgilerin toplanması ve kaydedilmesi faaliyetleri İslam tarih yazıcılığının başlangıcını oluşturmaktadır. Abân b. ‘Osmân, Urve b. ez-Zubeyr, Muhammed b. Muslim b. ibn Şihâb ez-Zuhrî ve Vahb b. Munebbih gibi ilk megâzî müellişerinden sonra Muhammed b. İbn İshâk b. Yesâr (öl. 767), ‘Abdu’l-Melik ibn Hişâm (öl. takriben 833), Muhammed b. ‘Ömer el-Vakidî (öl. 823), Muhammed ibn Sa’d (öl. 845) ve ‘Alî b. Muhammed el-Medâ’inî (öl. 840) gibi müellişer ortaya çıkmıştır.

Bu ilk eserlerden sonra, islâm dünyasında hicrî III. (miladî IX.) yüzyılın ortalarında, sîre, çeşitli monografiler ve tarihî hikâyelerden teşekkül eden malzemenin terkibine dayanan daha gelişmiş bir tarih yazıcılığının doğduğu görülmektedir. İlk büyük tarihçi kabul edilen Ahmed b. Yahyâ el-Belâzurî (öl. 892), ilk islâm fetihlerini konu alan Futûhu’l - buldân ve İslam âlimleri ve önde gelen şahsiyetlerin hâl tercümelerini ihtivâ eden Ensâbu’l-eşrâf isimli eserlerin müelliŞdir. Bu gelenek el-Ahbâru’t-tivâl müelliŞ Ebû Hanîfe ed-Dîneverî (öl. 895), ibn Vazih elYa’kûbî (öl. 897), Kitâbu’l-ma’ârif müellifi ibn Kuteybe (öl. 889), el-Mes’ûdî (öl. 956) ve Hamza el-isfahânî (öl. 970) gibi tarihçiler tarafından devam ettirilmiştir. Muhammed b. Cerîr et-Taberî (öl. 923) tarafından kaleme alınan Ta’rîhu’lumem ve’l-mulûk (Kitâbu ahbâri’r-rusûl ve’l-mulûk) isimli eser, rivâyet esasına dayanan İslam tarihçiliğinin hicretin ilk üç asrında ulaştığı en üst nokta olarak kabul edilmektedir. Aslen İran’ın kuzeyindeki Taberistân bölgesine mensup olan müellif, yaratılıştan ( hilkât ) başlayarak 915 yılına kadar vuku bulan hadiselerin mufassal bir tarihini kaleme alarak daha önce hazırladığı Kur’an tefsirine adeta bir zeyl yapmak istemiştir. İslam dünyasında IX. yüzyılın sonlarından itibaren tarihin kendine has bir ilim dalı hâline gelmesi, tarih ile ilgili eserlerin sayısının hızla artmasına sebep olmuştur. İslam tarih yazıcılığının IX. yüzyıldan itibaren üç farklı tarzda geliştiği görülmektedir:

  1. Genel Tarihler,
  2. Özel Tarihler,
  3. Şehir ve Bölge Tarihleri

İran Ve Orta Asya’da Tarih Yazıcılığı Coğrafi Konum

İslam dünyasında fetihleri takip eden ilk üç asır boyunca ilmî ve edebî eserler Arapça olarak kaleme alınmıştır. Bu gelenek İran coğrafyasında X. yüzyılın ortalarından itibaren yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Bu değişim bir yandan İran coğrafyasında mahalli hanedanların ortaya çıkışı, diğer yandan da Farsça’nın bu hanedanların himayesinde yazı dili olarak yeniden doğuşu ile yakından ilgilidir. Farsça tarih yazıcılığının ilk eseri, meşhûr tarihçi ve müfessir Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin Ta’rîhu’r-rusul ve’l-mulûk isimli eserinin Sâmânî vezîri Ebû ‘Alî Bel’amî (öl. 992’den sonra) tarafından 963 yılında Sâmânî hükümdarı Mansûr b. Nûh (961-976) için kısaltılarak, ama faydalı ilâvelerle yapılan Farsça tercümesidir. Bel’amî tercümesinin günümüze ulaşan çok sayıdaki nüshası, bu tercümeye sonraki asırlarda duyulan geniş ilgiyi açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Büyük Selçuklu devletinin kuruluşu İran coğrafyasındaki bütün ilmî ve edebî faaliyetler gibi tarih yazıcılığı üzerinde de müspet bir tesir yaratmıştır. Özellikle Selçuklu sultanları ve devlet adamlarının gayretleri, Farsça’nın edebî gelişiminin Sâmânîler ve Gazneliler’in bıraktığı yerden hızla devam etmesine sebep olmuştur. Pek çok ilim gibi tarih yazıcılığı da bu gelişmeden fazlasıyla nasibini almıştır. Bununla birlikte, bu eserlerden pek çoğu maalesef günümüze ulaşmamıştır. Bu eserler arasında; Selçuklular’ın menşeinden bahseden ve müellifi bilinmeyen Farsça manzum Melik-nâme , Sultan Melikşâh adına kaleme alınan ve müellifi bilinmeyen Risâle-yi Melikşâhî , Ebû Tâhir el-Hâtûnî tarafından kaleme alınan Târîh-i Âl-i Selçûk , ‘Alî-yi Kazvînî tarafından Sultan Sencer adına kaleme alınan Mefâhiru’l-Etrâk, şair Mu’izzî tarafından Sultan Sencer adına kaleme alınan manzum Siyer-i futûh-i Sultân Sencer ve bilinmeyen bir müellif tarafından Sultan Sencer adına kaleme alınan Sencernâme’yi saymak mümkündür. Yine bu dönemde Şerefe’ddîn Ebû Nasr Anûşîrvân b. Hâlid-i Kâşânî (öl. 1138) tarafından kaleme alınan ve Sultan Melikşâh döneminden müellifin kendi zamanına kadar Selçuklu vezîrlerinin tarihini ihtiva eden Futûru zamâni’s-sudûr ve sudûru zamâni’l-futûr ile Efdalu’d-dîn Ebû Hâmid-i Kirmânî tarafından kaleme alınan Bedâyi’u’l-ezmân fî vekâyi’-i Kirmân da maalesef günümüze ulaşmamıştır.

Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Tarih Yazıcılığı

XI. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen Selçuklu fetihleri ve aynı yüzyılın son çeyreğinde Türkiye Selçuklu devletinin kuruluşu, Anadolu’yu kısa sürede İslam kültür muhitine dâhil etmiştir. XII. yüzyıl başlarında Anadolu’da ilk yazılı kültür faaliyetlerinin başladığı ve aynı yüzyılın ortalarında Tokat ve Niksar gibi Orta Anadolu şehirlerinde ilk medreselerin kurulduğu görülmektedir. XIII. Yüzyılın başlarından itibaren yazılı kültür faaliyetlerinin iyice hız kazanmasıyla birlikte telif ve tercüme eserlerin sayısı da çoğalmıştır. Bu gelişmeye paralel olarak Anadolu’da tarih ile ilgili ilk eserlerin XIII. yüzyılın başlarından itibaren kaleme alınmaya başlandığı görülmektedir

Coğrafi Eserler ve Seyahatnameler

Ortaçağ tarihi araştırmalarının önemli bir kaynak grubunu da coğrafî eserler oluşturmaktadır. Söz konusu eserler umumiyetle İslam ülkeleri ve ülkeler ile yakın temasta bulunan memleketlerin fizikî ve beşerî coğrafyası, dili, tarihi, kültürü ve ekonomisi hakkında yer yer son derece önemli bilgiler ihtiva etmektedirler. Coğrafî eserler, özellikle değerli madenler, ticaret, el sanatları, ziraat, nüfus, etnik, dinî ve mezhebî yapı gibi diğer kaynak türlerinin genellikle suskun kaldığı konularda, araştırmacılara son derece değerli bilgiler sunabilmektedir.

İslam dünyasında X. yüzyıldan itibaren bu türe giren pek çok eser kaleme alındığı görülmektedir. Söz konusu önde gelen eserleri arasında ibn Hurdâdbih’in el- Mesâlik ve’lmemâlik, Ya’kûbî’nin Kitâbu’l-buldân, ibn Rusteh’in elAlâku’n-nefîse, ibn Fakîh’in Muhtasaru kitâbi’l-buldân, ibrâhîm b. Muhammed el-istahrî’nin Mesâliku’l-memâlik, Muhammed b. Ahmed el-Makdisî’nin Ahsenu’t-tekâsim fî ma’rifeti’l-ekâlim, ibn Havkal’ın Kitâbu sûreti’l-’arz , bilinmeyen bir müellife ait Hudûdu’l-’âlem, ibnu’lBelhî’nin Fârs-nâme, el-idrisî’nin Nuzhetu’l-muştâk fî ihtirâki’l-âfâk , ibn Sa’îd el-Magribî’nin Kitâbu basti’l- ’arz fî’t-tûl ve’l-’arz , Zekeriyâ el-Kazvînî’nin Asâru’lbilâd, Hamdullâh Mustevfî’nin Nuzhetu’l-kulûb, Ebu’lŞdâ’nın Takvîmu’l-buldân ve ibn Fazlullâh el-Omerî’nin Mesâliku’l-ebsâr fî memâliki’l-emsâr isimli eserlerini saymak mümkündür.

Coğrafî eserlerin yanı sıra, seyyahların seyahat ettikleri yerlerle ilgili gözlemlerini ihtiva eden seyahatnâmeler de Ortaçağ tarihi araştırmaları için son derece değerli bilgiler ihtiva etmektedir. Başlıca seyahatnâme müellişeri arasında ibn Fadlân, Nâsir-i Husrev, Ebû Hâmid Muhammed elGırnâtî, Takiyyu’d-dîn Ebu’l-Hasan‘Alî el-Herevî, ibn Cubeyr ve ibn Battûta gibi seyyahları saymak mümkündür. Bu bilgiler Tudelalı Benjamin, Simon de Saint-Quentin, Marco Polo, Plano Carpini, Wilhelm Von Rubruk ve Clavijo, Johannes Schiltberger gibi batılı seyyahların verdiği malûmat ile daha da zenginleşmektedir.

Devlet Teşkilatı, Siyaset, Ahlak ve İdare İle İlgili Kaynaklar

Ortaçağ müellifleri tarafından siyaset, ahlâk, edebiyat, dinî ilimler ve tasavvuf ile ilgili kaleme alınan bazı eserler de, özellikle devlet teşkilatı, sosyal, ekonomik, dinî, edebî ve kültürel hayat ile ilgili önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Söz konusu kaynak türleri arasında siyaset ve ahlâk ile ilgili eserler, bilhassa devlet teşkilâtı, hâkimiyet anlayışı ve siyasal düşünce tarihi ile ilgili dikkate değer bilgiler ihtiva etmektedir. Nizâmu’l-Mulk lakabıyla tanınan Hasan b. ‘Alî b. ishak et-Tûsî (öl. 1092) tarafından kaleme alınan Siyâset-nâme (ya da Siyeru’l-mulk) bu türün en önemli eserlerinden biridir: Nizâmu’l-Mulk, Siyeru’l-mulk yâ Siyâsetnâme, I, (Neşreden: M. A. Köymen), Ankara 1976. Eser aynı yazar tarafından Türkçe’ye Siyâsetnâme adı ile tercüme edilmiştir. Yine Ortaçağ islâm devletlerinde siyaset, idare ve ahlâk geleneklerini en iyi aksettiren eserler arasında; Ebû Nasr Fârâbî’nin es-Siyâsetu’lmedeniyye ve el-Medînetu’l-fâzila , Mâverdî’nin Ahkâmu’s-sultâniyye, Keykâvûs b. İskender’in Kâbûsnâme , Yûsuf Hâc Hâcib’in Kutadgu Bilig, Gazzâlî’nin Nasihatu’l- mulûk , Muhammed b. Turtuşî’nin Sirâcu’lmulûk, Alî b. Ebû Hafs el-Isfahânî’nin Tuhfetu’l-mulûk, Nâsiru’d-dîn-i Tûsî’nin Ahlâk-i Nâsir ’sini saymak mümkündür. Bilinmeyen bir müellif tarafından kaleme alınan Tuhfe (der-ahlâk u siyâset) , Muhammed b. Mahmûd Hatîb’in Fustâtu’l-’adâle fî kavâ’idi’s-saltana ve ibn Haldûn’un Mukaddime isimli eserleri de bu gruba dahil edilebilir.

Sosyal, Ekonomik, Dini ve Kültürel Hayatla İlgili Kaynaklar

Ortaçağ tarihi araştırmalarında sosyal, ekonomik, dinî ve kültürel hayatla ilgili önemli bilgiler, yukarıda zikredilen kaynak türlerinin yanında, dinî, fıkhî (İslam hukuku) ve tasavvufî nitelikli eserler, menâkıbnâmeler ve ansiklopediler içerisinde de yer alabilmektedir. Bu kitaplar arasında özellikle fıkıh ilmine ait eserler sosyal ve ekonomik tarih araştırmaları açısından son derece önemli bir yere sahiptir: “Hukuk eserlerinin bir halkın hayatını aksettirdiği” düşünülürse, şimdiye kadar layıkıyla değerlendirilemeyen bu malzemenin bilhassa sosyal ve ekonomik hadiselerle ilgili önemli ipuçları verdiği kendiliğinden ortaya çıkar. Örnek vermek gerekirse, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed Ebî Sehl es-Serahsî (öl. 1090) tarafından telif edilen Kitâbu’l-Mabsût ’ta bu türde pek çok önemli kayıt bulunmaktadır. Yine, Ebû Bekr Muhammed b. ibrâhîm b. Anûş b. Muhammed el-Hasîrî (öl. 1107)’nin el-Hâvî fî’l-fetâvâ isimli eserinde de dinî ve sosyal tarih için kaynak olabilecek bazı önemli fetvalar yer almaktadır. Şimdiye kadar tarih araştırmalarında çok az istifade edilen bu eserlerden yer yer devrin sosyal, ekonomik ve dinî hayatını ilgilendiren önemli ipuçları çıkartmak mümkündür

Edebi Kaynaklar

Şairlerin biyografilerini ve şiirlerinden örnekleri ihtiva eden tezkireler, dîvânlar ve edebî nitelikli eserler, Ortaçağ tarihi araştırmaları için büyük bir öneme sahiptir. Bu tür eserler, özellikle sosyal, ekonomik ve kültürel hayat ile ilgili bilgilerin zenginleşmesine yardım ederler. Dîvânlarda yer alan şiirler, edebî değerlerinin yanında, kıtlık, salgın hastalıklar ve doğal felâketler gibi diğer kaynak türlerinde çok az işlenen konulara ışık tutmaları açısından da önemlidir. Yine şairler tarafından kaleme alınan medhiyelerde de, devlet ricalinin biyografileriyle ilgili başka hiçbir yerde zikredilmeyen bilgilere rastlamak mümkündür. Bu yönüyle dîvânlar, sosyal ve kültürel hayatla ilgili hemen hemen başka hiçbir kaynak türünde zikredilmeyen son derece önemli bilgiler verebilmektedir. Ortaçağ şairlerine ait Arapça, Farsça ve Türkçe pek çok dîvân günümüze ulaşmıştır. Ortaçağ İslam dünyasında sayıları binleri bulan bu dîvânlar arasında burada örnek olarak Selçuklular devrine ait Nâsir-i Husrev, Sûzenî-yi Semerkandî, Hâkânî-yi Şirvânî, Emîr Mu’izzî, Enverî, Mes’ûd-i Sa’d-i Selmân, Amak-i Buhârî, Muhtârî-yi Gaznevî, Edîb Sâbir-i Tirmizî, Esîru’d-dîn-i Ahsîketî, Zâhiru’d-dîn-i Fâryâbî, Seyyid Hasan-i Gaznevî, ‘Abdu’lVâsi’-yi Cebelî, Felekî-yi Şirvânî ve Seyf-i Fergânî gibi tanınmış şairlere ait olanları zikretmek mümkündür.

Nizâmî-yi ‘Arûzî tarafından kaleme alınan Çehâr makâle , Muhammed Avfî tarafından kaleme alınan Lubâbu’l-elbâb ve Devletşâh-i Semerkandî tarafından kaleme alınan Tezkiretu’ş-şu’ârâ’ gibi tezkireler, sadece şair biyografilerini ihtiva etmeleri açısından değil, aynı zamanda devrin kültür geleneklerini ortaya koymaları açısından da oldukça önemlidir. Ayrıca, Muhammed Avfî’nin edebî ve tarihî hikâyeleri hâvî Câmi’u’l-hikâyât ve levâmiu’r-rivâyât isimli eseri de devrin kültürel panoraması açısından değerli bir kaynaktır.