TARİH METODU - Ünite 7: Genel Türk Tarihi Kaynakları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Genel Türk Tarihi Kaynakları

İslam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları

Genel Türk Tarihi, Batı ve Doğu Türkistan’da yaşayan Özbek, Kazak, Türkmen, Kırgız, Karakalpak ve Uygur Türkleri; Batı ve Doğu Türkistan’da yaşayan Özbek, Kazak, Türkmen, Kırgız, Karakalpak ve Uygur Türkleri ile Kafkasya Türklerinin en erken dönemlerden bugüne kadar olan tarihlerini inceler. Bu bağlamda Hun, GökTürk, Uygur Devletleri, Avrupa Hunları, Bulgarlar, Peçenekler, Oğuzlar, Hazarlar ve Kıpçaklar, Harezmflahlar, Moğol İmparatorluğu, Çağatay Hanlığı, Altın Orda Devleti ve ardılı devletler, Timurlular, Şeybanîler, Türkistan Hanlıkları, Sovyet dönemi ve sonrasındaki Türk cumhuriyetleri alan dahilindeki devletlerdir.

Böylesine geniş bir tarihi coğrafya içinde bütüncül bir bilgi birikimi elde etmek güçtür. Özellikle de hemen her devlete ait kaynakların farklı, hatta komşuların tarihlerinde, dillerde var olduğu göz önünde bulundurulursa. Bunlar arasında Çağatayca, Çince, Farsa, Arapça ve Rusça sayılabilir.

Orta Asya Türk Tarihi alanındaki genel bilgiler içeren çalışmalar arasında; René Grousset’in Bozkır İmparatorluğu, İbrahim Kafesoğlu’nun Türk Milli Kültürü, Jean-Paul Roux’nun Türklerin Tarihi, Denis Sinor’un derlediği Erken İç Asya Tarihi , Amerikalı Türkolog Peter Golden’ın Türk Halkları Tarihine Giriş ve Akdes Nimet Kurat’ın IV-XVII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyinde Türk Kavimleri ve Devletleri sayılabilir.

Öğrenciler için alana ilişkin detaylı bilgiler içeren Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi ve Türkler Ansiklopedisi’ nin çeşitli ciltlerinde yer alan ilgili maddeler önemli başvuru kaynaklarıdır.

Asya Hunlarına ait bilgilerin tamamının Çince olması ve bu kaynakların yorumlanması için gerekli olan Çin Tarihi bilgisi sebebiyle bu alanda çalışmak uzmanlık gerektirmektedir. Örneğin Çin kaynakları hem destansı bilgi içermekte hem kuzey kavimlerinin isimleri kendilerine göre değiştirip yazmışlardır. Bu bilgiler de göz önüne alınarak Çin kaynaklarına göre İÖ XX. yüzyıla kadar Hunların kökenleri gitmektedir.

Hunlara ait olduğunu bildiğimiz ilk somut kaynak İÖ 318 tarihlidir. Buna göre Kuzey Sansi’deki bir savaşta Hunlar Hiung-nu olarak adlandırılmıştır. Çin kaynaklarında Türkler güçlü oldukları dönemlerde daha yoğun güçsüz durumda olduklarında ise daha az geçmektedir. Çinliler, Türklerin ilgilendikleri yönlerini kaydetmişlerdir.

Kırgızların gündelik yaşantısı hakkında bilgiler içeren ve Çin kaynaklarına dayanarak 7. yüzyılda olarak tarihlenen Yenisey Yazıtları Orhon alfabesiyle yazılmış olup Orhon Yazıtlarından daha eskidir. Doğu Gök-Türklere ait olan Orhon Yazıtları 8. yüzyılda yazılmıştır. Bu yazıtın bir önemi de kaynağının Türkler değil bizzat Çinliler olmasıdır. Çoğunda boylar arasındaki savaşların anlatıldığı yazıtta, Gök-Türk Kağanlığının Çin kültürünün bilinçli bir şekilde reddeden resmi ideolojisi de görülmektedir.

732’de Kültigin adına dikilen ve metin kısmı bu tarihten olasılıkla 14 yıl önce hazırlanan ilk yazıtta dünyanın yaratılışından Bilge Kağan’ın hizmetlerine kadar çeşitli bilgiler verilmektedir. Tümü Bilge Kağanın ağzından anlatılmıştır.

735’te Bilge Kağan Kültigin yazıtının tekrarı ve tamamlayıcısı niteliğinde bir yazıt dikmiştir.

Vezir Tonyukuk tarafından dikilen yazıtta 720 yılına kadar olan olaylar anlatılmaktadır. Çin kültüründe yetişen vezirin bilge kişiliği taşa yansımıştır.

Bilim dünyasına yeni bir yer kazandıran ve en erken Göktürk metni olan yazıt Mahan Tigin’in mezar taşıdır (Bugut Yazıtı). Taş Soğd, Sankskrit ve Brahma dillerindedir. Yazıtın Soğdça olması en azından erken dönemlerde Göktürk devletinin resmi dilinin Soğdça olma ihtimalini güçlendirmektedir.

Eski Türk efsanelerini hatırlatan bir şekilde yazıtın tepesinde bir kurt ve onun karnında bir insan kabartması bulunmaktadır. Yazıtta, sosyal yapı ve toplumun hiyerarşik yapılanması hakkında bilgiler verilmektedir. Ayrıca Budizm’in Türkler arasında yaygın olduğu da anlaşılmaktadır.

Gök-Türklerin ardılları olan, Uygurlar (744-840) Moğolistan’da yaklaşık yüz yıl hüküm sürmüş; sonrasında ise Yenisey Kırgızları tarafından yenilerek Ötüken’i terk etmişlerdir.

Manizmin ve Budizm inançlarının yaygın olan Uygurlarda yerleşik hayata geçiş dilde somut kelimelerin yanında soyut kelimelerin de ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Erken dönemlerde Gök-Türk alfabesini kullanan Uygurlar daha sonra Soğd alfabesini uyarlayarak kendi yazılarını geliştirdiler. 10-11. Yüzyıllarda olan en olgun şeklini alan Uygur alfabesinin etkileri 17. yüzyılda Müslüman Türk kültür sahasında da görülmektedir. Budizm’in etkisiyle felsefi ürünler veren Uygurlar Türk düşünce tarihlerinden etkilemişlerdir.

Şine-Usu Yazıtı: Aynı isimli gölün yakınında bulunan yazıt Moyun Çur, Kağan’a aittir. 8. Yüzyılda dikilen yazıtta Türk Boyları arasındaki mücadeleler anlatılmaktadır.

Kara Balgasun Yazıtları: Türkçe Çince ve Sogdça yazılan bu yazıt başlangıcından 9. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar olan Uygur tarihini konu alır. Alp Bilge Kağan adına dikilmiştir. Uygurların idari yapılanmasında bahsedilen metinde Uygur ülkesine gelen Mani Rahibinden de bahsedilmektedir. Kağan’ın dinin yayılmasını teşvik ettiği ve yerleşik hayata geçmekteki atıflarından yazıtta yer aldığı anlaşılmaktadır.

Dinin kurucusunun ressam olması Mani inancını benimseyen Uygurların bir sanat geleneği de devralmasına sebep olmuştur. Bunun içinde freskler ve minyatürler yer alır.

Farklı tesirlerden etkilenen Uygur medeniyeti, sonrasında kendi özgün eserlerini ortaya koyarak zengin bir kütüphane oluşturmuştur. Günümüzde bu eserlerin önemli bir bölümü Berlin Völkerkunde Müzesi’nde bulunmaktadır. Uygur medeniyeti Karahanlılardan Osmanlıya kadar pek çok Türk kültürünü etkilemiştir. Örneği Fatih Sultan Mehmet Akkoyunlulara karşı kazandığı savaşın sonunda hazırlattığı zafernameyi Uygur dili ve alfabesi ve dilinde kaleme almıştır.

İslam’dan sora da pek çok kültür ürünü yaratan Uygurların eserleri derin bir mistisizm taşır.

13-16. Yüzyıllar Orta Asya Tarih Yazıcılığı

Bölgede uzun süreli siyasi bir istikrar sağlayan Moğollar döneminde Avrupalı tüccar ve misyonerler Orta Asya’ya gelmiş ve seyahatleri sonunda önemli bilgiler su an eserler ortaya koymuşlardır. Bular arasında P. Carpini, W. Rubruck, M. Polo, İbn Battuta ve S. von Herbestein sayılabilir.

Misyonerlik faaliyetleri için Papa tarafından Moğol ülkesine gönderilen Plano Carpini 1246’da Altın Orda başkentine ulaşmıştır. Seyahatnamesinde, bozkır hayatı, gelenek ve inançlar ile Moğol-Rus ilişkilerin anlatmıştır.

Fransa Karalının Haçlı Seferi sonrasında Volga civarına seyahat eden Wilhelm von Rubruck oradan Batu’ya sonra da Moğolistan’a gitmiştir. Moğol ülkesindeki sosyal hayatı, Hıristiyanlara bakış açısını ve Han Ailesini anlatmıştır.

Ünlü seyyah Marco Polo babası ve amcasıyla Kubilay Han’ın başkenti Hanbalık’a gitmiştir. Anadolu, Mezopotamya, İran ve Tükistan yoluyla Çine varmış ve Kubilay Han’ın verdiği görevi kabul ederek on yedi yıl boyunca dolaşmış ve Venedik’e döndükten sonra Doğu Ve Batı Kaynaklarında Çin Seyahati isimli seyahatnamesini yazmıştır.

Altın orda devletini gezen ünlü Arap Seyyahı İbn-i Battutah devlet yöneticileriyle ülkedeki sosyal hayat hakkındaki izlenimlerini seyahatnamesinde yazmıştır.

Altın Orda’nın Rusya üzerindeki etkilerinden bahseden Sigusmunt von Herbertstein Rusya’ya elçi olarak gönderilmiş ve eserini de bu sırada kaleme almıştır.

Diğer önemli araştırma eserleri ise A. Yakubovski, Mustafa Kafalı ve İlyas Kamalov’un yayınlarıdır.

İlk Moğol belgeleri 13. yüzyılı ilk yarısında karşımıza çıkan yarlıklar, kitabeler ve mektuplarıdır. Cengiz Han döneminde kanun ve nizamnamelerde yazılmıştır. Çünkü Cengiz Han kararlarının yazılarak nesilden nesile aktarılmasını istemiştir.

Sonraki kaynaklar arasında Altan Topçi, Cami’u ‘t-tevarih ve Moğolların Gizli Tarihi sayılabilir.

Eğitimli bir kişi olan Ötemiş Hacı’nın yazdığı Tarih-i Dost Sultan Çağatay Türkçesi ile yazılmış ve Cengiz Han’dan 14. yüzyılın sonuna kadar olan olayları içeren en önemli eserdir.

Altın Orda’nın son dönemlerinde Rus knezleri ile olan ilişkilerini öğrendiğimiz Edigey, Ahmed Han ve Murtaza Han ’ın mektupları da önemli birer kaynaktır.

Altın Orda’nın ticarete verdiği önemi Venedik tacirlerine verdiği yarlıklar ile Osmanlı Devleti’ne gönderdiği bitikler aracılığı ile anlayabiliriz. Akdes Nimet Kurat, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivindeki Altın Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlıklarına Ait Yarlıklar ve Bitikler isimli kitabında söz konusu bu belgeleri derlemiştir.

İlhanlı ve Altın Orda devletleri arasında geçen mücadeleler W. Tiesenhausen tarafından Farsça kaynaklardan Rusçaya çevrilip yayınlanmıştır. Bunlardan başka İlyas Kamalov rus kroniklerini analiz ederek Altın Orda ve Rusya isimli eserinde döneme ait önemli bilgilere ulaşmıştır.

İran ve Türkistan’ın birleştiği 14. yüzyılın sonu ile 15. yüzyıllar arası bölge için farklı bir dönem olmuştur. Timur, imar ve kültür işlerine önem vermiştir. Onun bu özelliği İbn Haldun tarafından da vurgulanmıştır.

Timurlular tarih yazımında Farsçayı kullanmış olsalar da Çağatay dili de gelişmiş ve 15. yüzyıl boyunca sarayın edebiyat ve şiirine damga vurmuştur. Timur Döneminde günümüze ulaşmamış olsa da Çağatay Türkçesiyle yazılmış tarih kitapları olduğu da bilinmektedir.

15. yüzyılda Timur’un yanına gönderilen İspanyol elçi Ruy Gonzales de Claviyo ile 16. yüzyılda Orta Asya’ya gönderilen İngiliz Anthony Jenkinson’un seyahatnameleri Timur Dönemini anlatan önemli eserlerdir.

Çağatay Türkçesi ile yazılmış Vekayi veya Babürname adli otobiyografik eserin yazarı olan Hindistan Timurluları İmparatoru Babür, Türkistan’ı bırakıp Hindistan’da yeni bir devlet kurmaya mecbur kalmıştır. Eser Babür’ün siyasi mücadelelerini anlatır. Sonrasında bu geleneği de kızı Gülbeden Begüm ile Cihangir de sürdürmüştür.

Babür’ün akrabası ve çok iyi bir tarihçi olan Mirza Haydar, Doğu Türkistan, Maveraünnehr ve Kazak Hanlarının tarihi bakımından başvuru kaynağı olan Tarih-i Reşidi isimli eserini Farsça yazmıştır.

Türkistan Hanlıklarında Tarihçilik

Şeybani, Astrahani ve Mangıt isimli Özbek Hanları Buhara bölgesinde sırasıyla hüküm sürmüştür. Bu bölge Tacik ve fars kültürünün en yoğun olduğu bölgedir. Resmi dili Farsça olan Hanlıkta yaklaşık 70 kadar kitap yazılmış bunlar günümüzde el yazması halinde dünyanın çeşitli kütüphanelerine dağılmıştır.

Orta Asya’da kurulu bir tarih yazımı geleneği olsa da özellikle yerel tarih yazıcıları 16. Yüzyıldan sonra gelişmiş ve Buhara, Harezm ve Hokant Hanlıkları dönemlerinde yazılan eserlerin esas amacı hükümdarlara meşruluk kazandırmak olmuştur.

Hanlığın erken dönemlerinde Türkçe tarih yazıcılığı teşvik edilmiş olsa da Özbek Hanlıkları içinde Türk dilinde tarih yazımı yalnızca Harezm’de gelişmiştir. 16. yüzyılın başlarında Çağatayca yazılmış 3 eser vardır.

Muhammed Salih’in Şeybani-name ’si ile Safavi tarihçisi Hasan Rumlu’nun Ahsenü’t- Tevarih adli eseri Çağatay Hanları dönemindeki ilim ve siyaset adamları hakkında ödüllü bilgiler içermektedir.

Meiendorf 19. yüzyılın başlarında Buhara’ya gelmiş ve burada medreseleri dolaşarak eğitim sistemin incelemiştir. Birkaç sebepten dolayı tarihçiliğin burada az geliştiği öne sürmüştür.

Araştırmalarıyla Çağatayca çalışmalarında temel kurmuş ve Avrupa’da Orta Asya araştırmalarının öncüsü olan Vambery, bölgede yaptığı gözlemleri yayınlamıştır.

Çağatay Türkçesi ile yazılan Şecere-i Türk adlı eser tarihi olayları destanları ve hatıratları içermektedir. Hive Hanlığında tarih yazıcılığı da bu kitapla başlar. 15. yüzyılın ikinci yarısından 1665’e kadar olayları içeren kitap Ahmet Vefik Pasa tarafından Osmanlı Türkçesi’ne çevrilmiştir.

Hive’de tarih yazımı Ebulgazi’den sonra gerilemiştir. Hanlıkta Muhammed Rahim Han’ın siyasi istikrarı sağlaması ile başlayan refah döneminde onun teşvikiyle kurumsallaşmış tarih yazıcılığı ile başlamıştır. Onun görevlendirdiği Munis’in yazımına başladığı ancak tamamlayamadığı eseri Firdevsü’l-ikbal adlı eseri tamamlamak üzere Allahkulu Han Agahi görevlendirilmiştir. Ayrıca diplomat Nikolay Murav’yov’un 1819’da Hanlığa yaptığı seyahati anlattığı seyahatnamesi oldukça ilginçtir.

Yerel tarihçilik 1920’lere kadar Çarlık Rejiminde de devam etmiştir. Sonrasında ise Orta Asya araştırmaları Rus oryantalistler tarafından sürdürülmüştür.

Samani, Karahanlı, Harzemşahlar ve Moğollar dönemlerini ele aldığı Moğol İstilasına kadar Türkistan isimli temel başvuru kitabıyla Rus tarihçi V.V. Barthold Orta Asya tarih araştırmalarının da temelini atmıştır. Onun önerisine göre Moğol İstilası sonrasında Moğollar tahrip olmuş sosyo-ekonomik yapıyı tekrar eskisinden daha sağlam bir biçimde kurmuştur. Ayrıca Uzak Doğu ve Avrupa arasındaki kültürel bağları da güçlendirmiştir.

Tarihsel eleştiri hususunda uzman olan Barthold’un yazdığı ya da katkıda bulunduğu diğer önemli eserler arasında Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İslam Ansiklopedisi, İslam Medeniyeti Tarihi, Rusya ve Avrupa’da Oryantalizm, Semireçye Tarihi, Türkmen Halkının Tarihi ile Türkistan’ın Kültür Hayatının Tarihi sayılabilir.

Barthold’un öğrencilerinden A. Yakubovsky ile Yuri Bregel’in çalışmaları Orta Asya tarihçiliği için oldukça önemli kaynaklardır. Bregel’in üç ciltlik Bibliyografya’ ile Orta Asya Tarih Atlası alan için temel başvuru metinleri olup Türkçeye çevrilmemişlerdir. Bregel çalışmalarında Türkleri

Orta Asya’nın asli unsuru olarak görmez hatta onların asli unsur olan İranlı nüfusun kültürüne karışarak onu olumsuz yönde etkilediğini de belirtmektedir. Orta Asya modern tarihçiliğinde yerel halktan tarihçilerin yetişmesi ancak 1950’lerde gerçekleşebilmiş ve 1970’lerde de ağırlığı bu araştırmacılar almaya başlamıştır.

Tüm Sovyet Rus tarihçiliğinde olduğu gibi Orta Asya tarihçiliğinde de belirgin ideoloji olan Marksist teorilerin izleri görülebilmektedir. Bunun bir sonucu olarak tarihsel sürekliliği belirli unsurların etkisiyle gelişen durumlar gibi görme eğilimi hakimdi. Ancak ilginç bir sonuç olarak yerel tarihçilerin Orta Asya’daki Rus işgali hususunda gösterdikleri tepkiler Rus tarihçilerden daha az olmuştur.

Sovyet Rusya’sında partinin politikası dışında kalan Eski Çağ tarihçiliğinde bir serbestlik söz konusudur. Bunun bir sonucu olarak da Farsça ve Çağatayca metinler çevrilmiş bu konulardaki araştırmalar da yoğunluk kazanmıştır.

Orta Asya’da uluslara dayanıyormuş gibi görünen ancak milli unsurlardan yoksun olarak kurulan cumhuriyetlere birlik içinde meşru birer yer kazandırmak amacıyla başlatılan teorik çalışmalar, Sovyet varlığını kendisi için önemli gören tarihçilerin de katılımıyla bir tarihçilik anlayışının gelişmesine sebep olmuştur.

Erken uluslaşma dönemlerinde tarihçiler arasında millilik görevi Barthold’a verilmiştir. Sonrasında ise bu görev proleter düzen içinde yetişen yeni aydınlara bırakılmıştır.

II. Dünya Savaşı sonrasında Rusya’da kahramanları yüceltmek gibi bir eğilim başlamıştır. Sonrasında ise tüm cumhuriyetlerde bu eğilim yayılmış ve böylelikle her birinde Ruslarla savaşmamış birer kahraman yüceltilmiştir.

1950’lerin sonrasında ise Orta Asya cumhuriyetlerinin tarihleri mevcut etnik gruptan yola çıkıp geri gidilerek yazılmaya başlanmış ve bunun bir sonucu olarak da Orta Asya’nın ortak edebi dilinin Çağatayca olduğu öne sürülmüştür.

1991 sonunda cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını kazanmaları da tarih yazıcılığında radikal bir değişiklik yaratmamıştır. Sovyet geleneği devam etmiştir.

Ceditçilik Hakkında Tarih Yazımı

19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında Rusya Türkleri arasında, İsmail Gaspıralı’nın önderliğinde bir eğitim reformu olarak başlayan ancak sonra sosyal hayatın her yerine yayılan bir reform hareketiyle Ceditçilik başlamıştır.

Modern görünümlü bu yeni fikir adamları ulema tarafından hoş karşılanmadı ve savunma refleksleriyle bu gençleri birer yozlaşma olarak gördüler.

Ceditçilik 1890’lardan sonra Türkistan’ı etkilemiş ancak burada gelişme çeşitli nedenlerle sekteye uğramıştır. Bunun en önemli sebebi Buhara Hanlığının 19. yüzyılda dış dünya ile neredeyse tamamen iletişimsiz olmasıdır.

Sovyet Dönemi’nde Ceditçilik farklı koşullar altında farklı değerlendirmelere tabi tutulmuştur. 1920’lerde kabul edilen akım 1930’larda düşmanca bir tavırla karşı karşıya kalmıştır. Ceditçiler Pan-Türkist, Pan-İslamist ve Rus karşıtı olarak suçlandılar.

Akıma karşı 1940’larda başlayan yumuşama savaşın bitmesiyle tekrar geri dönmüş 1960’larda ise başlarda demokratik ve reformist olmasına karşın sonrasında halk karşıtı bir akıma dönüştüğü savunulmuştur.

1970’lerde bazı tarihçiler Ceditçiliği tekrar yorumladılar ve onların da tarihsel birikime olan katkılarını vurguladılar. Birkaç Ceditçi aydının aklandığı bu dönemden sonra Tatar, Başkurt, Özbek ve Kazak araştırmacılar kültür mirasını yeniden keşfetmeye yönelmişlerdir.

1950’lerden sonra A. Benningsen, C. LemercierQuelqujay, E. Wimbush ve diğer araştırmacılar Müslüman milli komünizmi, Sultan Galiev ve Sovyet Müslümanları gibi konularda araştırmalar yapmışlardır.

Son yıllarda Fransız, Alman ve Amerikalı tarihçiler Ceditçiliğin tarihi kökenlerine yönelik kabul gören fikirlere eleştirel yaklaşımlar görülmeye başlanmıştır. Bunlar arasında Alman araştırmacı M. Kemper ve Amerikalı A.J. Frank sayılabilir.

Orta Asya Ceditçiliği, Ceditçi-Kadimci ihtilafı hakkındaki yeni yaklaşımlar gösteren araştırmacılardan Fransız S. Dudoignon, C. Noack ile A. Khalid’in çalışmaları oldukça önemlidir.

Osmanlı ve Rusya Türkleri arasındaki ilişkiler erken dönemlerde etnik birliktelikten ziyade dini zeminde ilerlemiştir. İstanbul’daki tekkeler Rusya’daki Müslümanların uğrak yeri olmuştur.

II. Meşrutiyetle birlikte Osmanlı içinde başlayan özgürlükçü ortam pek çok Ceditçi aydının İstanbul’a gelmesine ve burada yayın faaliyetlerine geçmelerine olanak sağlamıştır. Bu dönemde Jön Türk hareketi ile Ceditçi ve Türkçü aydınlar arasında bir birlik oluşmuştur.

Kendisi de Ceditçi olan Abdullah Battal-Taymas’ın Kazan Türkleri isimli kitabı ile Tatar Cedit hareketinin önde gelen şahsiyetlerinin biyografilerini derlediği çalışması alan için birer temel başvuru yayınıdır.

Z.V. Togan’ın Bugünkü Türkili ve Yakın Tarihi ve Hatıralar isimli kitapları dini reformculuk, Ceditçilik ve Türkistan’daki Basmacılık hareketi hakkında önemli bilgiler içerir.

Rus kökenli Başkurdistanlı Abdülkadir İnan’ın çalışmalarından derlenen Makaleler ve İncelemeler ile Özbek kökenli tarihçi Baymirza Hayit’in Türkistan tarihi hakkındaki yayınları alan için önemli eserlerdendir.

Ceditçiliğin içinden gelen bu tarihçilerin çalışmaları daha çok milliyetçi ve seküler bir söylem çerçevesinden hazırlanmış olup çoğu kez tarihsellikten uzak siyasi nitelik yüklüdürler.

Azerbaycanlı Ahmet Caferoğlu ile Mirza Bala’nın çalışmaları ve Cafer Seydahmet Kırımlı’nın yayınları Azeri tarihi için temel çalışmalardır. Rus kökenli olmayan Fuad Köprülü’nün Orta Asya tarihine yönelik çalışmaları da reform hareketlerini incelemektedir.

1960’larda Ceditçi söylemi tamamen benimseyen bir akım ortaya çıkmıştır. Akdes Nimet Kurat’ın Belleten’de yayınladığı makalesi bu yaklaşıma uygun bir çalışmadır.

Bu dönemi çalışan araştırmacıların karşılaştıkları temel problem, yaşanan siyasi düzensizlikler ve konjonktür değişiklikleriyle kaynakların her zaman için araştırmacılara kapalı olmasıdır. Bu boşluğu dolduran çalışmalar arasında Nadir Devlet, Mehmet Saray, Timur Kocaoğlu ve Ahat Andican’ın detaylı yayınları sayılabilir.