TARIM EKONOMİSİ VE TARIMSAL POLİTİKALAR - Ünite 5: Türkiye’de Tarımsal Üretim ve Tarımsal Dış Ticaret Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Türkiye’de Tarımsal Üretim ve Tarımsal Dış Ticaret

Ünite 5: Türkiye’de Tarımsal Üretim ve Tarımsal Dış Ticaret

Türkiye’de Tarım Sektörünün Ekonomideki Yeri

Bir ülkenin genel sosyoekonomik yapısı içerisinde tarım sektörünün yeri; sektörün ulusal gelire katkısı, ülkeni gıda ürünlerinde kendine yeterlilik durumu ve bu bağlamda dış satım ve dış alım açısından gösterdiği özellikler, sanayi sektörüne girdi sağlaması, istihdamdaki payı, talep yaratma gücü vb. etkenler göz önüne alınarak değerlendirilebilir.

Tarım Bakanlığı’nın 2010 verilerine göre Türkiye’de 174,5 milyon dekar ekili dikili alan, 192,4 milyon dekar orman arazisi, 123,8 milyon dekar çayır ve mera alanı bulunmaktadır. Bu alanların 145,2 milyon dekarı ekili (tarla), 23,4 milyon dekarı dikili (meyveli ağaç) ve 5,9 milyon dekarı ise sebze-çiçek bahçesidir. Ekili-dikili alanların ürünlere göre dağılımına bakıldığında tahıllar %74, endüstri bitkileri %11, baklagiller %8, sebzeler %5 ve yumrulu bitkiler %2’lik bir orana sahiptir.

Son yıllarda ülkemizdeki tarımı yakından ilgilendiren üç süreç bulunmaktadır. Birinci süreçte, Türkiye 2000 yılından bu yana iç pazara dönük bir tarım reformu uygulamasını sürdürmekte ikinci süreç, Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması müzakerelerinin devam etmesi ve üçüncü süreç ise Türkiye’nin AB Ortak Tarım Politikasına uyum çabaları içine girmiş olmasıdır. Bu üç süreç Türk tarım sektörünü, tarımsal üretimi ve üreticileri doğrudan etkilemekte tarımsal yapıda, üreticilerin üretim kararlarında ve geleceğe yönelik beklentilerinde etkili olmaktadır.

Genel olarak ülkemizde tarımsal ürün üretimi, bazı istisnalar hariç, iç talebi karşılayabilecek durumdadır. Buna rağmen tarımsal üretimdeki verim, henüz arzulanan düzeye ulaşmamış ve gerek iç gerekse dış pazarlama organizasyonundaki yetersizlik, tarımsal üretimi yavaşlatmaktadır. Oysa Türkiye’nin dünya pazarına daha fazla ve daha iyi koşullarla tarımsal ürün satması, satışlarını zaman içinde hammaddelerden işlenmiş ürünlere doğru kaydırarak artırması ve böylece dünya pazarındaki payını büyütmesi gerekmektedir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için, sektörde yapılaması gereken bazı düzenlemeler vardır.

  • İç ve dış piyasa koşulları dikkate alınarak tarımsal üretim politikası oluşturulmalıdır.

  • Üretimde verim ve kaliteyi artıracak stratejiler belirlenmelidir.

  • Pazarlama altyapısı iyileştirilmelidir.

  • Üreticiler arasında, pazarlama kuruluşları arasında ve üreticilerle pazarlamacılar ve işleme sanayi arasında yatay ve dikey entegrasyonu sağlamak için örgütlenme teşvik edilmelidir.

  • İç ve dış pazarlama organizasyonunda kurumsal yapı, görev ve yetki dağılımının yeniden düzenlenmesi ve arz konsantrasyonunun artırılması suretiyle iyileştirilmelidir.

  • Dış ticaret politikası oluşturularak buna uygun stratejiler belirlenmelidir.

  • Pazarlamada vergi kayıplarını ve haksız rekabeti önleyecek ve piyasanın şeffaflığını sağlayacak düzenlemeler (ürün borsaları, zorunlu standardizasyon uygulamaları vb.) yapılmalıdır.

  • Tarıma dayalı sanayilerin gelişmesi teşvik edilmelidir.

Teorik olarak ulusal ekonomiler güçlendikçe büyüyen GSMH içerisinde tarımın payı göreli olarak azalır. Bu durum, tarımda yaratılan katma değerin diğer sektörlere oranla daha düşük olması ve gelir artıkça tüketim harcamalarının sınai mallara ve hizmetler sektörüne kayması ile açıklanmaktadır.

Ekonomik kalkınma ile birlikte milli gelirin artması ve gıda maddeleri talebinin giderek küçülmesi, tarım dışı sektörlerin büyüme hızının tarım sektörünün büyüme hızının üzerine çıkması, tarım sektörünün milli gelir içindeki payının zamanla azalması sonucunu doğurmaktadır. Tarımın Türkiye ekonomisindeki önemi nispi olarak azalmış olmakla birlikte yurt içi gıda gereksiniminin karşılanması, sanayi sektörüne girdi temini, ihracat ve yarattığı istihdam olanakları açısından hala büyük önem taşımaktadır.

Bir ekonomide tarım sektörünün milli gelir içindeki nispi öneminin giderek azalması ekonomik gelişmeye paralel olarak sektörlerin büyüme hızlarındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Sektörlerin zaman içindeki büyüme hızları ise liberal kapitalist sistemde tüketici tercihlerine bağlıdır. Zamanla geliri artan tüketicilerin taleplerinde de artış olur ancak geliri artan tüketicilerin çeşitli mal gruplarından satın almak istedikleri miktarlardaki artış oranı farklıdır. Ekonomik gelişme ile birlikte bir ülkenin milli geliri ve dolayısıyla kişi başına düşen milli gelir miktarları artarken daha fazla satın almak istenen malların üretimi de artacaktır.

Türkiye’de Tarım Sektörü ve Ekonomik Büyüme

Cumhuriyetin ilk döneminde (1923-1929) tarım sektörünün ekonomideki önemi, istihdamdaki payının %89, GSYH’daki payının %44,5 ve büyüme hızının %27 olmasından anlaşılmaktadır. O dönemden günümüze tarım sektörünün itici gücü ile diğer sektörler de gelişmiş, sanayi sektörü ve hizmetler sektörünün ekonomideki payının büyümesi ile tarımın ekonomideki payı da büyümüştür.

Tarım sektörü, yapısı gereği işgücüne büyük ölçüde ihtiyaç duymaktadır. Gerçekten de tarımsal faaliyet bir yaşam biçimidir. Bu bağlamda, tarımın istihdamdaki payı 1980’de %50,6 iken 2003’te %34,3’e gerilemiştir. Tarımda sermaye birikiminin ve teknoloji kullanımının artışıyla bu oran daha da aşağılara çekilebilecektir. 2000 yılından beri tarım sektöründe uygulanan IMF – Dünya Bankası destekli liberal politikalar sektördeki istikrarsızlıkları sürekli hale getirmiştir. 2000-2009 yıllarını kapsayan dönemde tarımın büyüme hızı Türkiye ekonomisinin büyüme hızının altında kalmış, hatta ekonominin genel olarak büyüdüğü 2003 ve 2007 yıllarında bile tarımda önemli küçülmeler yaşanmıştır.

Bugün gelişmişliğin göstergelerinden biri, tarımın ekonomi içindeki payının küçüklüğüdür. Bu payın küçüklüğü, bir yandan tarım toplumu olmaktan çıkmışlığın veya sanayi ve hizmetlerin büyüklüğünün bir işaretidir. Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken göstergeler arasında kırsal nüfusun yüksekliği, tarımsal istihdamın toplam istihdamdaki payı ve tarımın GSYH içindeki payının yanı sıra, destekleme ödemelerinin mutlak ve göreli payı da bulunmaktadır.

2000’li yılların başında IMF ve Dünya Bankası tarafından Türkiye’ye önerilen ve siyasi iktidarlar tarafından kararlı bir biçimde uygulanan tarım politikaları, sektörde istikrarsızlığa yol açmış ve tarımın büyüme hızı GSYH’deki büyüme hızının oldukça altında kalmıştır.

Türkiye’de Organik Tarım ve Tarımsal Üretim İçindeki Payı

Organik tarım; üretimde kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketim kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Organik tarımın amacı; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumaktır.

Ülkemizde organik tarım faaliyetleri 1986 yılında Avrupa’daki gelişmelerden farklı şekilde ithalatçı firmaların istekleri doğrultusunda, ihracata yönelik olarak başlamıştır. Organik tarım ilk kez, Türkiye’nin geleneksel ihraç ürünlerinden kuru incir ve kuru üzüm ile Ege bölgesinde gerçekleştirildi. Daha sonra bu ürünlere kuru kayısı, fındık gibi ürünler de katılarak farklı bölgelere yayıldı.

Dış pazarlarca talep edilen çeşitlerin talep edilen miktarlarda üretilmesiyle 1985 yılında başlayan organik tarım ürünleri üretimi, 2000’li yıllara gelindiğinde yeni bir boyut kazanmıştır. İlk yıllarda sadece 8 ürün organik olarak üretilirken 2008 yılında üretilen ürün çeşidi 247’ye ulaşmış, 9384 üretici 141752 hektar alanda 415380 ton ürün elde edilmiştir.

İhracatımızın yöneldiği ülke sayısı 33 olup AB ülkeleri en önemli ihraç pazarlarımızı oluşturmaktadır. AB ülkeleri dışında, Kuzey Avrupa ülkeleri, ABD, Kanada, Güney Kore, Tayvan, Yeni Zelanda ve Japonya dikkat çeken potansiyel pazar görünümündedir.

Türkiye’de Tarımsal Dış Ticaret

1980’li yıllardan itibaren dünya ekonomisinde yaşanan gelişmeler, tarımsal ürün piyasasına, rekabet düzeyinin yükselmesi ve piyasa müdahalelerinin artması şeklinde yansımıştır. Yaşanan başlıca gelişmeler, tarım ürünleri fiyatlarındaki istikrarsızlık, dünya ekonomisinde yaşanan küresel durgunluk, gelişmiş ülkelerde gıda tüketiminde doyum noktasına ulaşılması, az gelişmiş ülkelerde düşük satın alma gücünün ithalat talebini sınırlaması, pek çok ülkenin kendine yeterli olma konusunda ilerleme kaydetmesi olarak sıralanabilir.

Türkiye’de tarım sektöründe üreticiler pazara mal sunarken veya pazardan girdi satın alırken örgütlü bir ticaret ve sanayi kesimi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Ancak, tarımsal işletmeler dağınık ve küçük olduklarından ekonomik çıkarlarını korumaları güç olmakta, verimliliği artırma ve ürünü değerlendirmede sermaye olanaklarından ürünlerin satışında da pazarda etkili olamamaktadır.

Türkiye, AB ülkeleri ve ABD başta olmak üzere birçok ülkeye fındık, kuru incir, çekirdeksiz kuru üzüm, antep fıstığı, kuru kayısı, tütün, zeytinyağı, pamuk, baklagiller, yaş sebze-meyve ihracatı yapmaktadır. Türkiye bu ürünlerin ihracatında dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer almaktadır. İthal edilen tarımsal ürünlerin başında ise; buğday, mısır, pirinç, yağlı tohumlar, pamuk, canlı hayvan ve et gelmektedir.

Tarım ürünleri ihracatı son 8 yılda %213 artmıştır. Uluslararası Standart Ticaret Sınıflamasına göre tarım ürünleri ihracatı; 2002 yılında 4,05 milyar dolar iken, 2010 yılında 12,7 milyar dolara ulaşmıştır.

Türkiye’de Tarım Sektörünün Temel Sorunları

Tarımda korumacılık ile serbestleşme iki farklı yaklaşım olarak kabul görmektedir. Ticaretin serbestleşmesi serbest ticarete geçiş ile mümkün olmaktadır.

Tarımsal ticaretin serbestleşmesi üç şekilde kendini gösterir. Birincisi, tarım piyasalarında kamu müdahalelerinden uzaklaşılarak tam rekabet piyasasına doğru geçiştir. İkinci gösterge, ortalama gümrük tarifeleri ve sektöre yönelik yurt içi destek oranlarının azaltılmasıdır. Son gösterge ise reel kurun ve reel efektif sektörel kurların zaman içinde görece istikrarlı olduğu, büyük dalgalanmaların yaşanmadığı bir ortamın varlığıdır.

Türkiye tarımının birçok yapısal sorunu bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir.

  • Tarım arazilerinin parçalı olması. Miras hukukunun düzenlemesinden kaynaklanan bu sorun işletmelerin ‘‘ticari tarım’’ yerine ‘‘geçimlik tarım’’ yapmasına neden olmaktadır.

  • Tarımsal girdi kullanımı (tohumluk, gübre, ilaç) ve bilgi ediniminin hala akraba ya da girdi satan kurumlara danışılarak yapılması.

  • Tarıma girdi sağlayan, tarımsal ürünleri üreticilerden satın alıp bir ölçüde Pazar garantisi sağlayan SEK, YEMSAN, EBK gibi KİT’lerin özelleştirilmesi.

  • Destekleme alımlarından vazgeçilmesi.

  • Tarımsal destekleme görevini yapan kurumların popülist politikalardan sıyrılamaması.

  • Tarımsal ürün fiyatları ve üretim maliyetlerinin dünya piyasalarında ağırlık taşıyan ülkelerle karşılaştırıldığında yüksek kalması.

  • Tarımsal kooperatifçiliğin gelişmemesi.

  • Bölgelerarası verim ve gelir farklılıklarının dikkate alınmadan genelleşmiş tarım politikalarının uygulanması.

  • Tarımsal arzın kontrol edilmemesinden kaynaklı bazı ürünlerde üretim açığı bazılarında ise gereksiz stokların oluşması.

  • Siyasi tercihler sonucunda Ziraat Fakültesi açılmış olması.

Tarımsal verimliliğin artırılması için ise aşağıdaki uygulamalar hayata geçirilebilir:

  • Tarımsal işletmelere finansal performans analizi uygulaması yerleştirilebilir.

  • Tarım sektörüyle bağlantılı tarımsal sanayilere yatırım yapılabilir.

  • Devlet korumacılıktan vazgeçip rekabeti teşvik edici politikalar izleyebilir.

  • Bölgesel kalkınma planları hazırlanabilir.