TEKNOLOJİ, İNNOVASYON VE GİRİŞİMCİLİK - Ünite 1: Tarihsel Süreçte İşletme ve Teknoloji Etkileşimi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Tarihsel Süreçte İşletme ve Teknoloji Etkileşimi

Giriş

Teknoloji, bir endüstri ile ilgili yapım yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve aletleri, bunların kullanım biçimlerini kapsayan bir uygulama bilgisidir. Bu uygulama bilgisi, insanlığın ilk zamanlarından günümüze birikimli bir şekilde artmış, böylece yeni araçlar geliştirilmiş, geliştirilen yeni araçlarda teknolojik gelişmeyi daha da hızlandırmıştır. Teknoloji, günümüzde işletmelerin hayatta kalması ve kâr elde edebilmeleri için hayati önem taşımaktadır.

Başlangıç: Endüstri Devrimi

Teknoloji ve işletme faaliyetleri arasındaki etkileşimi incelemek için başlangıç noktamız 18. Yüzyılda İngiltere’de başlayan endüstri devrimidir. Endüstri devrimini başlangıç noktası olarak almamızın en temel nedeni üretim faaliyetlerinde el emeği ile birlikte ilk defa makinelerin kullanılması, üretim miktarlarının geçmişe göre olağanüstü artması ve son olarak büyüyen ve karmaşık bir hâle gelen işletme faaliyetlerini düzenleme ihtiyacının ortaya çıkmasıdır. Endüstri Devrimini başlangıç noktası olarak almamızın bir diğer nedeni de Endüstri Devriminin ekonomiyi aşan bilimsel, toplumsal ve kültürel sonuçlarıdır.

Avusturyalı iktisatçı J. Schumpeter (2003), eski üretim tekniklerini ve ürünleri, sürekli bir şekilde yok ederek yerine yeni üretim teknikleri ve ürünler koyan bu endüstriyel mutasyon sürecini yaratıcı yıkım olarak adlandırır. Teknolojik dönüşümleri ve işletme faaliyetleri üzerindeki etkilerini daha iyi kavrayabilmek için dönüşüm süreçleri beş ayrı evrede incelenebilir.

Birinci evrede, Endüstri Devrimi öncesi üretim faaliyetleri zanaatkârlar tarafından atölyelerde gerçekleştirilmekteydi. Atölyelerin, kullandıkları hammadde ve aletlerin mülkiyetine sahip olan zanaatkârlar üretimi el emeği ile gerçekleştirir, aynı zanaat grupları lonca adı verilen meslek birlikleri altında örgütlenirdi. Loncalar, üretim miktarına karar verir, kalitesini denetler ve üretim bilgisini diğer kuşaklara aktarırdı. 16. yüzyıldan itibaren loncalar üretim faaliyetleri üzerindeki kontrollerini yitirmeye başlamıştır. 18. yüzyılın sonlarına doğru ise İngiltere’de tekstil endüstrisinde gerçekleşen teknolojik dönüşümler üretim faaliyetlerini, üretim için tasarlanan mekânlar olan fabrikalara tekrar taşıdı.

İngiltere’de tekstil üretiminde görülen birinci dönüşüm evresini, 1840’larda üretimde su gücünün yerini buhar gücünün almasıyla ikinci dönüşüm evresi takip etti. İkinci teknolojik dönüşüm evresini buhar gücü ile birlikte şekillendiren diğer unsur demir ve kömür üretiminde gerçekleştirilen ilerlemelerdi. Demir cevheri Avrupa kıtasında erişilebilir ve bol bulunan bir madendi fakat demir üretiminde kullanılan bir malzeme olan odun gittikçe kıt bulunan bir kaynak olmaya başlamıştı. 18. yüzyılda odundan bağımsız olarak kok kömürü ile demir üretilebilmesi büyük miktarlarda üretimi mümkün kıldı.

Bu dönemin bir diğer önemli doğal kaynağı ise kömürdür. Buhar makinelerinde güç kömür yakılarak elde ediliyordu. Bu nedenle üretim sisteminin kömüre olan talebi zaman geçtikçe arttı.

Üçüncü teknolojik dönüşüm evresinde de tıpkı diğer evrelerde olduğu gibi tüm endüstrileri değiştirecek buluşlara imza atıldı. Bu dönemde, elektrik, üretimde kullanılan temel güç kaynağı olarak buharın yerine geçmiş, çeliğin büyük miktarlarda üretilebilmesinin mümkün hâle gelmesiyle demiryolları başta olmak üzere pek çok endüstride kullanılabilecek yeni bir hammadde endüstrilerin kullanımına sunulmuştur. Üretimde buhar gücünün yerini elektriğin alması fabrika tasarımını da değiştirdi. Tüm makinelerin tek buhar kazanından güç elde ettiği, makinelerin güç ileten sistemler etrafında yerleştirilmesini zorunlu kılan eski fabrika tasarımı, yerini her makinenin bir elektrik motorunun olduğu daha esnek bir enerji sistemine bırakmıştı. Böylece hem arızalarda tüm üretim sürecinin tamamen durması önlendi hem de fabrika alanının daha verimli kullanılması mümkün oldu. Üçüncü teknolojik dönüşüm evresinde gerçekleşen ve üretim faaliyetlerini radikal bir şekilde değiştiren olgulardan biri de otomobil endüstrisinde yaşandı. Henry Ford’un Detroit’deki fabrikasında T-Modeli otomobilin ilk defa kitlesel üretimi gerçekleştirildi. Ford’un uygulamalarından öncede büyük ölçekli üretim çeşitli endüstrilerde gerçekleştiriliyordu fakat bu üretim çeşitli süreçlerde el emeğine ihtiyaç duyuyordu. Ford üretimde değiştirilebilir, standart parçalar kullanarak üretimde el emeğini minimuma indirdi.

Bilimsel Yönetim Dönemi, Teknolojik Değişim ve İşletme

19. yüzyılın sonunda işletme yönetiminin geçmiş dönemlerden elde edilen deneyimlerin sonucunda bir bilim hâline gelmesi nedeniyle dördüncü ve beşinci evrelerde yaşanan teknolojik değişim ve işletme faaliyetleri arasındaki ilişkiler bu bölümde ele alınmıştır.

İşletme ölçeklerinin ABD’de olağanüstü boyutlara ulaşması, işletme faaliyetlerinin koordinasyonunu ve profesyonel yöneticilerin istihdamını gerektirdi. Yöneticilerin, yönetme eylemini gerçekleştirebilmeleri için sistematik incelemeler sonucu oluşmuş, uygulanabilir tekniklere ihtiyaçları vardı. Amerikalı bir mühendis olan Frederick Taylor 1911 yılında yayınlanan Bilimsel Yönetimin İlkeleri adlı kitabında işletmelerin daha verimli faaliyet gösterebilmeleri için uymaları gereken kuralları sıralıyordu.

Bilimsel yönetim yaklaşımının ardından Avrupa’dan da işletme yönetimi alanında önemli katkılar geldi. Fransız mühendis Henry Fayol 1916 yılında yayınlanan Genel ve Endüstriyel Yönetim adlı kitabında, işletmedeki işleri sınıflandırmış, hiyerarşik seviyelere göre çalışanların sahip olmaları gereken becerileri tanımlamış ve endüstrinin ihtiyaç duyduğu yöneticilerin eğitilebilmeleri için yönetim prensipleri belirlemiştir. H. Fayol, yönetimi planlama, organize etme, yürütme, koordinasyon ve kontrol işlevlerinden oluşan bir süreç olarak tanımlamıştır.

Alman sosyolog Max Weber ise büyük ve karmaşık işletmeler için ideal örgüt yapısı olarak bürokratik örgütlenme modelini önermiştir. Modelin temel unsurları arasında, iş bölümü, uzmanlaşma, faaliyetlere ilişkin kayıt tutma, yetki ve sorumluluk düzeylerinin açıkça tanımlanması ve önceden belirlenmesi, adayların görevlere belirli sınavlardan geçerek alınması yer almaktadır.

F. Taylor, H. Fayol ve M. Weber’in çalışmaları yönetim yazınında Klasik Yönetim Teorisi olarak adlandırılır. Klasik Yönetim Teorisi ile işletmenin idari ve teknik açıdan en verimli faaliyet gösterecek şekilde işletilmesine çalışılmaktadır.

Dördüncü teknolojik dönüşüm evresi 1940-1990 yılları arasına denk gelmektedir. Bu dönem kitlesel üretimin tüm dünyada yaygınlaştığı, özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından dünyada ekonomik büyümenin hızla arttığı bir dönemdir.

1940-1990 yılları arasına denk gelen dördüncü teknolojik dönüşüm evresi işletme yönetimi ve organizasyonu alanında çok sayıda yeni yaklaşım, teknik ve uygulamanın görüldüğü bir dönem oldu. 1940 – 1960 yılları arasında pek çok disiplinden araştırmacı örgüt içerisindeki insan ve grup davranışlarına, çalışanların motivasyonuna ve iş tatminine odaklandı.

Klasik Yönetim Teorisi, işletmeleri yalnızca teknik bir sistem olarak ele almış ve insan unsurunu ihmal etmişti. Neo Klasik Yönetim Teorisi olarak adlandırılan, örgüt içerisindeki insan davranışlarını inceleyen çalışmalar ile işletmelerin yalnızca teknik değil aynı zamanda sosyal sistemler olduklarının farkına varıldı.

1960’lı yıllara gelindiğinde araştırmacılar o zamana kadar dikkate almadıkları bir faktörün daha farkına varacaklardı: Dış Çevre Faktörleri. İşletmeler oldukça karmaşık politik, yasal, ekonomik ve kültürel koşullar altında faaliyet gösteriyorlardı.

Dış çevresel koşullar, işletme yazınının ve yöneticilerinin dikkatine Sistem Yaklaşımı ile girdi. Sistem yaklaşımı, işletmeleri belirli bir amacı gerçekleştirmek için birbiri ile etkileşim hâlinde çalışan alt birimlerden oluşan bir sistem olarak inceliyordu.

Sistem yaklaşımı getirdiği yeni bakış açısıyla kendisinden sonra gelen yaklaşımları da şekillendirdi. Durumsallık yaklaşımı, klasik yönetim teorilerinin iddia ettiği üzere işletme yönetimi ve organizasyonunda tüm işletmelere uyan tek ve en iyi yol olmadığını, her işletmenin kendine özgü koşulları nedeniyle amaçlarına ulaşabilmek için farklı yönetim ve organizasyon tarzlarını benimsemesi gerektiğini ileri sürüyordu.

1960’lı yıllarda işletme yöneticileri dikkatlerini uzun dönemli planlama tekniklerine vermişler, uluslararası rekabetin yoğun olmadığı piyasa koşullarında gelecekteki talebi tahmin etmeye böylece üretim faaliyetlerini planlamaya çalışmışlardır. 1990’lı yıllara gelindiğinde uzun dönemli planlama yerini sürdürülebilir rekabet üstünlüğü elde etmeyi amaçlayan stratejik yönetime ve rekabet stratejilerine bıraktı. Bunun en temel nedeni 30 yıllık süreçte uluslararası pazarlarda özellikle Asya’dan ciddi rakiplerin ortaya çıkmasıydı.

Japonya’da ekonomik başarıyı sağlayan iş sisteminin arkasında, eğitimli iş gücü ve keiretsu olarak adlandırılan üreticiler, tedarikçiler ve finansörleri bir araya getiren işletmeler grubunun etkisinin olduğu söylenebilir. Buna ek olarak Japonya’da işletmeler toplam kalite yönetimi, yalın üretim ve tam zamanında üretim başta olmak üzere çeşitli yönetim teknikleri ile kitlesel üretim modeli ve örgüt yapısında önemli değişiklikler yapmışlardı.

Toplam kalite yönetimi, işletmenin rekabet gücünü artırmak için ürünlerini, süreçlerini, çalışanlarını sürekli geliştirmesine dayanan müşteri odaklı bir yönetim yaklaşımıdır. Toplam kalite yönetimi yaklaşımına göre, sürekli iyileştirme faaliyetleri ile geliştirilen kalite, işletmedeki bir birim ya da çalışan grubunun değil işletmedeki herkesin sorumluluğudur.

Teknoloji ve İşletme Etkileşimi

1990’lı yıllara gelindiğinde bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, internetin yaygınlaşması, veri işleme ve iletme hızının artması işletmelerin örgüt yapılarında ve faaliyetlerinde önemli değişimlere yol açtı. İnternet ve e-ticaretin yaygınlaşması ile üreticiler doğrudan müşterilerine ulaşabildiler ve ticarette aracıların rolü azalırken internet platformlarının rolü arttı. Bir ürünü üretebilmek için gerekli faaliyetlerin tek bir işletme bünyesinde toplamak yerine, konularında uzman farklı işletmeler tarafından gerçekleştirildiği şebeke organizasyon tipi yaygınlaştı. Şebeke organizasyonlar, işletmelerin iş birliği yapmak amacıyla belirlenmiş roller ve görevler ile bir araya geldikleri bir örgütler ağıdır.

Teknolojik değişimlere ek olarak müşterilerin kişiselleştirilmiş ürünlere yönelik talebi, işletmelerin üretim sistemlerini, farklı ürünleri hızla üretebilecekleri esnekliğe uyarlamalarını gerektirdi. İşletmeler bu talepleri, üretim sistemlerini otomasyon, robotlar ve bilgi sistemleri ile zenginleştirerek karşıladılar.

Kitlesel üretimin esnek bir şekilde gerçekleştirilebilmesi üretim faaliyetlerinde birbirinin peşi sıra gerçekleşen işlem adımlarının bilgisayarlar ile koordinasyonu sayesinde mümkün olabildi. Böylece işletmeler, ölçek ekonomilerinden yararlanırken müşteri istek ve ihtiyaçlarına cevap veren farklı ürünler üretebildiler.