TEMEL GERONTOLOJİ - Ünite 2: Türkiye’de ve Dünya’da Yaşlılığın Demografik ve Toplumsal Değişimi ve Yaygınlığı Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Türkiye’de ve Dünya’da Yaşlılığın Demografik ve Toplumsal Değişimi ve Yaygınlığı

Giriş

Demografi , insan nüfusu ile ilgili gelişmeleri istatistik yardımı ile inceleyen bilim dalı olarak tanımlanabilir. Bu tanım formal demografi olarak adlandırılmaktadır. Bununla bir ülkede veya bölgede nüfusun yapısını, durumunu, dinamik özelliklerini inceleyebiliriz.

Kelime olarak Yunanca’da demos “halk” ve graphein “yazmak” anlamına gelmektedir. Bu iki kelimenin birleşmesinden demografi kelimesi türetilmiştir (Danış, 2014a).

Tarihte 1662’de İngiliz istatistikçi John Graunt “Ölüm Kayıtları Üzerine Doğal ve Siyasi Gözlemler” adlı eserinde, ölüm oranlarını kullanarak ilk kez nüfusla ilgili bir analiz yapmıştır. Bu analizinde;

  • Ölümlerin mevsimlere dağılımında farklılıklar olduğu,
  • Bebek ölümlerinin yüksek olduğu,
  • Erkek bebeklerin daha fazla doğduğu ve
  • Kentlerde ve köylerde nüfusa göre ölüm sayılarının farklı olduğunu görmüştür.

Bu çalışmada ilk defa hayatta kalma olasılıklarının hesap edilmesi ile “beklenen yaşam süresi”nin hesaplanabileceği saptanmıştır.

Demografik Yapı ve Kavramlar

Demografi bilimi kapsamında “nüfus” , sınırları belli bir coğrafya üzerinde, belli bir anda bulunan kişileri kapsar ki;

  • Bu yer bir ülke,
  • Şehir,
  • Kasaba veya
  • Köy olabilir.

Ancak nüfusu tartışılan yerin sınırlarının net bir şekilde belirlenmesi gerekir. Demografi, nüfus özelliklerini ve değişimini incelemek üzere bazı parametreleri kullanır. Bu parametreler demografiye has bazı yöntemlerle değerlendirilir. Bunlar arasında;

  • Nüfus sayımları,
  • Nüfus kayıtları,
  • Demografik araştırmalar sayılabilir.

Demografların incelediği nüfusa dair olgular dört tanedir;

  • Doğumlar,
  • Ölümler,
  • Evlenme-boşanmalar ve
  • Göçler.

Demografi içinde nüfus hareketlerini belirleyen iki tür akış vardır;

  • Artışlar ve
  • Azalışlar.

A rtışlar doğumlarla olduğu gibi içe göçleri de kapsar. Azalışlar ise ölümler ve dışa göçleri içerir. Bir şehirde veya bölgede doğurganlık yüksek olduğu halde nüfus artmıyorsa dışa göç veriyor demektir.

Toplumsal yapıyı incelerken formal veya analitik yaklaşabiliriz. Bir örnekle açıklamak gerekirse, bir toplumda bebek ölümleri olgusunu “formal demografi” yaklaşımı ile açıklarsak sadece sayısal bir veri olarak sunarız. Hâlbuki bu ölümlerin çeşitli niceliksel yöntemlerle analizini yapar ve sonuçları yorumlarsak farklı bir açıklama yapmış oluruz. Derinlemesine analiz yapmak ve projeksiyonlar yaparak yorumlamalarda bulunma yaklaşımına “sosyal demografi” denmektedir (Danış, 2014b). Bu durumda bebek ölümlerine ilişkin sayısal veriler tarihsel ve mekânsal açıdan karşılaştırmalı olarak incelenmiş olur.

Demografik yapıyı incelemek için ilk yöntem nüfus sayımlarıdır. Tarihte ilk yapılan nüfus sayımlarının temel amacının askeri gücü belirlemek ve vergi toplamayı kolaylaştırmak olduğu anlaşılmıştır. Bunun için sayımlarda erkekler dikkate alınır, kadınlar ve çocuklar göz ardı edilirdi. Düzenli sayımlar tarihte 14. yüzyılda İskandinav ülkelerinin uygulamaları ile başlamıştır. Nüfus sayımları yoluyla bir yerleşim birimindeki nüfusun demografik özellikleri ortaya konulur. Yaş gruplarına dağılım, ekonomik ve sosyal durum, nüfus artış hızı, ölümler, doğumlar ve göçler gibi demografik göstergelerin gidişatı belirlenir. Her ülkenin farklı nüfus sayım uygulamaları mevcuttur. Gelişmiş ülkelerde doğum ve ölümler ile ikametler tümüyle elektronik sisteme kaydedildiği için, ayrıca bir sayım yapmaya ihtiyaç duyulmaz.

Toplumların demografik yapısını inceleme yöntemlerinden biri de toplam doğurganlık hızına bakmaktır. Toplam doğurganlık hızı (fertility rate), doğurganlık çağındaki kadınların (15-49) doğurganlık yaşamları boyunca yapacakları ortalama canlı doğum sayısını gösterir. Hız, yaşa özel doğurganlık hızlarına göre kadın başına beklenen canlı doğum sayısını gösterir, doğurganlık konusunda açıklayıcı, net bilgi verir. Eğer bir ülkede toplam doğurganlık hızı 2,12’in üzerinde ise nüfusun kendini yenileyebileceği kabul edilir. Türkiye doğurganlık düzeyi yönünden Avrupa ülkeleri arasında birinci sıradadır.

Türkiye’nin Demografik Yapısı ve Yaşlanma Süreci

Bir ülkede toplumun demografik yapısının analizi, nüfusun yaş grupları ve cinsiyete göre dağılımının yapılması ile başlar. Daha ilk bakışta demografik yapının anlaşılmasını en iyi gösteren şekil ise nüfus piramididir. Nüfus piramidi ülkeden ülkeye göre değişiklik gösterir. Genel gruplama yapıldığında gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin nüfus piramitleri birbirinden farklı geometrik şekillere benzer. Az gelişmiş ülkelerde nüfus piramidi tabanı geniş üçgen tarzında, gelişmekte olanlarda tabanı dar üçgen ve gelişmiş ülkelerde ise fıçıya benzer şekildedir.

Dünya Sağlık Örgütü istatistiklerinde nüfusun yaş gruplarına dağılımında sınıf aralığı beş olarak alınır. Tüm ülkeler yaş grupları dağılımında bu modeli kullanır. Buna göre nüfus;

  • 0-4,
  • 5-9,
  • 10-14….,
  • 65-69…90+ vs. şeklinde cinsiyete göre gruplandırılır.

Her cinsiyet toplamına göre yaş gruplarının yüzdelik ağırlıkları bulunur. Türkiye’nin 2014 yılı toplam nüfusu 77.695.904’tür. Bu nüfusun 38.984.302’si erkek (%50,18) ve 38.711.602’si kadındır (%49,82).

Bir ülkede demografik yapının değişimini izlemek için nüfusun aktif ve bağımlılık yapısını görmek gerekir. 0-14 yaş grubu ile 65 yaş üzeri nüfus bağımlı, 15-64 yaş grubu aktif nüfusu temsil eder. 2014 yılı nüfus dağılımına göre, Türkiye’de 0-14 yaş grubu çocukların oranı %24,28, 65 yaş üzeri yaşlı nüfus %7,96, 15-64 yaş grubu ise %67,76’dır. Yıllar içerisinde bu oranların değişmesi toplumsal yapı değişikliğinin göstergesi olarak kabul edilir.

Demografik yapı ile ülkelerin gelişmişlik düzeyleri benzerlik gösterir. Az gelişmiş ülkeler genç toplumu, gelişmiş ülkeler ise yaşlı toplumu barındırır. Bu durumu ülkelerin ortanca yaşına (nüfusun yaşa göre sıralandığında yüzde ellinci noktası) bakarak daha iyi anlayabiliriz. Ortanca yaş ile doğurganlık arasında yüksek bir ilişki vardır. Doğurganlığın yüksek olduğu dönemlerde ortanca yaş 20 civarında elde edilmiştir. Türkiye’de 1935’ten 1980’li yıllara kadar ortanca yaş 20-21 arasında seyretmiş iken, 1990’li yıllarda ortanca yaş artmaya başlamıştır. Yani Türkiye’de toplumun yaşlanma belirtileri doksanlı yıllarda başlamıştır diyebiliriz.

Toplumların demografik yapısı ile gelişmişlik düzeyleri arasında bir ilişki kurulur. Demografik yönden yaşlanan toplumlar genellikle ekonomik yönden gelişmiş toplumlardır. Bu durum genellikle toplumda eğitim yüksekliği, sermaye birikimi ve gelirin daha adil dağılımı ile sonuçlanır. Bunun aksine genç toplumlar ise ekonomik yönden daha az gelişmiş toplumlardır. Toplumda eğitim düzeyi düşüktür ve gelir dağılımı nispeten bozuktur.

Bir toplumda yaşlanmayı belirleyen sürecin temel faktörleri, toplumda eğitim düzeyinin yükselmesi (özellikle kadının eğitim düzeyi) doğumların azalması, ülkede gelirin artması, beslenme düzeyinin gelişmesi ve tıptaki ilerlemelerdir. Yaşlanan toplumlarda aktif nüfusun toplam nüfus içindeki payı artış gösterir. Yaşam süresinin uzamasıyla hayatın geç döneminde ortaya çıkan ölümler, hem toplumsal yaşlanmaya ve hem de nüfusun çoğalmasına etki eder. İçinde bulunduğumuz yüzyılın ortalarında Türkiye, Avrupa’da en çok insanın yaşadığı ülke olacaktır. Bu görüşü destekleyen faktör ise Almanya’da nüfusun azalmasıdır. 2001 yılında Almanya’nın nüfusu 82,3 milyon, 2012 yılında 81,8 milyona gerilemiştir. Türkiye birkaç sene içinde bu nüfusu yakalayacaktır. Zaten Birleşmiş Milletler öngörüsüne göre artış, 2040’lı yıllara kadar devam edecektir.

Toplumun yaşlanması döneminde yaşlı nüfus grupları kendi içinde de değişiklik göstermektedir. Genç yaşlı olarak tanımlanan 65-74 yaş grubu nun toplam nüfus içindeki payı 1940 yılında %2,4 iken, 2010 yılına gelindiğinde %4,4’e, 2014 yılında ise %4,9’a yükselmiştir. 85 yaş üstü ileri yaşlı nüfus ise 1990’lı yıllara kadar çok fazla değişiklik göstermemiştir. Bu nüfusun 1940 yılında genel nüfus içindeki payı %0,3 iken, 1990 yılında %0,3 ile aynı görülmüş, ama 2010 yılında %0,4’e, 2014 yılında ise büyük bir artışla %0,6’ya yükselmiştir. 2000 yılında 85 yaş üzeri nüfusun payı toplam nüfus içerisinde %0,3 iken, 2014 yılında iki katına çıkarak %0,6’ya ulaşmıştır. Bu durum toplumda beklenen yaşam süresinin artması ile ilişkilendirilebilir.

Türkiye’de yıllar içinde bağımlılık oranlarının değişimi yaşlanma sürecini açıkça göstermektedir. Yaşlı bağımlı oranı 1940 yılında %6,5 iken, 1970’te %8,2’ye, 2015 yılında ise %12,1’e ulaşmıştır. Nüfus artış eğiliminin doğal seyrinde ilerlediği durum esas alınarak yapılan senaryolara göre, ülke nüfusu 2023 yılında 85,2 milyona, yaşlı nüfusu ise 2023 yılında 8,6 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Günümüzde yaşlı nüfusun 6,4 milyon olduğu düşünülürse, yaşlı nüfusta ciddi bir artış gerçekleşiyor demektir.

Türkiye’de nüfus 2030’lı yıllardan itibaren artış göstermeyecek ve kısmi azalış başlayacaktır. Buna karşılık genç bağımlı (0-14) oranlarında ciddi azalış, yaşlı bağımlı oranlarında ise ciddi artışlar olacaktır. Hatta toplam bağımlılık oranı 2050 yılından itibaren aktif nüfusun %50’sinden fazla bir sayıya ulaşacaktır. Toplumda bağımlılık yükünün artması sosyal ve ekonomik politikaları yeniden kurmayı zorunlu kılan toplumsal değişimleri getirecektir.

Dünyada Demografik Yapı ve Toplumsal Yaşlanma Süreci

Birleşmiş Milletler Dünya nüfus raporu verilerine göre, 2015 yılı nüfusu 7,3 milyardır. Beklentilere göre 2050 yılında nüfus 9,7 milyara, 2100 yılında ise 11,2 milyara ulaşacaktır. Dünyada ortalama beklenen yaşam süresi 70,8 yıldır. Dünya nüfusunun %8,3’ünü yaşlılar oluşturmaktadır. Avrupa Birliğinde nüfusun %17,6’sını, Türkiye’de ise %8’ini yaşlılar oluşturmaktadır. Dünya nüfusunun artış hızı yıllık %1,2 iken, yaşlı nüfusun artışı %2,1 civarındadır. Küresel yaşlanma süreci “demografik dönüşüm” olarak adlandırılmaktadır.

Geçmişten günümüze toplumlardaki demografik yapının değişimi “Demografik Dönüşüm Kuramı” ile açıklanmaktadır. Bu kurama göre, bütün toplumlar kaçınılmaz olarak doğum ve ölüm hızlarının yüksek olduğu bir aşamadan, her ikisinin de düşük olduğu bir aşamaya dönüşüm yapacaklardır.

Kurama göre, günümüzde her evreye uyan demografik yapılara sahip ülkeler vardır:

  • Birinci evrede bulunan bir ülkede doğum (birth rate) ve ölüm hızları (death rate) yüksek, nüfusun büyümesi de, bu yüksek ölümler sebebiyle gerçekleşmez.
  • İkinci evrede ölüm hızı dramatik bir şekilde düşer ve nüfus artışı yükselişe geçer.
  • Üçüncü evrede doğum hızının düşmesi tabloya eşlik eder; ancak, nüfus artışı azalarak devam eder. Bu dönemde toplumlarda “nüfus patlaması (population explosion)” olayı yaşanır.
  • Demografik dönüşümün dördüncü evresinde ise hem doğum ve hem de ölüm hızları düştüğü için tıpkı birinci evrede olduğu gibi nüfus büyümesi durur. Toplum kendi içinde ileri yaşlı topluma evrilmiş olur.
  • Dönüşüm kuramına göre nüfusları azalan toplumlar için “beşinci evre” olarak örnek bir model geliştirilmeye çalışılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti;

  • 1950’lere kadar birinci evreyi,
  • 1950-1980 arasında ikinci evreyi ve
  • O yıllardan itibaren ise üçüncü evreyi yaşamaktadır.

Az gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler arası demografik yapıyı gösteren teori konuyu anlamak için iyi bir örnek olarak gösterilebilir.

Toplumların demografik yapısının ve toplumsal değişimini yansıtan ölçütler olarak;

  • 0 yaşta ve 60 yaş üstünde beklenen yaşam süresinin uzaması,
  • Medyan yaşın yükselmesi,
  • Toplam doğurganlık hızının düşmesi,
  • 65 yaş üstü nüfusun artması ve yaşlıların sayısının kendi içinde değişim göstermesi,
  • Yaşlı bağımlı oranının yükselmesi, gösterilmektedir.

Yaşlılığın Toplumsal Değişimi ve Yaygınlığı

Demografik yapıda yaşlılığın ülkelerde yaygınlaşması sosyal politikalar bakımından yeni uygulamaları da beraberinde getirecektir. Son yüz yılda ortalama yaşam süresi 40 yıldan 80 yıla ulaştı. Yaşama ile ilgili olarak sınırın nerede durduğu konusunda görüşler gözden geçirildi. 1990’lı yıllarda insanın 120 yıl yaşayacağı düşünülmekteydi. Yeni bulgular ortalama yaşamın bunun üzerine çıkacağını göstermektedir.

Erken ölümlülük , bir bakıma yaşama potansiyelini kullanmadan ölüp gidildiğini gösterse de yaşlı sayısının artması toplumların problemi haline dönüşmektedir.

Bakıma muhtaç kronik hastaların çoğalması, bakım problemleri ve toplumun kocaman bir bakımevine dönüşme riskini de barındırdığı düşünülebilir. Ayrıca ortalama ömrün uzaması tıbbi bakım hizmetlerinde maliyet artışına yol açacaktır. Yaşlılığın bir bakıma yaygınlaşması kurumsal ve bireysel düzeyde yaşlılara yönelik bakım yükünü (care burden) artırmaktadır.

Toplumların yaşlanması sosyal ve ekonomik sonuçlara yol açar. Günümüzde çoğu gelişmiş ve bazı gelişmekte olan ülkelerde yaşlı bağımlılığı yüksek düzeydedir. Zaman içinde toplumda yaşlı insan için kurulan destek sistemleri üzerinde mali baskılar artacaktır. Çok sayıda gelişmekte olan ülkede yaşlılar arasında yoksulluk yaygındır. Bazı ülkelerde sosyal güvenlik sisteminin kapsayıcılığının sınırlı olduğu durumlarda halk daha yoksuldur. Bir yandan da her yerde insanlar daha uzun süre hayatta kalmakta ve buna karşılık bulaşıcı olmayan hastalıklar ve engellilik ise artmaktadır

Öte yandan yaşlılığın yaygınlaşmasının pozitif bir boyutu bulunabilir. Gelişmekte olan ülkelerde ölümlerin azalması ile üretken çağdaki nüfusun artışını bir fırsata çevirme potansiyeli bulunmaktadır. Demograflar bu durumu “demografik hediye” olarak tanımlamaktadırlar. Bu özellikleri taşıyan gelişmekte olan ülkelerde, doğum oranlarında azalış ve genç nüfusun hızla işgücüne katılması gerçekleşiyor. İşgücü piyasasında oluşan arz fazlalığı ekonomide daha büyük bir büyüme hızına ulaşma fırsatı yaratabiliyor. Buna örnek olarak Güney Kore ve Singapur gösterilmektedir. Ayrıca bu demografik fırsatı iyi kullanan gelişmekte olan ülkeler, çocuk ve gençlerin gelişimi için yeni yatırımlara girişebilirler.

Pozitif sağlık durumuna sahip yaşlılar, yalnız veya eşi ile bağımsız yaşayabilir, aktif olarak çalışma hayatına katılabilir ve kamu transferleri yoluyla toplumun diğer kesimlerinin ekonomik hayatına katkıda bulunabilirler. Bu pozitif potansiyele karşılık, çoğu az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde iş gücü pazarlarının kısıtlı olması sebebiyle, toplumların gelişme gösteremediği tüm kesimlerinin sıkıntı çektiği ileri sürülmektedir.

Yaşlı nüfusun kendisi de giderek yaşlanmaktadır. 80 yaş üzeri çok ileri yaşlıların tüm yaşlılar içindeki oranı küresel olarak günümüzde %14 civarındadır. Bu, günümüzde dünyada 597 milyon yaşlı içinde 84 milyona tekabül etmektedir.

2050 yılında çok ileri yaşlıların oranı %19 ve sayısı da 392 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Türkiye’de 65 yaş üzeri yaşlıların %21,2’si 80 yaş ve üzerindeki yaşlılardır. Dünyadaki artış hızına benzer olarak Türkiye’de de yaşlı nüfusun kendi içinde giderek yaşlanacağı tahmin edilmektedir.

Yaşlılığı değerlendiren geleneksel yaklaşım, bedensel ve zihinsel kayıplar üzerinden hareket eder. 1950 yıllarda kabul edilen bu görüş günümüzde önemini yitirmiştir. Yaşlanma sürecinde ortaya çıkan bedensel ve zihinsel kayıplar kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Zihinsel yetenekler çocukluk ve gençlik döneminde gelişir, otuzlu yaşlarda doruğa ulaşır. Sonra gerilemeye başlar.

Devlet kurumları bu kayıplar üzerine sistem kurarak yaşlılığı yapılandırma girişimlerinin başarısız olma ihtimali yüksektir. Yaşlılığı bu yönde ele alma yaklaşımı sonunda toplumda yaşlıların dışlanmasına yol açacaktır.

Bu geleneksel görüşe karşılık günümüzdeki yaklaşım, yaşlılık sorunlarının çözümünde yaşlının bağımsız yaşamasının ön kabulü ile mümkün olacağı düşünülmektedir.

Bu yaklaşımın temel hedefi, yaşlıları kendi ayakları üzerinde durabilen, yaşamlarını kendi beklenti ve ihtiyaçlarına göre ayarlayabilen bireyler olmalarını sağlamaktır.

Bu yaklaşım başta az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşlıların sahip oldukları sorunları sistemin başarısızlığı olarak kabul eder. Kentleşme ve sanayileşme ile ortaya çıkan yaşam biçimi toplumun tüm kesimlerini kapsadığından, çare bu gidişe uyum sağlamakla gerçekleşebilir.