TEMEL İLAÇ BİLGİSİ VE AKILCI İLAÇ KULLANIMI - Ünite 1: İlacın Tarihçesi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: İlacın Tarihçesi
Giriş
İnsanların hastalıklarla mücadelesi, insanlık tarihi ile beraber başlamış, ilk insanlar doğa olaylarının, kötü ruhların ve Tanrıların insanları cezalandırmak için hastalıklara neden olduklarını düşünmüşler, bu nedenle bitkisel droglar, başlangıçta “Büyü” ile birlikte kullanılmıştır. İlaçlar ile ilgili en eski yazılı bilgiler milattan 3000 yıl kadar önce yazılmış olan Sümer tabletlerinde bulunmuş arkasından Mısır papirüslerinde, Çin, Hint, Arap ve İran yazmalarında ilaç ile ilgili bilgilere rastlanmıştır.
Eski Çağ
Mezopotamya, Mısır, Hitit, Grek ve Roma uygarlıkları Eski Çağ (Antik Çağ) döneminin önemli uygarlıkları olarak kabul edilen uygarlıklar;
- Mezopotamya
- Mısır
- Hitit
- Grek ve
- Roma Uygarlıklarıdır.
M.Ö. 3000 yıllarında başlayan ve İsa’nın doğumuna kadar süren Mezopotamya Uygarlığı, Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki bölgede kurulan, Sümerler, Babiller ve Asurların oluşturduğu bir uygarlıktır. Bu dönemlerden kalan tabletlerde tedavilerin rahipler tarafından büyü ve ilaçlarla yapıldığı anlaşılmıştır.
Mezopotamya Uygarlığı döneminde, maserasyon, dekoksiyon, şurup, lapa, merhem, liniment ve supozituvar gibi ilaç şekillerine rastlanılmıştır.
Adamotu, ban otu, haşhaş, meşe mazısı, nane, kekik, nar kabuğu, rezene, safran, terementi gibi günümüzde de tedavide kullanılan droglara bu uygarlık döneminde de kullanılmıştır.
Mısır Uygarlığı; İran, Hint ve Çin Uygarlıklarından aldığı bilgilerin, yakınlığı nedeniyle, Avrupa ülkelerine aktarılmasında önemli rol oynamış, bu nedenle Mısır Uygarlığının Avrupa tıp ve eczacılığına olan etkisi, Mezopotamya Uygarlığının etkisinden daha fazladır. Alman araştırmacı George Maurice Ebers tarafından 1862 yılında Mısır’da bulunan Ebers papirüsü, eczacılık yönünden büyük önem taşımakta olup, 1875 yılında yayınlanan bu papirüste, 700 kadar bitkisel, hayvansal ve madensel drog ve 800’den fazla reçete bulunmaktadır. Simya ile ilgili ilk bilgi ve deneylerin kökeninin eski Mısır olduğu bilinmektedir.
Hititler M.Ö. 2000 yıllarında Orta Anadolu’da bir uygarlık kurmuş, bu döneme ait, tıp ve ilaçlar ile ilgili bilgiler, Hattuşaş’ta (Boğazköy) kazılar sonucu bulunan tabletlere dayanmaktadır.
Hititler, hastalığı Tanrıların insanları cezalandırması olarak kabul etmeleri nedeniyle tedavide ilaçları büyü ile birlikte kullanmışlardır, ilaçların çoğunu bitkisel droglar (waşşi) oluşturmaktadır. Reçetelerde nadiren “biraz, fazla, yarım” gibi ifadeler kullanılmış, ilaçların ne zaman alınması gerektiği “gece” veya “gündüz” olarak belirtilmiştir.
Grekler döneminde de, sağlık işlemleri ile din adamları ilgileniyorlardı ve hastalıkların tedavisinde ilacın yanı sıra dini telkin de kullanılıyordu. Hekimliğin babası olarak kabul edilen Grek hekim Hippokrates (M.Ö. 460-377), hekimliği dinden ayırıp ilmî esaslara bağlamıştır. Hippokrates’ in eserlerinde 400 bitkisel drog bulunmaktadır.
Pontus kralı olan VI. Mithridates (M.Ö. 132-63), Romalılar ile yaptığı savaşlar kadar, hazırladığı “Mithridaticum” adını taşıyan antidot ile de meşhurdur. İlk zamanlar antidot olarak özellikle zehirli hayvan sokmalarına karşı kullanılan tiryak, zamanla her derde deva bir ilaç olarak ün kazanmıştır. Avrupa’dan getirilen tiryak, 19. yüzyılın ortalarına kadar Mısır çarşısı aktarların da ve askeri eczanelerinde bulunuyordu.
Kanuni Sultan Süleyman’ nın, annesi Hafsa Sultan için 1539 yılında Manisa’da yaptırılan darüşşifanın ilk başhekimi Merkez Efendi’nin hazırlayıp halka dağıttığı “Mesir Macunu” olarak bilinen macun da bir çeşit tiryak olup ilk formülünde 41 drog bulunmaktadır.
Grek hekim Dioskorides (20-79), özellikle tıbbi bitkiler ile ilgilenmiştir. Grekçe olarak yazdığı “Peri hyles iatrikes” (İlaçlar bilgisi) adlı eseri, Arapçaya “Kitab-al Haşayiş”, Latinceye ise “Materia Medica” ismiyle çevrilmiştir. Beş kitaptan oluşan bu eserde, droglar aşağıdaki şekilde gruplandırılmıştır:
- Kitap 1: Kokulu bitkiler, yağlar, merhemler ve ağaçlar
- Kitap 2: Canlılar, süt ve süt ürünleri
- Kitap 3: Kökler, usareler ve otlar
- Kitap 4: Otlar ve kökler
- Kitap 5: Şaraplar ve anorganik maddeler (Baytop, 1985, s. 20,21)
Bu eserde, 500 kadar tıbbi bitki yer alır bu bitkilerin önemli bir kısmı Anadolu ve Akdeniz bölgesinde yetişen bitkiler olup hâlen tedavi için kullanılmakta olup eser Anadolu tıbbi bitkileri hakkındaki en eski ve en önemli kaynak olma niteliğini taşır. Tedavi ilmine ait 50 kadar eseri bulunan Romalı hekim Galen (Galenus) (130-201), hekimliği kadar hazırladığı ilaç tertipleri ile de tanınmış bu nedenle hekim olduğu kadar eczacı olarak da kabul edilmektedir.
Galen döneminden sonra Roma’ da tıp gerilemiş, yerini şarlatanlık ve büyü almıştır.
Orta Çağ
Avrupa’ da cehaletin yaşandığı bu dönemde İslam ülkeleri Antik çağ bilginlerinin eserlerini korumaya devam etmişler, kendi dillerine çevirmişler ve bu eserleri anlamaya çalışmışlar sonucunda özellikle anatomi, botanik, kimya ve eczacılık alanlarında büyük bir başarı göstermişlerdir.
Hekimlik ve eczacılığın gerileme içinde olduğu bu dönemde, kiliselerde gerçekleştirilen “Manastır tıbbı” eczacılığın yapıldığı ve geliştirildiği tek kurum olmuş, manastırın bahçelerinde yetiştirilen tıbbi droglardan rahipler tıbbi ilaçlar hazırlamışlardır.
6. Yüzyıldan itibaren hekimler reçete yazmaya ve “Pigmentarius” diye bilinen grup da reçeteye göre ilaç hazırlamaya başlamışlar ve hekimler ilaç hazırlama görevini bırakmışlardır.
İlk hastalık iyileştiricilerin ilaç kullanmaya başlamaları ile eczacılık mesleği doğmuş olmakla beraber hem ilaç hazırlama hem de hekimlik işinin ayrı kişiler tarafından yapılması uzun yıllar sonucu ortaya çıkmıştır. Eczacılık 11. yy.da İtalya’ da,12. yy.’ın sonlarında Fransa’ da yayılmaya başlamış ve bir meslek grubu olarak yer edinmeye başlamıştır.
Tıp bilimine önem verilmeyen Bizans döneminde, hastane sayısının az ve kilisenin kontrolündedir.
Roma-Bizans döneminde bitkisel droglarla ilgilenen ve bunlardan ilaç ve kozmetik ürünleri tertip eden en önemli meslek grupları aşağıda verilmiştir (Baytop, 1985, s. 27- 28):
- Aromatarius (çoğul: Aromatarii): Kokulu maddeler satan
- Herbarius (çoğul: Herbarii): Otsu bitkileri toplayıp satanPharmakopoeos (çoğul: Pharmakopoeoi): İlaçları hazırlayan (Eczacı)
- Pharmakopolos (çoğul: Pharmakopoloi): İlaç satıcısıPharmakopolae circumforaneae: Seyyar ilaç satıcıları
- Pigmentarius (çoğul: Pigmentarii): Renkli kozmetik ürünler, bitki usareleri ve merhemler hazırlayan ve satan
- Rhizomatos (çoğul: Rhizomatoi): Özellikle yerli drogları toplayıp satan (Kökçü)
- Speciarius (çoğul: Speciarii): Yemeklere lezzet vermek için kullanılan maddeleri satan (Baharatçı) Unguentarius (çoğul: Unguentarii):
Merhemleri hazırlayıp satan Bizans döneminde ilaç terkiplerinin hazırlanmasında tunç veya mermer havanlar kullanılmıştır.
İslam döneminde Hippokrates, Galen, Dioskorides ve diğer önemli hekimlerin yapıtları Grekçe asıllarından veya Süryaniceden Arapçaya tercüme edilmiştir ama günümüze ulaşamamıştır.
İslam tıbbı, genel anlamda Grek ve Hint hekimliğine dayanmaktadır. İslam dünyasında eczacıların piri olarak kabul edilen Lokman Hekimi tedavide şifalı otları kullanmıştır. İslam tıbbının ilerlemesinde Buharalı hekim İbn-i Sina, (980-1037) Razî gibi Türk kökenli hekimlerin de büyük katkısı olmuş, İbn-i Sina “Kitabü’ş-Şifa” ve “ElKânûn fi’t Tıb” adlı tıp eserlerini yazmıştır.
“El-Kânûn fi’t Tıb” adlı eseri beş kitaptan oluşur. “ElKânûn fi’t Tıb” adlı eser, 12. yüzyılda latinceye tercüme edilmiş (Canon Medicinae Avicennae), 17. yüzyılın ortalarına kadar tıp okullarında ders kitabı olarak kullanılmış ve birçok hekime kaynak olmuştur.
İranlı bilgin Dineveri (Dinavari) (820-896), “Kitâb elNebat” olarak bilinen botanik ansiklopedisini yazmıştır.
Birûni (973-1051), “Kitâb al-Saydala fi Al-Tıb” adlı Tıp müfredatı ile ilgili kitabı yazmıştır.
Arap hekimi İbn Baytar (1197-1248), “Kitâb al-Cami alMüfrredat al-Adviye velAgdiye” adlı tedavi kitabını (Baytarname) yazmıştır. Bu kitapta; Dioskorides, Galen, “İbn-i Sina”, Razi, Dineveri ve Gafiki gibi bilim insanlarının eserlerinden faydalanılmıştır.
Türkiye tıbbi bitkileri ile ilgili önemli bir kaynak olan “Baytarname”, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yazılan birçok tedavi kitabında ana kaynak olarak kullanılmıştır. Eczacılık mesleğini öğrenmek isteyenler, bir ustanın yanında çırak olarak işe başlıyorlardı. 3-4 yıl süren bu eğitimden sonra jüri karşısında sınava tabi tutulup kazananlar ‘’usta’’ ünvanına sahip oluyor ve eczane açma hakkı kazanıyorlardı.
1777 tarihinde Fransa’da açılan “Collège de Pharmacie” adlı eczacılık okulu ile toplu öğretime başlanmıştır.
Ülkemizde, eczacılık eğitim ve öğretimi 1839 yılında başlamış, eğitimde Fransa’da uygulanan sistem model alınmıştır.
XVI.-XIX. Yüzyılda Avrupa
15. yüzyılda Rönesans hareketinin başlaması ile tıp ve eczacılık alanlarında önemli değişiklikler olmuş ve eczacılık bir meslek olarak sayılmaya başlamıştır.
Dönemin ünlü hekimlerinden Paracelsus (1493-1541), inorganik bileşikleri dâhilen kullanarak kimyasal tedaviye ve dolayısıyla Farmasötik Kimya bilim dalının ortaya çıkmasına öncülük etmiştir. Bu dönemde; yalnız eczacılık sertifikası olanların eczane açabileceği, ilacın yalnız eczacı tarafından yapılabileceği, eczane işletmesinin yalnız eczacıya ait olduğu, yani günümüzde halen geçerli olan ilkeler uygulanmaya başlanmıştır.
Türklerde İlacın Tarihçesi
Orta Asya Döneminde Reşid Rahmeti Arat tarafından Almancaya çevrilerek yayınlanan, Uygur Türklerine ait tıbbi metinlerde; 8.-10. yüzyıllarda Uygurların kullandıkları ilaçlar hazırlanış şekilleri ve tedavi yöntemleri yer almaktadır. Uygur Türklerinde; tablet, pastil, süpozituvar, merhem, infüzyon, dekoksiyon gibi ilaç şekillerine rastlanılmıştır. Bu ilaçların yapımında; ateşe gömerek pişirme, kaynatma, maddeyi yakarak kül elde etme gibi yöntemler tercih edilmiştir.
11. yüzyılda Yusuf Has Hacip tarafından Hakaniye Türkçesi ile mesnevi tarzında yazılmış “Kutadgu Bilig” (Günümüz Türkçesiyle “mutluluk veren bilgi”) adlı eserde, Orta Asya’ da ki Türklerin kullandıkları tedavi yöntemlerinden bahsedilmektedir.
Orta Asya Türkleri’ de tedavide hem ilaç hem büyü kullanıyorlardı.
1072-1074 yıllarında Kaşgarlı Mahmud’ un yazdığı “Divanü Lügati-t-Türk” olarak bilinen ilk Türkçe sözlükte, eczacılık ve tıpta kullanılan bitkilerin Türkçe isimleri verilmiştir. Bunlara örnek verecek olursak;
- Ot: Ateş, ilaç hazırlanmasında kullanılan madde (drog). (Drogların genellikle acı ve yakıcı lezzetli olması nedeniyle).
- Ot Yem: Baharat (yakıcı yem). (Baharatın (karabiber, kimyon, tarçın gibi) lezzetinin genellikle yakıcı olmasından dolayı).
- Otacı: Hekim, ilaç yapan.
- Em: İlaç.
- Emçi: İlaç hazırlayan (eczacı). (Baytop, 1985, s. 52)
Anadolu Selçuklu Dönemi’nde Birûni ve İbn Baytar’ın eserleri bu dönemde kullanılan ilaçlar hakkında bilgi veren önemli kaynaklardır.
El-Birûni’nin (973-1051) kitabında bu dönemde kullanılan ilaçların yanı sıra eczacılık mesleği ile ilgili ayrıntılı bilgiler de yer almaktadır.
Selçuklular döneminde, ilaç hazırlamak için özellikle bitkisel droglar kullanılmış, bu droglar ile ilgili bilgiler, İbn Baytar’ın “Kitâb al-Cami al-Müfrredat al-Adviye velAgdiye” adlı eserinde bulunmaktadır.
9. yüzyılda Kındi tarafından yazılan eserde; uçucu yağlar, aromatik sular, pomatların yapımı, misk, amber, safran gibi önemli drogların taklitlerinin hazırlanması için kullanılan yöntemler verilmiştir. Selçuklular döneminde, ilaç hazırlanmasında havanlar ve imbikler kullanılmıştır. “Kimya-i Itri” adlı kitapta, distilasyon yöntemi kullanılarak ilaç preparatı hazırlama tekniğinden bahsedilmiştir. Selçuklular döneminde ağırlık ölçüsü birimi olarak dirhem (1 dirhem = 3.2 g) kullanılmıştır.
Osmanlılar, Selçuklu döneminden kalan tüm tedavi ile ilgili kurumları korumakla kalmamış, hüküm sürdüğü topraklarda yeni hastaneler açmışlardır. İlk olarak; Sultan Yıldırım Bayezid, 1399 senesinde Bursa’da “Yıldırım Darüşşifası’nı” yaptırmıştır. Şurup ve şerbetleri hazırlayan kişilere “Şerbetiyan”, tedavide kullanılan bitkileri toplayan, esnaan satın alan ve bu bitkiler konusunda bilgi sahibi olup bunları hastane kilerine teslim eden şahıslara “Uşşaban (Aşşab)”, esas ilaçları (macunlar, haplar) yapanlara ise “Saydalan (Eczacı)” ismi verilmiştir.
Geredeli İshak bin Murad’ın, 1389 senesinde yazdığı “Edviye-i Müfrede” adlı kitabı yalın bir Türkçe ile yazılmıştır. Şerafeddin bin İlyas Sabuncuoğlu’nun, Zahirei Harzemşahi’den tercüme ettiği ve iki konu ilave ettiği “Akrabadin”, 15. yüzyılda Anadolu’da faydalanılan droglar hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir. Sabuncuoğlu’nun “Mücerrepname (Deney kitabı)” adlı eserinde ise, kullandığı ilaçların etkinliklerini belirtmek için yapmış olduğu çalışmaların neticelerini vermesi dikkat çekicidir.
Osmanlı döneminde, ilaç terkibi hazırlamakta Mehmed Mümin Hüseyni Tankabuni’nin Farsça yazılmış tedavi kitabı önemlidir. Bu kitap, Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa (1689- 1757) için “Gunyet ül-muhassilin fi tercemeti Tuhfet ül- Müminin” adı altında Türkçeye çevrilmiştir. Eserin üçüncü bölümünde droglar alfabetik sırayla; Arapça, Farsça, Sanskritçe ve Türkçe adlarıyla anlatılmıştır. Bu kitap Latinceye tercüme edilmiş ve Paris’ te yayınlanmıştır.
İmparatorluğun ilk dönemlerinde, hekimlik mesleğini icra etmek için tıp eğitimi almaya veya bir hekimin yanında bulunarak bir şeyler öğrenmeye ihtiyaç yoktu. Hastalıkların tedavilerini “Mütetabbib” ismi verilen kişiler kendi isteklerine göre yapardı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilaç etkin maddelerinin temin edilmesi ve bunlardan halk için bazı ilaçların hazırlanması “Aktar (Attar)” ismi verilen esnaf grubu tarafından gerçekleştiriliyor satış yaptıkları merkezleri İstanbul’ da Mısır Çarşısı olarak biliniyordu.
19. yüzyılın bitimine doğru eczanelerin artması, tedaviye hazır ilaçların girmesi, kimi aktarların boş durmayıp hazır ilaç satım işine girmesi ve müslüman halkın aktarları seçmesi sonucu; aktarlarla eczacılar arasında çekişmeler ortaya çıkmış 25 Nisan 1884 tarihinde “Aktarlar ve Kökçüler Nizamnamesi” yayınlanarak aktarların zehirli drog ve maddeleri, terkibi gizli ilaçları, tıbbi müstahzarları satmaları ve tabip reçetesine göre ilaç hazırlamaları yasaklanmıştır.
18. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda da, Avrupa’daki gibi eczaneler açılmış, ilaçlar tabip reçetesine göre hastalar için özel olarak hazırlanmıştır. Osmanlı döneminde ilaçlar, tek madde taşıyan ilaçlar (Müfred) ve karışımlar (Mürekkep ilaçlar) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır.
En bilineni esas etkin maddesi “Opium (Afyon)” olan ve 70 kadar farklı maddenin karıştırılması ile elde edilen “Tiryak (Theriaca)” adlı macundur. 2000 yıllık mazisi olan Tiryak ilacını Dr. Osman Şevki Uludağ, “Tiryakın kullanılmadığı hastalık yoktu. Tiryak dışında toplumda ünlü olan iki drog “Tin-i mahtum” ve “Amber”dir.
Osmanlılarda ilaçlar, özellikle şerbet ve macun biçiminde kullanılırdı. 17. yüzyılın ortalarından itibaren etkin maddelerin kurs (pastil) şeklinde kullanımı önem arz etmiştir. Günümüzde kurs kalıplarına Topkapı Sarayı Hekimbaşı odasında rastlamak mümkündür.
Osmanlı döneminde eczacılar, kullandıkları ilaç etkin maddelerini kendileri terkip ediyor ve bu maddeleri satın almak için ecza depolarına başvurmayı aşağılayıcı buluyorlardı.
1820’lerde İstanbul eczanelerinde Avrupa’dan getirtilen “Tiryak” ve “Esprit de melisse (Oğul otu ruhu)” adlı ilaçlardan başka müstahzar bulunmuyordu. İlaçlar, hastaya özel re- çeteye göre hazırlanıyordu.
19. yüzyılda yabancı kökenli müstahzar ilaçlara “Müstahzarât-ı Tıbbiye-i Ecnebiye”, yerli müstahzarlara ise “Müstahzarât-ı Tıbbiye-i Osmaniye” adı verilirdi. 1890 yılından itibaren müstahzar ilaç yapımına Türk eczacılar da ilgi göstermeye başlamışlar, ilk müstahzar ilaçlarını eczanelerinin laboratuvarlarında, daha sonra ise kurdukları küçük imalathanelerde yapmışlardır. Eczacı Süreyya Bey tarafından hazırlanan ve 1899 yılında tedaviye sunulan “İksir-i Süreyya” adlı preparat, bu döneme ait önemli müstahzarlardan biridir.
Türkiye’de müstahzar ilaçların üretilmesi ve piyasaya çıkarılması 19. yüzyılın ortalarında başlamış olmasına rağmen, enjeksiyonluk çözeltilerin müstahzar halinde piyasaya sunulması 20. yüzyılın başlarında mümkün olmuştur. Eczacı Andon Stuyanidis tarafından 1903 yılında kurulan “Şark İspençiyari Laboratuvarı” adlı kurum Türkiye’de, serum ve enjeksiyonluk çözeltileri hazırlayarak piyasaya sunan ilk laboratuvardır.
J. B. Tavernier tarafından yazılan “Nouvelle Relation de l’Inerieur du Serail du Grand Seigneur” adlı kitapta, 17. yüzyılda Topkapı Sarayı’nda, padişah ve saray mensupları için “Helvahane” adlı kısımda macun yapıldığına dair bilgiler bulunmaktadır.
1908 yılından sonra Gülhane Hastanesine bağlı olarak “Malzeme-i Sıhhiye-i Askeriye İmalathanesi” adıyla kurulan tesis, ordunun ilaç ve sıhhi malzeme ihtiyacını karşılıyordu. 1941 yılında Gülhane Hastanesi ile birlikte Ankara’ya taşınmış, 1964 yılında ise bu tesis, ilaç ve sıhhi malzeme üretimi için yapılan bir binaya geçmiş ve “Ordu İlaç Fabrikası” adını almıştır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, resmî bir “Kodeks (Pharmacopoea)” bulunmamaktadır. Resmî kodeks olarak Fransız kodeksi (Codex Français) kabul edilmiş, eczacılar tüm preparatları Fransız kodeksine göre hazırlıyorlardı. Ayrıca Dorvault’un “L’Oicine, Répertoire général de pharmacie pratique” adlı eserinden de faydalanıyorlardı.
“Pharmacopoea Castrensis Ottomana (Pharmacopée Militaire Ottomane)”, 161 sayfadan ibaret olup, latince ve fransızca olarak Dr. C.A. Bernard tarafından, ordu sağlık teşkilatının ve hastanelerin ihtiyaçlarını karşılamak için hazırlanmış, 1844 yılında da İstanbul’da basılmıştır. Drogların latin harferiyle yazılmış Türkçe isimlerine de bu kitapta yer verilmiştir.
Doktor Binbaşı Hüseyin Bey tarafından, 1866 tarihli Pharmacopée Française (Fransa kodeksi) türkçeye tercüme edilmiş ve 1874 yılında “Dustur-ül-Edviye” adıyla Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Matbaasında basılmış ve uzun süre Türk eczacılarının başvuru kitabı olma özelliğini muhafaza etmiştir.
Cumhuriyet Dönemi başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi, ilaçlar, hekimin reçetesine göre her hasta için özel olarak hazırlanıyor, ilaç hammaddeleri ve tıbbi müstahzarların çoğunluğu dış ülkelerden temin ediliyordu. Bu dönemde hekimlerin ve halkın, yabancı müstahzarları yerli müstahzarlardan üstün tutması nedeniyle, yerli müstahzarlar çok düşük miktarlarda satılıyordu.
1950 yılından önceki dönemde hekimler ve hastalar, yalnız yabancı tıbbi müstahzarlara itibar ederken, Türk İlaç Endüstrisinin gelişmesiyle birlikte bu dönem aşılmış ve yerli ilaçlar, yabancı ilaçlar ile rekabet edebilecek seviyeye gelmiştir.
1984 yılından itibaren, İyi Üretim Uygulamaları (Good Manufacturing Practice - GMP) çerçevesinde altyapı ve üretim süreçleri daha iyi hale getirilmiş, ülkemiz teknolojik altyapısı ve nitelikli insan gücüyle dünyada ilaç üreten 35 ülke arasında yer almayı başarmıştır.
XX. Yüzyılda Dünyada İlaç
İlaç endüstrisinde dünyada dikkatleri üzerine çeken ülke, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’dir. laç Endüstrisinde ABD’yi, Avrupa ve Japonya takip etmektedir. Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya “Önemli Pazarlar” olarak Avrupa’da ön plana çıkmaktadır. 1950’li yılların sonuna doğru ilaç sanayi ile yüzleşen İrlanda, 1970’li yıllarda atılım yapmış ve büyüme aşamasına geçmiştir. İrlanda, büyük çoğunluğu ABD’den olmak üzere, ilaç endüstrisinde etkinlik gösteren firmaları ülkesine getirmeyi başarmış ve öncelikle ilaç etkin maddesi üretimine önem vermiştir. 2009 senesi itibarı ile dünyanın 15 büyük ilaç firmasının, 13’ünün İrlanda’da fabrikaları bulunmakta olup, bunun yanında gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Hindistan, ilaç üretimi ve ihracatında lider ülke olma yolunda ön plana çıkmaktadır.
Dünyadaki ilaç satışlarının %31’i, Ar-Ge harcamalarının %41’i Avrupa’da yapılmakta, yeni ilaçların %24’ü ilk önce Avrupa’da piyasaya çıkmaktadır. ABD ve Avrupa’yı Japonya izlemektedir.