TOPLUM VE İLETİŞİM - Ünite 3: Her Yerdeki Ses: Radyo Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Her Yerdeki Ses: Radyo
Radyonun Kısa Tarihçesi
Fizik bilimi bin yedi yüzlerin ikinci yarısında, elektrik enerjisinin keşfiyle birlikte elektromanyetik kavramı üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır.
Radyo dalgalarının bulunması sürecinin ilk aşaması özellikle Faraday’ın, elektrik yüklerinin yalnız birbirlerini değil, çevrelerini de etkilediğini keşfetmesi ile başlar. Bu gelişme ile birlikte özellikle 19. yüzyılın ilk yarısında, elektrik ve manyetizma kavramları üzerine çalışmaların ön plana çıktığı görülür.
James Clerk Maxwell 1850’li yıllarda Faraday’ın çalışmalarını bir adım daha ileri götürerek elektrik ve manyetik etkilerin, uzayda ışık hızıyla yol aldıkları sonucunu saptamıştır.
Faraday, elektromanyetik dalgaları sezinleyen ilk kişidir, fakat ışığın tüm özelliklerini elektromanyetik dalgalarla açıklayan matematiksel kuramı Maxwell geliştirmiştir. Çok önemli bir keşiftir, günümüz iletişim teknolojileri, işte bu çağda geliştirilen elektromanyetik enerji kuramına dayanır.
Bir Alman fizikçi olan Heinrich Rudolf Hertz, 1888 yılında Maxwell’in elektromanyetik kuramıyla, titreşen elektrik yükünün ortaya çıkardığı radyasyon tezini birleştirir ve radyo dalgalarını keşfeder. Ardından David Hughes’un, sesleri elektromanyetik akıma dönüştürmeye yarayan mikrofonu bulması, radyo tarihinde önemli rol oynamıştır.
Radyonun ortaya çıkışında son noktayı koyan kişi ise, bir İtalyan fizikçisi olan Guglielmo Marconi’dir. Marconi, kendinden önceki deneylerin belki de en önemli ve son adımını gerçekleştiren, kontrollü olarak radyo sinyalini göndermeyi başaran ilk bilim adamıdır. Radyo dalgalarının dünyanın çevresinde dolaşabileceğine inanan Marconi, 1901 yılında Atlas Okyanusu üzerinden radyo sinyalleri göndererek tüm dünyayı şaşırtır. İngiltere’den yolladığı radyo sinyali, 3520 kilometre uzaktaki Kanada’nın New Foundland bölgesinden alınır. Marconi’nin sistemini, kısa süre sonra, İtalyan ve İngiliz donanmaları kullanmaya başlar. Bu gelişmelerle Marconi, haberleşme sistemlerinin dünya çapındaki üreticisi olur ve büyük bir ticari başarı kazanır. 1937 yılında yaşama veda ederken uygarlık tarihine önemli bir miras olarak radyoyu bırakmıştır.
Ulaşım teknolojisinin gelişmesi, iletişim araçlarındaki ilerlemeyi zorunlu kılmıştır. Tıpkı, demiryolu ağında gerçekleşen gelişmelere paralel olarak kablolu telgraf sistemine ihtiyaç duyulması gibi, bu kez kablosuz bir iletişim ortamı gerekliliği olarak denizcilik iletişim sistemleri açısından radyo iyi bir çözüm olarak ortaya çıkmıştır.
Önceleri telsiz olarak adlandırılan radyonun bir kitle iletişim aracına dönüşmesi ise, halka radyo sinyalleri aracılığıyla iletiler gönderme düşüncesiyle başlar. Radyo alıcılarının satılması için radyo yayınlarının yapılması ve halkın ilgisini çekecek programların üretilmesi gerekmektedir. Bu noktada iki olgu öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki, bir kitle yaratabilecek kadar çok radyo alıcısı üretmek ve bu radyoları tüketicilerin alabilmelerini sağlamaktır. İkincisi ise, radyo iletilerini düzenli ve sürekli bir biçime sokarak, radyo yayınları haline dönüştürmektir.
Westinghouse Şirketi, Amerika’daki ilk radyo programı yayınlarını başlatarak, radyo alıcılarını pazara sürmeyi gerçekleştiren ilk firma olmayı başarmıştır. 1927 yılında ise, RCA Şirketi, ilk network olan National Broadcasting Company, yani NBC’yi kurarak radyo yayıncılığını bir network ağıyla gerçekleştirmiştir. Bu yayınları sağlarken daha önce basın sektörünün yaşadığı sorunun aynısıyla karşılaşır. Bu sorun, bir radyo istasyonunun yayınlarını sürdürebilmesi için gerekli ticari gelirin elde edilmesidir. Basındaki ticari yapılanma örnek alınarak radyo reklâm sektörü oluşturularak bu sorun çözümlenmiştir.
Reklam gelirlerini artması ve sürekliliği amacıyla, istasyonların dinleyici sayısını arttırmak zorunlu olup bu amaçla birtakım çalışmalar gerçekleştirilir. Bunlardan ilki radyo alıcısı fiyatlarını daha aşağıya çekecek yeni ve ucuz teknolojiler geliştirmek, diğeri ise radyo yayınlarının kalitesini artırmak amacıyla program içeriği üreten gruplara destek vermektir. Bu anlamda radyo yayıncılığının yapılanmasında 3 farklı model ortaya çıkmıştır.
- Bunlardan ilki yayınların bütünüyle devletlere bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından yapıldığı tam devletçi modeldir.
- İkincisinde ise radyo yayınları devlet ve özel sermaye ortaklığında gelişir ya da devlete bağlı bir özerk kurum tarafından yayınlar yapılır.
- Üçüncü modelde ise radyo yayınları bütünüyle ticari sermayeye bırakılır ve devlet bu modelde sadece düzenleyici ya da denetleyici bir görev üstlenir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde daha çok ticari radyoların gelişimi gözlenirken, bazı Avrupa ülkeleri ise radyonun ticari yapılanmasını sınırlayacak yaptırımlar uygulamıştır. Örneğin İngiltere’de BBC istasyonu, devlete bağlı bir özerk bir yapılanmada yayın yapmasına rağmen, demokrasiyi koruma ve kamu yararını gözetme amacıyla tam bağımsızlığı hedef edinmiştir.
Türkiye’de ise 90’lı yılların ortalarına kadar radyo ve televizyon yayını yapma hakkı sadece devlet tekelindedir. Ancak 1994 yılında gerçekleştirilen düzenlemelerle özel radyo ve televizyon yayıncılığı yasal bir konuma oturmuştur.
Türkiye’de radyo yayınlarının tarihi 1927 yılında kadar dayanır. 1927 yılında Türkiye Telefon Telsiz Anonim Şirketi (TTTAŞ) tarafından yapılan denemeler Türkiye’de gerçekleştirilen ilk radyo iletişimi olarak kabul edilir. 1936 yılında ise radyo yayını yapma izni bir devlet kurumu olan Posta Telgraf Telefon İşletmesine (PTT) devredilir. Bu gelişme radyo yayınlarının doğrudan devlet kontrolü altına geçmesi açısından, Türk yayıncılık tarihinde önem taşır. 1940 yılında ise Türkiye’deki radyo yayınları izni T.C. Başbakanlığına bağlı olan Matbuat Umum Müdürlüğüne devredilir. Radyo yayınlarının 1946 yılında Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünce yapılmaya başlamasına dek sürer bu dönem sürer.
1964 yılında yayın yetkisi, TRT yani Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumuna aktarılarak, tarafsız radyo yayınları yapmakla görevlendirilmiştir. 20 Kasım 1994’te gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile özel radyo ve televizyon yayınlarının yapılabilmesi olanağı sağlanmıştır. Fakat Türkiye’de yayıncılık üzerinde 64 yıl süren, devlet tekeli, diğer ülkelerde radyonun televizyona bıraktığı hâkimiyetin gecikmesine neden olmuştur. Yetmişlerin başlarında toplumun büyük çoğunluğunda televizyon yoktur ve radyo 1970’li yılların sonuna kadar, dönemin hâkim kitle iletişim aracıdır. Oysa birçok Avrupa ülkesi o yıllarda renkli televizyon yayınlarına bile başlamıştır.
13 Nisan 1994 yılında kabul edilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun ile birlikte, Türkiye’deki özel radyo ve televizyon yayıncılığı yasal konuma kavuşmuş, yayınların düzenlenmesi ve denetlenmesi yine bu yasaya dayanarak kurulan Radyo Televizyon Üst Kuruluna (RTÜK) devredilmiştir.
Kitle İletişim Aracı Olarak Radyo
Kitle iletişimi, aynı iletinin kitle olarak kabul edilebilecek sayıdaki alıcıya, yine bu amaç için geliştirilmiş araçlar vasıtasıyla iletilmesi sürecidir. Kitle iletişim araçlarını, iletişim araçlarından ayıran temel farklılık aynı iletiyi çoğaltarak alıcılara iletebilme becerilerinde yatar. Telefon, telgraf, mektup gibi bireysel alıcıları hedef alan iletişim araçlarının karşısında, televizyon, radyo ve gazete gibi bir kitleyi hedef alan ve iletileri bir kitleye ulaştırabilecek kadar çok çoğaltabilen araçlar, kitle iletişim araçları olarak kabul edilirler. Kitle iletişim araçlarında iletilerin gönderilmesinde düzenlilik ve süreklilik de aranan bir diğer özelliktir.
Kitle iletişim içerisinde radyo bu sürece yatkın bir iletişim aracı olarak dikkat çekmiştir. Radyo, iletileri gazeteden çok daha hızlı bir şekilde çoğaltabilmekte, düzenli ve sürekli yayın yapabilme konusunda yine gazeteden daha avantajlı olanaklar sunabilmektedir. Radyo kendisinden önce var olan kitle iletişim araçlarının sunmadığı kadar güçlü bir ikna gücü yeteneğini de içinde barındırmaktadır. Radyoda bizzat sahibinin sesinden canlı olarak duyabilmekte ve böylelikle radyo iletilerini daha güvenilir iletiler olarak algılanmaktadır.
Kitle iletişim araçları tarihi dikkate alındığında genelde televizyonun tarihsel sürecinin daha dikkatle incelenmesi sebebiyle, çoğunlukla radyonun altın çağının önemi gözden kaçırılır. İşte radyo günleri ya da radyo çağı deyimi, 20’li yıllardan 60’lı yıllara dek süren, popüler programların ve radyo oyunlarının dinlendiği, haber saatlerinin kaçırılmamasına özen gösterildiği, insanların hayatlarında radyonun önemli bir yeri olduğu dönemi ifade eder. Radyo, aile üyelerinin bir araya toplanıp yayınları dinledikleri zaman dilimleri yaratmıştır. Yine günümüz televizyon yayıncılığının en önemli zaman dilimi olan prime time kavramının temelleri radyo çağında yatmaktadır. Dinleyenlerin gündelik yaşamına uyum sağlayabilmek üzere geliştirilen bu yayın planlaması, aslında yayın akışı kavramından farklı bir şey değildir. Dönemin en yetkin iletişim aracı olarak televizyonun radyonun yerini almasıyla birlikte, radyo dinleme alışkanlığı televizyon izleme alışkanlığına dönüşmüş, en fazla radyo dinlenen zamanlar ise genellikle işle ev arası geçen zamanlar olarak belirlenmiştir. Yaşanan bu değişimle birlikte prime time kavramı televizyon için kullanılırken, radyo içinse drive time yani sürüş zamanı kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Kısaca drive time, sabah ve akşam saatlerinde, evle iş arasında geçen kısa yolculuklarda en çok radyo dinlenen zamanı ifade etmektedir.
Radyonun kitlelere yayın yapma ve reklâm aracılığıyla ticari iletiler gönderme olanağı için ailenin tüm bireylerinin dinleyebileceği, birlikte zaman geçirebilecekleri programlar yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu sürecin bir sonucu olarak, radyo yayınları farklı içeriklerde ve biçimlerde aktarılan program formatlarının art arda yayınlandığı düzenli bir formata kavuşmuştur. Bu formatı oluşturan en önemli öge ise, radyo yayınlarındaki tür kavramıdır. Radyo çağında en çok rastlanan program türleri; haber, radyo oyunları ve müzik programlarıdır.
Haber verme, radyonun en önemli işlevlerinden biridir ve bu işlev radyo istasyonlarının kurulmasıyla birlikte hemen uygulamaya konmuştur. Yazının bulunmasıyla başlayan fikir ve bilgilerin dolaşımı, yeni kitle iletişim araçlarıyla artık çok daha hızlıdır ve radyo, haber yayınına çok uygundur. Radyo, haber verme işlevini gazetelerle, eğlendirme işlevini de sinemayla paylaşmıştır. Ancak dinlemek okumaktan, evde oturmak ise sinemaya gitmekten daha kolaydır. Radyo oyunları, önce ekonomik bunalım, daha sonra ise savaşla sarsılan Amerikalılar ve Avrupalılar için, gündelik sıkıntıları unutmanın yollarından biri olmuştur. Radyo oyunları, hikâye, roman ve benzeri metinlerin sesli iletiler halinde kodlanarak radyo programı biçimine dönüştürülmesiyle yapılan yayınlardır.
Müzik, kitle iletişim aracı olarak radyonun içeriğinde önemli bir yer tutar. Radyo, işitsel bir araç olduğu için, müzik yayınları bu aracın doğasına oldukça uygundur.
1906 yılında Fessender, New York’ta bir müzik yayını gerçekleştirir. 1908 yılında ise bir klasik müzik tutkunu olan De Forest, Eyfel Kulesi’nden bir klasik müzik konser kaydını Parislilere dinletir. Bu iki etkinlik radyoda müzik yayınlarının etkinliğinin ortaya konması açısından büyük önem taşır. Radyodan müzik eserlerinin yayımlanması, entelektüellerden hiç beklenmedik bir tepkiyle karşılaşır. Yeniden üretim yöntemlerinin eserlerin aslını bozduğunu öne sürerek, müzik eserlerinin çoğaltılmasına ve yayımlanmasına karşı çıkarlar. Bu yıllarda müzikhol, sinema ve radyo üçgeninde yeni bir eğlence kültürünün oluşmasıyla birlikte, müzik kayıtları, plak üretimi derken, güçlü bir müzik endüstrisinin temelleri atılır.
Modern popüler kültür, kitle iletişim araçlarının tarihiyle eş zamanlı süregelmiştir. Radyo, popüler kültür kavramına en önemli katkıyı radyoda yayınlanan müzik programlarıyla yapmıştır. Radyo yayınları ile birlikte müzik eserleri birer tüketim nesnesine dönüşmüştür.
Popüler müzik ve radyo arasındaki ilişki Türkiye’de benzer bir süreç görülmüştür. Popüler müzik sektörünün bir parçası olan gazinoların kadrolarında sıklıkla radyoda yetişen müzisyenler ve ses sanatçıları yer almıştır.
Türkiye’de radyo alıcılarının yaygınlaşmasıyla birlikte birçok ses sanatçısı aynı zamanda birer film yıldızı olarak topluma sunulmuştur. Müzik, sinema ve radyo ile birlikte yazılı basının da katkısıyla Türkiye’ye özgü bir popüler kültür örgüsü meydana getirilmiştir. Bu süreç içerisinde radyo, sinemaya göre daha fazla izleyiciyle buluşabilme, yazılı basına göre de anında iletişim kurabilme özelliğinden dolayı işlevsel bir rol üstlenmiştir.
Bir Propaganda Aracı Olarak Radyo
Kitle iletişim araçlarının fikirleri yayma ve ikna etme gücü, siyasi iktidarların her zaman ilgisini çekmiştir. Kitle iletişim araçlarından radyo, televizyon ve gazeteyi ellerinde bulunduran ya da kontrol edenler, izler kitleye kendi düşünce ve değerlerini iletme ve onları kendi bakış açılarının doğru olduğuna inandırma gücüne sahiptir. Özellikle başka kaynaklardan gelen iletilerin engellendiği ya da sınırlandırıldığı durumlarda, kitle iletişim araçlarının birer propaganda aracına dönüşmesi oldukça kolaydır.
Radyo, bir propaganda aracı olarak dikkat çekici bir şekilde, ilk kez II. Dünya Savaşı’nda, Naziler tarafından kullanılmıştır. Halk Alıcısı olarak adlandırılan ve sadece kendi kanallarını alan alıcıları düşük maliyetle üretmeyi başaran Nazi Almanyası, öncelikle bu aracın halk tarafından yaygın bir şekilde kullanılmasını hedeflemiştir. 1939 yılında 9,5 milyon kayıtlı radyo alıcısına ulaşan Almanlar, o tarihte Avrupa’nın en fazla radyo dinleyicisine sahiptir. Aynı süreçte Alman radyoları, dış ülkelere de yayın yapmakta hiç gecikmez. Berlin’de kurulan kısa dalga Radyo Merkezinden 53 farklı dilde yayın yapmaya başlayan Almanlar, savaş süresince işgal ettikleri yerlerde ilk olarak radyo vericilerini çalışır duruma getirirler. Böylelikle düşman şehirlerini sadece askeri olarak değil, ideolojik olarak da ele geçirirler. Hitler, savaşın başlarındaki askeri ve siyasi başarısını büyük ölçüde elinde bulundurduğu kitle iletişim araçlarını etkin bir şekilde kullanmasına borçludur.
Kötü Günlerin Dostu: Acil Durumlarda Radyo
İkinci Dünya Savaşı sonrası, daha uzağa ya da daha temiz ses sinyali gönderme çalışmaları gerçekleştirilerek radyo yayınları FM bandından yayınlanmaya başlamıştır. Daha önceki Genlik Modülasyonu (AM) yerine, Frekans Modülasyonu (FM) kullanılması, ses kalitesinin artması anlamına gelmektedir ve müzik yayını yapan radyoların yayılmasında büyük rol oynamıştır.
Amerikalıların 1947 yılında transistorlu radyoyu bulmasıyla radyonun gelişim sürecinde ciddi bir değişim yaşanmıştır. Transistorlar, radyo alıcılarının fiyatlarını inanılmaz bir şekilde ucuzlatmış ve radyoların boyutlarını hayal edilemeyecek kadar küçültmüştür. Japonya’da kurulan Tokyo Telekomünikasyon Mühendislik Şirketi, 1954 yılında transistorun lisansını Amerikalılardan satın almış ve radyoları neredeyse cebe sığacak boyutlarda üretmeyi başarmıştır. Radyo kullanımını yaygınlaştıran bir diğer etkense, radyo alıcılarının pille çalışabilir hale gelmesidir.
Sadece radyo alıcılarının değil, radyo vericilerinin de kolay satın alınabilir nesnelere dönüşmesiyle, amatör radyoculuk adı verilen yeni bir kavram ortaya çıkmıştır.
Amatör radyo kavramı önceleri daha çok Türkçede amatör telsizcilik olarak tanımlanan iletişim yöntemi formunda başlamış ve daha sonra düzenli radyo yayını yapabilen donanımların ucuzlamasıyla özellikle Avrupa ve Amerika’da bir hobi aracına dönüşmüştür. Amatör radyo, kişi ya da kurumların, devlet kontrolü ve büyük medya şirketleri dışında gerçekleştirdikleri amatör yayın etkinliği olarak değerlendirilmiştir. Alıcılarının küçük ve taşınabilir olması, pille çalışabilme olanağının sağlanması, ses dalgalarının yayılım gücü, vericilerin ucuzluğu, radyoyu acil durumlarda kullanıma en elverişli iletişim aracı haline getirmiştir. Olağanüstü hallerde, savaşlarda ve doğal afetlerde radyo hep ön plana çıkmıştır. Afet sonrası ilk yardım hizmetleri ve acil duyurular için radyo en elverişli ortamdır ve bu tür durumlarda ilk olarak radyo sistemi devreye sokulur. Basit jeneratörlerle kolayca işletilebilen istasyonların yayınları, yine küçük bir pille çalışabilen cep radyolarınca rahatlıkla dinlenebilir.
- Radyonun acil durumlarda ilk olarak başvurulan kitle iletişim aracı olmasının nedenleri incelersek;
- Radyo vericileri kurmanın ve bu vericilerle yayın yapmanın maliyeti oldukça düşüktür.
- Ses sinyalleri çok uzak mesafelere ve geniş alanlara kolaylıkla gönderilebilir.
- Radyonun canlı yayın özelliği, kitlesel haberleşmenin hızlı biçimde gerçekleşmesini mümkün kılar.
- Radyo vericileri, jeneratör ve akü gibi enerji kaynaklarıyla, tüm koşullarda çalışabilecek teknolojiye sahiptir.
- Radyo alıcıları, kolay taşınabilen ve çeşitli enerji kaynaklarıyla hemen hemen her yerde çalışabilen ucuz cihazlardır.
Günümüzde Radyo
Günümüzdeki radyo yayınları ele aldığımızda, ilk olarak radyo yayınlarının teknik alt yapısını oluşturan teknolojik yapı önemlidir. Günümüzde radyo yayınları sadece karasal değil, aynı zamanda uydudan ve internetten de yayın yapmaktadır. Karasal yayınlar, radyonun ilk bulunuşundan günümüze dek süregelen, yeryüzünde herhangi bir yerde bulunan bir radyo vericisinden yayılan elektromanyetik dalgaların, yine yeryüzünde bulunan radyo alıcıları tarafından alınarak ses iletilerine dönüştüğü yayın sistemidir.
Analog ve sayısal uydulardan yapılan radyo yayınları, iletiler yeryüzünden uzayda bulunan uydulara aktarılır ve bu uydular tarafından yine yeryüzünün belirli bölgelerine yansıtılır. Uyduların kapsama alanları karasal vericilere göre çok daha geniştir ve iletilerde kayıplar çok daha azdır.
Internet radyo yayınları ise bütünüyle sayısal ortamlarda gerçekleşir ve iletilerin yayılması internetin teknolojik tabanına dayanır. Internet radyolarında iletilerin belirli bir hedefi ya da kapsama alanı yoktur. Radyo yayını internette bulunan radyonun sayfasına ulaşılmasıyla alınmaya başlar.
Günümüzde radyo yayınlarına, televizyon ve internet yayınlarıyla birlikte birçok ülkede yasal düzenlemeler getirilmiştir. Bu düzenlemeler iki temel üzerine oturur. Bunlardan ilki radyo yayınlarının dinleyicilere net ve sorunsuz bir şekilde iletilmesini düzenleyen teknik düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerde öncelikle karasal yayınların yayın kapsama alanları ve frekansları dikkate alınır. Dinleyicilerin sorunsuz bir şekilde alabileceği en fazla radyo yayını sayısına ulaşabilmesi amaçlanır.
Radyo yayınları sadece teknik olarak değil, yapılan yayınların içeriği konusunda da belirli düzenlemeler ile denetlenmektedir. Medyada Düzenleme ünitesinde de belirtildiği gibi, yapılan tüm yayınlar anayasa çerçevesinde belli ilkelere, kurallara bağlı sınırlar içinde gerçekleştirir. Radyo yayınlarında getirilen bir başka sınırlama ise, radyo sahiplerinin ekonomik ve siyasi ilişkileri doğrultusunda gerçekleşmektedir. Birçok ülke radyo ve televizyon sahiplerinin bu etkinlik dışında ticari bir etkinliğe girmesini ya da siyasi bir partiyle ilişkisini yasalarla engellemiştir.
Uydu yayınlarının yapıldığı ülkelerle, bu yayınlara maruz kalan ülkeler çoğunlukla farklı sınırlar, farklı coğrafyalar ve hatta farklı kıtalarda olabilmektedir. Bu nedenle çoğu zaman, yayının yapıldığı ülkeyle, yayının alındığı ülkelerin yasal düzenlemeleri örtüşmediği için, uydu yayınlarındaki yasal düzenlemeleri uygulamaya geçirmek oldukça güçtür.
İnternetten yayın yapan radyoların denetimi ve düzenlenmesi ve takip etmek, internetin teknik altyapısı nedeniyle güçleşmektedir. İnternetten radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyecek ve düzenlemeleri takip edecek uygulamaları hayata geçirecek teknik altyapılar yeni yeni oluşturulmaktadır.
Günümüzde radyo, genç kuşakların da rağbet ettiği bir kitle iletişim aracıdır. Radyonun günümüze dek varlığını koruyabilmesi ve geçen zamana karşı direnerek ayakta kalabilmesinin başlıca nedeni, onun “ her yerdeki ses ” olma özelliğinde saklıdır.
Radyo dinlerken başka fiziksel ya da düşünsel işleri yapmak mümkünken, televizyon ise izleyicisine bu olanağı tanımaz. Çoğu iş yerinde televizyon izlemek yasak olmasına karşın, radyo dinlemeye herhangi bir sınırlılık getirilmemesinin başlıca nedeni budur. Aynı şekilde, trafikte araç kullanırken televizyon seyretmek ya da gazete okumak mümkün değilken, radyo dinlemek mümkündür ve günümüzde birçok otomobil üreticisi, araçlarını en gelişmiş radyo ve ses sistemleriyle donatmaktadır.
Günümüzde evlerdeki etkin kitle iletişim artık radyo değil televizyondur. Böylelikle radyo, aile bireylerinin bir araya gelerek dinledikleri bir araç olmaktan çıkmış, kendine özgü dinleme zamanlarının oluştuğu farklı bir yapıya bürünmüştür.
Bu nedenle radyoları birbirlerinden ayıran temel yayın alanları ortaya çıkmış, birçok istasyon belirli konularda uzmanlaşmaya yönelmiştir. Dinleyicilerin seçtikleri radyo istasyonları, onların genel özelliklerini de yansıtmaya başlamış ve bunun bir sonucu olarak, dinleyicilerin zevklerine, özelliklerine göre, farklı içeriklerde yayın yapan radyo istasyonları yaygınlaşmıştır.
Radyo, artık sadece bir müzik makinesi değil, tematik yayıncılığın geçerli olduğu bir kitle iletişim aracıdır. Haber radyosu, yabancı müzik radyosu, yerli müzik radyosu, rock radyosu, klasik müzik radyosu, sohbet radyoları gibi, belirli bir konu üzerinde yoğunlaşmış radyo istasyonları tematik radyoculuğa verilebilecek örneklerdendir.