TOPLUMA HİZMET EĞİTİMİ - Ünite 6: Geleneğimizde Topluma Hizmet Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Geleneğimizde Topluma Hizmet
Giriş
Sosyal kurumları yeterince güçlü olmayan toplumların ise zaman içinde tarihin tozlu sayfaları arasında unutulduklarını biliyoruz. Topluma hizmet bilincinin köklü olduğu toplumlarda bu bilincin iki biçimde oluştuğu görülür. Doğal çevre; Doğal çevrenin insanın bazı konularda yaşayış biçimini yönlendirdiği bilinir. İklimin sıcaklığı veya soğukluğu, çevrenin yapısı ve özellikleri toplumları bazı ortak davranışları yapmaya zorlar. Bu ortak davranışlar içinde topluma hizmet bilinci, her bireyin küçük yaştan itibaren vazgeçilmez dayanışma yöntemi olur. Üretim ilişkileri; Üretim ilişkileri de topluma hizmet bilincinin oluşmasında önemli etkenler arasındadır. Besicilikle iklim değişmeleri arasındaki ilişki çok güçlüdür. Örneğin 21 Mart, bahar mevsiminin geldiğinin işareti olarak çok önemlidir. Bu yüzden nevruz veya yeni gün, bir bayram olarak kutlanır. Çünkü bu tarih koyunların yavrulamalarının ve yaylaya çıkma hazırlıklarının başlangıcıdır. Özellikle ilkbahar ve yaz aylarında hayvanların taze ot ve temiz suya ihtiyacı bulunmaktadır. Zaman içinde Anadolu’ya göçlerle birlikte Anadolu’daki yaşam, kentlerde birbirinden farklı iş birliği içinde gelişti. Besicilik yapan topluluklar yine yayla ve kışla yöntemiyle varlıklarını sürdürdüler. Besici topluluklar içinde yardımlaşma, varlığını az da olsa günümüzde de sürdürmektedir. Bir büyük afet karşısında veya sürülere yapılan saldırılarda ise insanlar arasında şifre biçiminde oluşturulmuş haberleşme sistemi olarak davullar kullanılmaktaydı. Her evde veya ailede bir davul bulunurdu. Sel, yangın veya sürülere yapılan bir saldırı karşısında sel için özel şifreli vuruş, yangın için özel şifreli vuruş, saldırı için özel şifreli vuruş kullanılırdı. Anadolu kırsal alanında kökü tarihin derinliklerine kadar giden güçlü bir sosyal yardımlaşma bilinci bulunmaktadır. Bu sosyal yardımlaşma bilinci, devlet adını verdiğimiz siyasal kurum tarafından yapılmazdı. Sosyal yardımlaşma halkın kendi bilinci ve iradesi ile oylama ve ikna yöntemiyle sağlanırdı. Günümüzde böyle toplum örgütlenmelerine sivil toplum örgütlenmesi adı verilmektedir. Anadolu’da bin yıllık bir kent yaşam kültürüne sahibiz. Bu süre içinde de kentlerde bütün dünya için örnek olacak sivil toplum örgütlenmesi ve buna dayalı topluma hizmet bilinci geliştirdik. Bu yapı bugün gelişmiş ülkelerin bir arayış içinde oldukları tabandan, yani bireyden toplumun bütününe ulaşması beklenen katılımcılığı benimseyen bir sosyal örgütlenme disipliniydi. Sosyal yardımlaşmanın önemli görüldüğü bir başka zaman da düğünlerdi. Düğünler yörelere göre ufak farklılık gösterirdi. Kırsal alan ve kentlerde birbirlerine benzer yöntemlerle davetiyeler gönderilirdi. İnsanlar düğüne, bazı yörelerde dibi kırmızı boya ile boyanmış mum, bazı yörelerde mendil, eşarp, bazı yörelerde sabunla (gelin hamamı için) davet edilirdi. Bugün birçoğumuzun farkına varmadan söylediğimiz “kırmızı dipli mumla çağırmadım” sözü buradan gelmektedir. Kentleşme ve küreselleşmenin etkisi ile birçok geleneğimiz hızla yok olmaktadır. Şu anda geleneksel yapıyı sürdüren köy sayısı son yapılan araştırmalara göre 400 dolaylarındadır. Bu yüzden bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de “maddi olmayan kültür varlıkları” olarak kabul edilen bu değerler koruma altına alınmaya çalışılmaktadır.
Topluma Hı·zmet Anlayışında Vakıf Ve Vakıf Kurumları
Vakıf kurumunun oluşumu bir gönüllülük işidir. Bir kişinin kazandığı, biriktirdiği veya ürettiği mal varlığını, toplum çıkarları için kullanılmak üzere ayırması anlayışıdır. Tarihsel kökeni ne olursa olsun vakıfların daha çok Anadolu ve Balkanlar coğrafyasında yaygın olarak bulunduğunu görürüz. Bu yüzden vakıflar, adeta bizim geleneksel kültürümüzün bir parçası hâline gelmiştir. Daha sonra vakıf hukuku adını verdiğimiz vakıf mallarının korunması ile ilgili bir kurumlaşma ortaya çıkmıştır. Vakıf daha önce de belirttiğimiz gibi bir mal veya taşınmazın “alım ve satımının” mal sahibinin isteği üzerine yasaklanarak yıllık gelirinin yine mal sahibinin isteği doğrultusunda harcanması durumudur. Anadolu ve Balkanlarda, Selçuklu ve Osmanlı Devleti döneminden kalma çok sayıda vakıf bulunmaktadır. Vakıfların yönetilmesi için geliştirilen yönergelere “vakıfname” adı verilmektedir. Vakıf kurumları aynı zamanda bir kişinin kendi arzusuna bağlı olarak hiçbir zorlama olmaksızın yaptığı yardımlara dayandığı için tamamen sivil toplum örgütlenmesidir.
İbadetle İlgili Vakıflar : Bu vakıflar genellikle camiler, türbeler, dergâh ve zaviyelerdir. İbadet kurumlarının inşası sırasında işlevlerini sağlıklı bir biçimde yürütebilmeleri için bazı yöntemler uygulanırdı. Bu kurumlar halkın inanç ihtiyaçlarını karşılayan kurumlardı. Ayrıca bu kurumların, eğitim ve halkı aydınlatma gibi işlevleri de vardı. Selçuklu ve Osmanlı Devleti döneminde yapılan dinî amaçlı kurumların çevresinde genellikle yüksek okullar da yapılmıştı. Medrese adı verilen bu yüksek okulların öğretim üyelerinin maaşları ile öğrencilerin barınma ve yeme masrafları da vakıf gelirlerinden karşılanırdı.
Kent Hizmetleri ile İlgili Vakıflar: Geleneğimizde hemen hemen kent hizmetlerinin tamamına yakın kısmı için kurulmuş vakıf kurumları vardır. Bunlar arasında kentin su yollarının yapılması ve işletilmesi için kurulan vakıflar, su kemerlerinin bakım ve onarımları için kurulmuş vakıflar, çeşme ve sebil adını verdiğimiz bütün halkın hizmetine sunulmuş su kaynakları, kaldırım, aşevi, köprü ve okul gibi belediye hizmetleri ile ilgili kurulmuş vakıflar bulunmaktadır.
Sağlıkla İlgili Vakıflar: Selçuklular döneminde Anadolu’da kurulan çok büyük hastaneler bulunmaktadır. Bunların birçoğu dünya tıp literatürüne girerek övünç kaynağımız olmuşlardır.
Yol Güvenliği ile İlgili Vakıflar: Bu vakıflar özellikle yol ve ulaşım güvenliği ile ilgilenirdi. Bu nedenle kervanların özgürce ve güvenle seyahatini sağlamak, yollarda kurulan kervansarayların işletilmesi için vakıflar kurulurdu. Ayrıca ortalama her kırk kilometrede bir posta menzili oluşturulurdu. Bu menzillerde “posta tatarı” adı verilen postacılar için at besleniyor, onların yol ihtiyaçları için gerekli gıda ve eşya bulunduruluyordu. Bunların işletilmesinden sorumlu kimselerin geçimlerini sağlamaları için bağ, bahçe ve tarla gibi taşınmazlar bağışlanıyordu. Malların ve üretimin serbest ve özgür dolaşımı özellikle 13. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar Anadolu’yu dünyanın en zengin bölgelerinden biri hâline getirmişti. Yol güvenliğinin sağlanmasında dikkat edilen noktalardan biri de şuydu: Bir kervan soygun, çığ düşmesi, heyelan ve benzeri sebeplerle zarara uğrarsa bu zararların ödenmesi için bir sigorta sistemi oluşturulmuştu.
Eğitimle İlgili Vakıflar: Bu vakıflar, kişilerin eğitim masraflarının tamamını karşılamaktaydı. Bu kurumlar içinde ilkokuldan başlayarak üniversiteye kadar eğitim veren birçok vakıf medresesi bulunmaktaydı. Bunlardan bir kısmı devlet adamları, eşleri ve varlıklı işadamları tarafından vakfedilmiştir. Vakıf olarak akıl hastaneleri bulunmaktaydı. Orta Çağ’da Avrupa’da akıl hastaları zincirlerle bağlanarak zindanlarda tutulurken bu vakıf hastanelerindeki hastalar müzik ve su sesi ile ücretsiz tedavi edilmekteydi. Bu hastanelerin en önemlilerinden biri de Edirne’de bulunmaktaydı. İlkokul eğitimi için yapılan vakıflara örnek olarak İstanbul’da Ayasofya semtindeki Zeyni Hatun Vakfı verilebilir.
Kentte Sosyal Dayanışmayı Güçlendirici Vakıflar: Geleneğimizde toplum hizmetinin kent içinde en örgütlü yapıldığı kurum vakıf kurumudur. Kent yaşamını kolaylaştıran bu vakıflar sosyal dayanışmayı da geliştiren önemli topluma hizmet birimleri olarak bugün de örnek alınabilecek kurumlardır
Daha birçok konuda kurulmuş vakıf kurumları bulunmaktadır. Bu durum toplumsal dayanışmada altı temel insan ihtiyacının ucuza veya hiç ücretsiz olarak sağlanmasına yardım ediyordu. Bu temel ihtiyaçlar çağların değişmesi ile değişmeyecek temel ihtiyaçlardı. Günümüzde de kalkınmış ve uygar toplum kavramı içine bu altı temel gereksinmeyi ucuza veya ücretsiz karşılayabilen toplumlar girmektedir. Vakıfların işleyiş yönergelerinin önemli bir kısmı halen Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde bulunmaktadır. Topluma hizmet bilinci açısından geleneksel toplum yapımızı değerlendirdiğimiz zaman devletin bu hizmetleri tamamen halka bıraktığını görmekteyiz. Topulumumuzun geliştirdiği yöntemlerin korunması konusunda devlet etkin önlemler almış ama bu kurumların yönetilmesine zorunluluk olmadıkça karışmamıştır.
Ahı·lı·k, Yaren, Erfene, Sıra Gezme, Seğmen, İmece Ve Salma Geleneklerı· Ve Toplumsal İşlevleri
Ahilik: Ahi sözcüğünün Arapça “kardeş” anlamına geldiği savı ilk tanımdır. İkincisi ise Türkçe “akı” nın, “cömert, cesur” anlamına geldiği savıdır. Bunların hangisinin doğru olduğu yolunda elimizde bir bilgi bulunmamaktadır. Ahilik kurumunun, daha çok Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen bir sosyal yardımlaşma kurumu olduğu tezi güçlenmektedir. Osmanlı Beyliğinin kuruluşu sırasında Osman Gazi’nin hocası olan Şeyh Edebali de bir Ahi ileri geleni olarak kabul edilmektedir. Bu yüzden Osmanlıların Anadolu’dan Balkanlar’a geçmesi ile birlikte Ahilik, Balkanlar’da da yaygınlaşmıştır. Her iş ve meslek grubunun bir Ahi birliği olurdu. Bu Ahi birlikleri kendi içinde usta, kalfa ve çırak olmak üzere meslek sahipleri ve adaylarını sınıflandırırdı. Ahi birliğinin başkanı ,mesleğinin en ustası ve en saygını olan kişi olurdu. Ahi birlikleri sayesinde Üretilen malların kalitesinin kontrolü yine Ahi birliğinin başkanı veya görevlendirdikleri tarafından yapılırdı. Meslek içi eğitim çalışmaları planlanır ve yürütülürdü. Ustalar için yeni işyeri açılması sırasında Ahi birlikleri işyerinin açılmasına maddi ve manevi olarak destek olurlardı. Kentin sorunlarının çözümüne katkıda bulunarak kaldırım, köprü, çeşme okul gibi kurumların açılmasına esnaftan para toplayarak katkıda bulunulurdu. Ahilerin “fütüvvetname” adı verilen bir yönergeleri bulunuyordu. Her Ahi birliğinin fütüvvetnamesi bir diğerinden farklı olabilirdi. Bu yönergeler meslek etiği ve Ahi birliklerinin görüş ve düşüncelerini içeriyordu. Ahi birlikleri sadece Ahi’nin iş yaşamını düzenlemiyor, günlük yaşamı için de sıkı düzenlemeler getiriyordu. Ahiler her akşam Ahi zaviyesine uğramakta, çıraklar ve kalfalar zaviyede hizmet etmekteydi. Esnaf, kazancının bir kısmını Ahilerin toplanma yeri olan Ahi zaviyesinin girişinde bulunan Ahi sandığına bırakırdı. Burada biriken gelir ise kentin temel ihtiyaçları için kullanılıyordu. Sandıkta toplanan para yiğit başı ve kethüda adı verilen Ahi toplumunun iç düzenini yürüten kişi tarafından toplanırdı.
Ahiliğin Selçuklu ve Osmanlı Devleti döneminde yaşanan parlak uygarlığın oluşmasına çok büyük katkısı olduğu bilinmektedir. Bu dönemlerde Anadolu’ya gelen yabancı seyyahların Ahilerle ilgili gözlemleri de çok önemlidir. Ahilerin kent yaşamındaki gücünü ele alarak anlatan ünlü gezginlerden birisi İbn-i Batuta isimli Arap gezgindir. Batuta Alanya’ya gemi ile gelmiş, kendisini limanda karşılayanlar arasında kılık kıyafeti son derece sade ve yoksul giyimli gibi bir kişinin de olduğunu görmüştü. Yanındakilere teşekkür ettikten sonra yoksul giyimli kişiyi göstererek “Bu yoksul kişiyi neden beni karşılamaya getirdiniz?” diye sormuştu. Bunun üzerine karşılayanlar o yoksul giyimli kişinin Alanya’nın Ahilerinin başı olduğunu, varlıklı bir insan olduğunu, Ahi geleneği sebebiyle gösterişli giyimden özellikle kaçındığını söylemişlerdi.
Ahiliğin güçlü bir biçimde yaşayabilmesinin temelinde güçlü bir eğitim yatmaktadır. Bu, Ahi ahlakı çevresinde oluşturulmuş sıkı bir eğitimdir. Eğitim yalnızca bilgi aktarımı biçiminde değil bütün bir gün içinde yaşamın bir parçası halinde veriliyor ve kontrol ediliyordu. Böylece topluma hizmet bilinci bencilliklerinden, hırs ve kıskançlıklarından arınmış insanların kazandıkları bir bilinç hâline dönüşüyordu.
Ahiliğin temel ilkeleri şunlardır:
- Elini açık tut
- Sofranı açık tut
- Kapını açık tut
- Dilini bağlı tut
Bu temel ilkeler doğrultusunda her Ahi adayı çırağa dört yol gösterici verilirdi:
- Ustalar: Ustalar mesleği ve meslek ahlakını öğretirdi.
- Yol atası: Bütün yaşamı boyunca kendisi için gerekli olan tutum davranışları kazanmasını sağlardı.
- Sağ ve sol yol kardeşi: Daha önce Ahiliğe girmiş iki kişi Ahi adayına sürekli arkadaşlık yaparak onun tutum ve davranışlar kazanmasını sağlarlardı.
Ahi Yönergeleri: Bugün elimize geçmiş olan 24 Ahi yönergesi bulunmaktadır ki bunlara Fütüvvetname adı verilmektedir. Bu yönergeler dünya üzerinde yazılmış ilk sivil toplum örgütü yönergeleri olmaları bakımından çok önemlidir. Birçoğu Türkçe yazılmış olan bu yönergelerde genellikle dört ana bölüm bulunur. Birinci bölümde, Ahiliğe alınacak kimselerin özellikleri anlatılır. İkinci bölümde, Ahi birliğinin ahlaki temelleri anlatılır. Üçüncü bölümde Ahiliğin kuralları üzerinde durulmaktadır. Dördüncü bölümde Ahi birliğinin daha önceki başkanlarının isimlerinin bulunduğu bir şecere bulunur. Bu şecere aynı zamanda o Ahi birliğinin serbestçe çalışmalar yapabilmesi için bir belgedir.
Ahi zaviyelerinin de önceden planlanmış bir mimari yapıları bulunuyordu. Bu yapı içinde sofra çıkarılabilen, misafir ağırlanabilen bahçe içinde bir yapıydı. Ahi zaviyesinde yalnız mesleki bilgiler konuşulmaz aynı zamanda musiki, sanat, edebiyat ve tasavvuf sohbetleri yapılır, bunun eğitimi verilirdi. Bir Ahi aynı zamanda geniş bir genel kültür sahibi olurdu.
Ahilerin önemli özelliklerinden biri de kırsal kesimle kent arasında köprü olmalarıdır. Köylerde veya kırsal alanda üretilen tahıl ürünleri, sebze, meyve, yağ, süt, yoğurt, yapağı, deri ve değişik madenlerin kentte işlenmesi ve pazarlanmasını yaptıkları için köy yaşamının gelişmesine, köy ve kent farkının azaltılmasına katkıları olurdu.
Erfene: Erfene, değişik yörelerde ferfene veya herfene şeklinde de adlandırılır. Erfene genellikle uzun kış geceleri birbirleriyle bir arada bulunmaktan zevk alan kimselerin yaptıkları bir eğlence toplantısıdır. Erfene yaşıtlar arasında yapılan bir toplantıdır. Yaşlıların erfenesi ile gençlerin erfenesi birbirinden farklılıklar gösterir. Erfene genellikle haftada bir yapılan bir sohbet toplantısıdır. Erfene meslek gruplarının değil birbirleriyle bir arada bulunmaktan mutluluk duyan kimselerin toplantısıdır. Erfene toplantılarında genellikle toplantıya gelenler evlerinden yiyecek getirirler. Toplantı bir disiplin içinde başlar. Yine bir disiplin içinde biter. Toplantının başlangıcında yörenin sorunları konuşulur ve ortak bir çözüme varmak üzere karar verilir. Genellikle ortak sorunların çözümünde imece kararlarının alındığı yerlerden biri bu erfene toplantılarıdır. Köyde, ilçede veya kentte bir erfeneye katılmamak büyük bir kusur olarak kabul edilir. Erfenenin asıl amacı sosyalleşmek ve toplumun birbiriyle kaynaşmasına katkıda bulunmaktır. Bu yüzden erfeneye katılmayanlar için bazen cezalar verilir. Bunlardan birisi, erfeneye gelmeyenin evinin önüne bir eşekle gidilmesi, o kişinin zorla eşeğe bindirilip erfeneye getirilmesidir.
Yaren Meclisi: Yaren meclisleri Anadolu’da sadece kentlerde değil, kırsal alanda da uygulanan bir gelenek olarak göze çarpmaktadır. Bu yüzden kent yareni ile köy yareni birbirinden farklı olarak uygulanmıştır. Anadolu’nun birçok yöresinde var olmasına rağmen birçok ilde ve köyde unutulmaya yüz tutmuştur. Şu anda Çankırı, Kastamonu, Bolu, Denizli ve çevrelerinde yaşatılamaya çalışılmaktadır. Yaren meclisinin özellikle kış ayları gelmeden önce başlayarak uzun kış ayları süresince belirli günlerde yapıldığı görülmektedir. Tarihsel kökeni hakkında kesin bir bilgimiz bulunmamakla birlikte Yaren meclisinin bazı bölümleri Ahi geleneklerine benzemektedir. Yaren meclisi, yine bize özgü toplanma geleneklerinden biri olan cem törenlerini de andırmaktadır. Yaren meclisinde toplumun o dönemdeki sosyal ve kültürel sorunları konuşulurdu. Yaren meclisinin bazı bölümlerinde sazlı sözlü eğlence ve değişik göstermelik oyunlar sergilenirdi. Yaren meclisinin toplanması için öncelikle Erfene yapılırdı. Bu toplantıda Yaren meclisinin toplantı günü ve saatleri belirlenirdi. Bu toplantılar Ekim ayından sonra planlanırdı. Kış boyu belirli aralıklarla sürdürülürdü. Yaren meclisine herkes alınmazdı. Konuklar da eğer toplantıda bulunanların tamamının izni olmazsa toplantıya alınmazdı. Konuklar toplantıya katılsalar bile toplantının her aşamasına katılamazlardı. Bunun sebebi, Yaren meclislerinde sadece yarenleri ilgilendiren sorunların ve durumların konuşulmasıydı.
Sıra Gezme: Sıra gezme geleneği günümüzde medyanın da etkisiyle en çok tanınan kurumlardan biridir. Özellikle Urfa yöresinde hâlen yaşıyor olması sebebiyle yalnız Urfa yöresine aitmiş gibi algılanmaktadır. Oysa sıra gezme de Anadolu’nun birçok yöresinde bilinen fakat zamanla gittikçe yok olan bir kurumumuzdur. Bugün Urfa yöresinde yaşayan sıra gezme geleneği daha çok zengin müzik repertuarı ile ilgi toplamaktadır. Oysa Sıra gezme geleneği bir bütündür. Tıpkı Yaren meclisi gibi. İçinde anlaşmazlıkların çözüldüğü mahkeme bölümü, kentin sorunlarının görüşülerek çözüldüğü bir bölüm, yöresel oyunların oynandığı bölüm bulunurdu. Diğer toplantılarda olduğu gibi dua ile başlar ve dua ile biterdi. Sosyal dayanışma boyutunun gittikçe önemini yitirmesi, kültür boyutunun öne çıkması, kentleşme ve küreselleşmenin getirdiği etkilerden kaynaklanmaktadır. Topluma hizmet ve demokratik katılımcılık bilincinin bireye yakın olan en alt kurumlardan yukarıya doğru örgütlemeyle geliştiği düşüncesinden hareket edersek, bu geleneklerin korunması, yaşatılması ve sürdürülmesi için özel bir çaba harcamamız gerekecetir. Topluma hizmet bilincinin köklü bir biçimde canlandırılabilmesi halkın kendisi tarafından geliştirilmiş doğal örgütlenme biçimi olan bu kurumların yeniden hayata geçirilmesiyle mümkündür.
Seymen Alayı: Seymen kelimesinin kaynağı ile ilgili olarak elimizde yeterli belge bulunmamaktadır. Ancak Seymen sözcüğünün Balkanlar’da kale muhafızı anlamına geldiği bilinmektedir. Seymenlikle ilgili elimizdeki bilgilere toplu olarak baktığımız zaman bu kurumun daha çok gençler arasında örgütlendiği görülür. Seymenlik, Ege’deki efe ve zeybek geleneğinin bir başka türünü oluşturmaktadır. Seymenlik, özellikle kentlerde gençlerin ölçüsüz bir yaşam biçimine girmelerini önlemek, onları bir disiplin içinde topluma yararlı birey olarak yetiştirmek açısından son dönece önemli bir topluma hizmet kurumudur. Kötülüklere karşı savaşma, iyiliği, yardımseverliği ve adaleti egemen kılma açısından toplumsal dinamizmi oluşturması, Seymenliğin başka bir özelliğidir.
İmece: İmece bildiğimiz en eski dönemlerden beri bizim geliştirdiğimiz yardımlaşma ve topluma hizmet kurumlarından biridir. Devlet dediğimiz siyasal erkin yasalarla kurduğu kurumlar toplum için hiç kuşkusuz zorunludur ancak bir toplumun kendi temel gereksinimleri için sivil örgütlenmeye gitmesi de ayrıca gereklidir. Geleneğimizdeki bütün topluma hizmet örgütlenmelerinin özü budur. İmece ise bu örgütlenmelerin tamamının oluşmasını sağlayan ana kaynak niteliğindedir. İmecenin sistemi son derece yalın ve etkilidir. İkna edici ve uyulması için özel bir çaba gerektirmeyen bir yapılanmadır. İmece iki başlık altında incelenebilir. Bütün toplumun gereksinmesi için yapılan imeceler ve Yalnızca bireylerin gereksinmesi için yapılan imecelerdir. İmece için önemli olan noktalardan biri de toplanma yerleridir. Bu toplanma yerleri köyün saygın kişilerinin odaları, sofaları idi. Bazı köylerde buluşma yeri olarak köylünün yaptığı köy odaları bulunmaktadır. Köy odaları köylüler tarafından ortak olarak yapılan, kışın yakacağı sırasıyla köylüler tarafından getirilen, köyün konuklarının ağırlandığı, köy bekçisi ve köyün tellalının sorumluluğunda olan yerlerdi.
Düğünler başlıbaşına bir yardımlaşma sistemi içinde yapılırdı. Ölümde de yine acılı ev sahibinin acısını olabildiğince hafifletecek bir biçimde kendisine bir hafta süre ile hiçbir iş yaptırılmazdı. Yemekleri komşular tarafından getirilir, evi komşular tarafından temizlenir, hayvanlarına ve bağ bahçesine yine komşuları tarafından bakılırdı.
Topluma hizmet bilincinin geleneğimizdeki en güzel örneklerinden biri olan imecenin paylaşma bilinci, yardımlaşma anlayışı, bencillik ve kıskançlıktan arınarak birbirine sevme bilinci oluşturması bakımından çok önemli bir yeri vardır.
Topluma hizmet eğitimi ve topluma hizmet bilinci çağımızın en önemli kavramları arasındadır. Bu bilincin gelişebilmesi için geçmişte topluma hizmet bilincinin nasıl geliştiği ve yaşadığının bilinmesi günümüze birçok bakımdan ışık tutacaktır.
Topluma hizmet bilincinin ve kurumlarının kökeninde Anadolu insanının binlerce yıllık yaşantısı vardır.
Anadolu geleneğimizden kaynaklanan topluma hizmet örgütlenmeleri içinde farklı adlarla tanınanlar da bulunmaktadır. Ancak bunların tamamı toplumun yukarıda saydığımız ortak gereksinmeleri için geliştirildiği, sivil toplum örgütlenmesi oldukları için birbirlerine benzerler.