TOPLUMSAL CİNSİYET ÇALIŞMALARI - Ünite 7: Medya ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 7: Medya ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları
Giriş
21. yüzyıl bilgi üretimine, gittikçe ivmesi artan bir küreselleşme eğilimine ve ağ örgütlenmesine dayalı bir düzenle başlamıştır. Küresel ölçekte örgütlenmeyi mümkün kılan, bilgi ve enformasyona erişim ve yayılımı kolaylaştıran ise iletişim teknolojileridir. İletişim teknolojileri, zamandan ve mekândan kaynaklı pek çok sınırlılığı aşarak insanın ezeli düşü olan küresel ölçekte iletişim kurmasına olanak sağlıyor.
Toplumdaki bir gruba değin algı, kadın veya erkek olarak toplumsal kimliğe bakış, ülkede yaşanan bir olayın nasıl yorumlanması gerektiği artık önemli oranda medya vasıtasıyla öğrenilmektedir. Bunun anlamı ise medyadaki farklı program türleri aracılığıyla insanların içinde yaşadıkları toplumda olan-bitene, etnik kimliklere, kadın veya erkek olarak cinsiyet rollerine bakışları önemli oranda medya aracılığıyla şekillendirilmektedir. Tüm bu süreçlerde etkili olan medyanın inşa edilen anlamları ise ataerkil yapıdan beslenmekte ve yine o yapının süreğenliğine katkı sağlamaktadır
Medya ve Toplumsal Cinsiyet
İkinci Dalga Feminist Hareket’in 1970’lerde Batıda önem kazanması ve buna paralel feminist teorilerin sosyal bilimlerde kadın çalışmaları olarak kabul görmesiyle sosyal teorinin dili dönüşmüştür. Feminist teorilerin sosyal bilimler alanındaki etkileri iletişim veya medya çalışmalarında da yansımasını bulmuş; kadınların medyanın değişik program türlerinde sunumu veya medyada kadın istihdamı gibi konular araştırma konusu olmuştur. Dahası ‘kadının medyada temsili’ni mesele edinen feminist medya çalışmaları, medyadaki kadının sunumundaki yayıncılık politikalarının dönüşümü için müdahalelerde de bulunmaktadır. Kadınlar kendi bakış açılarıyla haber ve bilgi üretimine yönelmiş, kendi deneyimlerini görünür kılma amaçlı gazete ve dergi çıkarmaya yönelmiş ayrıca medyada cinsiyetçi dil ile mücadele etme amaçlı rehberler hazırlamışlardır. Feminist medya çalışmaları bu inşa meselesini, kadınların toplum hayatındaki ikincil konumunu pekiştiren toplumsal düzenin sembolik yeniden üretimi olarak ele alır. Bu çalışmalarda medyada kadının temsili üç boyutta irdelenir:
- Kadınların medyada sunum veya temsil edilme biçimleri,
- Medya ürünlerinin kullanıcıları ya da tüketicileri olarak kadınlar,
- Kadınların medya sektöründe istihdamı.
Temsil, medyada insan, kurum, ülke veya bir değere dair kurulan anlamlara denir. Temsiller, medya çalışmalarında önemli bir yere sahiptir çünkü modern toplumlarda içinde yaşanılan sosyal hayata dair haber ve bilgiler önemli oranda medya aracılığıyla edinilir. Bu nedenle medyada “ne”yin “nasıl” sunulduğu önemlidir.
Haber Anlatılarında Kadınların Sunumu
İkinci Dalga Feminist Hareketi’nin öncü isimlerinden biri de gazeteci Betty Friedan’dır. Friedan, “Kadınlığın Gizemi” adlı kitabını ilk kez 1963 yılında yayınlar. Friedan, kadınların toplumsal yaşamdaki değişim ve dönüşümlerini anlatma; erkeklerin kadınları “anlaşılmaz varlık” yapmaya çalışan mistikleştirilme çabalarına rasyonel bir analiz getirmektedir. Kadınlar medyada kalıp yargılar içerisinde, şiddet olaylarının kurbanı ve/veya tüketen özne olarak yer bulabilmektedirler. Medyada kendine yer bulabildiğinde ise Friedan’ın 1960’lı yıllarda belirttiği gibi ancak evin içerisinde ataerkil düzenin geleneksel toplumsal cinsiyet rolleriyle temsil edilebilmektedirler: ev işleri, çocuk bakımı veya anne rolüyle, meslek sahibi olarak ise ancak pembe-yakalı işlerde istihdamıyla. Tuchman (2000) gazete, televizyon, dergi ve reklamlarda gerçekte kadınların simgesel bir yok edilmeye maruz kaldığını belirterek yeni bir kavram kullanır. Tuchman (1979) kadınların simgesel yok edilişinin ve böylesi sorunlu temsillerinin nedeni olarak haber kuruluşlarında üst düzey ve etkili pozisyonlarda kadın gazetecinin olmayışı ve medya kuruluşlarının örgütlenme tarzını öne sürer. Tuchman ve Friedan’ın öncü çalışmalarındaki ‘ciddi haber (hard news)-magazin haberi (soft news)’ ayrımı, tümüyle eril olan “ciddi, önemli” görülen haberler ile daha çok kadın gazetecilerin ve okurların ilgi alanına yönelik olan “insani ilgi, yaşam tarzı” haberleri arasındaki toplumsal cinsiyetçi bir ayrışmayı kurumsallaştırmıştır. Gazetecilerin cinsiyetlerine bağlı olarak haber yapma konuları farklılaşmaktadır. Kadın gazeteciler en fazla oranda bilim ve sağlık (% 50), ekonomi (% 39), toplum ve hukuk (% 39), magazin, sanat, medya ve spor (% 34), suç ve şiddet (% 33) ve politika ve hükümet (% 31) alanlarında haber yapmaktadır. Kadın gazetecilerin, eşitlikçi ve kadın hakları eksenli bakışları haber yapmanın politikasına sirayet etmede hala zorlanmakta; medyanın cinsiyetçi dili halen varlığını sürdürmektedir
Kadına Yönelik Şiddet ve Haberler
Kadın sorunları arasında şiddet en üst sırada yer alır. Gerek aile içi şiddet gerek duygusal ilişkiler bağlamında veya kamusal alanda rastgele kadına yönelen şiddet haberleri feminist medya çalışmalarında önemli bir yere sahiptir. Şiddetin hangi türü konu olursa olsun, haber metinlerinde kullanılan dil ve anlatı tarzı ile haberi tamamlayan görseller/fotoğraflar feminist araştırmacılar tarafından eleştirilir. Kadına yönelik şiddet olaylarında gazetecilik temel kurallarının izlenmediği; “magazin haberi” gibi kaleme alındığı ve gazetelerin gerçekte kadına yönelik şiddet meselesine önem atfetmediği görülmektedir. Medya, “şiddeti” basitçe ve nötr şekilde sunmaz, hangi şiddetin suç, hangi şiddetin meşru olduğunu da muhtelif söylem teknikleriyle söyler. Medya bazı şiddet türlerini suç olarak sunarken, diğerlerini suç olmaktan çıkarır. Dahası suçu tipleştirir ve kişiselleştirir. Şöyle ki; hangi tür suç olursa olsun, suçu işleyeni bireysel bir psikolojik bozukluk sorununa indirger, böylelikle, yapılan şiddet eylemi bağlamından koparılır. Kadınlar erkek şiddetine maruz kalırken ataerkil kültürün kadını baskılayan, ikincil pozisyona iten ve kadın bedenini denetlemeye yönelik yapısını unutturur. Diğer yandan medya suçu kişiselleştirdiğinde, suça karşı kullanılacak şiddeti de meşrulaştırmış olur; böylelikle suçun toplumsal nedenleri bütünüyle görmezden gelinir. Medyada kadını ikincilleştiren, rıza ve iradesini yok sayan, farklı kadınlık durumlarına yer açmayan cinsiyetçiliğin en bariz gözlendiği konuların başında biri de kadına yönelik şiddetin temsilidir. Kadına yönelik şiddet biçimlerinden cinayet, basında en çok görülen şiddet türüdür.
Sinema ve Dizilerin Kurgusal Dünyalarında Kadınlar
Feminist mücadele seçme ve seçilme, eşit işe eşit ücret, eğitim alma gibi haklarda ve fırsat eşitliğinde verilen mücadele kadar, kadınların sembollerle kurgulanan anlam dünyasında da mücadeleyi önemli görmektedir. Medyada kadınlar, fedakâr anne, iyi ve sadık eş, yuva yıkan fettan kadın veya çekici/güzel, seksi ve bunu kötü emelleri için kullanan kötü ruhlu kadın biçiminde sunulmaktadır. Medya metinleri ağırlıklı olarak cinsiyetçi, ataerkil ve kapitalist düzen eksenli üretilmektedir. Bunun yanısıra iletişim /medya çalışmaları literatürü de feminist kuramlara yer ayırmamaktadır.
1980’lerden itibaren medya ürünlerinde kadın ve erkeklerin görece daha dengeli ve eşitlikçi bir biçimde temsil edildiği; geleneksel kadın imgesinin yanında kendinden emin, çalışan, rasyonel, güçlü ve bağımsız kadın imgesinin de üretildiği görülmektedir. Fakat eve sıkışan güçlü kadının aile/iş arasında kaldığı ve mutsuz olduğu gözlemlenmekte iken 1990’lardan itibaren güzel, başarılı, aile ve iş yaşamını dengelemiş “süper kadın” imgesi medyada dolaşıma girmiştir. Böylesi bir rol tanımı ise kadına hem kamusal alanda hem de özel alanda hayli başarılı olabileceği rol modelini sunarken gerçekte geleneksel rollerin de her koşulda terk edilmemesi gerektiğini öğütlemekte; kadının yükü daha da artmaktadır.
Tüketim Kültürü, Reklam ve Kadın
20. Yüzyılın ilk yarısında Amerika’da gazete ve dergilerin kadın sayfaları yapmaya başlamasının ardındaki temel sebep kadınları tüketime yönlendiren reklamlarla donatma ve bunların içeriklerini de kadınları gerçek alıcılar olarak lanse etmeleridir. 1900’lerin başlarında kutsanan bir kadın özgürlüğü ve kadının kamusal alanda olması için feministler tarafından verilen bir mücadele olsa da, kadınların kamusal alanda varoluşu reklam sektörü açısından tümüyle tüketen özne olmalarıyladır. Bir pazarlama stratejisi olarak malların üzerindeki göstergeler, tüketime ikna etmede aktif rol oynamaktadır. Çünkü bu göstergeler, malların insan zihninde iyice yer edinmelerine neden olmakta ve tüketim sürecini hızlandırmaktadır. Tüketim bu nedenle artık bir kültürdür ve bir ilişki biçimidir. Bu ilişki biçimi tüketim kültüründe bireylere ve onların gündelik hayat içindeki rollerine ve anlamlandırma girişimine ağırlık verir. İşte bu noktada toplumsal cinsiyet açısından kadın ve erkeğin reklamlarda nasıl konumlandırıldığı; iki özne arasındaki ilişkinin nasıl tanımlandığı önemlidir. Reklam metinleri pornografiden sonra kadın bedeninin en fazla cinsel meta olarak kullanıldığı alandır.
Medyanın Kültürel Tüketimi ve Kadın
Medyadaki popüler kültür ürünleri ve bunları okumayı/izlemeyi/dinlemeyi seven ve bunların kültürel tüketimini yapan kadınların anlam dünyası feminist medya araştırmaları içerisinde de uzun süre ihmal edilen ve bilimsel çalışma yapmaya değer bulunmayan bir alan olarak görülmüştür. Bu yaklaşımın nedeni ise popüler kültür ürünlerinin içeriklerinin sanat eserleri ve nitelikli ya da ciddi medya programlarına kıyasla önemsiz görülmesi; ve söz konusu ürünlerin kültürel tüketimini yapan kadınların da bilinçsizce tükettikleri popüler kültür aracılığıyla kendilerine sunulan ataerkil düzenin geleneksel toplumsal cinsiyet rol modelleri ve değerlerini edilgen şekilde kabul ettikleri varsayımıdır. Feminist araştırmacıların 1980’lerden sonra bu ön kabullerini değiştirmeleri ve kadınların okuma süreçlerine yönelmelerinin arka planında iki önemli gelişme vardır. Birincisi, İkinci Dalga Feminist Hareketin çabasıyla medyada kadının daha doğru temsili için Aktif İzleyici olgusudur. Bu izleyicilerin kendi gereksinimlerine ve amaçlarına uygun bir şekilde iletişim araçlarını ve içeriklerini seçtikleri anlamına gelir. Kadınların kendi medyalarını oluşturmaları ve egemen imgeler dünyasını değiştirme arzularıdır. İkincisi ise Amerika’da liberal kitle iletişim kuramlarında geliştirilen “ aktif izleyici ” olgusu ve İngiltere’de eleştirel medya çalışmaları geleneği içerisinden kültürel çalışmaların öncü ismi Stuart Hall tarafından medyanın yorumlama süreçlerine değin yapılan yeni çalışmalardır. Hall (1980) makalesinde medya metinlerinin izler kitle tarafından üç farklı şekilde okuma/yorumlamaya tabi tutulabileceğini belirtir. Bunlar egemen, eleştirel ve müzakereli okumadır. Freud kadın ve erkek kimliklerinin inşasında etkili olan fallus eksenli bakışta olduğu gibi, kadın fallusa sahip olmayan dolayısıyla pasif bir konumda tasvir edilmesi gereken özne olarak temsil edilmektedir. Burada Fallus erkek cinsel organının simgesel temsili olarak kullanılmaktadır. Mulvey’e göre, sinemanın üretim süreçlerinde kadını böylesi edilgen kılan yaklaşımın asıl sorunlu noktası, kadın izleyicilerin de filmleri tamamen ataerkil bakışla izlemesi ve kadının kendilik algısının da yine ataerkillik açısından kurulmasıdır. Janice Radway, Mulvey’den esinlenerek kadınların beyaz dizi romanlardan ne tür bir haz aldıklarının analizine yönelir. Radway, Beyaz dizilerin geleneksel rolleri yeniden üreten bir boyutu olduğunu kabul etse de diğer taraftan profesyonel bir işte çalışmayan kadınlar, bu romanlar aracılığıyla kendi öykülerini yazmaktadır. İşte önemsenmesi gereken nokta – uzak bir ihtimal de olsa- kadın özgürleşimi için bu düşünsel veya hayali kaçışlardır. Hobson’ın (1982) ev kadınlarıyla yaptığı çalışma, toplumsal cinsiyet perspektifinden medya kullanımı odaklı pek çok çalışmaya temel oluşturmakta. Brunsdon (1991), kimliğin toplumsal olarak inşa edildiğini, medya program türlerinin kurdukları anlamlarda kültürel yapıyı temel aldıklarını, dolayısıyla da toplumsal cinsiyetin bu programlar aracılığıyla yeniden üretildiğini belirtmiştir. Ang (1996) de popüler dizilerin kadınlar tarafından gerçek yaşamdan bir kesit olarak yorumlandığını, erkek izleyicilerin bu dizilerle farklı ilişkiler kurduklarını tespit etmiştir.
TV Kumandası Hâkimiyeti veya Hanede İktidar
Gündüz erkekler ve çocuklar evde olmadığı için kadınlar kumanda hâkimiyetine kavuşmaktadır. Çocuklar duygusal nedenlerle; erkekler de eril güce atfedilen önceliğe sahip olduklarından TV seyretme pratiğini belirlemektedirler. Kadınların rahatça ve özgürce seçim yapma olanağının olduğu zaman dilimi sabahtan öğlene kadar ve öğleden sonranın da çocukların okuldan gelene kadarki bölümüdür.
Medya Sektöründe Kadın İstihdamı ve Cam Tavan Sendromu
İş yaşamında, kadın çalışanların yoğun olduğu iş kollarında bile kadınlar üst düzey yönetici olamamaktadır. Söz konusu toplumsal cinsiyet eşitsizliği sadece Türkiye’de değil küresel ölçekte önemli bir sorundur. Lider veya genel müdür pozisyonunda kadınların çok az olması yeni bir mesele veya herhangi bir coğrafyaya özgü bir sorun da değildir. Endüstrileşmiş veya endüstrileşememiş tüm toplumları yatay kesen bir sorun olarak varlığını göstermektedir. Kadının en üst pozisyonu görmesi ve yasal bir engel de olmamasına rağmen erişememesi; görünmez bir engelle karşılaşması yönetim literatüründe cam tavan veya cam duvar olgusuyla açıklanmaktadır. Farklı ülkelerde farklı yönetim gelenekleri içerisinden yapılan neden kadınların üst düzey yönetici olamadıklarını irdeleyen araştırmalar, kadınların tavana veya üst düzey yönetim aşamasına erişimini engelleyen faktörlerin benzerliğine vurgu yapmaktadır. İdeal yönetici tanımı kültürden kültüre farklılık gösterse de her yerde ideal yöneticiyi tanımlamada kullanılan nitelikler eril/erkek olana atfedilen karakter özellikleriyle tanımlanmaktadır. Bu tarz tanımlamalar, erkek yöneticiler tarafından yapılmakta ve erkekler tarafından savunulmaktadır. Böylelikle başarılı yönetici erkek figürü ile özdeş kılınmakta; kadınların yönetici olarak en üst düzeye erişememeleri her kültürde var olan bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Heilman (2001) toplumsal cinsiyet kalıp yargılarının çalışma hayatında, kadın ve erkekleri betimlemenin ötesinde işyeri kurallarının ve terfi ilkelerinin düzenlenmesinde de yol gösterici olduğunu öne sürer. Bu nedenle de örgüt kültürü tamamen eril parametrelerle örülmekte; ataerkil yapı varlığını iş yaşamında rahatlıkla sürdürmektedir. Schein (2001) 1970’li yılların başlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde yönetimde cinsiyet rollerinin kalıp yargılarını ele aldığı çalışmasında orta düzey yöneticiler arasında “yönetici dediğin erkek olur” (think manager-think male) anlayışının hayli yaygın olduğunu belirtir.
Feminist araştırmacılar, öncelikle politik iktidarın keyfi ve baskıcı yönelimlerinin beslenmesine izin veren mekanizmaları görünür kıldılar. Farklı çabalara ve ilgilere göre ayrımlanmış modern toplumların toplumsallığı ve onun politik ifadesi olan yurttaşlık, tek cinsiyetin merceğinden gördüklerini ve bunun nedeninin, mevcut eşitsiz ilişkilerin yeniden üretilmesinde cinsiyetin bir toplumsal farklılık odağı olarak tanımlanmaması olduğunu savundu. Bu tartışmaların medya veya yayıncılık alanına yansıması ise ideolojik işlevi ve sergilediği imgelerin erişilebilirliği açısından kitle iletişim araçlarına özel bir önem atfedilmesiyle olmuştur. Bununla birlikte çalışma yaşamında toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için iş yerlerinde ve kurumlarda alınması gereken tedbirler ve hayata geçirilmesi gereken stratejiler nelerdir sorusu ise yanıtı o kadar da kolay bir soru değildir. Çünkü sosyal bilimler içerisinde çalışma yaşamında toplumsal roller ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin nedenleri konusunda çok farklı kuramlar öne sürülmüştür.
Cam Tavan Metaforu: Zirveyi Görüp de Erişememek
Yatay ayrımcılık aynı mevki ve aynı eğitim düzeyine sahip durumlarda eşit işe eşit ücret ödenmemesi, aynı sorumluluk, benzer roller ve fırsat eşitliğinin adil paylaştırılmamasıdır. Böylelikle kadınlar açısından kariyer gelişimlerinde yaşadıkları yatay ayrımcılık ilerlemeleri veya kendilerini yöneticiliğe hazırlamalarına engel oluşturmaktadır. Farklı çalışmalarda farklı tanımlar yapılsa da cam tavan, kadınların üst yönetim seviyelerine yükselmelerinin önündeki engeller anlamına gelmektedir. İşyerlerinde kadınları bilgi ve becerilerini göz ardı ederek daha üst pozisyonlara çıkmalarından alıkoyan görünmez ve kırılmaz engellerdir. Literatür göstermektedir ki kadınların profesyonel iş yaşamlarında karşılaştıkları sorunlar ile erkeklerin iş hayatında yaşadığı sorunlar farklılaşmaktadır. Bununla birlikte karşılaştırmalı kültürel çalışmalar da göstermektedir ki yönetsel yeterlilik ve performans da kadın ile erkek yöneticiler arasında farklılıktan daha çok benzerliklere sahiptir. Farklılığın artış gösterdiği yerlerde ise cinsiyet farklılığı değil kadın yöneticilerin oranının çok az olması, davranış değişikliği, önyargı, ayrımcılık veya yaşam tarzı farklılıkları gibi faktörler belirleyici olmaktadır. Cam tavan temel olarak ayrımcılık ve önyargıyı anlatmada kullanılan bir metafordur. Bu önyargı özellikle şirketlerin, politik yapıların karar alma durumlarında, kadınlara ve olası kadın lidere onların yeteneklerini geliştirmeleri, otorite kazanmaları ve özgüven kazanmaları konusunda ayrımcılık yaratır. Toplumsal cinsiyet rollerinin yüklediği tüm görevleri gerçekleştirmek durumunda kalan kadınlar, işgücü piyasasında sınırlı alanlarda çalışmak zorunda kalmakta, bu sınırlılıklar işverenlere kadın üzerinde tekel gücü sağlamakta ve bu güç kadına yönelik ayrımcılığın artmasına neden olmaktadır, Bu engeller kadınların önüne, üst yönetim kademelerinde yapılması gereken işleri başaramayacakları endişesiyle değil, sadece kadın oldukları için çıkarılmaktadır. Cam tavanı oluşturan engeller açık bir şekilde ortaya çıkmamakta, çoğu zaman toplumsal cinsiyet ayrımcılığının bir uzantısı olarak meşru ve doğal olarak gözüken uygulamaların arkasına gizlenmektedir.
Yakın Tarihte Medya Kuruluşlarında Kadın Gazeteciler ve Yöneticiler
1980’lerden sonra tüm dünyada neoliberal politikalar egemen olur; gazetelerin ve gazetecilik mesleğinin politik boyutu zayıflarken ve magazinel içeriklerde önemli bir artış olur. Böylelikle ciddi haber-yumuşak haber arasındaki net sınırlar ortadan kalkmıştır. Neoliberal politikalar gereği devletlerin yayıncılık alanındaki tekelin ortadan kalkmasıyla da kamu yayıncılığı terk edilirken özel medya kuruluşlarında önemli bir artış olmuştur. Türkiye’de 1990’lı yılların başlarından itibaren daha çok sayıda kadın, medya sektöründe çalışmaya başlamıştır. Bunun nedeni, neoliberal politikaların bir uzantısı olarak devletin yayıncılık şirketleri ile bunlara program üreten bağımsız prodüksiyon şirketlerinin sayılarında ortaya çıkan artıştır. Kadınların özel yayıncılık şirketlerinde ve bağımsız yapım şirketlerinde kolay kabul görmelerinin ardında, nitelikli işgücüne duyulan “şiddetli gereksinimin” yattığı söylenebilir. Bunun yanısıra TRT kurumunun, meslek içi eğitimde cinsiyete dayalı ayrımcılığı kurumsallaştırmamış olmasının da katkısı vardır. TRT kurumunda cinsiyet ayrımcı bir politikadan ziyade profesyonellik eğitiminin ön planda olması kurumda nitelikli kadın iş gücünün yetişmesine önemli destek vermiştir. Televizyonun yeni bir kurum olması nedeniyle erkek dayanışma ağlarının güçlü şekilde kurulmamış olması; kurumun eşitlikçi bir profesyonel yetiştirme politikası nedeniyle, 1990’lı yıllarda özel medya kuruluşları kadın medya profesyonelleri bulmakta zorluk çekmemiştir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre dergi ve gazetelerde çalışan kadın personelin (burada net bir gazeteci kavramı kullanılmamaktadır dolayısıyla sekreter, asistan vb. bu grupta sayılmış olabilir; bu noktada özel bir açıklama da yoktur) 2006 yılında %30, 2007 yılında %33, 2009 yılında %35.9 ve 2010 yılında % 33 olarak belirtilmektedir. Ancak nicel çoğalma, nitel çoğalmayı doğurmamaktadır. Basında yönetici ya da benzeri prestijli alanlarda, sinema-televizyonda da yönetmenlik ya da senaryo yazımı gibi dallarda şeffaf çatılar kadınlara engel oluşturmayı sürdürür. Öte yandan, basında çok daha net olan yatay ayrımcılık, sinema ve televizyon alanında, daha az belirgin düzeyde de olsa vardır. Sinemada, sinema filmi/televizyon draması bağlamında, ciddi (yani sanatsal) olarak görülen birinci alanda erkeklerin ağır egemenliği sürerken, daha ‘hafif’ (yani popüler kültür) olarak görülen televizyonda kadınlara daha çok yönetim olanağı vardır. Ayrıca televizyonun geneli ele alındığında, ciddi yani “erkeksi” olarak görülen haber-belge-siyasal program alanında çok daha az kadın çalışırken drama alanında daha fazla kadına rastlanır. Şüphesiz her iki alanda da kadınların varlık göstermesi ve yükselmesini önleyici etkenlerin başında da toplumsal düzlemdeki cinsiyetçi rol ayrımı ve bunun içselleştirilmesini sağlayan zihniyet kalıpları gelmektedir. Tanrıöver, görüş aldığı tüm kadın gazetecilerin dikey ayrımcılığı kabul ettiğini; üst kademelerde hep erkeklerin olduğunu belirttiklerini aktarmaktadır. Ona göre, medya kuruluşlarındaki söz konusu ‘şeffaf cam’ların nedeninin mesleki ve toplumsal cinsiyet eksenli olmak üzere iki nedeninin olduğunu belirtir. Üst düzey kadın sayısında nicel artı değil; toplumsal cinsiyet eşitliğine erişim için örgüt kültürünü değiştirecek politikalar daha etkili olacaktır.
Cinsiyetçi Dili Dönüştürme Çabaları
Daha yakın tarihli yapılan çalışmalar hem Türkiye hem de global ölçekte kadınların medyada temsili ve kadın odaklı bakış açısında bir ilerleme olduğunu göstermektedir. Her ne kadar medya kuruluşlarının üst düzey yönetimlerinde kadın gazeteciler çok az yer bulsa da haber medyasında kadın gazetecilerin sayısında çok önemli bir artış vardır. Kadın gazetecilerin, eşitlikçi ve kadın hakları eksenli bakışları haber yapmanın politikasına sirayet etmede hala zorlanmakta; medyanın cinsiyetçi dili halen varlığını sürdürmektedir. Konvansiyonel gazeteciliğin eleştirildiği, objektiflik idealinin eleştirel haber/gazetecilik çalışmaları kadar liberal haber araştırmalarında da sorgulandığı bir dönemde peki nasıl bir haber yapma kodu veya dili sorusuna Türkiye’de BİANET Avrupa’da yaygınlığı artan insan hakları eksenli haberciliği örnek alarak kadın hakları odaklı habercilik kavrayışını hayata geçiren bir uygulama örneğidir. Çiler Dursun, global ölçekte çeşitli meslek örgütlerinin geliştirdikleri etik ilkelerin ana akım medyanın konvansiyonel habercilik norm ve kodları eksenli geliştirildiğini, oysa böylesi bir habercilik kavrayışının zaten kadın hakları ve deneyimleri açısından sorunlu olduğu nu belirtir çünkü “gerçek”i çarpıtmadan, yansız ve doğru şekilde haber yapma bile kadın deneyimleri veya ona ait “gerçek”i anlatmaz. Kendini nötr olarak dayatan, toplumsal cinsiyet vurgusu olmayan her söylem gerçekte eril parametrelere sahiptir. Gerçek çok katmanlı ve çok boyutludur; özellikle kadın cinayetleri gibi erkek şiddetinde failin, mağdurun ve devletin “gerçek”leri farklılaşabilir.
Kamu Yararını Tekrar Düşünmek
Gazetecidevam eden şiddet koşullarında taraflarla bağlantıya geçmekten sakınmalıdır. Şiddet veya şiddet tehdidi ile ilgili haberlerde, basın kurbanın yararı karşısında kamunun yararını dikkatlice ölçmelidir. Bu olayların haberleştirilmesinde basın tarafsız ve özgün olmalı ancak suçlulara alet olmamalı veya suçlular ile polis arasında dolayımlayıcı bir otorite olmamalıdır. Hemen bütün ülkelerin etik yönergelerinde az çok yer verilen bu ilkelerle asıl olarak, haberlere konu olan kişilerin nesneleştirilmesinin önü alınmaya çalışılmaktır. Böylelikle açıkça kabul edilmese de, gerçekliğin, insanlar arasındaki ilişkilerde bir yerde bulunduğuna da işaret edilmektedir. Eğer gazeteciler haberlerinde bu türden uygulama kılavuzu niteliğindeki ilkeleri yaygın ve sürekli olarak dikkate alabilseler, kuşkusuz ki kadınların nesneleştirilmesi bütünüyle ortadan kaldırılamasa bile görece daha az sorunlu olabilirdi. Türkiye’de kadına yönelik şiddetle doğrudan veya dolaylı bağlantılı etik ilkelerin neler olduğuna bakmak gerekmektedir.