TOPLUMSAL CİNSİYET ÇALIŞMALARI - Ünite 3: Toplumsal Cinsiyet ve Beden Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Toplumsal Cinsiyet ve Beden

Giriş

Bireysel düzeyde gözlemlenen yaşamlara dair tüm eylemler ve deneyimler, ‘beden’ler aracılığıyla oluşmaktadır. Yemek yemekten, okula ya da işe gitmeye, tarlada çalışmaktan araba kullanmaya kadar tüm eylemler, bedeni kullanma, yönetme ve deneyimleme ile sıkı sıkıya bağlantılıdır. Beden’in toplumsal alanlar içindeki ‘görünürlügü’nün artması, Sosyoloji alanında ‘beden’ kavramına duyulan ilginin artmasına neden olmuştur. Bu artış, bedenin sosyolojik niteliğine ilişkin tartışmalardaki artış ile paralellik göstermektedir.

Birey, belirlenmiş kurallar çerçevesinde eylemde bulunan bir aktörden daha fazlasıdır ve sosyolojik analizlere onun bedeni de dahil edilmelidir. Bu tespit, bedenin toplumsal çözümlemelerin önemli bir kavramı olması gerektiğini de işaret etmektedir. Adı geçen bu toplumsal çözümlemelerin ilki, bedenin toplumsal cinsiyet ile ilişkisidir. Bu bağlamda çözümlemenin ilk basamağı, biyolojik cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiyi ve farklılığı hatırlatmaya ilişkindir. Adı geçen bu ilişki ve farklılığın içeriği, kadın bedeninin toplumsal davranışları ile olan bağlantısının daha iyi anlaşılmasına yöneliktir. Çözümlemenin ikinci basamağında düşünce arenasında, bedenin biyolojik niteliğinden toplumsal niteliğe nasıl gelindiği anlatılmaktadır.

Biyolojik Cinsiyetten Toplumsal Cinsiyete

Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ile erkeklerin, toplumsal farklılıklarını gündeme getirmekte ve toplumda farklı roller, haklar ve görevler aldıklarına işaret eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet rolleri kavramlarının içeriğinin şekillenmesi, uzun bir düşünsel süreç eşliğinde ortaya çıkmıştır. Adı geçen bu düşünsel süreçte etkili olan düşünsel bakış açılarından ilki Biyolojik Determinist (Biyolojik Belirlenimcilik) görüştür. Biyolojik faktörü referans alan biyolojik determinist görüş çerçevesinde erkek bedenlerinin fiziksel açıdan güçlü, dayanıklı, aktif, mental açıdan ise rasyonel/akılcı, bağımsız, girişimci, rekabetçi, vb. gibi genel niteliklere sahip olduğu kabul edilmiştir. Belirtilen bu niteliklerin özellikle biyolojik kökenli olduğunu vurgulayan bu görüşe göre, kadın ile erkeklerin toplumsal rolleri ve rollerle bağlantılı sorumluluklarının biçimlendirilmesinde, onların biyolojik bedenlerinin bu nitelikleri referans alınmıştır. Erkek bedenlerinin fiziksel ve mental açıdan güçlü olduğu kabullenmesi, onların bu nitelikleriyle, toplumsal yaşamın ekonomi, siyaset vb. temel alanlarda rol alabilecekleri ve çeşitli iş/meslekleri yerine getirebilecekleri kabullenmesini getirmiştir. Dolayısıyla erkek bedenlerinin toplumsal cinsiyetlerine uygun rollerin başında kamusal alan işaret edilmiştir.

Kadın bedeninin ise fiziksel açıdan güçsüz, dayanıksız, yavaş, mental açıdan ise duygusal, bağımlı, çekingen vb. gibi genel niteliklere sahip olduğu kabul edilmiştir. Kadın bedenlerinin ise fiziksel ve mental açıdan güçsüz ve istenilen niteliklere yeterince sahip olmadığı kabullenmesi, ilk elde kadının kamusal alanda var olma olasılığını neredeyse yok etmiştir. Kadın bedenin toplumsal cinsiyetlendirilmesinde bedenlerinin biyolojik nitelikleri referans alınarak bedensel kapasitelerine uygun düşen ev içi alana özgü toplumsal roller tanımlanmıştır.

Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet rolleri kavramının şekillenmesinde etkili olan ikinci görüş ise sosyal/kültürel faktörleri ön plana çıkaran Antropolojik görüştür. Kadın ve erkeğe ait cinsiyet rolleri ile hak ve sorumlulukların tahsis edilmesinde, içinde yaşanılan toplumun sosyal ve kültürel özelliklerinin belirleyici olduğunun altını çizmektedir. Bu görüş çerçevesinde kadın ile erkeğin toplumsal cinsiyet rollerinin, kültür tarafından belirlendiği öne sürülüp, buna kanıt olarak da erkeklerin çocuk bakıp kadınların avcılık yaptığı ya da her iki cinsiyetin her temel rolleri birlikte üstlendiği topluluklar (ilkel kabileler) olarak verilmektedir.

Biyolojik Bedenden Toplumsal Bedene

Biyolojik Beden

İnsanın somut varlığının en önemli göstergesi, sahip olduğu fiziksel bedenidir. Organik bir bütünlük olarak beden, insanın biyolojik ve fiziksel varlığının önemli kanıtıdır. Adı geçen bu biyolojik ve fiziksel varlıkla düşünce alanında ilk karşılaşma Antik Yunan’da olmuştur. Beden, ruh ile karşıtlığı temelinde ele alınmış ve Beden/Ruh dualizminin felsefi içeriği Platon, Aristo gibi filozoflar tarafından tartışılmıştır. Antik Yunan düşünce sisteminde bu tartışmaların içeriğinin ortak noktası bedenin, bu karşıt / ikili yapılanmalarda olumsuz, edilgen, hatta değersiz tarafı oluşturmasıdır.

Düşünce alanında, buna benzer ikinci dualistik ayrım ‘Kartezyen düşünce’ olarak 17.yy’da Aydınlanma Döneminde karşımıza çıkmaktadır. Aydınlanma Döneminin temel kavramı olan ‘Akıl’, Kartezyen düşüncede, ‘Beden’ ile olan karşıtlığı temelinde işlenmektedir. Akıl/ beden karşıtlığı, Antik Yunan düşünce alanını referans alan Descartes’in görüşlerinde ortaya çıkmaktadır.

İlk Çağ ve sonrasında Modern Çağa geçiş sürecindeki düşünce alanlarında beden, biyolojik nitelikleri temelinde doğa alanına ait ve akıl tarafından kontrol altına alınması gereken fiziki bir nesne olarak tasarlanmış ve tanımlanmıştır. Bu ise 18. ve 19.yy’da ortaya çıkan çeşitli düşünce alanları ve düşünürlerinin, kavramlarını ve kuramsal çerçevelerini belirleme aşamasında biyolojik özellikleri çok belirgin olan bu biyolojik bedeni, doğal alanın içine hapsetmelerini kolaylaştırmıştır. Bu nedenle beden, öncelikle Biyoloji sonrasında da gelişen modern Tıp biliminin çalışma alanı içine alınmıştır. Canlı/biyolojik özellikleri ön planda olan bedenin ‘Kadın’ ve ‘Erkek’ olarak cinsiyetinin belirlenmesini sağlayacak biyolojik farklılıkları ilk ölçütlendiren bilim dalı Biyoloji bilimi olmuştur. Biyoloji bilimi, kadın ve erkek bedeninin kromozom sayıları, seksüel organları, hormonları ve diğer biyolojik/fiziksel özelliklerini bilimsel olarak netleştirmiş ve “biyolojik kadın ve erkek olma normları”nı oluşturmaya başlamıştır.

Klasik Sosyoloji; Antropoloji ve Fenomenoloji’de Beden

Klasik Sosyoloji, doğal olan içinde tanımladığı bedeni tamamen yok saymayıp onu, var olan ama görünmeyen bir niteliğe indirgemiştir. Doğal bilimlere karşı gösterdiği tavrını zedelemeyecek şekilde, varlığını kabul ettiği bedene ‘görünmez’ bir nitelik atfetmiştir; beden vardır ama görünmüyordur.

Klasik Sosyoloji kuramcılarının, Kartezyen anlayışın etkisine ve toplum merkezli bakış açısına rağmen, ‘beden’in toplumsalla ilişki noktalarına işaret etmeleri günümüz beden kuramcıları için analiz şemaları oluşturmada yol gösterici olmuştur.

Toplumsal Beden

Biyolojik olan ile kültürel olanın çakışma noktasındaki beden anlayışı, bedenin toplumsal niteliğinin ön plana çıkmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Beden bir yönüyle biyolojik bir varlıktır ama bir yönüyle de içinde var olduğu kültür tarafından biçimlendirilmektedir. Toplumsal alanda meydana gelen çeşitli gelişim ve değişimlerin, bedenin toplumsal niteliğinin ön plana çıkışında doğrudan / dolaylı etkileri bulunmaktadır.

Bedenin toplumsal yönüne dikkat çeken düşünürlerden biri olan N. Elias, Batı toplumlarının uygarlaşma sürecini analiz etmiş ve bedenin uygarlaşması ile rasyonelleşmesi üzerine odaklanmıştır. Elias’ın temel amacı, toplumun ve kişiler arası etkileşimlerin bedeni şekillendirdiğini, bedensel alışkanlıkları, beden tekniklerini dolayısıyla da bedenin dış görünümünü değiştiğini göstermektir.

Bedenin toplumsal yönüne vurgu yapan ve bedenin toplumsal olarak inşa edildiği yolundaki teorik çerçevenin oluşmasında da etkili olan düşünürlerden biri de M. Foucault’dur. Foucault’ya göre beden, biyolojik var oluşunun ötesinde, toplumdaki güç/iktidar ilişkilerinin merkezinde bulunan bir konuma sahiptir. Bu konumu içinde bedenin, kurumsal – yönetsel pratikler aracılığıyla düzenlenmesi söz konusudur. Çünkü var olduğunu düşündüğü beden sorunu, modern toplumların her alanda bedenlerin yönetimi ve düzenlenmesine ilişkindir.

Bedeni gerçekten de ‘toplumsal’ olarak ele alan ve hatta bir ‘Beden Sosyolojisi’ geliştirilmesinin temellerini atan B. S. Turner’a göre ise gündelik yaşamın çözümlenmesi için bedenin çözümlenmesi gereklidir. Bedeni doğa ile kültürün kesişme noktası olarak alıp, bu yolla bedenin hem fiziki hem de toplumsal niteliğini vurgulayan Turner’a göre beden, yorumlama ve temsiliyetlerin dış yüzeyi, yapı ve düzenlemelerin de iç çerçevesidir.

Toplumsal Cinsiyet ve Toplumsal Beden Etkileşimi

20. yy başı ile başlayan ve yüzyılın ortalarına doğru belirginleşen sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerin etkisi ile olgunlaşan Feminist hareket ve düşünce birikimi ise kendisini öncelikle Biyolojik Determinizmi sorgulamağa vakfetmiştir. S. De Beauvoir’nın “kadın doğulmaz, kadın olunur” cümlesi, biyolojik cinsiyet / toplumsal cinsiyet ayrımının ilk işareti olurken, toplumsal cinsiyet ve toplumsal beden etkileşimi için de farklı boyutları olan bir alanın kapısını aralamıştır.

Feminist Platformda Toplumsal Cinsiyet ve Toplumsal Beden Etkileşimi

Feminist platformda toplumsal cinsiyet kavramının, “biyolojik cinsiyetin sosyal yorumlaması”, “biyolojik bir tabandan ziyade kültürel bir tabana sahiplik” vb. gibi tanımlamalar aracılığıyla biyolojik cinsiyet kavramının karşısına konulması sonrasında, Biyolojik Determinizmin etkisi yok olmaya başlamıştır. Feminist düşünce, biyolojik cinsiyet / toplumsal cinsiyet ayrımının tartışılma sürecinde, bedenin konumuna, birbirine karşıt iki tutumla yaklaşmaktadır.

  1. Biyolojik determinizmin de etkisi altında kalarak, sosyal farklılıkların açıklama temeli olarak bedenin kullanılmasının reddedilmesidir. Bu görüşü savunanlar, bedensel farklılığı gösteren niteliklerin toplumsal cinsiyet kadar, ırk, seksüellik vb. gibi farklılıkları da doğallaştırmakta kullanıldığını iddia etmektedirler. Onlara göre bu tür bedensel / biyolojik niteliklere dayalı bir farklılık öne çıkarıldığında, yukarıdaki diğer farklılıklar gizlenmiş olacaktır.
  2. Beden, feminist politik hareketin bir konusu olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bu süreçte, Feminist teorisyenler ya bedene ilişkin kültürel anlamlar üzerine ya da toplumsal cinsiyetin sosyal sonuçları üzerine odaklanmışlar fakat bireylerin bedenleri ile ve bedenleri aracılığıyla sosyal dünya ile nasıl etkileşim kurduğuna, biyolojik cinsiyet-toplumsal cinsiyet ayrımını daha derin sorgulanmasına kadar, dikkat etmemişlerdir

Feminist platformda 1980’ler ile birlikte, bedenin toplumsal cinsiyet ile olan etkileşim boyutu daha ön plana çıkmaya başlamış ve beden, tüketim kültürünün mekanizmaları altında “kültürel bir hammadde”, “kültür teksti”, “kültürel bir proje”, “sosyal kontrolün dolaysız bir alanı” vb. gibi kavramsallaştırmalar ile analizlere konu olmaya başlamıştır. Feminist literatürün, bedene olan ilgisinin bir yansıması kadınların kürtaj, gebelik, doğum kontrol, kısırlık, menstruasyon, doğum teknikleri, meme kaybı vb. gibi bedensel deneyimleri üzerine olan ampirik çalışmalardaki artıştır.

Toplumsal cinsiyet-beden etkileşimi için önemli bir feminist boyut Fransız feminizmidir. Cixous, Irigaray ve Kristeva, bu akımın önde gelen düşünürleridir.

Cixous’ya göre erkek yazım alanı ve ona egemen olan eril düşünce, birbirine zıt dikotomiler ile gerçekliği parçalamaktadır. Kültür/doğa, akıl/beden, yazma/ konuşma vb. gibi birbirine zıt bu dikotomiler, kadın/erkek dikotomisinden beslenmekte ve onu desteklemektedir.

L. Irigaray’a göre aklın eril olmasının içindeki yapıyı görmek gereklidir. Aydınlamanın aklı, eril bir akıldır. Her şey, erkek öznenin söylemidir. Fakat kadınların da artık kendilerine özgü bir dil oluşturmaları gereklidir.

J. Kristeva’ya göre bu kültür içinde kadın bedeni, “abject”(aşağılık, iğrenç) bir nitelikle ötekileştirilmiştir. Oysa beden, özellikle anne bedeni, semiyotik (gösterge) olanla özdeştir.

Sosyolojik Platformda Toplumsal Cinsiyet ve Toplumsal Beden Etkileşimi: Toplumsal Cinsiyetlendirilmiş Bedenler

Toplumsal cinsiyetlendirilmiş beden, bedenin cisimleşmesi olarak kıyafet, saç ve bedensel davranışlar temelinde kişinin, bedeni aracılığıyla, kendisini toplumsal cinsiyete bürünmüş olarak sunumudur. Bedenin toplumsal cinsiyetlendirilmesi, bir anlamda, ‘biyolojik beden’in ‘toplum sahnesi’ne çıkartılması ve sergilenmesidir. Sahneye çıkan bedenin “toplum sahnesi giysisi” ise toplumsal cinsiyetidir.

Bireysel fiziksel bedenler, ancak toplumun beden normları ve pratiklerini uygulama ve o topluma kabul edilme, o toplumca onaylanma sonrasında bir toplumsal beden haline gelir.

Patriarşik toplumsal değerler ve normlar, kadın bedenlerinin biyolojik niteliğini referans almakta ve kadın bedenini, biyolojik nitelikleri üzerinden toplumsallaştırmaktadır. Patriarşik yapı içindeki ‘üretim’, ‘yeniden üretim’ ve ‘koruma’ süreçlerinin içerdiği sosyal değerler, normlar ve eylemler, doğrudan veya dolaylı olarak, kadın bedenini işaret etmektedir.

Modern toplum yapılarında ise, patriarşik toplum yapısının aksine, modern toplum kültürünün, tüketim bazlı değerleri bulunmaktadır.

Kadın Bedeninin Toplumsal Cinsiyetlendirilmiş Bedensel Görünümleri

Toplumsal cinsiyet davranışları bedenlerde cisimleşmektedir.

Kadın bedeninin cisimleşmesini işaret eden kadın bedeni merkezli toplumsal cinsiyetlendirilmiş bedensel görünümlerin temel kaynağı, içinde yer aldığı toplumun, toplumsal cinsiyetlendirilmiş kadın bedenine ilişkin sosyal değerleri ve normlarıdır. Patriarşik geleneksel değerlerin etkin olduğu toplumlarda eşlik, annelik ve ev kadınlığı rolleriyle karşımıza gelen toplumsal cinsiyet rollerinin rol davranışlarının kadın bedenlerinde cisimleşmesi, onlardan bu rollerin gereğini yerine getiren bedensel davranışlar sergilemelerini talep etmektedir. Kadının temel toplumsal cinsiyet rolleri olarak eşlik, annelik ve ev kadınlığına ilişkin davranışlar, kadın bedeninde cisimleşmektedir.

‘Namus’lu Kadın Bedeni

Patriarşik değerler çerçevesinde kadınlar, kendi bedenlerinin gerçek sahibi değildirler. Bedenlerine atfedilen sosyal değerlerin ‘taşıyıcısı’dırlar. Taşıyıcısı oldukları temel değer ise ‘namus’ dur. Namuslu olan, kadın bedenine ilişkin değerli sayılanların, değerli olarak kalabilmiş halidir.

‘Çocuk Kadın’ Bedeni

Çocuk kadının bedeni, bedenine yüklenilen patriarşik sosyal değerlerin etkinliği sonucu olarak, toplumsal cinsiyet rollerini yüklenmektedir. Bu değerler çerçevesinde, menstruasyon döneminin başlaması ile birlikte çocuk bedeni ‘kadın bedeni’ olarak kabul edilmektedir.

Tüketen Kadın Bedeni

Bedenin tüketim kültürünün bir nesnesi haline gelmesinde ona yüklenen arzu / haz / seçkinlik simgesi olma anlamı, kadın bedeninde daha fazla karşılığını bulmaktadır. Bu nedenle de tüketim kültürünün içeriğinde erkek bedeni de var olmasına karşılık, işaret edilen kadın bedenidir.

Sağlıklı / İnce / Güzel Kadın Bedeni

Modern tüketim toplumunun beslediği sosyal değerler, sağlık alanını da etkilemiştir. Sağlıklı olmanın tek koşulu, hasta olmamak değildir. Üstelik hasta olmamak, sağlıklı olmak için yeterli bir koşul da değildir. Artık, biyolojik verilere kültürel verilerin eşlik ettiği bir çerçeve içinden ‘sağlıklı olma’nın tanımlanması söz konusudur.

Sağlıklı bedenin, aynı zamanda ince, dinç, formda ve bakımlı bir görünüme sahip olmasını içeren değerler aracılığıyla, sağlıklı ve ince olmak, ‘güzellik’ ten ayrı düşünülemeyen birer nitelikler demeti olarak ortaya çıkmakta ve toplumsal cinsiyetlendirilmiş kadın bedeninde karşılığını bulmaktadır.

Estetik Kadın Bedeni

Bedenin bir haz nesnesi ve seçkinlik simgesi haline dönüştüğü tüketim kültürlerinde, bedenin fiziksel görünümüne, estetiğine, meme, kalça gibi unsurlarına, kilo, boy vb. gibi niteliklerine ilişkin “olması gereken”leri belirleyen değerlerin ortaya çıkardığı bir “Beden imajı” kavramı söz konusudur.