TOPLUMSAL CİNSİYET SOSYOLOJİSİ - Ünite 3: Siyasal Katılım Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Siyasal Katılım
Giriş
Siyasal katılım, soyut eşitlik ve adalet kavramına yaslanan insan hakları anlayışının bir ürünüdür. Kâğıt üzerinde evrensel olarak herkesi kapsayan siyasal katılım, ister oy verme isterse siyaset yapma biçiminde olsun, tarihsel süreçte ilk başta ve öncelikle erkeklere tanınmış olan bir haktı. Bu hak vatandaş olarak siyasal topluluğa aidiyet anlamına gelmekteydi.
Siyasal Katılım Kavramı
Siyasal katılımı bireysel ve toplumsal katılım olarak iki düzeyde ele almak olanaklıdır. Bireysel siyasal katılım, özellikle oy verme davranışına ilişkindir. Toplumsal siyasal katılım ise siyasi kadrolara aday olmayla gerçekleşen kamusal bir etkinliktir.
Kadınların Siyasal Katılımı
Sapiro (aktaran Yaraman, 1999, s.27), kadın çıkarlarının ancak kadınlar tarafından temsil edilebileceğini ileri sürmektedir. Rasyonel bir temelde savunulan bu görüşe göre, “[k]endi aralarında, sınıfsal, ırksal farklar gösterseler de kadınlar bir grup olarak, başka gruplarla ortak olmayan özel toplumsal, ekonomik, siyasal sorunları paylaşırlar. Sorunlar ortak olduğuna göre, sorunların çözümü, bir başka deyişle çıkarlar da ortaktı[r] dolayısıyla, bu grubun başka gruplardan farklı olan çıkarlarını ancak bu grup üyeleri, yani kadınlar temsil edebilir.”
Kadınların eşit siyasal katılımını düzenleyen en güncel sözleşme, BM tarafından 1979 yılında kabul edilen, kadınlara karşı ayrımcılığı tanımlayan ve buna yönelik politika oluşturulması yönünde bağlayıcı hükümler getiren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, CEDAW’dır (Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Against Women). CEDAW’ın 7. maddesi, kadınların siyasal hayata eşit katılımı hakkındadır ve taraf devletlere, siyasette kadınlara yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılması için tüm önlemleri alma yükümlülüğünü getirmektedir. Buna göre taraf devletler kadınlara, erkeklere olduğu gibi aşağıda sayılan hakları eşit olarak sağlayacaklardır:
- Bütün seçimlerde ve halk oylamalarında/ (referandumlarda) oy kullanma ve halk tarafından seçilen bütün kuruluşlara seçilme yeterliliği hakkı,
- Hükümet politikasının hazırlanmasına/(formüle edilmesine) ve bunların uygulanmasına katılma ve kamu makamlarına gelme/(kamu görevlerini üstlenme) ve idarenin/(hükümetin) her kademesindeki bütün kamu görevlerini yerine getirme hakkı,
- Ülkenin kamusal ve siyasal yaşamıyla ilgili örgütlere/(derneklere) ve hükümetler dışı örgütlere katılma hakkı (Sancar, 218, s.39).
Kadınların Siyasal Hak Taleplerinin Tarihsel Arka Planı
Kadınların siyasal yaşama katılımı, kadınlar tarafından dile getirilen eşitlik ve özgürlük taleplerinin bir parçası olarak tarihsel süreçte önemli bir hak talebi olarak tanımlanmıştır. Birinci dalga kadın hareketinin tanımlayıcı unsuru olarak kadınların gündemlerine aldıkları siyasal haklar, kadın hareketinin tarihsel süreç içinde çeşitli aşamaları boyunca farklı boyutlarıyla ele alınmış, ancak hiçbir zaman güncelliğini yitirmemiştir.
Birinci Dalga Kadın Hareketi ve Oy Talebi
Düşünsel kaynaklarını Reform ve Rönesans dönemi ile birlikte 17. yüzyıl felsefesinden alan Aydınlanma Çağı, aklı merkeze koyan, maddi dünyanın ve toplumsal yaşamın akıl yoluyla anlaşılıp düzenlenebileceğini savunan ve akıl temelinde tüm geleneksel otorite biçimlerine karşı çıkarak ilerleme fikrini savunan bir düşünce geleneği yaratmıştır. Ussal, bilimsel ve yasal temelde yeni bir çağ başlatan, siyasal açıdan 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde ve 1789 Fransız Devrimi sonrasında ilan edilen Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi’nde somutlaşan bu düşünceler, ilk bakışta tüm insanlık için geçerli olduğu izlenimi yaratsa da gerçekte yalnızca erkeklerle sınırlıdır. Dönemin yaygın anlayışına uygun olarak kadınların, erkeklerin sahip olduğu eğitim, meslek sahibi olma ve siyasete katılma gibi haklardan uzak tutulmaları, biyolojik temelli gerekçelerle doğallaştırılmıştır.
Siyasal liberalizmden büyük oranda beslenen birinci dalga kadın hareketine zaman zaman erkeklerin de destek vermeye başladığı görülür. Onlardan biri olan İngiliz filozof ve devlet adamı John Stuart Mill, 1865’te İngiliz Parlamentosu’na seçildiğinde seçim vaatleri arasında kadınların oy hakkını da saymıştır. Mill’in, bir kadın hakları savunucusu olan eşi Harriet Taylor Mill’den etkilendiği bilinmektedir (Teixeria, 2009, s.814-816). 1869’da Kadınların Köleleştirilmesi (The Subjection of Women) isimli bir de kitap yazan Mill, bu kitapta cinsler arasındaki toplumsal ilişkileri yönlendiren ilkenin bir cinsiyeti diğerinin altında gören yanlış bir anlayışa dayandığını, insanlığın gelişimine engel olan bu adaletsizliğin, yerini mutlak eşitlik ilkesine bırakması gerektiğini savunmuştur (1911, s.9).
Atlantik’in diğer tarafında Amerika Birleşik Devletleri’nde kadınların eğitim, mülkiyet, çalışma oy hakkı gibi geniş bir yelpazede ifade ettikleri medeni haklar, ilk olarak 1848’de Seneca Falls’ta Elizabeth Cady Stanton’ın çabalarıyla toplanan 300 kişilik toplantıda ilan edilen Duygular Bildirgesi’yle (The Declaration of Sentiments) talep edildi. Sonrasında toplantının yapıldığı yerin adıyla yani Seneca Falls Bildirgesi olarak anılacak olan bu bildirge, 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nden (The Declaration of Independence) uyarlanmıştı. Seneca Falls Bildirgesi, içerdiği hak talepleri bakımından kıta Avrupası’ndaki kadın hakları söylemiyle süreklilik gösteriyordu. Bunun ötesinde Amerika’da kadın hakları hareketi, siyahların beyaz erkeklerle eşit vatandaşlık haklarına sahip olmalarını talep eden ırkçılık karşıtı hareketle de yakın ilişkiler içindeydi (Fugerio, 2009, s.743-744). Oy hakkı talebini merkeze alan eşitlikçi Amerikan feminist mücadelesini farklılaştıran bir boyutu da oy hakkının farklı farklı eyaletlerde farklı tarihlerde kazanılmış olmasıdır. İlk olarak 1869 ve 1870’de sırasıyla Wyoming ve Utah eyaletlerinde kazanılan oy hakkının kuzey eyaletlerini de kapsayacak şekilde tüm ülkede tanınması, ancak 1920’de gerçekleşmiştir (Sanders, 2001, s.21).
I. Dünya Savaşı’nın ardından 20. yüzyıl boyunca gerek Batı’da gerekse Batı’nın siyasi ve ekonomik etkisi altında olan dünyanın diğer bölgelerinde, milliyetçilik ve modern ulus devletin kurumlarının ortaya çıktığı ideolojik gündemler, kadın hakları sorununun ele alındığı genel çerçeveyi oluşturmuştur (Sancar, 2012, s.38). Ulus devletleşme süreçlerinin dünyanın farklı yerlerinde farklı şekillerde gerçekleşmesi, kadınların oy hakkı talebinin farklı ideolojik gündemler içinde ifade edilmesine yol açmıştır. Örneğin, kadınlara oy hakkını ilk tanıyan ülkelerden olan Finlandiya, kadın haklarını devlet eliyle uygulamaya başlaması nedeniyle “devlet feminizmi”nin ilk örnekleri arasında gösterilmektedir. Geç ya da tamamlanmamış ulus devletleşme süreçleri yaşayan İtalya, Almanya gibi ülkelerde kadın hakları gündemi, otoriter milliyetçi ideolojik yapılar içinde şekillenmiştir (Sancar, 2012, s.70-71). Benzer şekilde, sömürge ya da güçlü Batı nüfuzunun hissedildiği Mısır, İran, Afganistan, Hindistan, Sri Lanka, Endonezya, Filipinler, Çin, Vietnam, Kore, Japonya gibi ülkelerde feministler, milliyetçi hareketlerin içinde yer almışlar, ulusal direniş hareketleri ile kadın özgürlüğü hareketi birbirinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmüştür (Jayawardena, 1986, s.8). Bu ülkelerde karşımıza çıkan devlet feminizmi devlet iktidarının otoriter uygulamalarını meşrulaştıracak bir işlev de üstlenmiştir (Hatem, 1999). Sömürge sonrası milliyetçi hareketler, modernleşme, ulus devletin kurulması ve kadın özgürlüğünün gerçekleştirilmesi hedeflerinin bir arada ele alındığı tarihsel örneklerdir.
İkinci Dalga Kadın Hareketi
Birinci dalga feminizm, eşit haklar mücadelesi temelinde şekillenmiş ve bu çerçevede oy hakkı talebi eşit siyasal katılımın koşulu olarak görülmüştür. 1970’lerden sonra, hem toplumsal ve siyasal koşulların değişmesi, hem de feminist kuramdan yola çıkarak yeni sorgulama alanlarının açılması, siyasal katılımın da dâhil edildiği siyasete ilişkin tartışmaları dönüştürmüş ve eşitlik anlayışını aşan bir boyuta taşımıştır. İkinci dalga feminizm, siyasetin alanını siyasal kurumların ve temsil mekanizmalarının dar çerçevesinden çıkararak toplumsal yaşamın özel alan dâhil tüm alanlarına genişletmiştir. Evlilik ve aile gibi özel alana özgü ilişkiler, siyasal kavramlarda açıklanmaya başlanmıştır. Tüm bu dönüşüm altında, kişisel olanın politik olduğuna dair, feminist kuramdan beslenen anlayış yer almaktadır. Bu anlayışa göre kadın olmak, biyolojik olarak sahip olunan bir özellik değil, sosyo-kültürel bir süreç içinde kazanılan bir kimliktir.
Kadınların Siyasal Katılımının Önündeki Engeller
Siyasal katılım olgusu, oy verme davranışıyla ortaya çıkan bireysel bir etkinlik ya da siyasal kurum ve kadrolara aday olma biçiminde aktif, kamusal bir davranış olarak ele alındığında, her iki siyasal katılım biçiminin birbirinden farklı olması nedeniyle kadınların siyasal katılımının önündeki engellerin de her bir alanda birbirinden farklı olacağı düşünülebilir. Bireysel bir siyasal katılım türü olan oy verme davranışı açısından yaygın olan görüş, kadınların siyasete ilgisiz olduğu ve bu nedenle siyasal katılım konusunda çok istekli olmadıklarıdır.
Kadınların siyasal kararlara eşit katılımı önündeki engellerin başında, ülkedeki ana-akım siyasal partilerin kadın erkek eşitliğini içten benimsememeleri ve bu konuda destek olmaktan çok, kadınların fiilen önünü kapatan bir rol oynamaları gelmektedir. Bunun yanında elbette kadınların yeterli aile desteğinin olmaması, politik yaşamın “erkek egemen” niteliği, ataerkil ideolojinin ve kültürel geleneklerin kadın hakları aleyhine içeriği, parasal destek yokluğu ve seçim sisteminin kadınları ve genel olarak güçsüzleri engelleyici niteliği de temel faktörler arasında sayılmalıdır. Bu çarpıcı durumu değiştirmek için önerilen çözümler içerisinde kotalar da dâhil olmak üzere olumlu ayrımcılık araçlarının yeterince benimsenmemesi mevcut durumun süregelmesine neden olmaktadır. (Sancar, 2018, s.32-33)
Parlamentolarda Kadınlar
Kadınları siyasete katılmaktan alıkoyan nedenler hem yerel siyaset düzeyinde hem de ulusal siyaset düzeyinde yaygın ve geçerlidir. Ulusal siyasetin en önemli kurumu olan parlamentolarda kadınların katılımının önündeki engelleri açıklayan Nadezhda Shvedova (2005) bu engelleri üç kategori altında sınıflandırmıştır:
- Siyasal nedenler,
- Sosyo-ekonomik nedenler,
- İdeolojik ve psikolojik dirençler.
Yerel Siyasette Kadınlar
Yerel siyaset kavramı, kentsel siyaset kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Ulus devlet sınırları içinde yönetsel bir birim olarak kavranan yerel, somut ve içinde yaşanılana gönderme yapar. Mahalleyi, köyü, kasabayı, ilçeyi, yani bütün bu ortak yaşam çevrelerini kadınlar ve erkekler farklı şekilde kullanırlar. Gündelik hayatta yerel yönetimlerin sunduğu hizmetlerin en aktif kullanıcısı olan kadınlar için yerel yönetimlerin önemi büyüktür. Bu nedenle, kadınların yerel yönetimlere katılımı, yerel yönetimlerin bu türden işlevlerinin kalitesi üzerinde etkili olacaktır (Derdiyok, 2014 aktaran Erzene Bürgin, vd., 2017, s.137).
Kadınların Siyasal Katılımını Artırmak
Kadınların siyasal katılımını artırmak konusunda, parti politikalarından belirli bir ülkede geçerli seçim sistemine kadar, ancak bunlarla sınırlı olmayan, pek çok etken üzerinde durmak gerekir. Bu etkenler belirli bir sistematik etrafında değerlendirildiğinde, siyasal katılımın üç aşamasında rol oynadıkları görülür. Bunlar sırasıyla, kendini seçme (aday olma), aday gösterilme ve seçilme aşamalarıdır. Kendini seçme aşaması, siyasete katılma kararının alınmasıyla ilgilidir. Bu kararda olumlu ya da olumsuz etkili olan kişisel, sosyal, ekonomik ve kültürel nedenler bulunur. Yukarıda açıklanan nedenlerle siyaset, “erkek işi” olarak görülmekte ve bu nedenle kadınlar siyasetin uzağında kalmaktadır (Matland, 2005, s.94). Kadınların siyasal katılımını artırmaya yönelik eğitici çalışmaların yanı sıra siyasetin erkek egemen yapısını dönüştürmeye yönelik gayretlerin ilk aşamada karşılaşılan engelleri aşmada, yanı kadınların siyasete katılma kararını vermelerini engelleyen unsurları ortadan kaldırmada etkili olacağı düşünülebilir.
İkinci olarak, siyasal partiler tarafından aday gösterilme aşaması gelmektedir. Adayları belirlemeye ilişkin farklı örneklere rastlansa da, iki temel uygulama; patronaja dayalı aday gösterme yöntemi ile bürokratik aday gösterme yöntemi olarak görülmektedir.
Üçüncü olarak siyasal katılımın seçilme aşamasını seçimler oluşturmaktadır. Bu aşamada öne çıkan belirleyici unsur seçim sistemidir. Belirli bir ülkede seçim sisteminin dar bölge çoğunluk sistemi ya da geniş bölge nispi temsile dayalı sistem olmasına bağlı olarak kadınların seçimlerde başarı gösterme ihtimali değişkenlik göstermektedir.
Olumlu Eylem Stratejileri
Pekin Eylem Planı, siyasette karar verici pozisyonlarda kadınların katılımını artırmak amacıyla kotanın yanı sıra “kariyer planlama”, “izleme”, “danışmanlık”, “koçluk” ve “eğitim programları” gibi geniş bir kapsamı olan pek çok olumlu eylem biçiminden söz etmektedir. Bu eylem stratejileri kota uygulamasını hayata geçirmenin olanaklı olmadığı yerlerde ve durumlarda, ayrıca kota uygulamasının tek başına yapısal dönüşümleri sağlamaya yeterli olmayabileceği varsayımıyla ortaya konulmuştur (Krook ve Norris, 2014, s.3). Olumlu eylem stratejilerini Krook ve Norris’in (2014) olumlu eylem stratejilerinin niteliklerine bakarak süreçte başat rolü oynayan aktörlere göre yaptığı sınıflandırmayı kullanarak aşağıdaki gibi gruplandırabiliriz:
- Sivil Toplum Temelli Olumlu Eylem Stratejileri
- Siyasal Parti Temelli Olumlu Eylem Stratejileri
- Parlamento Temelli Olumlu Eylem Stratejileri
- Devlet Düzeyinde Olumlu Eylem Stratejileri
Kota
Kota, kadınların ister aday listelerinde isterse temsilci olarak parlamentoda, komitelerde ya da hükümette belirli oranlarda ya da belirli sayılarda temsil edilmesini sağlayan bir uygulamadır.
Özetle, kota uygulamasına yönelik olumsuz görüşler ileri sürülse de kotalar eşitlik anlayışında meydana gelen dönüşümle yakından ilişkilidir. Klasik liberal eşitlik anlayışı, “fırsat eşitliği” anlayışına dayanmaktaydı. Buna göre, kadınlara siyasal hakların tanınmasında olduğu gibi, yasal engelleri ortadan kaldırmak, eşitliği sağlamak için yeterliydi. Bundan sonrası tek tek kadınların bireysel çabalarına ve başarılı olup olamayacaklarına bağlıydı. Ancak birkaç on yıldır güçlü bir feminist hareketin de sonucu olarak yeni bir eşitlik yaklaşımı geçerlilik kazanmıştır. Bu, sonuçlarda eşitlik anlayışıdır. Bu anlayışa göre yasal engelleri ortadan kaldırmak, eşitliği gerçekleştirmek için yeterli değildir. Doğrudan ayrımcılık ve gizli engeller nedeniyle kadınlar siyasette etkili olamamaktadır. Kotalar ve başka türden doğrudan eşitlik önlemleri, sonuçlarda eşitliği gerçekleştirmek için etkili araçlar olarak ortaya çıkmaktadır (Dahlerup, 2005, s.144).