TOPLUMSAL CİNSİYET SOSYOLOJİSİ - Ünite 2: Metodoloji ve Epistemoloji Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Metodoloji ve Epistemoloji
Giriş
Feminizmin tarihi, değişik düşünce ve yaklaşımlarla farklı kavramsallaştırmalara ve kuramsallaştırmalara bağlı olarak ele alınabilir. Bu ele alışların bilim, sosyal bilim, sosyal disiplinler, düşünürler, toplumsal gerçeklik açılarından değerlendirilmesinde, toplumsal ilişkilerin zaman içerisinde gösterdiği farklılaşma, değişim, gelişim ve dönüşüm özelliklerinin sorgulanmasının yararı vardır. Bu kapsamda, toplumsal ilişkilerin en genel düzeyde, yani modernite, çağdaş modernite, postmodernite ve ilişkisel sosyoloji paradigmaları olarak değerlendirilmesi, ele alınan konular ne olursa olsun kullanılması yararlıdır.
Aydınlanma düşüncesi ile başlayan modernite yaklaşımı, birkaç yüzyıl, kendi içerisindeki pozitivist, yorumlayıcı, realist kuramlar temelinde ayrışarak hegemonik konumunu sürdürmüştür (Phoca, 2004; Selgas, 2004). Ancak, son yüzyıl içerisinde, özellikle onun ikinci yarısında, modernite paradigması çok yoğun bir içerik ile eleştirel tartışmaya açılmıştır. Bunun sonucu, postmodernite düşüncesinin ortaya çıkması ve sosyal bilim tarihi açısından, hızlı denilebilecek bir zaman içerisinde, güçlü bir paradigmatik yaklaşım hâline gelmesidir.
Modernite Düşüncesi
Aydınlanma düşüncesi, dogmatik özellikleri temel alan, inanç ve bilgiyi kiliseyle, özellikle Aristoteles’in bilimsel anlayışıyla birleştirmeye çalışan ve bu kapsamda Orta Çağ felsefesi olan Skolastizme karşı çıkan bir dönemin başlangıcında doğmuştur. Bu düşünce, 17 ve 18. yüzyıllarda, özellikle Batı toplumlarında aklı temel alan ve yeni (bilimsel) bir bilgi anlayışını geliştirmeye çalışan bir yaklaşımla, Skolastik düşünceye karşı çıkar. Aydınlanma düşüncesi, deneyim ve gerçeklik ilişkisinin sorgulanmasında, bilimsel bilginin ahlaki ve siyasi sonuçları ile birlikte, daha önceki dönemlerin (skolastik) bilgisinden üstün olduğu görüşüne dayanır. Gerçekliğin anlaşılmasında, geçerliliğe sahip bilimsel bilgiyi öngören modern bir düşünce sistemidir.
Modernite düşüncesi, toplumun/toplumsal ilişkilerin özelliklerinin ne olduğunu, toplumu oluşturan unsurların birey ve toplumsal kurumlarının ve de onun özne-yapı ilişkisinin ne olduğuna yönelik düşünceleri, bilimsel bilgi temelinde sorgulayan bir sistemi öngörür.
Modernite Düşüncesinin Temel Unsurları
Modernite düşüncesi, Aydınlanma düşüncesinden başlayarak, kendi içerisinde oluşan eleştirilerle yüzleşerek önemli gelişim özelliklerini, bütünlüğünü ve dokunulmazlığını birkaç yüzyıl koruyarak sürdürme başarısı göstermiştir. Ancak 20. yüzyıl başlarına gelindiğinde, modernite, yukarıda belirtilen temel unsurlarının eleştirisi ve/ veya reddini içeren tartışmalarla yüzleşme durumunda kalmıştır.
Bu kapsamdaki tartışmaların içeriğine yoğunlaşmadan önce, modernite düşüncesinin temel ön kabullerini daha derinlemesine incelemekte yarar vardır. Her şeyden önce, gerçeklik sorgusunun toplumsal bir ilişki temelli olduğu unutulmamalıdır. Gerçeklik sorgusunun, yani toplumsal olanın ne olduğu, toplumsal ilişkiler temelinde ele alınır. Bireyler arası toplumsal ilişkilerin nesnel bir ilişki olarak ele alınıp anlamlandırılması, kurumsal düzeyde yapılır. Başka bir deyişle, toplumsal olanın sorgusu, sosyal kurumlar (aile, devlet, ekonomi, siyaset, göç ve benzeri), yani sosyal yapılar olarak ele alınarak yapılır. Modernitenin bu ele alış biçimi ve bireyler arası ilişkilerin öznel (subjektif ) iki birey arasında oluşuyor olması nedeniyle, toplumsal olanın da subjektif bir ilişki olacağı yanılgısına kapılmamak gerekir. Öznel bireylerin birbirleri ile kurduğu ilişkide kendilerinin sübjektif olduğu doğrudur; ancak aralarında kurdukları ilişkinin toplumsal olarak bir anlam ifade etmesi için, o ilişkinin kurumsal bir bağlamda, yani bir sosyal yapı içerisinde ele alınması gerekir. Subjektif bir ilişki, ancak bu bağlamda anlam bulacaktır. Bu ilişkinin bireylerin öznel var oluşlarından, akıl yürütme yeteneğine bağlı olarak bilinçli hareket etmelerinden bağımsız olarak ele alındığında, nesnel bir ilişki olarak anlamlandırılması mümkün olacaktır. Bireyler, akıl yürütme yeteneğini kullanarak ve toplumsal ve siyasal eyleyici bireyler olarak (düşünen, tutum takınan ve davranan bireyler olarak) varlıklarını özgürce gerçekleştirirler. Ancak bu onların oluşturdukları ilişkilerin ne anlama geldiğini açıklamaz. Bu ilişkiler ancak, yapısal olarak anlam bulacakları kurumsal ilişkiler kapsamında anlamlandırıldıklarında, yani nesnellikleri anlamında ele alınıp incelendiklerinde, toplumsal gerçekliğe ulaşmak mümkün olur.
Alternatif Paradigmaların Gelişmesi
Aydınlanma dönemi ile başlayan modernite düşüncesi, birkaç yüzyıl boyunca, bir taraftan kendi içerisinde oluşturulan eleştirilerle yüzleşirken bir taraftan da önemli gelişim özelliklerini, bütünlüğünü ve dokunulmazlığını koruyarak varlığını sürdürme başarısı göstermiştir.
Modernite düşüncesi, bir yandan bütünsel ve eksiksiz olmadığı, diğer taraftan da anlamlandırmaya çalıştığı modern toplum ilişkilerinin, yaşanan gerçekliklerle uyum sağlamadığı düşüncelerinin güçlenmesiyle ciddi ve güçlü eleştirilerle karşılaşmıştır.
Sosyal düşünce (sosyal bilim, sosyal kuram) tarihinin gelişim çizgisinde, modernite kuramlarının temel unsurlarına yönelik, postmodernite temelinde, eleştiri sunan ve/veya reddeden düşünceler önemli paradigmatik açılımlar sağlamıştır. Bu paradigmatik açılımlara öncülük eden, modernite içinden iki önemli okuldan biri Ortodoks Marksist kuram, diğeri Ortodoks Feminist düşünce yaklaşımı olmuştur
Feminist Düşünce ve Modernite Eleştirisi
Feminizmin değil de feminist düşüncenin, yani toplumsal ilişkiler içerisinde kadının yerinin ve de toplumda kadına yönelik düşüncelerin tarihini çok gerilere, insanlık tarihinin başlangıç noktalarına kadar götürmek mümkündür. Aydınlanma öncesi dönemin kadın açısından tarihi, bu dönemlerin toplumsal ilişkilerinin farklı ele alınış biçimlerine bağlı olarak değerlendirilebilir. Ancak feminist düşüncenin, kadın haklarının ve de feminist toplumsal hareketlerin tarihini Aydınlanma dönemi ile başlatmak, insanlık tarihinin güncel sorgulamasına bir giriş olarak görülebilir.
Feminist Düşüncenin Yakın Tarihi
Feminist düşüncenin yakın tarihi, 19. yüzyılda büyük ölçüde kadın hakları savunuculuğuna, 20. yüzyılda ise kadınların siyasal temsiline, çalışma koşullarına, sağlık ve cinsellik ile ilgili sorunlarına ve yasal hak mücadelelerine odaklanan dönemler olarak kabul edilebilir. Bu dönem içerisinde daha radikal bir karşı çıkış olarak erkek egemenliğinin kadın emeği, bedeni, aklı ve cinselliğinin gerçekleşme biçimlerine yönelik itiraz, eleştiri ve karşı çıkış mücadeleleri ile geçtiği söylenebilir.
Feminist Düşüncenin Modernitenin Temel Unsurlarını Eleştirisi
Modernite düşüncesinin temelinde yer alan rasyonalite anlayışının, Aydınlanma düşüncesinin temel unsurlarından biri olarak kabul edilmesi ilginç bir şekilde, nedeni savunulmadan, en genel hâli ile “bir amaca ulaşmada en etkin araçların kullanılması” şeklindeki bir tutum olarak kabul görmüştür. Akıl-yürütme yeteneğinin neden akılcılık olarak kabul edildiği, çoğu kez mantıklı olma durumu ile anlatılarak, yani akla yatkınlık olarak görülmüş ve herhangi bir düşünce, tutum ve davranışın rasyonelliği ile işlevselliği arasında çok iç içe geçmiş bir ilişkisellik kurulmuştur.
Bireyin aklını kullanarak hareket etmesi, kendiliğinden bilinçli hareket ettiği anlamına gelmez. Aynı zamanda, öznenin bilince sahip olması, hareketlerinin de bilinçli olacağı anlamına gelmez. Akıl ve bilincin kullanımının kendiliğinden rasyonel ve bilinçli davranış olduğu söylenemez. Bu durum, ele alınan ölçütlerin çokluğu/çoğulculuğu rasyonel olan ile olmayanın, a priori bir dayanak noktasını gerekli kılmaz. Rasyonalitenin çoğu kez işlevselliğe indirgenen çelişkili kabullenişi, belki de rasyonalite anlayışının en güçlü pratik yanılgısıdır.
Feminist düşünce, toplumda kadın ile erkek konumlarının ikili karşıtlık zemininde değil, birbirlerini eşit zeminde tamamlayıcı (tümleyici) olduğunu savunmuştur. Bu kapsamda, cinsiyet ayrımlarının rasyonel bilgi ve akla yatkın kadın söz ve ifadelerini içeren bir biçimde ele alınması öngörülmüştür. Cinsiyetin toplumsallaştırılan içeriği ile ele alınmasını, akla yatkın entelektüel bir kapasite (Kant ve Rousseau) veya düz bir fazileti kapsayan, ahlaklı olma (Hume) konumu ile özdeşleştirilmemesini öne sürmüş, kadın olmak ile feminist olmanın kendiliğinden özdeş olarak kabul edilmemesi gerektiğini vurgulamışlardır.
Ancak modernite anlayışında akıl ve bilimin doğa üzerindeki hâkimiyeti ve bunun da toplumsal ilişkilerle bir denge ve uyum içerisindeki düzeni sorgusuz kabullenişi, feminist düşüncenin eleştiri ve karşı çıkışlarının önemli bir kaynağını oluşturur. Bu karşı çıkışta, bilim insanlarının, özellikle nesnellik temelindeki etkin rollerinin eleştirisi ve onların toplumsal ilişkilerin anlamlandırılmasında oluşturdukları sıradüzen, toplumsal güç ilişkileri, özellikle ataerkil egemenliğin sürdürülmesi ve yeniden üretilmesi, feminist düşüncelerin gelişmesine çok yönlü kaynaklık etmiştir.
Feminist Metodoloji ve Feminist Epistemoloji
Feminist metodolojiden, kadınlara yönelik, onlara ait feminist bir bilginin varlığından bahsederken bunun feminist düşünce ile kadınların deneyimlerini içeren bir ilişkinin sorgulanmasına bağlı olduğunu söylemek mümkündür. Bunun da tek bir ilişki biçimi olmaktan ziyade, çoklu ilişkiler kümesi hâlinde ele alınması gerekir. Feminist bilgi, sadece kadınların toplumsallaştırılmış yaşam deneyimleri temelinde ele alınmamalı, aynı zamanda adalet ve içinde bulundukları toplumsal ilişkilerin siyasi (güç) kuramlarına ve de feminist sorgunun moral içeriğine bağlı olarak anlaşılmalıdır.
Feminist metodolojik ve epistemolojik tartışmaların başlangıcında, modernitenin geleneksel yaklaşımı, kadın konusunu ya hiç sorgulamamak ya da başka kavramsal ilişkilere bağımlı olarak veya onlara indirgeyerek incelemek olmuştur. Buna karşı çıkan feminist düşünce, kadınların toplumsal konumlarının incelenmesinde erkek temelli çözümlemeden ayrı ve farklı, onları merkeze alan bir yaklaşımın benimsenmesini öngörmüştür. Ortodoks feminist düşünce, modernite paradigmasının içinden bir sorunsallaştırma önerdiğinden, ilk etapta bilimin tarafsızlık ve nesnellik iddialarını reddetmemiş, ağırlıklı olarak bilimsel uğraşın erkek egemen yapısını eleştirilerine temel almadığından, bilim-iktidar ilişkisini sorunsallaştırmamıştır.
Ortodoks Feminist Önermeler: Metodolojik mi Yoksa Epistemolojik mi?
Feminist düşüncenin bu eleştirilerinin, ne dereceye kadar metodolojiye, ne dereceye kadar da gerçekliğin bilgisine (epistemolojiye) ait olduğu feminist düşüncenin Ortodoks zemininde yeteri kadar tartışılmamıştır. Bu eleştirilerin genel olarak metodoloji kapsamı içerisine sıkıştırılarak tartışılmasının belki de en önemli nedeni, feminist düşüncenin modernite içerisinde ayrı, dördüncü bir kuram olma gerekliliğinin savunulmasıdır. Çünkü feminist düşüncenin başlangıcında, modernitenin temel unsurlarını reddeden bir yaklaşım benimsenmediğinden, farklı bir kuram olma iddiası ancak farklı bir metodolojik yaklaşıma sahip olduğu iddiasının kanıtlanmasına bağlıdır. Çünkü Ortodoks feministler, modernite düşüncesindeki ontolojik (bireyin varoluşunu) ve bilimsel bilginin (epistemolojik) gerçekliğin kaynağı olduğu düşüncesini reddeden bir yaklaşıma sahip olmadıklarından, farklı bir kurama ihtiyacın olduğunu ancak metodolojik farklılığı öne sürerek iddia edebilmişlerdir.
Feminist düşüncenin modernite düşüncesi içerisinden geliştirdiği bu eleştirilerin temellendirildiği ilişkilerin, akıl yürütme/rasyonalite, bilim, bilimsel bilgi, bilen özne, evrensellik, özcülük temelindeki anlamlandırmasına (sorunsallaştırmasına, analiz edilmesine, yorumlamasına) yönelik katkılar (Harding, 1986, 1991; Smith, 1987; Ruddick, 1990; Tanesini, 1999), feminist düşüncenin kapsamının anlamlı bir şekilde genişlemesine neden olmuştur.
Modernite anlayışı içerisinde Aydınlanma düşüncesinin feminist metodoloji ve epistemoloji üzerinde oluşturduğu etkilerin ne tür karşı çıkışlara bağlı olduğu ve de hangi çelişkili konumda, rasyonalite, akıl yürütme, akılcılık konularının eleştirisine bir başlangıç oluşturduğu önemli bir sorgudur. Rasyonel olduğu kabul edilen erkeklerin sahip oldukları varsayılan akıl yürütme ve akıl temelli hareket etme kapasitelerinin, toplumsal güç ile olan ilişkisinin, kadınların toplumsal konumlarını belirlediği açıktır. Bununla birlikte, erkek egemen toplumsal ilişkilerin ele alınmasında, bilimsel bilginin ne olduğunun ve onun üzerindeki erkek merkezli ve ataerkil egemenliğin varlığının görünür kılınması, feminist metodolojinin oluşmasına ve modernitenin bilim anlayışına, özellikle onun rasyonalite anlayışına yönelik eleştirilerin ve de karşı çıkışın gelişmesine neden olmuştur. Bu eleştiri ve karşı çıkış, büyük ölçüde akıl yürütmenin sadece doğal bir kapasite olmadığı, bireylerin ilişkiselliği kapsamında şekillendiği ve inşa edildiği düşüncesini (Fonow ve Cook, 1991; Crenshaw, 1993) geliştirmiştir.
Aynı zamanda, süregelen baskıya dayalı ve toplumsal gücün önemli bir unsuru olan erkek egemenliğinin önemli bir göstergesi olan ataerkil ilişkilerin kuramsal bir içerikte ve zeminde sorunsallaştırılmış; ataerkilliğim bilgi üretim sürecindeki etkin rolünü dışlayan bir geleneksel (klasik, Ortodoks) modernist yaklaşımın yetersizliği, gerçeklik sorgusunda ciddi bir eksiklik olarak görülmüştür. Bu temelde üretilen bilginin, geçerliliği ve güvenirliliği ortadan kaldıracağı eleştirisi gündeme gelmiş ve oluşturulan bilginin ahlaki ve siyasi sonuçlarının, bütünsel özne kabulü (Naples, 2003) nedeniyle aktif eyleciliğini yansıtmakta ciddi eksiklikler doğuracağı düşüncesi, feminist eleştiride önemli bir zemin oluşturmuştur.
Sosyal İlişkilerin Paradigmatik Unsurlarına Yönelik Genellemeler
Toplumsal ilişkilerin paradigmatik tarihi, aşağıdaki şu ilişkilerin bir tür sorgulanması olarak görülebilir: (1) bir gerçeklik sorgusu; (2) bir özne (birey, insan, beden, benlik) sorunsalı; (3) bir yapı ve kurumsallık sorunsalı; (4) bir siyaset (güç, iktidar, baskı, ezilmişlik, sömürü, egemenlik, eyleyicilik) sorunsalı; (5) bir bilgi (epistemoloji) ve bilim sorunsalı; (6) bir metodoloji (yöntem, teknik, inceleme, sorunsallaştırma, anlamlandırma) sorunsalı; (7) bir varlık (ontoloji) sorunsalı; (8) bir yaşam deneyimi sorgusu; (9) bir insanlık (hümanizm) sorunsalı; (10) bir özgürlük, eşitlik, hak ve adalet sorunsalı.
Feminist düşünce bilimsel yöntemi sorunsallaştırırken ona yönelik eleştirileri, karşı çıkışları, itirazları, alternatif önerileri de tartışma konusu yapar. Feminist düşünce, Ortodoks moderniteye dayalı yaklaşımını büyük ölçüde benimseyen özelliği ile varlığını uzun müddet sürdürmüştür. Bu çerçevede, metodoloji anlayışı ile doğru, uygun yöntemler kullanıldığında, gerçekliğin dolaysız bilgisinin üretilebileceği, araştırılanların öznel bilgilerinin ancak bilimsel yöntemler ve tekniklerle geçerli ve güvenilir nesnel bilgiler hâline getirilebileceği ve bunların bilim insanının öznelliğinin olası yanlılıklarını da ortadan kaldırabileceği kabul edilmiştir. (Alcoff ve Potter, 1993). Nesnelliğin öznelliğe üstün olduğu, aklın öznellikleri kontrol altına alabileceği varsayımıyla, tarafsız, genel ve kişisel ve siyasal tarafgirliklerden ve öznelliklerden arınmış olgulara (kurumsallaşmış, yapısallaşmış olgusal bilgiye) yönelik bilimsel bilginin toplanabileceği kabullenilmiştir. 1980’li yıllara kadar, bilimsel uğraşın erkek-egemen bir inceleme olduğu düşüncesi genel kabul görmüştür. Ancak toplumun ataerkil ilişkilerin kontrol ve hâkimiyeti altında olduğu, aklın erkekler tarafından kontrol altına alındığı ve nesnel ve tarafsız bilimsel bilginin bu nedenle toplumsal güç ilişkilerinin hâkimiyeti altında kalarak şekillendiği düşüncesi büyük ölçüde göz ardı edilmiştir.
Ortodoks Modernite Düşüncesine Yöneltilen Eleştiriler
Feminist düşünürler, modern bilim anlayışının sınıfsal temelli ve ataerkil içerikli rasyonel, özcü, evrensel varsayımlarına bağlı ikilikler şeklinde ve nedenselliği hedefleyen, belirleyici, gelişmeci yapısallığı içerisinde daha geçerli ve güvenilir bir bilginin üretilebileceğini aşağıda sıralanan çelişkili önermeleri kullanarak savunmuşlardır (Oakley, 1981; Stanley ve Wise, 1983; Klein, 1983; Gilligan, 1984; Harding 1986):
- Her şeyden önce, bilim insanları, toplumsal ilişkilerinin diğer alanlarında olduğu gibi, kadınların toplumsal konumunun incelenmesi için gereken bilgiyi toplumda varlığını güçlü bir şekilde devam ettiren ataerkil ilişkiler nedeniyle sorunsallaştıramamışlardır. Bu durumun bilim alanında büyük bir eksiklik oluşturduğu ve önlenmesi gerektiği feminist düşüncelerce dile getirilmiştir.
- Bu itiraz gerçekleşmediğinde veya gerçekleşme ihtimali söz konusu olmadığında, kadınların toplumsal konumunun analizinin, kadın bilim insanları tarafından üstlenilmesinin bir zorunluluk hâline geldiği savunulmuştur.
- Bilimsel bilgi üretiminin ancak birikmiş bilimsel bilgi (kuramsal bilgi) temelinde mümkün olduğu düşünüldüğünde, kadın bilim insanlarının ataerkillikten arınmış kuramsal bilgiye, yani feminist kuramsal bilgiye sahip olmamaları, birikmiş kuramsal bilgiyi kullanamamalarına neden olmuştur. Bu engelin aşılabilmesinin, yani kadın bilim insanlarının birikmiş feminist kurama sahip olabilmelerinin gerçekten uzun bir süreyi gerektireceği iddia edilmiştir.
- Bu engel zamana bırakılarak, feministler, feminist zeminli araştırmada, cevaplayıcıların erkek değil de, kadın olmalarının, yani bilgiyi kadınlardan toplamanın güvenirliği ve geçerliliği arttıracağını savunmuşlardır. Ancak, kadınların cevaplayıcılarının da erkeklerinki öznel olacağı kabul edildiğinden bu tercihin çok etkin bir yöntemsel üstünlük sağlayamayacağı görülmüştür.
- Hem araştırmayı yapan bilim insanının kadın hem de cevaplayıcıların kadın olma durumu, feminist araştırmada ileri bir metodolojik adım olarak düşünülmüştür.
Klasik Feminist Düşüncenin Güçlü Açılımı: Feminist Duruş Kuramı
Feminist düşünürler sayesinde modernite düşüncesinin nesnellik temelinde marjinalleştirilen öznellik anlayışının, gerçekliğin ele alınışında tekrar sorgulanarak güçlenen bir konuma geldiği söylenebilir (Haraway, 1991; Harding, 1987, 2004). Toplumsal ilişkilerin, ancak nesnel bir zeminde, öznelliklerin anlamının ise nesnelleştirilmiş genel anlatılar içerisinde (yapısal/kurumsal birikmiş bilimsel bilgi temelinde) gerçek olanın anlamlı olacağı düşüncesinin yoğun eleştirisi ve postmodernite düşüncesi kapsamında reddedilmesi, sosyal kuramın paradigmatik farklılaşmasında güçlenen bir yaklaşım hâline gelmiştir.
Feminist Duruş Kuramının Ötesine Geçen Paradigma: Postmodern Feminist Düşünce
Ortodoks (klasik) modernite paradigmasına içeriden yöneltilen feminist eleştirilerin neredeyse tamamını postmodernite paradigmasının da paylaştığı söylenebilir. Çünkü postmodernite paradigmasından, modernite düşüncesini eleştirme amacının ötesine de geçerek bu düşünceyi reddeden özelliği nedeniyle yukarıda feminist duruş kuramcıları tarafından sorunsallaştırılan tüm ilişkilere katılması beklenir.
Postmodernite düşüncesi yeni bir paradigmatik açılımdır. En genel hâli ile dil biliminin ve göstergebilimin çağdaş tartışmalarını içeren bu düşünce yirminci yüzyılın başlarından itibaren dile ve görselliğe dayalı gelişme göstererek günümüzde artık toplumsal ilişkilerin anlamlandırılmasına yönelik güçlü bir yaklaşım hâline gelmiştir. Her şeyden önce, postmodernite düşüncesinin, oluşum, gelişim ve kendi içerisindeki farklılaşmasının kaynağı, Ortodoks (klasik) modernite düşüncesinin eleştirilmesine yöneliktir. Ancak, postmodernite, modernite düşüncesinin eleştiri sınırları içerisinde kalmayarak, gelişimini modernite yaklaşımının reddedilmesine kadar genişletmiştir. Postmodernite düşüncesinin hem gelişim çizgisini, hem de ulaştığı noktada savunduğu düşünceleri daha açık bir şekilde tartışabilmek için, bu yaklaşımın eleştirel içeriği ile reddedici boyutunun birbirine karıştırılmamasına dikkat etmek gerekir.
Sonuç olarak denilebilir ki insanlık tarihinin gelişme gösteren bu dinamizminin sergilediği en önemli doğurgular, insanı sorunsallaştıran düşünceler ile gerçekliğin ne olduğunu anlamaya yarayan metodolojik, epistemolojik ve ontolojik tartışmalardır. İnsana yönelik bilginin ne olduğuna ve insanın aktif siyasal eylemleri arasındaki ilişkilerin aldığı şekle bağlı olarak, baskılara karşı direnç gösteren, özgürleştirici ve insan olmanın öznel ve nesnel ayrıcalığını bir hak olarak gören düşünceler, insanlığın varoluşunun en temel güvencesi olarak, akademik ve entelektüel yaşamda varlıklarını sürdüreceklerdir.