TOPLUMSAL DEĞİŞME KURAMLARI - Ünite 5: Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II
Giriş
Değişim konusunun sosyolojide gittikçe daha fazla tartışmalı hale gelmesinde özellikle 20. yüzyıl boyunca yaşanan savaşlar, devrimler, geniş çaplı sosyal hareketler ve krizler etkili olmuştur. 1950 sonrası etkili olan işlevselcilik ve çatışmacılık modellerinin, tarihsel ve fikri çerçeve ve bağlamlarının olmalarının yanında kendi içerisinde tutarlı temelleri olduğunu vurgulamak gerekir.
İşelvselci Denge Teorileri
Sosyal bilimlerde işlevselcilik (functionalism) Spencer ve Durkheim tarafından geliştirilen kuramsal ve metodolojik temeller üzerinde şekillenmiştir. Sosyal antropolojide Radcliffe-Brown, Malinowski, sosyolojide Talcott, Parsons, Merton, Ougborn tarafından ele alınmıştır. İşlevselcilik, temelde biyolojik organizmacılığa dayalı olarak tesis edilmiş olan toplumsal kurumları ya da kurumlaşmayı açıklamaya çalışan bir paradigmadır. Bu yaklaşıma göre toplumsal yapıda her bir unsurun bir işlevi vardır ve toplumsal değişim de bu işlevlerin yerine getirilmesi ile yakından alakalıdır. Spencer ve Durkheim’ın klasik işlevselcili anlayışının, yapı ve toplumun işleyişi ile ilgilendiğini söyleyebiliriz. Bu çerçevede işlevselciliğe göre normlar arası ilişkiyi ya da roller arası iletişimi kuran aile, ekonomi, eğitim, politik sistemler gibi toplumun kurumları, sosyal yapının ana görünümleridir.
Çağdaş sosyolojide önemli bir yeri olan yapısal işlevselciliğin kurucusu ve modernleşme kuramlarının fikir mimarlarından birisi olan Parsons Durkheim ve Spencer’ın izinden giderek toplumsal değişime evrimci ve bütünleşmeci bir yaklaşım geliştirmiştir. Parsons, her bir bireyin beklentilerinin olduğunu ve bu beklentilerin diğer bireyler tarafından etkilendiğini ve biçimlendirildiğini, bu beklentilerin aynı zamanda kabul edilmiş normları ve yaşam alanındaki toplumun değer yargılarını da bünyesinde barındırdığını söylemektedir. Erkilet, Parsons’ın toplumsal yapı ve değişme anlayışının dayandığı temelin onun Weber’den etkilenerek geliştirdiği toplumsal eylem fikri üzerine bina edildiğini belirtmektedir. Eylem kendi içinde şu bileş¸enlere ayrıştırılabilir:
- Aktör: Her eylem bir kişi tarafından icra edilir.
- Hedef: Her eylemin yönelik olduğu bir hedef vardır.
- Durum: Her eylem belli bir mekan içinde cereyan eder. Bu mekanın aktörün denetiminde olan kısımlarına araçlar, kontrol edilemeyen kısımlarına ise koşullar adı verilir.
- Normlar: Her eylem, hedefe uygun araçların seçimini düzenleyen bir norm ya da normlar dizisine sahiptir.
Erkilet’e göre Parsons eylemi bilişsel, hissi ve normatif olarak üç boyuta ayırır. Eylemin bileşenleri ve boyutları çerçevesinde Parsons’ın sisteminde insan organizma olarak, psikolojik, toplumsal bir gerçeklik ve kültür yaratan ve aktaran bir yaratık olarak insandan müteşekkil dört boyuta sahiptir. Parsons’a göre toplum farklılaşmış kurumların birbirini tamamlayan işlevlere sahip olduğu bir sosyal sistemdir. Her sistemde olduğu gibi toplumda da bazı alt sistemler mevcuttur: Kişilik sistemleri, toplumsal sistemler, kültürel sistemler. Bu çerçevede Parsons, toplumun kültürel sistemin belirlediği sınırları koruma eğilimi taşıyan bir sistem olduğunu düşünmektedir. Toplumlar, kendilerini şekillendiren kültürel sistemi etkileyecek iç ve dış koşullar karşısında daimi bir dengesizlik hali arz ederler. Ancak sistem yeterince bütünleşmemişse bu durum bir dengeden diğerine geçilmesine neden olacaktır. Kültür bütünü, rastlantısal değil düzenli örüntüler göstermelerini sağlayacaktır. Parsons’a göre bir toplumsal sistem uyum, hedefe ulaşma, bütünleştirme ve örüntüleri muhafaza etme şeklinde bir şematik döngüye sahiptir. Bu çerçevede bir sosyal sistemde değişim farklılaştırma, uyumu yükseltme, kapsama ve gerçek değerlemeden oluşan bir döngü içerisinde gerçekleşmektedir. Bu döngüde uyum adaptasyonu artıracak düzenlemeler ve evrimleşen tümeller kavramları ile ifade edilmektedir. Evrimleşen tümeller, uzun vadede canlı sistemlerin aktif ve pasif adaptasyon kapasitelerini artıran yapı ve süreçleri ifade etmektedir. Farklılaşma ise tarihsel süreçte aile birimlerine ve yaygın ilişkilere dayalı ilkel toplumlardan itibaren devamlı olarak işleyen bir süreçtir. Parsons’a göre evrimin başlaması için bir ön şart teşkil eden tabakalaşma, farklılaşma olmadan düşünülemez. Toplumsal değişim döngüsünde yer alan üçüncü aşama ise kapsamadır. Bu aşamada farklılaşma süreçlerinin yarattığı sorunlara önerilen çözümler toplumun normatif örüntüsüne yeni birimler, yapılar ve mekanizmalar ilave etmektir. Parsons’ın değişim anlayışını belirleyen bir başka kuramsal temel ise onun toplum tasniflerinde bulunmaktadır. Parsons toplumları temelde basit (ilkel) ve karmaşık (modern) olarak ikiye ayırmaktadır. Bu ikisinin ortasında bir ara dönem olarak arkaik toplum yer alır. Bu çerçevede iki tür toplumsal değişme söz konusudur: yapısal ve evrimsel. Yapısal değişimlerde basit toplumdan karmaşık topluma geçişte olduğu gibi toplumun bir tipten diğerine geçişi söz konusudur. Evrimsel değişimler ise bir toplumdaki farklılaşma ve uyum düzeyini artıran daha çok sistem içi ihtiyaçlardan kaynaklanır. Parsons’a göre bir sosyal sistem olarak karmaşık toplum bir kez oluştuğunda artık aslolan değişim değil istikrar ve sürekliliktir. Değişim sosyal dengeyi bozan bir şey değil, olsa olsa yeni bir dengenin ortaya çıkmasına vesile olan bir şeydir. Parsons’ın değişim yaklaşımı çok sayıda eleştiriye uğramıştır. Wright Mills, David Lockwood, Ralf Dahrendorf Parsons’ı eleştirenlerdendir.
Doğu Avrupa göçmeni işçi sınıfından Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Robert Merton, “kendi kendini doğrulayan kehanet”, “rol modeli” ve “niyetlenilmemiş neticeler” gibi kavramları sosyoloj literatüre kazandırmıştır. Parsons’ın kuramına gelen eleştirilere karşı kuramı yeniden şekillendiren Merton işlevselciliği savunmakta ancak onu çok büyük ve genel bir teori olarak görmektedir. Merton, Parsons’ın teorisini sınırlandırmak üzere 3 temel nokta belirlemektedir: İşlevsel birlik, evrensel işlevselcilik, kaçınılmazlık. Merton ayrıca “sapkınlık” kavramını geliştirmiş ve açık ile gizli işlevler arasındaki farkı ortaya koymuştur. Merton bir toplumsal yapıyı statü dizilerinin örüntüleşmiş bir düzenlenmesi olarak görmektedir. Bu çerçevede Merton, bir toplumsal yapıyı dört düzlemde ele alır:
- Statü/rol bileşeni birimi olarak ele alınan bireysel düzey
- Statü dizilerinin birim alınarak incelendiği grup düzeyi
- Grupların birim olarak alınıp incelendiği toplumsal sistem düzeyi
- Değer ya da norm sistemlerinin inceleme birimi olarak alındığı kültürel sistem düzeyi.
Merton, Parsons’ın AGIL şemasını alıp bir miktar değiştirerek kendi temel toplumsal kurumlar şemasını oluşturmuştur. Buna göre bir toplumsal yapı beş işlevsel süreçten oluşmaktadır. Özellikle toplumsallaşma mekanizmasına dayalı bir işlev olarak modellerin sürdürülmesi, kişisel ve toplumsal gerilimlerin boşaltılması, kanalize edilmesi ya da denetimi, sistemin çevresini denetlemesi veya ona uyması, kollektif eylemin önkoşulu olan askeri toplumsal birliğin sağlanması, bireysel ve kollektif amaçlara ulaşılması. Buna göre yapı işlevleri belirlerken, işlevler de yapıyı etkilemektedir. Merton’a göre toplumlar her zaman işlevsel bir bütünlük ve uyum içerisinde değildir, değişimin kaynağı ve dinamiği de uyumsuzluktur. Bunlar da Merton’un sapma dediği toplumsal davranış bozukluklarını ortaya çıkarır. Ona göre iki tür sapma mevcuttur: Basit ve şiddetli. Bu teorisini çağdaş endüstriyel topluma uygulayan Merton teknolojik değişmelerin üretim sürecine ve topluma yansıyan sonuçları vardır. Eğer çağdaş toplumdaki hızlı teknolojik değişmelerin yol açtığı bu erozyon önlenemezse sistemin bütünlüğü tehlikeye girecektir.
Diğer bir yapısal işlevselci olan Ogburn toplumsal değişmeyi icat, birikim, yayılma ve uyum sağlama ekseninde şekillenen kültürel evrimin bir neticesi olarak görmektedir. Ona göre bir toplumda zihinsel yetenek, toplumsal talep ve kültürel öğelere bağlı olarak yeni icatlar gerçekleşir, kültürel tabana yayılır ve dağılır. Mübeccel B. Kıray ise Türk sosyolojisinde toplumsal değişmeyi açıklamak üzere yapısal-işlevselci yaklaşımı kullanmış ve bu teoriye kavramsal katkılar yapmıştır. Ona göre bir toplumsal yapı dört unsurdan müteşekkildir: mekan/ekolojik çevre, nüfus, organizasyon, değerler sistemi. Bu unsurlardan birisinde gerçekleşen değişimlere bağlı olarak sosyal uyum da bozulur ve değişim ortaya çıkar.
Sosyal dinamiklere ve değişime vurgu yapan işlevselciliğinin aksine İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yayılan yapısalcı-işlevselci açıklamalar sosyal istikrar ve dengeye vurgu yapmışlardır. Yapılan eleştiriler şu şekilde sıralanabilir:
- Yapısal-işlevcilerin parçaların bütününe dayalı anlayışına, yararlılığın parçaların mevcudiyeti üzerinde sadece etki sahibi olduğu şeklindedir
- Toplumsal yapıyı organizmaya benzeten yaklaşıma, organın bir işlevini kaybetmesi halinde organizmanın yok olmayacağını değişeceğini söylerler.
- Yapısal-işlevci yaklaşıma yönelik bir eleştiri toplumda bir fikri birliğinin olmayacağı yönündedir.
- İnsan davranışının toplumsal sisteme bağlı olduğu anlayışa, tüm toplumsal kurumların sistemin parçası olduğu eleştirisi gelmiştir.
- Alt unsurları ile uyumlu bir bütünlük arz eden sistemde yapısal değişim
Toplumsal Değişimi Açıklamada Çatışmacı Teoriler
Yapısal işlevselcilik 1950’lerin ortasından itibaren yoğun bir biçimde eleştiriye uğramış ve 1960’lardan itibaren de yavaş yavaş sosyolojik düşüncedeki hakim konumunu terk etmiş, yerini çatışma sosyolojisi başlığı altında toplanabilecek yaklaşımlara bırakmıştır.
Sosyolojik teoride ortaya çıkan iki baskın çatışmacı teori, diyalektik çatışma teorisi ve işlevselci çatışmacılıktır. Simmel sosyal değişmede çatışmanın merkezi bir yeri olduğunu düşünmektedir. Marx’tan fark- lı olarak Simmel’e göre modern toplumda çatışmanın temeli üretim süreci değil mübadeledir. Ona göre kent hayatında rastlanılan uç durumlar para ekonomisi ile ilgilidir. Para ekonomisi toplumun normları ve değerlerinin değişimine katkıda bulunurken toplumda yaygın rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ona göre çatışmaların toplumda meydana getirdiği değişimler toplumun sürekliliğinin sağlanmasında önemli bir yere sahiptir.
1929 yılında Hamburg’da dünyaya gelen Ralf Dahrendorf çağdaş sosyolojide çatışmacılık olarak bilinen kuramsal yaklaşımın önemli temsilcilerindendir. Dahrendorf, 1950’lerde çok yaygın olan yapısal işlevselcilerin sosyal denge modellerine karşı toplumsal istikrarsızlık, çatışma ve sosyal çözülmeye vurgu yapan bir çatışmacı modeli savunmuştur. Dahrendorf, Marx’ın mülkiyet eksenli çatışma teorisini eleştirerek yerine güç için mücadeleyi yerleştirir. Dahrendorf (1959, s. 162) değişimin bileşenlerine dair bazı açıklama- lar yapmaktadır: Her toplum her noktada değişim sürecine tabidir; değişim kaçınılmazdır. Her toplum her noktada çatışma ve uyumsuzluk sergiler; sosyal çatışma kaçınılmazdır. Bir toplumdaki her unsur onun dağılmasına ve değişmesine bir katkı sunar. Her toplum bazı mensuplarının diğerleri üzerinde baskı kurmasına dayanır. Dahrendorf için, toplumsal bütünleşmenin temeli, Parsons’ın öne sürdüğü gibi uzlaşma değil, aksine baskı, yani otorite konumundakilerin kitlelere boyun eğdirme gücüdür. Dahrendorf ’a göre bir çatışmanın sosyal değişime yol açması yoğunluk ve şiddet düzeyine göre çeşitlilik arzeder. Çatışma yoğunluğu, maliyetlerin ve katılımın miktarını ifade eder. Dahrendorf için çatışmanın şiddeti, çatışmanın nasıl ortaya çıktığı ve temelde kullanılan silahlar ile ölçülür. Dahrendorf tarafından tanımlanan çatışmanın şiddeti bir toplumda, üç farklı sosyal faktör grubuyla ilgilidir: Örgütlenmenin teknik, politik ve sosyal koşulları, bir toplumdaki çatışmanın etkili biçimde düzenlenmesi, göreli yoksunluk düzeyi. Öte yandan bir sosyal sistem içerisinde çatışmanın yoğunluk düzeyi de üç etkenle ilişkilidir: Ö ¨rgütlenmenin teknik, politik ve sosyal koş¸ulları, sosyal hareketlilik düzeyi, iktidarın ve diğer kıt kaynakların toplumda dağıtılma biçimi. Çatışmanın şiddeti ve yoğunluğu, gruplar daha iyi organize olduğunda aşağıya doğru eğilim gösterecektir.
1913 yılında Musevi bir ailenin çocuğu olarak Almanya’da dünyaya gelen Lewis A. Coser, yapısalişlevselci kurama yönelik ciddi bir eleştiri getirmekte ve toplumsal yapı ve değişmeyi çatışmacı bir biçimde ele almaktadır. Ona göre bir toplumda özellikle birbirine sorumluluk ve güç ağlarıyla bağlı olan ve yakın ilişki içerisinde bulunan insanlar arasında kaçınılmaz bir biçimde çatışma ortaya çıkar. Dönemin yaygın uyum ve denge teorilerine kökten zıt olan bu yaklaşım aynı zamanda Amerika’nın eşitlikçi bir toplum olduğu yönündeki yaygın kanaatleri de yanlışlamaktadır. Coser, tepkilerin yönelmemesine göre toplumdaki çatışmaları gerçekçi olan ve olmayan şeklinde iki başlık altında tasnif eder. Temelde çatışmayı toplumsal yapının işleyişi için olumlu bulan Coser’a göre olumlu ve işlevsel olmayan çatışmalar da söz konusudur. Sorunun biçimi ve çatışmanın kaynağı kadar toplumsal yapının özellikleri de bunda belirleyicidir. Dolayısıyla çatışmayı bastırmayan, normal süreçler dahilinde ele alan toplumlarda çatışma daha çok temel toplumsal işlevlere ve süreçlere yönelecek ve toplumsal yapının değişimine olumlu bir katkı sağlayacaktır.
1941 doğumlu olan Randall Collins alışverişçi çatışma yaklaşımı ile çatışma kuramına ve toplumsal değişim tartışmalarına önemli katkılarda bulunmuş isimlerden birisidir. 1975’teki çalışmasında yer alan yüzlerce teorik önermeyi “çatışma teorisinin dört ana hattı” olarak yeniden formüle etmiştir:
- Her kıt kaynağın eşit olmayan dağılımı, onu kontrol edenlerle etmeyenler arasında potansiyel bir çatışma oluşturur.
- Potansiyel çatışmalar muhalif grupların mobilize olma derecesine göre fiili çatışmalar haline gelir.
- Çatışmalar yeni çatışmaları doğurur.
- Seferberlik için kullanılan kaynaklar tükendiğinde çatışmalar azalır.
Onun çatışma teorisinin üç temel ilkesi mevcuttur:
- İnsanlar kendi inşa ettikleri öznel dünyalarında yaşarlar.
- Diğer insanlar, kişinin öznel deneyimini etkileme ve hatta kontrol altında tutma gücüne sahip olabilirler.
- İnsanlar sıklıkla böyle kontrol girişimleri ile mücadele eden diğerlerinin eylemlerini kontrol etmeye çalışır; sonuç genellikle kişiler arası çatışma olur.
Collins’e göre çatışma analizinin genel prensipleri herhangi bir alanda uygulanabilir. Bunun için aşağıdaki beşli şema takip edilmelidir:
- Soyut formülasyonlar yoluyla, gerçek yaşamdaki etkileşimlerin bir örneğini düşünün.
- Etkileşimi etkileyen maddi düzenlemeleri arayın.
- Egemen tarafın durumdan yararlanmak için çabaladığı genel varsayımını uygulayın.
- İdealler ve inançlar, aynı şekilde, görüşlerini hakim hale getirmek için ortaya konacak kaynaklara sahip olanların ilgi alanlarıyla açıklanmalıdır.
- Ampirik vakaları karşılaştırın.