TOPLUMSAL YAŞAMDA AİLE - Ünite 7: Toplumsal Yaşamda Gecekondu Ailesi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Toplumsal Yaşamda Gecekondu Ailesi

Giriş

Gecekondu, kişilerin çoğu zaman kendilerine ait olmayan arazi üzerinde, gerekli yapı izinlerini almadan, ruhsatsız olarak imar mevzuatına aykırı, çok kısa sürede yaptıkları ya da yaptırdıkları binalara verilen genel bir tanımlamadır. Gecekondular, başkasına ait araziler üzerine yaptırıldıkları için olabilecek en kısa zamanda inşa edilme eğiliminde olan binalardır. Bu özelliği vurgulanmak istendiği için gecekondu tabiri üretilmiştir ve her türlü alt yapıdan yoksun olduğundan sağlıklı yapılar değillerdir. Gecekondular genellikle konut amaçlı olarak üretilmelerine rağmen işyeri, büro, gibi başka amaçlar içinde üretilebilmektedir. Yaşamlarını gecekondularda sürdüren aileler ise gecekondu ailesi olarak tanımlanmakta ve genellikle kırsal kesimlerden büyük kentlere göç etmiş ailelerden oluşmaktadır. Sorun kırsal kesimden kentsel kesime göç etmiş ailelerin barınma sorunlarına, hızlı bir şekilde kendi imkanları ile çözüm getirmelerinden kaynaklanmaktadır.

Göçün Anlam ve Tanımı

Göç, bir ailenin, bir grubun evi-barkı, çoluk çocuğu ile bir yerden başka bir yere taşınması, yani yer değiştirmesi olayıdır. Türk dil kurumuna göre göç “Ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhacere” şeklinde tanımlanmaktadır. Doğal ve toplumsal çevre, göçün itici nedenleri olan en önemli etmenlerdir. Söz konusu bu çevreler, bireyin ya da grubun beklentilerini, özellikle de ekonomik-kültürel ihtiyaçlarını karşılayamaz ise reddedilir. Böylece göç süreci başlar.

Göç ve Gecekondu İlişkisi

Kırsal alandan kente doğru yaşanan bu göç hareketi özelde kentlerde, genelde ise ülkede içinden çıkılamayan sorunların yaşanmasına neden olmuştur. Türkiye’de göç ve kentleşme hareketleri 16. Ve 17. Yüzyıl da, çeşitli huzursuzluklar ve Anadolu’da uygulanan toprak kullanımı ve vergi sistemi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin bazı büyük kentlerinde büyük nüfus yoğunluğunu barındıran gecekonduların oluşması ve ortaya çıkartılan toplumsal sorunlar 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra yani 1950lerden sonrasına rastlamaktadır. Ülkemizde nüfus artışı 1945’lerden sonra çok hızlanmıştır. Anadolu’daki topraklar, özellikle miras hukukundan doğan nedenlerden dolayı kırsal alanda yaşayan nüfusu barındırıp besleyecek yeterlilikten uzaklaşmıştır. Kırsal kesimdeki tarım arazileri miras nedeni ile varisler arasında paylaştırılmaktadır. Böylece her paylaşmada tarımsal arazi daha da küçülmekte ve artık bir aileyi geçindirmeye yetemeyecek kadar küçülmektedir. Kırsal kesimde kendisini geçindirmeye yetecek büyüklükte araziye sahip olmayan aileler yaşadıkları kırsal alanda yaşamlarını devam ettirmeyi sağlayacak başka iş alanı da olmadığı için zorunlu olarak iş bulma ihtimali olan kentlere göç etme yolunu seçmektedir. Bu zorunluluk göç ve kentleşme hareketlerini de hızlandırmıştır. Göçen insanların kente gelmeleri ve yerleşme amaçları, giderek başka sorunları da doğurmaktadır. Bu sorunların başında konut, iş bulma gibi ekonomik sorunlarla kent toplumu ile uyum, kentlileşme gibi sosyal ve kültürel süreçler gelmektedir. Kent toplumu içinde yerleşme ve konut sorununu hemen, hiç zaman yitirmeden çözümleme olanağı bulamayan insanlar, zorunlu olarak, bu ihtiyaçlarını yasal olmayan zeminlerde gidermenin yollarını aramaktadırlar. Bu nedenle; ülkemizde özellikle büyük kentlerde, kentleşme olgusunun önemli bir boyutunu oluşturan gecekondulaşmayı bir çözüm olarak görmüşlerdir. Sonuçta ortaya çıkan gecekondu topluluğu, kent toplum yapısı içinde sosyal, ekonomik ve kültürel açılardan ayrı bir yapı ve görünüm kazanmıştır. Günümüzde ülkemizin nerede ise tamamında gecekondu sorunu yaşanmaktadır.

Kent, Kentleşme ve Gecekondu Kültürü

Kentleşme dar anlamda, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artması demektir. Kentsel nüfus kırsal kesimden olan göçlerle artar. Geniş anlamda kentleşme” Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması, bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma ortaya çıkaran, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim süreci” olarak tanımlamak mümkün olmaktadır. Bu tanımdan kentleşmenin genel olarak toplumda bir yapısal değişime neden olduğu anlaşılmaktadır. Kentlileşme kavramı çoğu kez kentleşme kavramı ile karıştırılmaktadır. Kentlileşme, kentleşmeden farklıdır. Kentleşme akımı sonucunda, toplumsal değişmenin insan davranışlarında ve ilişkilerinde, değer yargılarında, tinsel ve özdeksel yaşam biçimlerinde değişiklikler ortaya çıkartması süreci kentlileşme olarak tanımlanmaktadır. Kentlileşme ile bireyin toplumsal tutum ve davranışlarındaki değişim ve dönüşüm ifade edilmektedir. Kentlileşme temelde bir kültür değişmesini ifade etmektedir. Toplumları sanayileşme süreciyle birlikte az kentlileşmiş ya da çok kentlileşmiş olarak nitelendirilir. Kentleşme sanayileşme arasında doğrudan bir ilişki vardır. Kentin kendisi sanayileşmede, teknolojide ve siyasal ortamda sürekli olarak bir devrim içerisindedir. Kent doğal olarak kendi dönüşümünü göçle gelenleri de bu dönüşüm ortamı içerisinde etkileyerek değiştirmektedir. Bu duru, kent açısından “Modernleşme” ve kırsaldan kente göçenler açısından da “Kentlileşme” olarak tanımlanmaktadır. Kentlileşmede en önemli unsurlardan birisi zamandır. Bireyin kentte kalış süresi arttıkça uyumun daha fazla gerçekleşeceği, dolayısıyla kentlileşme eğiliminin de arttığı varsayılmaktadır. Buna karşılık, kırsal kesimle bağlantısını koparmayan, geleneksel alışkanlık ve ilişki ağlarını sürdürmekte ısrarlı olan göçenlerin kentlileşemedikleri, ne kentli ne de köylü oldukları, arada kalmış bir yaşamları olduğu öne sürülmektedir. Wirth kente göçen ve genellikle gecekondularda barınan bu insanların tam olarak ”kentlileştiklerini” savunmakta diğer bir görüş ise, kente göçen köylülerin “kentleri köyleştirdikleri” ifade etmektedir. Kente göçenler mutlaka kent kültüründen etkilenmekte ve değişmektedirler. Ancak bu değişim son derece yavaş olmaktadır. Bazı durumlarda ise kente göçenler kentin kendilerini kentlileştirmek için yapmış olduğu değiştirme etkisine direnmektedirler. Bu durumda kente göçenler kendi içlerinde dışa kapalı bir alan oluşturmakta ve bu alan içerisinde kentte geldikleri yörenin kuralları ile yaşamaktadırlar. Yani kent bir yandan kente göçenleri modernleştirmeye çalışır iken, diğer yandan göçenlerin kurallarını ister istemez kabul ederek kendisi kırsallaşmaktadır. Kente göçenler kentin kendisine önerdiği yaşam biçimini kendi işine geldiği şekilde değiştirerek yozlaştırarak kabul etmektedir. Bu durum gecekondu kültürü olarak bilinmekte ve gecekondu ailelerinin yaşam tarzı olarak kent yaşamında ifade edilmektedir. Toplumsal olarak gecekondular aynı zamanda bir hayat tarzını ifade ederler. Göçle kente gelenler yalnızca işsizlik, sağlıksız barınma koşulları gibi sorunları yaşamakla kalmayıp, aynı zamanda duygusal, düşünsel ve davranışsal anlamda sosyal bir değişim, dönüşüm de yaşamaktadırlar.

Gecekondulaşma Sürecinde Dayanışma Ağlar

Kırsal kökenli göçen için kendi gibi olan insanlarla birlikte olmak, yardımlaşmak ve hatta aynı çevrede yaşamak kentsel yaşama uyum sürecinde bir tampon mekanizması işlevi gördüğü için oldukça önemlidir. Gecekondularda ikamet eden birey ya da aileler kendilerini daha fazla güvende hissetmek, yaşamlarını kolaylaştırmak, kent kültürünün ilk anda dayatması olarak algıladıkları kurallarına direnmek ya da benimsemek gibi birçok nedenle sosyal dayanışmaya oldukça fazla önem vermektedirler. Kırsal kesimden kente göçler, ilk anda bir uyum sorunu yaşamaktadırlar. Söz konusu bu uyum sorununu aşmada, ilk başvurdukları dayanışma ağı aile ve akrabalık dayanışmasıdır. İkinci dayanışma ağı hemşehrilik dayanışması olup kente gelen bireylerin birincil ihtiyaçları olan “barınma” ve “iş bulma” konularında söz konusu dayanışma grupları özellikle hemşehrilik ilişkileri son derece etkindir. Söz gelimi birçok kentte sadece belli bir yöreden gelen insanların oturduğu ve böyle olduğu içinde o insanların geldiği yörenin adı ile anılan mahalleler ortaya çıkmıştır. Hemşehrilik ilişkisinin belirtilen bu özelliğinin dışında bazılarınca, kültürel özelliklerin korunması ve yaşatılması anlamını taşıdığı da öne sürülmektedir. Hemşehrilik ilişkileri, bireye kentsel ortamda güven veren ve kente uyumunda yardımcı olan bir araç olması yanında hemşehri birlikleri/dernekleri kentsel yaşama etkin katılmayı ve böylece bazı alanlarda söz sahibi olmayı sağlamakta olup bu yolla elde ettikleri ya da edecekleri güç sayesinde siyasi arenada güçlerini artırmak ve baskı grubu olarak kendilerini ifade etme şansı elde edebileceklerine inanmaktadırlar.1960lardan bu yana, gecekondu semtlerinde belli bölge insanlarının ya da belli kentlerin insanlarının ya da belli etnik grupların ya da belli mezhep gruplarının yaşadığı, özellikle büyük kentlerimizin gecekondu bölgelerinin tipik özellikleri olduğu iddiası yaygın olarak dile getirilmektedir. Kümelenme denen bu olguda hemşehri ve akraba kümelenmeleri iç içe geçmiştir. Gecekondu aileleri kent yaşamında kendisini yeterince güvende ve güçlü hissedinceye kadar bir bocalama ve geçiş süreci yaşamaktadır. Kent bütünleşme sürecinde, ailelerin en önemli destekçilerinden birisi de komşuluk ilişkileridir. Kente yeni gelenler köyleri ile ilişkilerini belli bir süre daha devam ettirir, bazı gelenek ve göreneklerini sürdürür ve yılda birkaç kez köye giderek kışlık erzaklarını köyden getirmeyi tercih ederler. Bunun sebebi köyden getirdikleri erzakların kentsel yaşamda ailenin geçimine ciddi katkı sağlaması ve eğer kentte yaşam konusunda başarısızlık olurda köye dönmek zorunda kalırlarsa bunun kolay olması içindir. Bununla birlikte bu aileler köyden çıkarken klasik tabirle gemileri yakarak çıktıkları için bir daha geri dönme hiçbir şekilde kafalarında yoktur. Gecekonduya kentsel hizmetlerin getirilmesi, yasallaştırmaların gerçekleşmesinde bu ilişki ağlarının, güçlü, birlikte ve örgütlü olması toplu çıkarların savunulmasında önemli rol oynamaktadır. Bu bağlılıklara “mahallecilik” olgusu da eklenmektedir. Böylece yabancılara karşı birlik olma duygusu da gelişmektedir.

Gecekondu Sorununa Alternatif Çözüm “Kentsel Dönüşüm”

Başlangıçta masum barınma ihtiyacını karşılamaya dönük olan gecekondu yapımı, süreç içinde devletin kısa vadeli politik uygulamaları ve birçoğu “imar affı” olarak nitelenebilecek yasal düzenlemeler sonucu yerini gecekondu ticaretine bırakmıştır. Kentsel arsaların yeniden üretilerek kente kazandırılması bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. Ülkemizde özellikle gecekondu ve çöküntü alanlarının dönüşümünü içeren “kentsel dönüşüm” kavramı, 1980li yıllarda konuşulmaya başlanmış ve 2000li yılların başından itibaren artan oranda önem kazanmıştır. Kentler zaman içinde bütünsel olarak dönüşmektedir. Dönüşüm sözcüğü ile anlatılmak istenen kent dokusunda ortaya çıkarılmak istenen yapısal bir değişikliktir. “kentsel dönüşüm” kavramı ile kentte oluşan ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel bozulmaların düzeltilmesi anlatılmakta istenmektedir. Kentlerdeki değişim ve dönüşümü gündemde tutan çeşitli nedenler aşağıdaki biçimde sıralanabilir:

  • Kent nüfusunun artması,
  • Kent ekonomisinin ve dünyaya eklemlenme biçiminin değişmesi,
  • İnsanların tüketim kalıplarının değişmesi,
  • Her kesimden halkın artan talepleri,
  • Bazı grupların kent parçaları üzerinde çıkar elde etme amaçlı talepleri,
  • Yapıların eskimesi veya ekonomik ömrünü tamamlaması,
  • Kentte yangın, su baskını, deprem gibi nedenlerle büyük kay

Kentsel dönüşüm yeni yerleşim alanlarının eklenmesi değildir. Kentsel dönüşüm sadece mekânsal-fiziki anlamda değil; kent mekanı ve o çevrede yaşayan insanlardaki etki ve dönüşümü de ifade etmektedir. Kentsel dönüşümün ülkemizde en yaygın kullanımı, gecekondu alanlarının yeniden yapılanması düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Gecekondu alanlarının dönüşmesinde ise yapılan uygulama ”ıslah imar planları” ile bu alanların yenilenmesi ve kentsel arsa pazarına tekrar sunulmasıdır. 1980li yıllarda gecekonduların affına yönelik bir dizi yasa çıkartılmıştır. Bu çalışma ile birçok gecekondu alanı düzenli konut alanlarına dönüştürülmüştür. Islah-imar planı ile dönüştürülemeyen gecekondu alanlarının var olması ve dönüştürülen alanlarda da yeni sorunların çıkması, planlama yetkilerinin belediyelere verilmesi ve belediye kaynaklarının arttırılması sonucunda büyük kentlerimizin çoğunda kapsamlı bir planlama ve imar hareketi başlamıştır. Ancak 1990lara gelindiğinde yerel yönetimlere ayrılan kaynakların kısıtlanması, var olan imkanların yetersiz kalması ve mülkiyet sorunları nedeniyle istenen hedeflere ulaşılamamış, başarılı kentsel dönüşüm uygulamaları gerçekleştirilememiştir. Kentsel dönüşüm projelerinin genellikle uzun vadede ortaya çıkan ve kimi çevrelerce eleştiriye hedef olan sonuçlarından birisinin, bölgenin ”soylulaştırılması” olduğu ileri sürülmektedir. Soylulaştırma, olarak ifade edilebilir. Soylulaştırmaya bazı ”orta ve üst gelir gruplarının fiziksel müdahale yoluyla yenilenen alt gelir grubu konut alanlarına yerleşmesi olarak tanımlanmaktadır. Soylulaştırmaya kimi kesimler olumlu kimi kesimler olumsuz yaklaşmaktadır. Olumlu yaklaşanla, kentin eskimiş gecekondu ve çöküntü alanlarının dönüşüme uğratılarak daha sağlıklı, yaşanabilir ve güvenli alanlar haline geldiğini ileri sürmektedir. Olumsuz yaklaşanlar ise, “kentsel dönüşüm” algısının mekana dair bir yenileme anlayışına indirgendiğini belirtmektedirler. Bu dönüşümü denetleyen ve yönlendiren kurumsal ve yasal düzenlemelerin gerekli şekilde kurulamadığı, planlama yaklaşımlarının ise genellikle dönüşümün gerisinde geldiği ve dünyadaki uygulama süreçleri yeterince sorgulanmadan batıdan kopyalanarak alınan projelerin Türk planlama sistemine adeta eklendiği izlenmektedir. Ülkemiz kentlerinde kentsel dönüşümün istenilen şekilde sonuçlanması için başta mülkiyet sorunu olmak üzere bazı sorunların giderilmesi gerekmektedir.