TÜRK ANAYASA HUKUKU - Ünite 3: Temel Hak ve Hürriyetler Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Temel Hak ve Hürriyetler
Genel Olarak Temel Hak ve Hürriyetler
Temel hak ve hürriyetler kavramı; “insan hakları” ile aynı anlamda kullanılabildiği gibi, “bütün diğer haklardan yararlanmanın temeli olan haklar”, “anayasa ile tanınan hak ve hürriyetler” ya da “uluslararası sözleşmeler ve demokratik anayasalarla tanınmış hak ve hürriyetler”i ifade etmek için de kullanılabilmektedir.
İnsan hakları alanında esas alınan tasnif, Jellinek tarafından ortaya konulan ancak daha sonra başka yazarlarca geliştirilen, “negatif statü hakları (kişi hakları)”, “pozitif statü hakları (sosyal ve ekonomik haklar)” ve “aktif statü hakları (siyasal haklar)” şeklîndeki sınıflandırmadır.
Negatif statü hakları (kişi hakları), kişinin devlet tarafından ihlal edilmemesi ve dokunulmaması gereken özel alanının sınırlarını belirleyen, yaşama hakkı, din ve vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti, kişi dokunulmazlığı, konut dokunulmazlığı ve işkence yasağı gibi hürriyetlerdir. Bu hak ve hürriyetler devlete olumsuz bir tutum, yani sadece müdahale etmeme ödevi yükler.
Pozitif statü hakları (sosyal haklar) , negatif statü haklarının aksine devlete olumlu bir davranışta bulunma ve hizmet etme, katkı sağlama ve yardımda bulunma yükümlülüğü ve sosyal alanda belli ödevler ve fonksiyonlar yükleyen, sağlık hakkı, öğrenim hakkı, çalışma hakkı sosyal güvenlik hakkı ve konut hakkı gibi haklardır. Bu haklar aynı zamanda kişilere de bunların gerçekleştirilmesini devletten talep etme yetkisi verirler.
Aktif statü hakları (siyasi haklar) , kişilerin devlet yönetimine katılmasını sağlayan haklardır. Kişiler seçimlerde ve halkoylamasında oy kullanmak, aday olmak vb. yollarla ülke yönetiminde söz sahibi olma ve siyasi kararların alınmasına katılma imkânını elde ederler. Siyasi parti kurma, partilere girme, kamu hizmetlerine girme, dilekçe hakkı ve vatandaşlık hakları bu kategoriye giren haklardandır.
İnsan hakları alanında yeni birtakım tasnifler yapılmaktadır. İnsan haklarını, ortaya çıkışları ve gelişim süreçleri itibarıyla kuşaklar halinde sınıflandıran yaklaşım, başlangıçtan günümüze insan haklarını üç kuşakta ele almaktadır. Birinci kuşak, “insan kişiliğinin korunmasına ilişkin medeni ve siyasal hakları”; ikinci kuşak, insanın onur içinde yaşamasını amaçlayan “ekonomik, sosyal ve kültürel hakları”, üçüncü kuşak ise insanın uygun çevrede ve barış içinde yaşamasını amaçlayan “dayanışma hakları”nı kapsamaktadır.
1982 Anayasası’nın Temel Hak ve Hürriyetlere Yaklaşımı
1961 Anayasası’nın temel hak ve hürriyetleri önemli ölçüde güçlendirmesine karşılık, ilk düzenleme itibarıyla 1982 Anayasası’nın en belirgin özelliklerinden birisi, “hürriyet-otorite” dengesinde otoriteden yana tavır koymuş olmasıdır.
1982 Anayasası’nın temel hak ve hürriyetler bakımından hangi anlayışı benimsediği genellikle üzerinde durulan bir konudur. Anayasa’nın 12’nci maddesinin ilk fıkrasındaki “herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir” hükmü ile Anayasa’nın başlangıcında yer alan “her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden... yararlanarak... maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu” ifadesi tabiî hak doktrininin benimsenmiş olduğu izlenimini vermekteyse de, “bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetler” deyimi aslında pozitivist hak anlayışının kabul edildiğini göstermektedir.
Anayasa, hakları ve ödevleri birlikte düzenlemiştir. Anayasanın bu yaklaşımı insan hakları teorisi bakımından yerinde değildir. Zira, hak aynı zamanda ödev içeren bir kavram değildir.
1982 Anayasası’nda düzenlenen bütün bu hak ve hürriyetlerin milletlerarası andlaşma ve belgelerle kapsam bakımından büyük bir benzerlik gösterir. Ancak, Anayasada yer alan temel hak ve hürriyetlere ilişkin sınırlamalar, uluslararası sözleşmelerde yer alan sınırlarla kıyaslanamayacak ölçüde fazladır.
1982 Anayasası’nın Temel Hak ve Hürriyetleri Sınıflandırması
Anayasa, temel hak ve hürriyetlerin tek tek düzenlenmesini ise hakların niteliğine göre üç kategori halinde yapmış bulunmaktadır. Buna göre, “kişinin hakları ve ödevleri”, “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” ve “siyasi haklar ve ödevler” olmak üzere bütün insan hakları düzenlenmiştir.
Kişinin hakları ve ödevleri bölümünde (m.1740); kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı; zorla çalıştırma yasağı; kişi hürriyeti ve güvenliği; özel hayatın gizliliği; konut dokunulmazlığı; haberleşme hürriyeti; yerleşme ve seyahat hürriyeti; din ve vicdan hürriyeti; düşünce ve kanaat hürriyeti; düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti; bilim ve sanat hürriyeti; basın hürriyeti; dernek kurma hürriyeti; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı; mülkiyet hakkı; hak arama hürriyeti; kanuni hâkim güvencesi; suç ve cezalara ilişkin esaslar; ispat hakkı; ve temel hak ve hürriyetlerin korunmasına ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Sosyal ve ekonomik haklar bölümünde (m.4165); ailenin korunması ve çocuk hakları; eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi; çalışma ve sözleşme hürriyeti; dinlenme hakkı; sendika kurma hakkı; sendikal faaliyet; toplu iş sözleşmesi; grev hakkı ve lokavt; ücrette adalet; sağlık, çevre ve konut hakkı; sosyal güvenlik hakkı gibi hürriyetler yer almıştır. Siyasi haklar bölümünde ise (m.66-74); vatandaşlık; seçme ve seçilme hakları; siyasi partiler ve siyasi faaliyetlerle ilgili haklar; kamu hizmetlerine girme hakkı; vatan hizmeti hakkı ve ödevi; vergi ödevi; dilekçe hakkı gibi hak ve hürriyetler düzenlenmiştir.
Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması
Temel Hak ve Hürriyetlerin Objektif ve Anayasal Sınırları
Anayasada belirtilmiş olmasa bile bazı hak ve hürriyetlerin kendi niteliklerinden doğan, başka bir ifadeyle “eşyanın tabiatında mevcut” olan sınırları vardır. İşte bunlara “objektif sınırlar” adı verilir. Örneğin, basın hürriyetinin muhtevasında “kişilerin şeref ve haysiyetine tecavüz” yoktur. Yani, basın hürriyeti kullanılırken kişilere sövülmesi, iftira ve hakaret edilmesi ya da başka şekillerde kişilerin şeref ve haysiyetine saldırılması mümkün değildir. Yine, ifade hürriyeti insanları suç işlemeye teşvik etmek ya da iftira, sövmek, hakaret etmek biçiminde kullanılamaz. Benzer şekilde, dilekçe hakkı, hakaret ve tehdit içeremez.
Temel hak ve hürriyetlerin anayasal sınırları, doğrudan anayasa tarafından konulan sınırlardır. Anayasa’mızda bu tür sınırlamaların örnekleri oldukça fazladır. Örneğin, Anayasa’nın 34’üncü maddesine göre, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ancak “silahsız ve saldırısız” olarak kullanılabilecek bir haktır. Hak arama hürriyeti, ancak “meşru vasıta ve yollardan faydalanarak” kullanılabilir (m.36). Bilim ve sanatı yayma hakkı, “Anayasa’nın 1 inci, 2’nci ve 3’üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz” (m.27). “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır” (m.32). İbadet, dinî ayin ve tören yapma hakkı, “Anayasa’nın 14’üncü maddesi hükümlerine aykırı olmamak şartıyla” kullanılabilir (m.24). “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” (m.35/3). “Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz”
Temel Hak ve Hürriyetlerin Yasama Organınca Sınırlandırılması
Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması, hak ve hürriyetlerin anayasa ile öngörülen veya belirlenen alanları içinde kişiye sağlanan imkânların kanunla daraltılması anlamına gelir. 1982 Anayasası’nın 2001 değişikliğiyle yeniden düzenlenen 13’üncü maddesine göre ise, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılamaması
Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir (m. 14).
Temel Hak ve Hürriyetlerin Kullanılmasının Durdurulması
Anayasa’nın 15’inci maddesi (f.1), savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabileceğini veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabileceğini öngörmektedir. Anayasa’nın 15’inci maddesi çerçevesinde hak ve hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve Anayasal güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi, hak ve hürriyetler bakımından çok ağır bir daraltma anlamına gelmektedir. Ancak bu aşırı “daraltma” sadece olağanüstü hallerin yürürlükte olduğu yerlerde ve sürelerde uygulanabilecektir. Anayasa bu aşırı daraltmaya izin vermiş olmakla birlikte, bu dönemlerde yapılacak sınırlamalara karşı bazı önemli koruma kriterleri de getirmiş bulunmaktadır. Buna göre, “savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde dahi, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” (AY.m.15/2). Bu kriterlerin etkili bir koruma sağlayabilmesi için yargı denetimi şarttır. Ancak Anayasa olağanüstü dönemlerde hak ve hürriyetlerin korunması için bu önemli koruma kriterlerini öngörmüş olmakla birlikte, olağanüstü hâl kararnamelerini Anayasa Mahkemesinin denetimi dışında tutmuştur.
Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması
Temel hak ve hürriyetlerin korunması ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekleşmektedir.
Ulusal düzeyde Koruma
Yürütme işlemlerinin yargısal denetimi: Temel hak ve hürriyetlerin, yürütmenin yargısal denetimi yoluyla korunmasında, idarenin kanun hükümlerini uygularken belli bir birey hakkında yaptığı işlem veya eylemin somut bir ihlale yol açması durumunda, ilgili kişi bu işlem ya da eylemin ortadan kaldırılması için yargı organına başvurabilmektedir. Hukuka aykırı işlemin iptali bireyin uğradığı zararları ortadan kaldırmıyorsa, yargı organı bu zararların tazmin edilmesine de karar verir. Temel hak ve hürriyetlerin somut olarak idarî işlem ve eylemlerle ihlal edilmesi nedeniyle, yürütmenin yargısal denetimi büyük öneme sahiptir. İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimseyen bütün anayasal sistemler yürütmenin yargısal denetimine de yer vermiştir. Temel hak ve hürriyetlerin yürütmenin yargısal denetimi yoluyla korunmasının etkili olabilmesi için “idarenin bütün eylem ve işlemleri”ne karşı yargı yolu açık olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası “hak arama hürriyeti” (m.36) ve yürütme işlemlerinin yargısal denetimini (m.125) kabul etmek suretiyle, uygulamada hakları ihlal edilen bireylerin yargı organlarına başvurarak haklarını aramalarına imkân sağlamıştır.
Anayasa yargısı: Temel hak ve hürriyetlerin en etkili koruma ve uygulama aracı anayasa yargısı kurumudur. Anayasa yargısı aracılığıyla kişi hak ve hürriyetlerinin korunması; anayasa ile öngörülen sınırlama nedenleri ve ölçülere (anayasal güvenceler) aykırı olarak yasama organı tarafından sınırlama yapılması durumunda, bu yasama işlemlerinin denetlenmesi, yani normların anayasaya uygunluğunun denetimi ve hakları ihlal edilen bireylerin şikayet yoluyla yaptıkları başvurularını incelemek suretiyle yerine getirilir. Norm denetiminde, anayasa mahkemesi, anayasaya aykırı kanun hükümlerini hukuk düzeninden ayıklar. Anayasa şikayeti usûlünde ise temel hakları kanunla veya diğer kamusal işlemlerle ihlal edilen kişiler bazı şartlarla anayasa mahkemesine giderek, kanun hükmü ya da işlemin iptalini sağlayabilmektedirler.
Bağımsız idarî kurumlar aracılığıyla koruma: Bağımsız idarî kurumlardan en eski ve yaygın olanı “ombudsman” kurumudur. Bunun dışında, ilgi alanı sınırlı uzman kurul veya komisyonlar da oluşturulmuştur. Bu kurul veya komisyonların temel amacı belli bir alanla ilgili hürriyetlere güvence sağlamak, kamusal düzenleme ve uygulamalara katılmak ve kamusal eylem ve işlemlere karşı ortaya çıkan şikayet, itiraz ve uyuşmazlıkların çözümünde rol almaktır. Bu kurumlar ilgili alanda meslekî ahlâk ilkelerini belirlemek, arabuluculuk yapmak, kurallara saygıyı sağlamak, gerektiğinde yaptırım uygulamak suretiyle belli hak ve hürriyetleri koruma fonksiyonunu yerine getirirler. Bağımız idarî kurumlar uzmanlık alanlarına göre başlıca üç grupta toplanmaktadır: 1) “İletişim ve enformasyon” alanıyla ilgili kurumlar (örneğin, RTÜK), 2) “Piyasa ekonomisi” alanıyla ilgili kurumlar (örneğin, Rekabet Kurulu), 3) İdareyi denetlemekle görevli “ombudsman (kamu denetçisi)” ve “arabulucu” gibi adlar verilen genel nitelikteki kurumlar (örneğin, Kamu Denetçiliği Kurumu, Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu)
Uluslararası Düzeyde Koruma
İnsan hakları ve temel hürriyetlerinin tanınması, güvence altına alınarak korunması ve daha ileri seviyede gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla çeşitli milletlerarası kuruluşlar oluşturulmuş ve bu kuruluşlar çok önemli insan hakları belge ve sözleşmelerini kabul etmişlerdir. Bu kuruluşların başında Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile Avrupa Konseyi gelmektedir. Her iki kuruluş bünyesinde oluşturulan çeşitli mekanizmalarla insan haklarının korunmasına çalışılmaktadır. Uluslararası düzeyde korumanın en etkin örneği, Avrupa Konseyi bünyesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile getirilen mekanizmadır. Çünkü bu koruma mekanizması yargısal denetimi içermektedir. Sözleşme ile ihdas edilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, taraf devletlerin ya da bireylerin başvurularını inceleyerek hukuken bağlayıcı karar alma yetkisine sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, sadece devletlere değil, bireylere de başvuru hakkı tanımıştır. Uluslararası hukuk bakımından bir yenilik oluşturan bireysel başvuru hakkı Sözleşmenin en önemli özelliğidir. Buna göre, Sözleşmeye taraf devletlerce hakları ihlal edilen kişiler veya kişi toplulukları ilgili devlet aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmektedirler. Ancak kişisel başvuru için daha önce iç hukuktaki bütün başvuru yollarının tüketilmiş olması ve başvurunun iç hukuktaki nihai yetkili merciin kesin kararından itibaren alt ay içinde yapılmış olması gerekir.
Sözleşmeye göre, bireysel başvurular şu durumlarda kabul edilemez bulunur:
- Başvurunun Sözleşme veya ilgili Protokol hükümleri dışında kalması, açıkça dayanaktan yoksun olması veya bireysel başvuru hakkının suiistimali mahiyetinde olması, veya;
- Sözleşme ve Protokollerde belirtilen insan haklarına saygı ilkesi gereğince başvurunun esası hakkında incelemeye gerek bulunması ve başvuruya konu olayın iç hukuk mahkemesince yeterince incelenmemiş olması durumları hariç olmak üzere, başvuranın önemli mağduriyetinin bulunmaması. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kendisine ulaşan başvuruları dostane çözüm (ilgili devletle görüşmeler yaparak sorunun çözülmesi) yöntemiyle sonuçlandırabilir. Dostane çözüm başvurunun herhangi bir aşamasında gerçekleşebilir. Bu mümkün olmadığı takdirde, başvuru yargısal yöntemle karara bağlanır. Mahkemenin yargılaması alenidir. Taraf devletler Mahkemenin kesinleşmiş kararlarına uymak zorundadırlar.
AİHS’e ek 15 nolu Protokol ile Sözleşmede bazı değişiklikler yapılması öngörülmektedir. Ancak Protokol’ün uluslararası alanda yürürlüğe girebilmesi için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf bütün devletlerin Protokol’ü onaylaması gerekli olduğundan ve tüm imzalar henüz tamamlanmadığından bu Protokol yürürlüğe girmemiştir. Türkiye ise, Protokol’ü onaylamıştır. 15 nolu protokol ile öngörülen değişiklikler kısaca şunlardır: Sözleşme ile tanınan hak ve hürriyetlerin korunmasından kaynaklanan sorumluluğun esas olarak Sözleşmeci devletlere ait olduğu vurgulanmaktadır. Dairelerin Büyük daire lehine yargı yetkisinden vazgeçmesinin ön şartı olan “davanın taraflarından birinin itiraz etmemesi” ibaresi metinden çıkarılmaktadır. Bireysel başvurunun iç hukuk yollarının tüketilmesinden itibaren altı ay içinde yapılmasına ilişkin olan kural değiştirilerek, başvuru süresi dört aya indirilmektedir. Başvuranın önemli mağduriyetinin bulunmaması halinde, başvurunun kabul edilemez bulunacağına ilişkin kuralın istisnası olan “başvuruya konu olayın iç hukuk mahkemesince yeterince incelenmemiş olması” durumu Sözleşmeden çıkarılmaktadır. AİHS’e ek 16 nolu Protokol ise, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan hak ve özgürlüklerin yorumlanması ve uygulanmasıyla ilgili ilke sorunları üzerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden danışma görüşü istenebileceğine ilişkin düzenlemeler içermektedir. 16 nolu Protokol 1 Ağustos 2018’de yürürlüğe girmiştir, ancak iç hukukumuzda onaylamaya ilişkin süreç tamamlanmadığı için Türkiye bu Protokole taraf değildir. Anayasaların insan haklarına getirdiği aşırı sınırlamalar nedeniyle anayasa mahkemeleri ulusal düzeyde temel hak ve hürriyetleri korumada etkisiz kalabilmektedirler. Böyle durumlarda, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile getirilen yargısal korumanın önemi daha da artmaktadır. Örneğin, 1982 T.C. Anayasası ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun siyasi partilere getirdiği aşırı sınırlamalar nedeniyle Türk Anayasa Mahkemesi birçok partinin kapatılması yönünde karar vermiş, ancak bu kararlara karşı kendisine başvurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşmenin, “ifade hürriyeti” ve “örgütlenme hürriyeti”ne ilişkin 10 ve 11’inci maddelerinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Aynı mahiyetteki kararlar, 1982 Anayasası ile diğer mevzuatın hak ve hürriyetlere getirdiği “demokrasilerde kabul edilemeyecek nitelikteki” kısıtlayıcı düzenlemeleri bakımından da ortaya çıkmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’den yapılan birçok başvuru sonucunda, “adil yargılanma hakkı” ile “ifade hürriyeti”nin ihlal edildiğine karar vermiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Türkiye’den giden diğer başvurularda da çoğunlukla “Sözleşmenin ihlal edildiği” yolunda karar verdiği görülmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının Türkiye’de uygulanması bakımından yargılamanın yenilenmesi yöntemi benimsenmiştir. Bu yöntem idare, vergi, ceza ve hukuk mahkemeleri kararlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince Sözleşmeye aykırı bulunması durumlarında uygulanabilecektir. Daha önce Anayasa Mahkemesi kararları kapsam dışında tutulmuş iken, 6216 sayılı ve 2011 tarihli Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’la Mahkemenin siyasi parti kapatma ve Yüce Divan sıfatıyla verdiği kararlar bakımından bu yola başvurulması kabul edilmiştir. 2018 yılında 7145 sayılı kanunla getirilen düzenlemeyle, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi” halleri de yargılamanın yenilenmesi sebeplerine eklenmiştir.