TÜRK ANAYASA HUKUKU - Ünite 1: Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası
Ünite 1: Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası
Sened-i İttifak
Türkiye’de, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde başlayan anayasacılık hareketleri çerçevesinde “misak” (sözleşme) biçiminde meydana getirilen ilk anayasal belge olan Sened-i İttifak, 1808 yılında merkezî hükûmetin temsilcileri ile âyan temsilcileri arasında yapılan görüşmeler sonucunda kabul edilmiştir. Sened-i İttifak ile kabul edilen hükümlerden bazıları merkezi otorite, bazıları ayanlar ve bazıları da genel olarak halk yararına sonuçlar doğurucu niteliktedir. Ancak bu hükümlerin uygulanmasına dair herhangi bir mekanizma getirilmemiştir. Nitekim kısa bir süre sonra merkezî otorite güçlendiğinde Sened-i İttifak hükümleri tanınmamıştır.
Tanzimat Fermanı
1839 yılında Padişah tarafından tek taraflı olarak “ferman” biçiminde ilan edilen Tanzimat Fermanı ile getirilen hükümleri, devlet yönetimine ilişkin ilkeler ve hak ve özgürlükler olmak üzere iki grupta incelemek mümkündür.
Devlet yönetimine (yasama, yürütme ve yargı faaliyetleri) ilişkin ilkeler:
Tanzimat Fermanı’nın devlet yönetimiyle ilgili en önemli ilkesi, iktidarın kendi kendini sınırlamasıdır. Buna göre, kamusal alan yeni kanunlarla düzenlenecek ve keyfi işlemlere izin verilmeyecektir. Bütün işlemlerin kanunlara uygun olarak yürütülmesi sağlanacak, buna uymayan görevliler cezalandırılacaktır.
Keyfi cezalara son verilecek, mahkemelerde duruşmaların aleni olması sağlanacak, yargı kararı olmadıkça kimseye ceza verilmeyecektir.
Devlet harcamalarının finansmanı için vergi toplanacaktır.
Devletin askerî ve diğer harcamaları kanunla düzenlenecek ve sınırlanacaktır.
Kanunların hazırlanmasında yeni bir yöntem benimsenmiştir. Buna göre kanunlar, yetkili kurullar (Meclisi Ahkamı Adliye ve Babı Seraskeri Darı Şurası-askerî kanunlarda-) tarafından serbestçe görüşülerek kararlaştırıldıktan sonra Padişah tarafından onaylanarak yürürlüğe sokulacaktır.
Tanzimat Fermanı’nın devlet yönetimi alanındaki bir diğer önemli ilkesi de, eşit muamele yükümlülüğüdür. Buna göre, Tanzimat Fermanı ile getirilen haklardan din ayrımı gözetilmeksizin devletin bütün uyrukları yararlanacaktır.
Hak ve özgürlükler:
Kişi dokunulmazlığı ve güvenliği kabul edilmiştir. Buna göre, kimse, kanun dışı nedenlerle suçlanmayacak ve cezalandırılmayacaktır (kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi). Herkesin adil ve aleni yargılanma hakkı vardır. Kimsenin şeref, haysiyet ve namusuna dokunulmayacaktır.
Cezalar şahsi olup mirasçılara intikal etmeyecektir (cezaların şahsiliği ilkesi).
Kişilerin mal güvenliği kabul edilmiştir. Buna göre, herkes mal ve mülkünde serbestçe tasarrufta bulunabilecektir (mülkiyet hakkı). Kimsenin malı müsadere (elkoyma) edilmeyecektir.
Herkesten ancak emlak ve kazancına (mali gücüne) göre vergi alınacak ve vergide adalet sağlanacaktır.
Ömür boyu askerlik uygulamasına son verilecek ve askerlik ödevi, dört veya beş yıl süreli olarak, adil bir şekilde yeniden düzenlenecektir.
Islahat Fermanı
Padişah tarafından “ferman” biçiminde ilan edilen 1856 tarihli Islahat Fermanı ise Tanzimat Fermanı’ndaki vaadleri yenileyen ve ayrıca din farkı gözetilmeden bütün devlet uyruklarının eşit işlem görmesi ilkesini getiren bir belgedir. Avrupa devletlerinin etkisiyle hazırlanan Islahat Fermanı’nın temel amacı, müslümanlar ile gayrimüslimler arasında her yönden tam bir eşitlik sağlamaktı. Islahat Fermanı, daha sonraki dönemlerde dış ilişkiler bakımından batılı devletlerin ve Rusya’nın müdahalelerine dayanak oluşturmuş, içeride ise özellikle Hristiyan “millet”lerin bağımsızlık hareketlerinin bir başlangıcı olmuştur. Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı anayasa değildir, ancak bir ölçüde de olsa devlet iktidarını sınırlandırma amacı taşıdıkları için “anayasal belge” niteliğindedir.
1876 Anayasası (Kanun-u Esasî)
1876 Anayasası’na göre, Osmanlı Devleti devlet başkanlığının irsî yoldan geçtiği bir monarşidir (m.3). Devletin dini, İslam dinidir (m.11). Resmî dili, Türkçedir (m.18).
1876 Anayasası, Osmanlı Devleti tebaasının temel hak ve hürriyetlerini zamanının anayasalarına benzer bir biçimde düzenlemiştir. Anayasa’da, kişi hürriyeti (m.9), kişi güvenliği (m.10), ibadet hürriyeti (m.11), basın hürriyeti (m.12), ticaret, sanat ve ziraat alanlarında şirket kurma hakkı (m.13), dilekçe hakkı (m.14), öğretim hürriyeti (m.15), eşitlik ilkesi (m.17), mali güce göre vergilendirme ilkesi (m.20), mülkiyet hakkı (m.21), konut dokunulmazlığı (m.22), tabiî hâkim ilkesi (m.23,89), hak arama hürriyeti (m.83,84), müsadere ve angarya yasağı (m.24), vergilerin kanuniliği ilkesi (m.25), işkence ve eziyet yasağı (m.26), vatandaşlık hakkı (m.8), devlet memurluğuna girme hakkı (m.19) gibi hak, hürriyet ve ilkeler yer almıştır.
1876 Anayasası (m.42-80), birincisi, üyeleri iki dereceli seçimle halk tarafından seçilen Heyet-i Mebusan; ikincisi de, üyeleri Padişah tarafından atanan Heyet-i Âyan olmak üzere iki meclisli bir parlamento (Meclis-i Umûmi) kurmuştur. Hükûmetin, Parlamentoya karşı sorumluluğu açıkça belirtilmemiştir. Padişah’ın kanunları veto etme ve Parlamentoyu feshetme yetkisi bulunmaktadır. Yürütme yetkisi, devlet başkanı olan Padişah ile Bakanlar Kuruluna (Heyet-i Vükela) aittir. Anayasa ile geniş yetkilerle donatılan (m.7) ve halifelik sıfatı da bulunan Padişah mutlak bir sorumsuzluğa sahiptir. Bakanlar Kurulu, Padişah tarafından atanan bakanlardan (vekil) oluşur, başkanı sadrazamdır. Bakanlar Kuruluna şeyhülislam da katılır. Anayasa, Bakanlar Kurulunun Parlamentoya karşı sorumlu olmasını öngörmemiştir. Dolayısıyla güven oylaması usûlü de yoktur. 1876 Anayasası, yargı yetkisini bağımsız mahkemelere vermiştir (m.81-91).
Bir “meşruti monarşi” kurmaya çalışan 1876 Anayasası’nda 1909 yılında bazı değişiklikler yapılarak, temel hak ve hürriyetler genişletilmiş, Bakanlar Kurulunun sorumluluğu esası benimsenmiş, Parlamentonun yetkileri artırılmış, Padişahın yetkileri ise daraltılmıştır.
1921 Anayasası
Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nde hazırlanışı ve kabulü bakımından en demokratik anayasa olarak kabul edilen 1921 Anayasası kısa, fakat siyasal önemi yüksek bir belgedir. 23 maddelik kısa bir anayasa olan 1921 Anayasası’nın en önemli kuralı, “millî egemenlik ilkesi”dir (m.1). Anayasa, yasama ve yürütme kuvvetlerinin TBMM’nde toplandığını belirtmektedir (m.2). Anayasa’ya göre, Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve Hükûmeti Büyük Millet Meclisi Hükûmeti unvanını taşır (m.3). Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca seçilen üyelerden oluşur (m.4). Meclis seçimleri iki yılda bir yenilenir (m.5). Ahkâmı şer’iyenin uygulanması, kanunların yapılması, değiştirilmesi ve yürürlükten kaldırılması, andlaşmaların yapılması ve vatan savunması ilanı gibi yetkiler Büyük Millet Meclisi tarafından kullanılır (m.7). Hükûmet bölümleri, Meclisin seçtiği bakanlar aracılığıyla yönetilir, bu bakanlara Meclis yön verir ve gerektiğinde değiştirir (m.8). Bu hükümler nedeniyle 1921 Anayasası’nın bir “meclis hükûmeti” kurduğu kabul edilmektedir. 1921 Anayasası (m.9) bir devlet başkanlığı makamı öngörmemiş, ancak devlet başkanına ait olması gereken bir takım fonksiyonların Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından yürütülmesini kabul etmiştir. 1921 Anayasası’nın önemli bir bölümü de (m.10-23) taşra yönetimine ayrılmıştır. 1921 Anayasası, Türkiye’yi coğrafi ve iktisadi ilişkiler bakımından vilayet, kaza ve nahiyelere bölmüş ve vilayet ve nahiyelerde “halk idaresi”ni kabul etmiştir. Bu nedenle, yerinden yönetim ilkesini o döneme göre oldukça ileri bir düzeyde benimsemiş olan 1921 Anayasasının bu özelliği “yerel katılım ve yerel demokrasi” olarak adlandırılmaktadır.
3 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından sonra, 1921 Anayasası’nda 29 Ekim 1923 tarih ve 364 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle de, “Türkiye Devletinin hükûmet şekli, Cumhuriyettir” (m.1) hükmü getirilerek, Cumhuriyet ilan edilmiştir. Bir başka hükümle de bir devlet başkanlığı makamı ihdas edilmiş ve devlet başkanının (cumhurbaşkanı) TBMM üyeleri arasından bir dönem için seçilmesi öngörülmüştür (m.10,11). Öte yandan, başbakanın cumhurbaşkanınca Meclis üyeleri arasından, bakanların ise başbakanca yine Meclis üyeleri arasından seçilmesinden sonra tamamının cumhurbaşkanı tarafından Meclisin onayına sunulması esası getirilmiştir (m.12).
1924 Anayasası
Katı bir anayasa olan 1924 Anayasası, “Anayasa’nın hiçbir maddesi hiçbir sebep ve bahane ile savsanamaz ve işlerlikten alıkonamaz. Hiçbir kanun Anayasa’ya aykırı olamaz” (m.103) hükmüyle anayasanın üstünlüğü ilkesini benimsemiş olmakla birlikte, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimine yer vermemiştir.
Lâiklik: 1928 yılında yapılan değişiklikle, Anayasa’daki, “Türkiye Devletinin dini, Din-i İslamdır” hükmü (m.2) ile Meclisin yetkileri arasında sayılan “ahkâm-ı şer’iyenin tenfizi” hükmü (m.26) çıkarılmış, 1937 değişikliği ile de Anayasaya “lâiklik ilkesi” eklenmiştir.
Hükûmet sistemi: 1924 Anayasası, meclis hükûmeti ile parlamenter rejim arasında karma bir hükûmet sistemi kurmuştur. 1924 Anayasası’nın meclis hükûmeti sistemine ve parlementer sisteme benzeyen hükümleri bulunur.
Yargı: Anayasa (m.8), yargı yetkisinin, Millet adına, usûl ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılmasını öngörmüştür. Anayasa ayrıca, mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi (m.53), hâkimlik teminatı (m.54,55) ve yargılamanın açıklığı kuralına da (m.58) yer vermiştir.
Temel hak ve hürriyetler: 1924 Anayasası, temel hak ve hürriyetlerin kökeni ve sınırları konusunda “tabiî hak anlayışı”nı benimsemiştir. Anayasa’ya göre, “Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Tabiî haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı, başkalarının hürriyetinin sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer” (m.68). Anayasa, yapıldığı dönemde Batı anayasalarında da tam olarak görülmeyen sosyal haklar dışındaki kişi hak ve hürriyetlerini genel olarak düzenlemekle birlikte, Meclisçe yapılacak sınırlamaların ölçüsünü belirlememiştir. Bu ise Meclis çoğunluğunun hakları aşırı bir şekilde sınırlamasını mümkün hale getirmekteydi. Anayasada düzenlenen hak ve hürriyetler şunlardır: Eşitlik ilkesi (m.69), kişi hürriyeti ve kişi güvenliği (m.72), işkence, eziyet, müsadere ve angarya yasağı (m.73), din ve vicdan hürriyeti (m.75), konut dokunulmazlığı (m.76), basın hürriyeti (m.77), seyahat hürriyeti (m.78), sözleşme hürriyeti, çalışma hürriyeti, mülkiyet hakkı, toplanma hürriyeti, dernek ve şirket kurma hakkı (m.79), eğitim ve öğretim hürriyeti (m.80), haberleşmenin gizliliği (m.81), dilekçe hakkı (m.82), kanuni hâkim güvencesi (m.83), vergi ödevi (m.84), seçme ve seçilme hakkı (m.10,11), vatandaşlık hakkı (m.88), devlet memurluğuna girme hakkı (m.92).
1924 Anayasası’nın öngördüğü, parlamentonun mutlak üstünlüğü, anayasa yargısının benimsenmemesi, tek meclisli parlamento, merkeziyetçi yönetim gibi kurum ve özelliklere baktığımızda, bu Anayasa’nın tipik bir şekilde “çoğunlukçu demokrasi” anlayışına göre düzenlendiğini görmekteyiz. Bu arada, değiştirilmesi özel çoğunluk şartına bağlandığı için biçimsel olarak katı bir anayasa olmakla birlikte, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetiminin kabul edilmemiş olması, 1924 Anayasası’nın çoğunlukçu niteliğini daha da pekiştirmektedir. Nitekim 1950 sonrası siyasal hayatta da, iki-parti sistemi, yasama ve yürütmenin parti yönetimi nedeniyle birleşmesi ve kabinenin siyasal üstünlüğü ile çoğunluk seçim sistemi, çoğunlukçu demokrasinin unsurlarını tamamlamaktadır.
1961 Anayasası
Katı ve düzenleyici nitelikteki 1961 Anayasası, genel esaslar bölümünde, Türkiye Cumhuriyetinin, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu belirtmektedir. 1961 Anayasası, anayasanın üstünlüğü ilkesini açıkça hükme bağlamış (m.8) ve bunu gerçekleştirmek için de kanunların anayasaya uygunluğunu denetlemek üzere Anayasa Mahkemesini kurmuştur. Öte yandan, hukuk devletinin bir gereği olarak, idarenin bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tâbi olduğunu hükme bağlayan Anayasa, yargı bağımsızlığını ve hâkimlik teminatını sağlamak üzere Yüksek Hâkimler Kurulunu getirmiştir. Ayrıca Anayasa, bu bağlamda olmak üzere, “tabiî hâkim ilkesi” ve suç ve cezalara ilişkin prensiplere de yer vermiştir. Anayasa’ya göre, egemenlik Millete aittir ve ancak yetkili organlar eliyle kullanılabilir (m.2, 4). Anayasa, yasama ve yürütme ilişkileri bakımından kuvvetler ayrılığı ve frenler ve dengeler sistemi çerçevesinde parlamenter hükûmet sistemini öngörmüştür. Bu çerçevede, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosundan oluşan çift-meclisli bir parlamento oluşturmuştur. Ayrıca Anayasa, iktidarın paylaşımı bakımından, üniversiteler ve radyo televizyon idaresi gibi özerk kamu kurumlarının yanı sıra, merkezî yönetim karşısında yerel yönetim ilkesini de kabul etmiştir. Öte yandan Anayasa, çoğulcu toplum yapısının geliştirilebilmesi için, “demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurları” olarak nitelediği siyasal partileri düzenleyerek hukukî bir güvenceye kavuşturmuş ve sendikal faaliyet, dernek kurma hürriyeti ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yer vererek çeşitli hukukî güvencelerle koruma altına almıştır. 1961 Anayasası’nda yer alan katı anayasa, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi, kontrol ve dengeler sistemi, iki-meclisli parlamento gibi “çoğulcu demokrasi” anlayışına uygun düzenlemelerin yanı sıra, merkeziyetçi yönetim gibi bazı çoğunlukçu unsurlara da rastlamaktayız. Ancak bunlar onun “çoğulcu” niteliğini ortadan kaldırmamaktadır. Getirdiği ilke ve kurallar ile kurumsal tercihlerine bakıldığında, 1961 Anayasası’nın temel amacının çoğulcu bir demokrasi kurmak olduğunu söyleyebiliriz. 1961 Anayasası’nın en ileri yanlarından birisi de klasik kişi hak ve hürriyetleri ile siyasal hakları genişletip güçlendirmesinin yanı sıra, sosyal hakları da düzenleyen ilk anayasa olmasıdır. 1961 Anayasası, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması bakımından, “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olmak”, “hürriyetin özüne aykırı olmamak” ve benzeri bazı kriterler getirmiş, sosyal hakların uygulamada gerçekleştirilmesi için de devlete bir takım ödevler yüklemiştir. Ayrıca 1961 Anayasası, anayasacılık tarihimizde sosyal devlet ilkesini benimseyen ilk anayasa olarak, sosyal devletin gerektirdiği diğer düzenlemelere de yer verilmiştir. Ne var ki, 1961 Anayasası’nın genel özgürlükçü yaklaşımı din özgürlükleri alanında yerini ihtiyatlı ve sınırlayıcı bir tutuma bırakmıştır.1961 Anayasası’nı yapanlar, hukuki açıdan yorumlanması oldukça problemli olan ve uzun yıllar boyunca birçok kişinin mağdur olmasına yol açan “din istismarı” kavramını anayasaya sokmuşlardır. Yine bu hükümle “din istismarı” yasağına aykırı davranan tüzel kişilere yaptırım uygulanması ve siyasi partilerin de kapatılması öngörülmüştür (m.19). Öte yandan 1961 Anayasası, seçilmiş siyasi iktidarlar üzerinde, bu Anayasa’yı yapan siyasi güçlerin düşüncelerine uygun bir kontrol sağlanması amacıyla, etkili bir askerî ve yargısal vesayete yer vererek demokrasiden ciddi bir şekilde sapmıştır. Bu yönleriyle 1961 Anayasası, 1924 Anayasası’ndan çok geri bir anayasa olma özelliğine sahiptir. 1982 Anayasası ise 1961 Anayasası’nın bu antidemokratik düzenlemelerini daha da genişleterek benimsemiştir.
Hükûmetin, bozulan kamu düzeninin ve siyasal terördeki artışın üstesinden gelemediği gerekçesiyle verilen ve sorunların partiler üstü bir anlayışla çözülmesini talep eden 12 Mart 1971 tarihli bir askerî muhtıra ile başlayan 1971-1973 ara rejimi döneminde Anayasada iki defa önemli değişiklikler yapılmıştır.
1961 Anayasası’nın temel felsefesine tamamen ters düşen ve 1982 Anayasası’nın ön hazırlığı sayılabilecek bu değişikliklerle genel olarak; yürütme güçlendirilmiş; üniversite özerkliği daraltılmış; anayasa yargısı ve idari yargı alanında çeşitli kısıtlamalar yapılmış; tabiî yargı yolu yerine, kanuni yargı yolu ilkesi getirilmiş; Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kurulmuş; devlet memurlarının sendika kurma hakkı kaldırılmış ve en önemlisi de anayasal temel hak ve hürriyetlerle ilgili olarak “genel koruma” hükmü, genel sınırlama maddesine dönüştürülerek, sınırlama sebepleri artırılmıştır.
1982 Anayasası
1961 Anayasası’na yöneltilen eleştirileri karşılamak üzere hazırlanan 1982 Anayasası, bir “Başlangıç” ile yedi kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda “Genel Esaslar”, ikinci kısımda “Temel Hak ve Ödevler”, üçüncü kısımda “Cumhuriyetin Temel Organları”, dördüncü kısımda “Malî ve Ekonomik Hükümler” ve diğer kısımlarda ise çeşitli hükümlerin yer aldığı Anayasa, 177 maddeden (bazıları yürürlükten kalkan geçici maddeler hariç) oluşan, uzun sayılabilecek bir anayasadır.
İlk düzenlemesi itibarıyla 1982 Anayasası 1961 Anayasası’na göre daha katı nitelikte bir anayasa iken sonradan aşamalı olarak yapılan değişikliklerle bu katılık bir ölçüde giderilmiştir. 1982 Anayasası, bütün anayasaların kurmaya çalıştığı hürriyet-otorite dengesinde, otoritenin ağırlığını artırmış, devleti birey karşısında korumaya çalışmıştır.
1980 Anayasası ile;
Cumhurbaşkanının belli şartlar altında Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerini yenileme yetkisi kullanılabilir hâle getirilmiştir (m.116). 2017 yılında Anayasada yapılan değişiklikle başkanlık sistemine geçilmesi kabul edilmiş, 116’ncı madde ile Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin, iki taraftan birinin kararıyla, birlikte yenilenmesi imkânı getirilmiştir.
1982 Anayasası’nın ilk düzenlemesinde 1961 Anayasası döneminde görülen Cumhurbaşkanı seçimlerindeki uzamaları ve tıkanıklıkları ortadan kaldırıcı nitelikte bir düzenleme getirilmişti. Anayasa’nın bu konuya ilişkin 102’nci maddesinde şöyle bir düzenleme bulunmaktaydı: “… oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu sağlanamazsa üçüncü oylamaya geçilir, üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğunu sağlayan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. Bu oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada en çok oy almış bulunan iki aday arasında dördüncü oylama yapılır, bu oylamada da üye tamsayısının salt çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri yenilenir.” 2007 yılında 102’nci maddede yapılan değişiklikle, bu yöntem kaldırılmış ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi usulü kabul edilmiştir. 2017 yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle, 102’nci madde yürürlükten kaldırılmış, Cumhurbaşkanının seçimine ilişkin esaslar bazı değişiklikler yapılarak 101’inci maddede yeniden düzenlenmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının seçimi de kolaylaştırılmıştır. Anayasa’nın 94’üncü maddesi, Meclis Başkanının ilk üç oylamada öngörülen çoğunlukla seçilememesi hâlinde, son oylamada oylamaya katılacak en çok oy almış iki adaydan oyların çoğunu alan adayın seçilmesini öngörmüştür.
1982 Anayasası Cumhuriyet Senatosunu kaldırarak tek meclis sistemini benimsemiş ve yasama organının çalışmasını hızlandırmıştır.
1982 Anayasası, 1961 Anayasası’na göre üye tamsayısının salt çoğunluğu olan (m.86) toplantı yeter sayısını üye tamsayısının üçte birine düşürmüş (m.96) ve Meclisin toplanmasını kolaylaştırmıştır.
1982 Anayasası, siyasi partilerin Mecliste grup kurabilmesi için gerekli olan milletvekili sayısını 10’dan 20’ye çıkarmıştır. Böylece grupların sayısı azalacağından Meclis çalışmaları hızlanacaktır.
2017 yılında Anayasa’da yapılan değişikliklerin 24 Haziran 2018 seçimleriyle yürürlüğe girmesi ile birlikte, parlamenter sistemden başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sistemine geçilmiş ve yürütme yetkisi halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanına verilmiştir. Anayasa ile kabul edilen başkanlık sistemi, yasama ve yürütme arasında çatışma olmaması için eşzamanlı seçim ve gerektiğinde kullanılmak üzere birlikte erken seçim yapılabilmesi gibi yöntemleri de içermektedir. Öte yandan Anayasa ilk düzenlemesiyle siyasal partiler, dernekler, vakıflar, sendikalar ve siyasal katılma bakımından getirdiği sınırlayıcı hükümlerle 1961 Anayasası’na oranla daha az katılmacı bir demokrasi modeli öngörmüş ve belli ölçüde depolitizasyonu, yani siyasetten uzaklaşmayı amaçlamıştır.
İlk kabul edildiği haliyle Anayasasının temel felsefesi hakkında şunlar söylenebilir: Anayasası’nın bütününe devletçi, toplumcu ve ideolojik olarak taraflı, bireysellik ve özgürlük karşıtı bir felsefe egemendir. Batı demokrasilerinde devletin sınırlandırılması anlamına gelen anayasacılığın tam tersi olarak Türkiye’de Anayasa devlet merkezli bir toplum ve siyaset anlayışı öngörmektedir. Anayasacılığın özünde insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesi bulunurken, devletçilik devleti hukuktan uzaklaştıran ve sorgulanamaz kılan “hikmet-i hükûmet” anlayışına dayanır. Siyasi partilere ve sivil yönetimlere olan güvensizlik nedeniyle seçimle oluşan anayasal organların askerî, idari ve yargısal organlarca denetlenmesi ya da frenlenmesi amaçlanmıştır. Böylece seçilmişler üzerinde, ilk defa 1961 Anayasası ile oluşturulan anayasal askerî ve yargısal vesayet, daha da pekiştirilmiştir. Anayasa’nın Anayasa Mahkemesine yüklediği başlıca işlev de bu Anayasaları yapan güçlerin Anayasa’ya yerleştirdiği devlet ideolojisini seçilmişlere karşı korumaktır. Anayasa ideolojik karakterine uygun olarak siyasi partilere de demokrasilerde olmayan yasaklar getirmiştir. Bu yasaklar incelendiğinde, siyasetin alanının oldukça daraltmış olduğu ve siyasi partilerin, çerçevesini resmî ideolojinin belirlediği sınırlı bir politik alanda siyaset yapmalarının istendiği görülmektedir. 1982 Anayasasında zaman içinde insan haklarını geliştiren ve demokratikleşme amaçlı değişiklikler yapılmıştır. Anayasada 2017 yılında yapılan son değişikliklerle de askeri, bürokratik ve yargısal vesayetin sonlandırılması yönünde önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. 2017 değişikliği sağlıklı işlemeyen parlamenter
hükümet sisteminden, istikrarlı yönetimi sağlayacak bir başkanlık sistemine geçişi de sağlamıştır. Bununla birlikte 1982 Anayasasının diğer problemli hükümlerinin de düzeltileceği tümüyle yeni bir anayasa yapılması ihtiyacı devam etmektedir.