TÜRK DIŞ POLİTİKASI I - Ünite 4: II. Dünya Savaşı Dönemi Türk Dış Politikası: (1939-1945) Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: II. Dünya Savaşı Dönemi Türk Dış Politikası: 1939-1945

II. Dünya Savaşı’na Doğru Dünya ve Türkiye’de Durum

I. Dünya Savaşı’nın ardından değişen güç dengeleri 1930’lara gelindiğinde artık varlığını sürdüremeyecek duruma gelmişti. Savaş sonrası yapılan barış görüşmeleri mağlup devletler aleyhine ağır koşullar içeren antlaşmalarla noktalandı. I. Dünya Savaş’ının galipleri (İngiltere, Fransa, İtalya ve diğerleri) ile mağlup Almanya arasında Paris yakınlarındaki Versailles’da (Versay) 28 Haziran 1919’da yapılan Antlaşma, Almanya açısından, toprak ve sömürge kaybı da dahil olmak üzere, askerî ve ekonomik konularda oldukça ağır şartlar içermekteydi.

Amerika’da başlayan ve Avrupa’yı da içine alan 1929 Ekonomik Bunalımı, 1930’lu yıllar boyunca etkisini sürdürmüştür. Ekonomik kriz, ülkelerin ulusal ekonomilerini korumak amacıyla gümrük uygulamalarını yükseltilmesine, bu da rekabet ve gerginliklerin artmasına neden oldu. I. Dünya Savaşı sonunda kendini mağdur durumda gören ve yayılmacı politika izleyen İtalya ile Almanya 1936 yılında “Roma- Berlin Mihveri” adıyla bir ittifak kuruldu.

I. Dünya Savaşı’ndan ağır darbeler alarak yenik ayrılan, toprak ve hammadde sıkıntısı çeken Japonya, 1931 yılında ülkedeki iç savaştan da yararlanarak Çin’e saldırdı. Milletler Cemiyeti’nin (MC) saldırıyı durduracak etkin tedbirler almaması Japonya’yı cesaretlendirmiş ve saldırı Çin’i işgale dönüştü.

Alman-Fransız sınırındaki kömür zengini Saar bölgesinin Versay Antlaşması’na göre 1935 yılında yapılan plebisit sonucunda Almanya’ya bağlanması, Almanya’nın silahlanmasını kolaylaştıran bir etken olmuştur.

İtalya, 5 Ekim 1935’te Habeşistan’a (Etiyopya) saldırdı ve 1937 yılında MC üyeliğinden ayrıldığını açıkladı. Bu ortamda Hitler, Versay Antlaşması’na göre silahsızlandırılan Ren bölgesine (Rhineland, Ren Irmağı’nın batısında kalan topraklar) askerî birliklerini göndererek Versay’ı bir kez daha ihlal etti ve versay zincirlerini kırmış oldu.

Eylül 1938’de düzenlenen Münih Konferansı’yla Çekoslavakya’da Almanların yaşadığı Südetler bölgesi Almanya’ya verildi. Ancak Almanya bununla yetinmedi ve Alman halkına yaşam alanı (Lebensraum) açmak amacıyla Mart 1939’da Çekoslavakya’yı işgal etti, ardından da Litvanya’ya asker çıkarttı. Almanya’nın izinden giden İtalya da Nisan 1939’da Arnavutluk’u işgal etti.

Almanya, Polonya’ya girmesi durumunda Fransa ve İngiltere’nin karşı koyacağı, diğer taraftan SSCB ile savaş durumuna geleceği endişesinden hareketle SSCB ile anlaşmayı tercih etti ve 23 Ağustos 1939’da AlmanyaSSCB Saldırmazlık Paktı imzalandı.

Önündeki SSCB engelini de aşan Almanya, 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırdı. Bu işgale kadar Almanya’ya çeşitli nedenlerle sabır gösteren İngiltere ve Fransa ise 3 Eylül’de Almanya’ya savaş ilan etti. Böylece II. Dünya Savaşı başlamış oldu.

Türkiye, Lozan’dan sonra yeni kurulan ve gerek askerî, gerekse ekonomik anlamda zayıf durumda olan Cumhuriyet’i korumak ve geliştirmek için uluslararası politikasını barışçı bir doğrultuda ve büyük devletlerarasında bir “denge stratejisi” izlemek şeklinde kurgulamış ve hayata geçirmiştir. Türkiye, Lozan’dan II. Dünya Savaşına kadar ki süreçte uluslararası alanda aşağıdaki antlaşmalara imza atmıştır;

  • Briand-Kellogg Paktı
  • SSCB ile 1925’te imzalanan Dostluk ve İşbirliği (Saldırmazlık) Antlaşması ve uzatma protokolleriyle üstlenilen tarafsızlık ve saldırmazlık taahhütleri
  • 25 Mayıs 1928’de Afganistan’la imzalanan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması
  • 30 Mayıs 1928’de İtalya’yla imzalanan Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Yargısal Çözüm Antlaşması
  • 17 Aralık 1929’da Sovyetlerle imzalanan 17 Aralık 1925 Dostluk ve Tarafsızlık (Saldırmazlık) Antlaşması
  • 5 Aralık 1932’de İran’la imzalanan Dostluk Antlaşması ile Güvenlik, Tarafsızlık ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması

1934 yılında Türkiye ile Yunanistan’ın önderliğinde bir savunma iş birliği anlaşması olan Balkan Antantı kurulmuştur. Türkiye’yi bir yandan İngiltere’ye yakınlaşmaya, öte yandan Orta Doğu Devletleriyle de birtakım savunma tedbirleri almaya götürmüştür. 9 Temmuz 1937’de Türkiye, İran, Irak, Afganistan arasında Sadabad Paktı ’nın imzalanması bununla ilgilidir.

II. Dünya Savaşı

Almanya ile SSCB 23 Ağustos 1939’da imzaladıkları Saldırmazlık Paktı ile Polonya’yı kendi aralarında paylaşmış, böylece önündeki SSCB engelini de aşan Almanya, 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırmıştır. İngiltere ve Fransa da 3 Eylül’de Almanya’ya savaş ilan etmiştir.

10 Mayıs 1940’ta Almanlar Fransa, Belçika ve Hollanda’ya aynı anda saldırı düzenlediler. Hollanda 14 Mayıs’ta teslim oldu. Almanlar bu arada Fransızlar’ın I. Dünya Savaşı’ndan kalma ve “geçilmez” olarak bilinen ünlü Maginot Hattı’na saldırılar düzenleyerek bu hattı geçmeyi başardılar. Kısa sürede Paris’e kadar ilerleyerek bu kenti de 14 Haziran’da teslim aldılar.

Fransa’nın güneyindeki Vichy kentinde Nazi yanlısı “kukla” bir Fransız Hükûmeti kuruldu. Fransız Hükûmetinin Paris’ten ayrıldığı 10 Haziran’da İtalya, İngiltere ve Fransa’ya savaş ilan etti.

Hitler, İngiltere’yi işgali amaçlayan harekât için gerekli koşulları sağlamak üzere Temmuz 1940’da İngiltere üzerine yoğun bir hava harekâtı başlattı. Nisan 1941’e kadar süren bu saldırılarda İngiltere ciddi bir direniş ortaya koydu ve Alman Hava Kuvvetleri (Luftwaffe) ağır kayıplar verdi. Almanya Batı cephesinde İngiltere hariç hemen tüm cephelerde başarıya ulaştı. Almanya, diplomatik girişimler ve savaşa varmayan yoğun baskılar sonucunda Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’ı ele geçirildi.

Balkanlardaki zaferin ardından gözünü SSCB’ye çeviren Almanya 22 Haziran 1941’de bu ülkeye karşı üç koldan saldırıya geçti. Bu saldırı II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam etti. Ancak Alman saldırısı karşısında Sovyetlerin Stalingrad’da yarattığı direniş, Almanya’nın bütün hesaplarını bozdu, bu hat geçilemeyince Sovyetlerin teslim alınması hayali de suya düşmüş oldu. Stalingrad savunmasından sonra 1942’nin sonlarına doğru Almanlar artık geri çekilmeye başlamıştı.

Japonya Pasifik’teki etkinliğini arttırmak ve olası ABD müdahalesini daha başından engellemek için, 7 Aralık 1941’de ABD’nin Pasifik Donanmasının merkez üssü olan Pearl Harbor’a (Hawai adaları) ani bir hava baskını düzenledi. Japonya’nın bu saldırısı ABD’yi de savaşa çekmiş ve bir Avrupa savaşı olarak başlayan çatışmaların “dünya savaşına” dönüşmesine neden olmuştur.

İtalya’daki iç direniş sonucu Mussolini devrilmiş ve İtalya Eylül 1943’te Müttefiklerle ateşkes imzalayarak savaştan çekilmiştir.

Sovyetler Almanları kendi sınırlarının dışına itip doğudan Avrupa’nın içlerine doğru hareket etmeye başladıklarında, Batılı Müttefikler de 6 Haziran 1944’te Fransa’nın kuzeyinde yer alan Normandiya kıyılarına çıkarma yaptılar. Sovyetler ise Ocak 1945’te Almanya’nın doğu sınırlarından içeri girmeye başladı. Nisanda İtalya’daki Alman ordusu yenilgiye uğratıldı. 30 Nisan 1945’te Hitler Berlin’de aylardır yaşamakta olduğu sığınağında intihar etti. 7 Mayıs 1945’te Almanya resmen teslim oldu.

Savaş Dönemi Türk Dış Politikası

Dönemin yönetici kadrosu (S:107 Tablo 4.1)’de gösterilmiştir. Bu dönemde anılan kadro için birinci derecede önemli hususun Türkiye’nin bu savaşın dışında tutulması olduğu söylenebilir. Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’nda “tarafsız” kaldığına dair görüşlere rağmen, gerçekte Türkiye’nin “tarafsız” kalmadığı, ama “savaş dışında kalma” yönünde bir tutum izlediği açıktır. Türkiye’nin “savaş dışı kalma” tutumu, çoğunlukla İngiltere’nin merkezini oluşturduğu Müttefiklerden yana bir tutum olarak algılansa da zaman zaman İngiltere’nin Türkiye üzerinde baskı kurarak savaşa çekmek için çaba gösterdiği de bilinmektedir.

Almanya’nın 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırmasıyla resmen başlayan II. Dünya Savaşı’nın hemen başında, SSCB ile ilişkilerin de değişmesi ve olumsuz yönde gelişmeler göstermesi üzerine, Türkiye, İngiltere ve Fransa ile daha önce başlamış olan görüşmeleri hızlandırdı ve sonuçlandırdı. İmzalanan bildirgeler doğrultusunda daha önce hazırlanmış olan Türk-İngiliz Fransız ittifakı (Ankara Paktı) 19 Ekim 1939’da Ankara’da imzalandı. “Üçlü İttifak” olarak bilinen ve resmi adı “Türkiye, İngiltere ve Fransa Arasında Karşılıklı Yardım Antlaşması” olan bu pakt, Doğu Akdeniz’i ve Balkanları bir saldırıya karşı korumak maksadıyla yapılmıştır.

Türkiye, savaşın başlarında dış siyasetindeki bu gelişmelere ve daha sonra savaşın Balkanlar ile Akdeniz’e yayılmasına rağmen, Üçlü ittifakın 2 numaralı Protokolüne dayanarak savaşa katılmadı ve tarafsızlığını sürdürdü.

Türkiye’nin yürütmeye çalıştığı “savaşa girmeme” ve bu çerçevede “denge politikası” bakımından çok daha zor bir dönem olmuştur. Bu dönemde savaşan taraflarca Türkiye’ye savaş dışı tutumunu terk etmesi için sürekli ve yoğun bir baskı yapılmıştır. Türkiye’yi müttefikler yanında savaşa sokmak için pompaladığı “Polonya Sendromu” propagandası, Almanya ile SSCB tarafından aynı anda işgale uğrama korkusu” olarak adlandırılan bu sendrom, Türk yetkilileri ciddi anlamda kaygılandırmıştır.

Türkiye ile Sovyetler Birliği, 25 Mart 1941’de bir “Saldırmazlık Bildirisi” yayınlandı. Ardından 18 Haziran 1941’de Ankara’da “Türk-Alman Dostluk Antlaşması” imzalandı. Tamamı üç madde ve on yıl süreli olan bu Antlaşma ile Türkiye, Almanya’dan kendine saldırmayacağına ait güvenceyi resmen almış, Almanya da Türkiye’nin tarafsızlığını sürdürmesini sağlamış oldu. Almanya ve SSCB tarafından Boğazların müttefiklere açılmaması için yoğun bir baskıya maruz kalan Türkiye, Alman-Sovyet savaşı başladıktan sonra ise bunun tersi yönde bu kez Almanlara karşı Boğazları Müttefiklere açma yönünde İngiliz ve Sovyetlerin baskısına maruz kaldı.

Bu arada Türkiye’nin Almanya ile saldırmazlık anlaşması imzalaması, Türk- Amerikan ilişkilerinde soruna yol açmış ve ABD, Türkiye’ye olan yardımını durdurmuştur. Bu durum Pearl Harbor baskınından sonra ABD’nin savaşa girmesi ile değişmiş ve Japonya’nın Almanya’nın yanında savaşa katılmasının Türkiye üzerinde etki yaratmasından çekinen ABD bu tavrını değiştirmiş, 1942’den itibaren Türkiye’ye yardımlar yeniden başlatılmıştır.

Savaşın Son Dönemi ve Türkiye Üzerine Baskılar

1942’nin sonlarında Türkiye üzerinde Almanya’nın baskısı azalırken bunun yerini Müttefiklerin baskısı almıştır. Savaşın genel durumu 1943 yılından itibaren lehlerine dönen müttefikler savaş sırasında, savaşın yürütülmesini sağlamak ve zafere ulaşabilmek için alınacak önlemleri tespit etmek, aynı zamanda savaş sonrası düzeni belirlemek üzere aralarında çeşitli toplantılar yapmışlardır. Bu toplantılar;

  • Casabalnca Konferansı
  • Adana Konferansı (İnönü – Churchill görüşmeleri)
  • Quebec Konferansı
  • Moskova Konferansı
  • Kahire Konferansı ( Eden – Menemencioğlu Görüşmesi )
  • Tahran Konferansı
  • İkinci Kahire konferansı

1944 yazında Müttefiklerin baskısı sonucunda Türkiye 2 Ağustos 1944’te TBMM’nin aldığı kararla Almanya ile tüm ilişkilerini kesmiştir. Bu kararlar, bozulan TürkiyeMüttefikler ilişkisini yeniden canlandırmaya başlamıştır.

Savaşın Son Dönemi ve Türkiye

Türkiye bu arada müttefiklerle Nisan başında bozulan ilişkilerini bir bakıma dengelemek için Sovyetlerle temasa geçmiştir. 1944 Mayıs ve Haziran aylarında Sovyetlerle yakınlaşmak istediyse de Sovyetler bu yakınlaşma için Türkiye’nin savaşa katılmasını şart koşmuştu. Almanya ile tüm ilişkilerin kesilmesi sonrasında İngiltere ve ABD ile kısmen ilişkiler yumuşamış ancak Türk-Sovyet ilişkileri iyice soğumuştu. Churchill ile Stalin arasında 9 Ekim 1944’te yapılan Moskova Görüşmesinde nüfus bölgeleri belirlenmiş ve İngiltere SSCB’nin Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nde ayrıntıları daha sonra görüşülecek olan değişiklik teklifini prensip olarak kabul etmiştir.

4-11 Şubat 1945’te Yalta’da (Kırım-SSCB) Churchill, Stalin ve Roosevelt bir araya geldi. Boğazlar ve Montreux konuları ele alındı. Yalta Konferansı’nın ardından SSCB, 19 Mart 1945’te, 1925 tarihli Türk-Sovyet tarafsızlık ve saldırmazlık paktını feshetme talebiyle Türkiye’ye bir nota verdi. Potsdam Konferansı’ndan sonra Türkiye’nin yüz yüze kaldığı gerçek, savaşa girilmemesi üzerine kurulu dış politikanın sonuna gelindiği ve bu sonda ise İngiltere ve ABD’nin Sovyetlerin Türkiye’ye yönelik isteklerine karşı takındıkları tavırda yalnız kaldığı idi.

Sovyetler verdikleri notalarla Türkiye üzerindeki baskılarını artırırken Türkiye ise içine düştüğü yalnızlıktan kurtulmak, İngiltere ve ABD’nin desteğini kazanmak için gayret göstermeye başlamıştır. Türkiye “savaş dışı kalma” temel hedefini gerçekleştirmek için savaşın ana bileşenleri olan İngiltere, Almanya ve SSCB arasında bir “denge politikası” izlemiştir.

Bulunduğu stratejik konum nedeniyle savaşın gidişine göre tarafların Türkiye’yi savaşa sokma çaba ve baskılarına karşı sürekli olarak askerî ve ekonomik zayıflığını gerekçe olarak göstermiş, savaşa katılmak için bu konularda ağır ve uzun vadeli yardım şartları öne sürerek oyalama taktikleri izlemiştir. Yeni kurulmuş ve hem askerî hem de ekonomik açıdan oldukça zayıf durumda bir ülke olan Türkiye, yürüttüğü usta ve incelikli bir dış politika ve diplomasi ile savaşın dışında kalmayı başarabilmiştir.