TÜRK DIŞ POLİTİKASI II - Ünite 5: Helsinki Zirvesi’nden Ulusal Program’a Türk Dış Politikası (1999-2001) Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: Helsinki Zirvesi’nden Ulusal Program’a Türk Dış Politikası (1999-2001)
Yunanistan ile Kriz Sonrası Rehabilitasyon Dönemi
Yunanistan ve Türkiye arasında yaşanan temel problemler Kardak krizi, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya’daki Yunan büyük elçiliği çıkışında yakalanması, Yunanistan’ın GKRY ile ilişkileri, AB’ye girme sürecindeki aksaklıklar olmuştur. İlişkiler önce Türkiye, sonra Yunanistan’da olan iki büyük depremden sonra yumuşamaya başlamıştır.
Ülkelerin dış politikalarının oluşturulmasında ve uygulanmasında politik karar vericilerin rolü zaman zaman çok önemli etkiler yaratabilmektedir. Bu bağlamda Y. Papandreou’nun dış işleri Bakanlığına getirilmesi ve Türkiye dış işleri bakanı İsmail Cem’in Papandreo ile yapıcı ilişkileri iki ülke arasındaki buzları eritmeye başlatmıştır.
Terörle mücadele, ekonomi, çevre, turizm alanlarında da işbirliği, örgütlü suç, uyuşturucu kaçakçılık ve yasadışı göç konularında birlikte mücadele etme görüşmeleri olmuştur ve 3 Temmuz 1999 tarihinde BM Genel Sekreteri başkanlığında düzenlenen ve iki Dış işleri bakanının da katıldığı Kosova Dostları toplantısında bir anlaşma daha kaydedilmiş ve ardından mutabakat kamuoyuna duyurulmuştur. Papandreou’nun 20 Ocak 2000’de Türkiye’ye yaptığı ziyaretle turizm işbirliği anlaşması, yatırımcıların karşılıklı teşviki ve korunması ,çevrenin korunmasına ilişkin Mutabakat Muhtırası, terörizm, örgütlü suçlar, kaçakçılık ve yasadışı göç ile mücadele işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır.
17 Ağustos 1999 depreminden sonra hem AB hem de özel olarak Yunanistan ile Türkiye arasında “Deprem Diplomasisi” adı verilen yeni bir dönemi başlamıştır.
Cem ile Papandreou arasındaki yakınlaşma depremden sonra hızlanmış, AB ülkeleri arasında, yaklaşan Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin aday olarak açıklanması yönünde görüşler belirtilmeye başlanmıştır.
Avrupa’ya yakınlaşma çabaları: Clinton ve Schröder faktörü
Schröder’in Almanya’sından Türkiye’ye destek demeçleri gelirken resmi adaylık statüsünün tanınmamasını talep etmişlerdir.
Avrupa Hristiyan Demokratlarının yaptığı açıklamak doğrultusunda Almanya’nın bir önceki başbakan Kohl’ün de Hristiyan Demokrat olduğu düşünüldüğünde Türkiye’nin birliğe resmi aday olarak ilan edilmesinde Schröder’in katkısı daha da belirgin olarak görülecektir.
Soğuk Savaş döneminde jeopolitik çıkarları nedeniyle Türkiye’nin yanında olan ABD, Soğuk Savaş sonrası dönemde de Körfez Savaşı nedeniyle Türkiye’nin yakın bir müttefiki olmuştur. Başkanlığının ikinci döneminde daha dışa dönük bir politika izleyen Clinton, Türkiye’nin AB üyeliğine AB ülkeleri nezdinde destek girişimlerinde bulunmuştur.
Helsinki Kararları açıklandıktan ve Türkiye’nin bu karar› kabul edip etmeyeceği belli değilken AB Konseyi Başkanı sıfatıyla Finlandiya Başbakanı Lipponen, Türk tarafının anlaşmayı kabul etmesi yönünde Türkiye’nin ikna edilmesi için ABD’yi devreye sokmayı uygun görmüştür. Bunun üzerine Ecevit’i arayan Clinton, “bu anlaşma Türkiye için bir zaferdir” diyerek Türkiye’nin anlaşmayı kabul etmesi yönünde telkinde bulunmuştur.
AGİT Zirvesi (16 - 18 Kasım 1999)
Ana gündem konusunu insan haklarının oluşturduğu AGİT İstanbul Zirvesi, 54 Devlet ve Hükümet başkanının katılımıyla belirlenen tarihlerde İstanbul’da büyük bir başarıyla gerçekleştirilmiştir. ABD Başkanı Clinton’un da kendisinin de katıldığı Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen ve Türkiye’nin bölgedeki önemini belirten sözlerinin yanısıra Bakü-Ceyhan boru hattı ile Hazar geçişli Türkmen doğal gaz projelerinin imzalanması da Zirve’de bulunan ülkelere Türkiye’nin önemini hatırlatmak bağlamında önemlidir. Hazar petrollerinin Avrupa ve Amerika’ya taşınması için Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den Türkiye’nin Akdeniz kıyısında bulunan Ceyhan şehrine uzanan bir petrol hattı döşenmesini düzenleyen Bakü-Ceyhan boru hattı projesini düzenleyen anlaşma imzalanmıştır.
Helsinki Zirvesi (11-13 Aralık 1999)
Zirve’ye yaklaşırkenl AB Parlamentosu’nun yanında başta Almanya olmak üzere Fransa, İngiltere, Belçika ve AB Komisyonu’nun da Türkiye’nin adaylığı konusunda olumlu tavır ortaya koydukları belli olmuştur. Finlandiya Başbakanı Paavo Lipponen, Türkiye’ye ilave bir garanti anlamındaki mektubunu Ecevit’e göndermiştir. Lipponen’in gönderdiği mektup Ankara’da beklenen etkiyi yaratmamış ve Lipponen, Türkiye’nin yakın müttefiki olduğu bilinen ve Türkiye’nin AB üyeliği konusunda olumlu görüş beyan eden ABD’yi devreye sokmuştur. Clinton, Ecevit’i telefonla arayarak “bu anlaşma Türkiye için zaferdir” diyerek anlaşmanın kabul edilmesi için görüş bildirmiş, ancak Ankara’daki terddütler hala devam etmiştir.
Çıkan karardan sonra AB, Türkiye’nin adaylık sürecinde müzakerelere başlanması için gerekli olan düzenlemelerin belirtildiği Katılım Ortaklığı Belgesi’ni (KOB) hazırlamaya başlamıştır. Türkiye aday ülke olarak açıklanmış verilen taahhüt mektubuyla Türkiye’deki tereddüt sorunları da azaltılmış ve Türkiye’ de Helsinki Zirvesi Kararlarını kabul etmiştir. Bu kararlar çerçevesinde 8 Mart 2001 tarihinde AB tarafından Katılım Ortaklığı Belgesi, 19 Mart 2001’de de Türkiye tarafından Ulusal Program kabul edilmiş ve adaylık sürecinin haritası çizilmiştir.
Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) (8 Mart 2001)
Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB), adaylığı resmen kabul edilen her ülke için Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Konsey tarafından onaylandıktan sonra, AB Resmi Gazetesi'nde yayımlanmıştır. AB müktesebatının bir parçasıdır. Katılım Ortaklığı Belgesi aday ülkeler için bir tür yol haritasıdır. Bu belgede üyelik için alınması gereken önlemler, kısa ve orta vadeli öncelikler şeklinde, siyasi kriterler, ekonomik kriterler ve AB müktesebatına uyum başlıkları altında sıralanır. Bu belgede AB'nin mali yardımlarına ilişkin hususlar da yer alır.
KOB-2001’in yayınlanması Türkiye’de hayal kırıklığı ile karşılanmış, Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından “tek taraflı bir belge olduğu” için eleştirilmiştir. Belgede yer alan Kıbrıs ve Yunanistan konularına ilişkin düzenlemelerin Helsinki Zirvesi kararları ve Lipponen’in mektubu çerçevesinde “siyasi diyalog” olarak anlaşıldığı vurgulanmış ve farklı yaklaşımların kabul edilmeyeceği açıklanmıştır.
Türkiye’de Mali ve Siyasi Kriz
Türkiye’de bu süreçte var olan ekonomik ve siyasal nitelikli yapısal sorunlarla birlikte popülist politikalarla paranın tarım sübvansiyonlarına harcanması, çökmüş ve yolsuzlaşmış bir bankacılık siteminden kaynaklanan bankalardaki paraların sürekli kayba uğraması, o anki ekonomik politikanın gereği olan sıcak paranın karşılanması için alınan borçlar ve ilk olarak 2000 Kasım ayında patlak veren kriz, IMF’nin desteğiyle bastırılabilmiştir.
11 Eylül Saldırılarının Türk Dış Politikasına Etkileri
Türk Dış Politikası 1998-2001 arasında çok çoğunlukla AB ekseninde kalmıştır. Bütün olumsuz unsurlara rağmen 1999 sonunda AB aday ülkesi olarak resmen tanınmak Türkiye’yi memnun etmiş ve önemli bir motivasyon vermiştir. Fakat 11 Eylül 2001’de ABD’nin New York, Washington ve Pennsylvania kentlerine El Kaide tarafından düzenlenen terörist saldırılar, güvenlik problemlerini ön plana çıkarmış yeni, özellikle Türkiye gibi bölgesi, kültürel-dinsel yapısı ve Batı ile olan ittifakları özel olan ülkelerde dış politika bu saldıırılardan büyük ölçüde etkilenmiştir.
Türkiye, 11 Eylül sonrasında NATO anlaşmasının 5. Maddesine göre harekete geçen ABD öncülüğündeki NATO güçlerinin Taliban ve El-Kaide’nin yerleşik olduğu Afganistan’a karşı mücadelesinde de yer almıştır. 11 Eylül saldırılarından kısa bir süre sonra 7 Ekim 2001’de başlayan saldırılarda Türkiye 260 kişilik bir birlikle katkıda bulunmuştur. Türkiye’nin bu birlik içinde yer alması Batı ittifakındaki konumunu daha da güçlendirmiş ve prestijini artırmıştır. ABD’nin güvenlik ve Orta Doğu’nun bir anda çatışmaların olabileceği önemli bir yer hâline getirmesi sonucu jeopolitik gücü artan Türkiye, bu konuda AB tarafından da kabul edilen daha güçlü bir politika izlemiştir.