TÜRK EDEBİYATININ MİTOLOJİK KAYNAKLARI - Ünite 10: Modern Türk Edebiyatında Mitoloji Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 10: Modern Türk Edebiyatında Mitoloji

Tanzimat Dönemi Edebiyatı’nda Çeviri Faaliyeti ve Mitoloji İlgisi

Kendine has referanslarıyla divan şiiri, bütünlüklü bir dünyanın, başka bir deyişle bir zihniyetin ürünüdür. Bu bütünlük içinde mitoloji de vardır elbette; ama bu mitoloji, kaynağını büyük oranda Firdevsî’nin Şehnâme’sinden alır. Yunan destanları İlyada ile Odysseia’dan esintiler bulunmakla birlikte; Şehnâme, Doğu’nun metnidir ve Fars kültürünü ihya etmek amacıyla yazılmıştır. Divan şiirinin dünyasını kuran zihniyet; Tanzimat Dönemi Edebiyatı’nda bütünüyle dağılmamış, parçalanmıştır ve “değerler” dünyasıyla Doğu’ya; “teknik”e ilişkin araçların edinilmesi yönünden Batı’ya bağlı kalmayı amaçlayan yeni anlayışı düşünce dünyasında ‘ikileşme’ denilen durumu ortaya çıkarmıştır.

Avrupalı entelektüelin de, Osmanlı münevverinin de Yunan destanları İlyada ile Odysseia ilgisini, “Hümanist felsefe” ve “evrensellik” düşüncesinin yönlendirdiği söylenebilir. Avrupa için yaratıcı bir hamle değeri taşıyan Rönesans; Antik Yunan’ın değerlerini, skolastik zihniyetin aşılması sürecinde, anılan destanlarla günceller. Fénelon’un 1699’da yayımlanan Télémaque adlı kitabını, Yusuf Kâmil Paşa 1859’da Türkçeye çevirir. 1862’de Tercüme-i Telemak adıyla yayımlanan ve altı ay içinde ikinci baskısı yapılan kitap, 1877’ye kadar dört kez daha basılır. Fakat Yusuf Kâmil Paşa çevirisinde Yunan mitolojisinde yer alan mitolojik tanrı ve tanrıçaları peri olarak göstermiştir.

Tanzimat Dönemi Edebiyatı’nın ilk nesli içinde değerlendirilen Nâmık Kemal, Celâleddin Harzemşah (1888) adlı tiyatro eserine yazdığı “Mukaddime-i Celâl” de, divan şiirinin “güzel”iyle bir bakıma dalga geçerken; sadece bir mazmuna değil, bir dünya görüşüne ve estetik zevke de karşı çıkar. Şiir, roman ve piyeslerinde Yunan mitolojisinden izlere rastlanmıyor olsa da; ileri sürdüğü görüşler güzeli arayanlar tarafından Yunan mitolojisine çıkartılır.

1890’da, Şemseddin Sâmi’nin Yunan ve Roma mitolojilerini genişçe tanıttığı Esâtîr adlı kitabı, 1894’te Nâbizâde Nâzım’ın yirmi dört sayfalık Esâtîr adlı risalesi yayımlanır. Selanikli Hilmi’nin 1900’de yayımlanan İlyas Yâhud Şâir-i Şehîr Omiros’u, İlyada’nın Yunancadan ilk çevirisi olmak bakımından öne çıkar. Ahmet Mithat Efndi 5 Eylül 1897 tarihli Tercüman-ı Hakîkat gazetesinde çıkan “İkrâm-ı Aklâm” başlıklı yazısında, yeni edebiyatın asıl kaynaklarının neler olması gerektiği üzerinde durarak, Avrupa klasiklerinin önemini belirtip, bunların dilimize çevrilmeleri gerektiğini vurgular. Bu yazının ateşlemesiyle başlayan “klasikler tartışması”, edebiyatta ve özellikle şiirde mitolojiye bağlı kaynaklanma sorununun irdelenmesinde tahrik edici olur. “İkrâm-ı Aklâm”daki iddialar; Ahmet Cevdet, Cenap Şahabettin, Necip Asım, İsmail Avni, Hüseyin Daniş, Ahmet Rasim ve Sait Bey tarafından yazılan yazılarla değerlendirilir. Cenap Şahabettin ile Sait Bey, Ahmet Mithat Efendi’nin ileri sürdüğü görüşleri şiddetle eleştirirken Hüseyin Daniş ılımlı bir yaklaşımda bulunur. ‘Klasikler tartışmasını’ başlatan, yazılarıyla Yunan ve Latin mitolojisine karşı ilginin sürmesini sağlayan Ahmet Mithat Efendi; Ahmed Metin ve Şirzad’da Ahmed Metin aracılığıyla mitoloji hakkındaki bazı görüşlerini ileri sürer. Sadece Batılıların değil; Arap’ın, Acem’in de mitolojileri bulunduğunu, fakat; Müslüman kavimlerin ‘hakikat yolu’nu bulduktan sonra mitolojilerini unuttuklarını söylemektedir. Ahmet Mithat Efendi; Yunan ve Latin mitolojisini, Taaffüf adlı romanında kurgusal bir unsur olarak kullanır. Alafranga göstergesi olarak işaret edilen heykellerden biri, güzellik ve sevda sembolü “Venüs”; diğeri de güzel sanatlar, akıl ve bilgelik sembolü “Minerva”dır. Mitolojiyle bağ kurulmasını sağlayan Venüs ve Minerva heykeli, romanın kurgusunda önemli bir işlev üstlendiği kadar; verilmek istenen mesaj için de doğrudan araç olarak kullanılmıştır.

Tanzimat Dönemi Edebiyatı’nın ikinci neslinden olan Abdülhak Hâmid, şiirlerinde ve tiyatro eserlerinde Yunan ve Latin mitolojileriyle birlikte Asur mitolojisine de ilgi göstermiştir. Abdülhak Hâmid, mitolojiyle kurduğu ilişkide, Ahmet Mithat Efendi’nin Taaffüf’ünde olduğu gibi, derinleşip mitolojik göndermelerini kurgusal bir işlev gözeterek kullanmaz; farklı mitolojilerden seçtiği figürleri, şiirlerinin ve tiyatro eserlerinin dünyasını zenginleştiren egzotik birer malzeme olarak değerlendirir.

Servet-i Fünûn Edebiyatı ve Mitoloji

Servet-i Fünûn şair ve yazarları, estetik ve edebiyatla ilgili görüşlerinde, Eski Yunan ve Roma şairlerini de gözetirler. “deha” konusunu estetiğe ilişkin bir sorun olarak irdeleyen Hüseyin Câhid, öncelikle Yunan ve Roma şairlerinin “deha”yı nasıl algıladıklarını belirtir. Halit Ziya Uşaklıgil de 1891’de yayımlanan Hikâye adlı kitabında; realist bir edebiyatın kaideleri”ni verirken, “hikâyenin ilk olarak Yunanlılarda görüldüğünü” belirtip bunları birer birer sayar. Ayrıca Homeros ve Virgile’in kendilerinden sonraki Batı edebiyatı için kaynak olarak nasıl değerlendirildiğini örneklerle vurgular. Tevfik Fikret’in Halûk’un Defteri adlı kitabında yer alan “Promete” şiiri, Servet-i Fünûn Edebiyatı’nın mitolojiyle edebî metin bağlamında kurduğu ilişkiyi örnekler. Tevfik Fikret “Promete” adlı şiirinde mitolojinin bu insan yanlışı, devrimci kahramanını oğlu Halûk’un örnek almasını istemektedir.

“Klasikler tartışması”nın yapıldığı 1897’de Servet-i Fünûn Edebiyatı henüz bir yıllık tecrübesiyle yeni bir yönelişi haber vermiştir. Buna rağmen; Servet-i Fünûn Edebiyatı’nda mitolojiye bağlı tartışma ve Tevfik Fikret’in “Promete”si hariç mitolojik göndermeli edebi metin olmayışı dikkati çeker. Bununla birlikte; İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, Servet-i Fünûn Edebiyatı’nın iki önemli yazarı Halit Ziya ve Mehmet Rauf, Yunan ve Latin mitolojileriyle ilgili kitap çıkarmıştır. Mehmet Rauf, 1911’de bir ders kitabı olarak yayımlanan Yunân-ı Kadîm Târih-i Edebiyatı adlı kitabında; Yunan edebiyatını tanıtır, klasik eserlerin önemine dikkat çekerek bizde bu tarz eserler olmayışına değinir. Halit Ziya’nın aktardığı bilgiler, Ahmet Mithat Efendi’nin 1910’lara gelirken kaynaklar konusunda Yunan ve Latin edebiyatlarına verdiği değer açısından önemlidir.

Nev-Yunânîlık veya Bahr-ı Safîd Havzası’nı Arayış

1910’lu yıllarda, hem Yunan tarihi ve mitolojisine dair yayımlanan kitaplarla hem de “Nev-Yunânî” bir edebî mektep kurma arzusuyla mitoloji, şiir için kaynak olarak algılanmaya başlanır. Yahya Kemal Beyatlı, Paris’ten 1912’de “Nev-Yunânîlik” düşüncesiyle yurda döner.

Mehmet Tevfik Paşa’nın 1913’te yayımlanan hacimli Esâtîr-i Yunâniyân adlı kitabı üzerine; Yahya Kemal sonraki yılın ilk aylarında yazdığı “Bir Kitâb-ı Esâtir” başlıklı yazısında, “Bahr-i Safîd havzası”nda (Akdeniz Havzası) oluşan kültür çevresine dikkat çeker. Yahya Kemal’e göre; Yunan mitolojisi Akdeniz Havzası’nın verimidir ve kaynak noktasında sıkıntı duyulmasına gerek yoktur.

Yahya Kemal’in “Sicilya Kızları” ve “Biblos Kadınları” adlı şiirleri ile 1914’te “Süleyman Sâdî” imzasıyla Peyâmı Edebî’de yayımlanan “Çamlar Altında Musâhabe” başlıklı bir dizi yazısı, “Nev-Yunânîlik” görüşüyle şekillenen duyuş ve söyleyişi belirginleştirir. Şair, bu yazıların birinde Yunan mitolojisindeki tanrı “Keçi ayaklı Pan”a göndermede bulunur; bir diğerinde, Eski Yunanlıların doğayı simgelediğini düşündükleri tanrı Dionysos ve onunla birlikte tasarlanan coşkulu eğlenceler, hayalî bir “belde”de canlandırılır. Dionysos coşkusunun öne çıktığı “Musâhabe”lerin bir diğeri, “Nev-Yunânî” yönelişe ağır eleştiriler getiren Millî Edebiyatçıları gözetmesi ve onların iğneleyici bir biçimde değerlendirilmesi yönünden ilginçtir. Yahya Kemal’de Eski Yunan’ın getirdiği sanat heyecanı, yarım kalan “Bergama Heykeltıraşları” adlı şiirinde açık bir şekilde görünürken, “gazel” formundaki bazı şiirlerinde ise; hayli içselleşmiş bir biçimde kendini gösterir.

Yakup Kadri’nin 1329’da (1913) Peyâm-ı Edebî’de yayımlanan “Bir Muhavere” ile “Bir Huysuzun Defterinden” ve 1914’te Nevsâl-i Millî’de çıkan “Siyah Saçlı Yabancı ile Berrak Gözlü Genç Kızın Sözleri” başlıklı metinleri, genç yazarın “Yunan ve Latin çağlarına yöneldiğini” haber verir. “Bir Muhavere”de Yakup Kadri, Homeros’a duyduğu hayranlığı coşkulu bir biçimde aktarır, İlyada her türlü kusurdan uzak, olgun, mucize denilebilecek bir özelliğe sahip yapıttır. Yahya Kemal ve Yakup Kadri’nin şiir ve yazıları, “Nev-Yunânîlik” iddiasının ürünleri olarak kalır ve “edebî mektep”, açılmadan kapanır. Bununla birlikte; “Akdeniz Havzası” düşüncesi, Yahya Kemal’in ve Yakup Kadri’nin sonraki yıllarda yazacakları eserlerde varlığını sürdürür.

“Servet-i Fünûn” ve “Fecr-i Âtî”nin görüşlerini eleştirip, onlara karşı yeni bir oluşumun merkezi niyetiyle; 1914 Mart’ında yayımlanan Safahat-ı Şiir ve Fikir dergisinde, “Nev-Yunânîlik” görüşü onarılarak canlandırılmak istenirse de, bir sonuç alınamaz.

Millî Edebiyat Hareketi ve Türk Mitolojisi

Ziya Gökalp, Türk destanlarından çıkardığı mitoslardan ilhamla manzumeler yazmakla birlikte; destanları, dolayısıyla mitosları yazılarıyla da güncellemiştir. Böylece; etrafında toplanan şiir heveslisi gençlerin dikkatini ve ilgisini Türk mitolojisine çekmiştir. Ziya Gökalp, 1911’in ilk aylarına kadar “Osmanlıcılık” görüşünü savunmuş; Selanik’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin desteğiyle yayımlanan Genç Kalemler dergisinin kadrosuna katıldıktan sonra “Turancılık”a yönelmiştir. Ziya Gökalp; destanlar, halk hikâyeleri ve masallardan Türk Romantizmi çıkarma niyetiyle bazı manzumeler yazar. Kayı Boyu’yla ilgisli ilk menkıbe olarak kabul ettiği Ergenekon Destanı’ndan esinlenerek “Ergenekon” adlı şiirini 1912’de yayımlar.

Ömer Seyfettin Genç Kalemler dergisinde yayımlanan ‘Yeni Lisan’ başlıklı yazısıyla dilde sadeleşme ve Milli Edebiyat görüşünü savunmuştur. Ömer Seyfettin 1914’te yazdığı “Türklerin Millî Bayramı” başlıklı yazsında, “Oğuz Kağan Destanı” ile “Ergenekon Destanı”na göndermelerde bulunarak “Yenigün”ün (Nevruz) gelişini bildiren “9 Mart”ın millî bayram olarak kutlanması gerektiğini ileri sürmüştür. 1920’lere gelirken İlyada ve Odysseia üzerinden Yunan mitolojisine ilgi tazelenir. Bu ilgiyi Ömer Seyfettin ve Ali Canip tazelemiştir. Millî Mücadele yıllarında, ülkenin ve Türklerin durumu, Türk mitolojisine göndermede bulunularak “Ergenekon Destanı”yla açıklanır.

Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı’nda Mitolojiye Bağlı Arayışlar

Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra edebiyatta mitolojiye bağlı arayışlar; Türk tarihi ve destanlarına ilgi, yeni Devlet’in kültür politikası doğrultusunda geliştirilen Türk Tarih Tezi’nin uzantısı görüşler ve “Hümanizm” yönlendirmesiyle Yunan-Latin mitolojilerinin öne çıkarılması şeklinde belirginleşir. Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı’nda mitolojiye bağlı arayışlar maddeler halinde aşağıda özetlenmiştir:

  • İnkılâbın mitolojiyle efsaneleştirilmesi: Atatürk döneminde yazılan bazı manzumelerde ve manzum piyeslerde, Millî Mücadele “Ergenekon”a, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa “Bozkurt”a benzetilmiştir. 1930’lu yılların başında popülerleşen manzum piyeslerde Türk mitolojisinden motif ve figürler kullanılmıştır.
  • Türkçülükle belirginleştirilen Türk mitolojisi: 1930’lu yıllarda Türk mitolojisinin milli bir duyarlılık ve heyecanla sahiplenildiği görülür. Atsız Mecmua’da Türkçülük düşüncesinin Turancılık’la geliştirildiği de görülmektedir. Türkçülük düşüncesi, şiire olduğu kadar romana da epik bir hava kazandırmıştır.
  • Hümanizm merkezli söylemler ve mitoloji: 1920’li yıllardaki “destan” arayışları, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde mitoloji ilgisinin canlı kalmasını sağlar. Hilmi Ziya 1940’larda Tasvir gazetesi ile Şadırvan ve kendisinin çıkardığı insan dergisinde, destana dair yazılar yayımlamayı sürdürür. İnsan’ın “müessisleri”nden Sabahattin Eyüboğlu, derginin ilk sayısındaki “Yeni Türk San’atkârı Yahut Frenkten Türke Dönüş” başlıklı yazısında, “Yeni Türk Sanatkârı”nı, “Avrupa’ya Frenk hayranlığı ile gidip Türk hayranlığı ile dönen adamdır” diye tanımlamaktadır.
  • Yunan kaynaklı hümanizm: Türk entelektüeli, Yunan mitolojisini bir kültür davası olarak algılamış ve modernleşmenin ufku olarak görmüştür. Batı kültürünün kaynağı olarak algılanan Yunan ve Latin birikimine 1930’ların ortalarında ve 1940’ların başlarında gösterilen ilgi birbirinden farklıdır. Yunan kaynaklı Hümanizm anlayışı, Mavi Anadolu çıkışlı etrafında bir araya gelen sanatçılar tarafından işlenmiştir. Yunan kaynaklı Hümanizm görüşü, “Millî Şef Dönemi”nde devletin de desteği ile şair ve yazarlar arasında daha bir benimsenmiştir. 1960 sonrası Türk edebiyatında; mitoloji bağlamında, önceki on yıllarda yaşanan deneyimler, kazanılan birikim, poetik söylemler iyi değerlendirilmiş ve okunmuştur.