TÜRK EDEBİYATININ MİTOLOJİK KAYNAKLARI - Ünite 5: İran Mitolojisi ve Ana Temaları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: İran Mitolojisi ve Ana Temaları
İran Mitolojisi
İran mitolojisi ve İran efsaneleriyle ilgili en eski bilgiler MÖ. XV. Yüzyıla aittir. İran kahramanlık hikâyeleriyle efsanelerinin tarihi Aryaların İran topraklarına geldikleri günlerden başlar. Tespitlere göre MÖ. 3000 yıllarında Hint-Avrupa grubundan ayrılıp Hint ve İran ırkları olarak iki ayrı kola bölünmeden önce bunlar, Orta Asya bölgesinde yaşamakta; ortak din, dil, inanç ve mitolojilere sahip olup kendilerini “Arya: şerefli” nitelemesiyle ifade etmektedirler.
Ulusal rivayetler, dinsel efsaneler, tarihsel gerçekler, İran kahramanlarının maceraları, göç öncesi ve Orta Asya topraklarında yaşadıkları dönemlerden kalma hatıralar ve efsaneler, ordu sevki ve savaşlar, savunma amaçlı mücadeleler, çeşitli bölgelerde sanatsal gösteriler ve kahramanlık sergilemeler, Arya ırkının guru ve kibirliliği, İranlıların yeni inanışlarına, tanrılarına ve hepsinin İran ve İran halkının destekleyicisi olduklarına inandıkları “kutsal ölümsüzler” adını verdikleri meleklere bağlılıkları, İran’ın doğu bölgelerinden çıkan ve bağımsız hükümetlerin oluşumunda gayret göstermiş sultanlar ve emirlerin tarihleri ve daha başka konuların karışımıyla düzenli ve bütünlük içerisinde derlenen efsaneler ile hikâyeler ortaya çıktı.
Zamanla gelişen ve olgunlaşan İran rivayetleri, İran tarihinde yeni bir dönem, yeni bir sayfa olarak kabul edilen “Eşkaniler Dönemi”nde (MÖ 250-MS 226) farklı bir boyut kazanmıştır.
Sasanîlerin (224-652) ortaya çıkışıyla birlikte onların bir taraftan din ve Zerdüşt dini bağlantılı konulara yoğun ilgisinin; diğer taraftan da doğulu ve batılı düşmanları karşısında ulusal duygularının etkisiyle klasik rivayetler dinsel, ulusal ve tarihler gerçekler şeklinde yavaş yavaş toparlanarak yazıya aktarılmaya başlandı. Özet olarak: İran ulusal hikâyeleri ve rivayetleri, Arya kavminin İran’a göç etmesiyle başlamış, İran’a yerleşmelerinden sonra her geçen gün yeni gelişmelerin eklenmesiyle gelişimini sürdürmüş, yazılı ve sözlü rivayetler ve hikâyeler bu yolla aşamalı olarak derlenip Sasanîler döneminin sonlarında da en olgun ve en geniş şekillerini almıştır.
İranlılar, hayatın temel gerekleri olan ögelerin bir özel tanrının korumasında bulunduğuna inanırlar. Su da, bu ögeler arasında yer alır ve Mazdeizm’in kutsal kitabı Avesta’da övülüp kutsanır. Tanrısal nitelikler verdikleri ateşe olduğu kadar, suya da saygı duymuş olan eski İran halkları onu kirletmeği de günah saymışlar, inançlarında suyu koruma konusunda hassas dinsel emirler her zaman var olagelmiştir. Bütün bunların yanı sıra su, Zerdüşt ayinlerinde de sürekli bulundurulması gereken ögelerden biri olmuştur.
Zerdüşt’ün, Avestâ’daki en büyük tanrısı Ahura Mazda , Fars edebiyatında genellikle “Ahura Mazda”, “Hurmuzd” ve Hormez şekillerinde geçer. Mazdeist inanışta ve İranoAryanlar’da tek iyilik tanrısıdır. Diğer İran tanrılarının tamamını gerçek dışı tanrılar olarak niteleyen Zerdüşt’ün Avestâ’daki tanrısı, iyilikler ve güzelliklerin tek yaratıcısıdır. Ahura Mazda, Zerdüşt’ün çabalarıyla zamanla bütün İranlıların tek tanrısı haline gelmiştir. Yüce tanrı Ahura Mazda’dır.
Asumân (Gök) aynı zamanda feleği de koruyan tanrının adıdır. Şiirde “çerh”, “semâ” ve felek gibi kelimelerle de anılır ve yerler gibi onun da yedi kat olduğu kabul edilir.
Gökyüzü kutsallığın en eski tecellilerinden biri, dinsel mitolojik değerlerle dopdolu, ilahi gücün egemenlik alanı, sonsuz yüceliği ve genişliğiyle tanrıların ülkesi, yücelere yükseliş makamıdır. Fars edebi metinlerinde de gökyüzünün Allah’ın makamı olduğu ifade edilir. Mazdeist inanışta; gökler övgülere konu olmuş, kutsanmış ve Ahura Mazda’nın ikametgâhı olarak nitelenmiştir. Aynı zamanda Fars edebiyatında gökler ve yedi feleğin övülmelerinin yanında, yemim edilerek kutsanmaları da dikkat çekicidir.
Bütün eski efsanelerde, ateş te insanüstü bir mahiyet ve özellik görülür. Eski İran halklarının inanışlarına göre ateş, ilk olarak Hûşeng tarafından bulunmuştur. Ateşin etkisinin en eski devirlerden bu yana devam ettiği bilinen ülkelerden biri de İran’dır. Zerdüşt, bu çok eski ve ayrıntılı kültü yasaklamış olmasına rağmen daha sonra yeniden ortaya çıktı. Fars edebiyatında Zerdüşt ve inanırlarının, ateşi kutsaması ve ona saygı duymasından çokça söz edilir.
Ateşkede terim olarak; “Zerdüşt dini bağlılarının kutsadıkları ateşi içerisinde koruyup sakladıkları yerlerin özel adı” olarak kullanılmıştır. Zerdüşt inanışının kutsal mekânları ve tapınakları olan ateşkedelerde hiç söndürülmeden yakılan ateş, bu inanışta tanrısal gücü simgeler. Eski İran’da ilköğretim merkezleri konumunda bulunan ilk mektepler, dinsel eğitim ve öğretimin gerçekleştirildiği “ateşkedeler” ve “deyr” adı verilen yerlerdi.
Avestâ’da kendisinden defalarca söz edilen Camasp , kardeşiyle birlikte Zerdüşt’ün dinini ilk kabul eden Kral olan Goştâsp’ın vezirleri görevinde bulunmuşlardır. Camasp, mandeist literatüründe akıllılığı, bilgeliği ve sanatkârlığıyla bilinir. Bazen de hekim olarak tanınır. Arap ve Fars edebiyatlarında “ferzâne: bilge ve hekim” nitelemeleriyle anılır.
Câm-i Cem İran hükümdarlarından Cemşîd ile Keyhusrev’e, aynı zaman da Süleyman Peygamber ve Büyük İskender’e ait olduğu kabul edilen sihirli kadehtir. İçine bakıldığında, dünyada olup biten her şeyin görüldüğüne inanılan bu kadeh, İran ve Türk edebiyatlarında “Ayîne-yi Süleyman: Süleyman’ın aynası”, “Ayîne-yi Sikender: İskender’in aynası”, “Piyâlei Cem: Cem’in kadehi” adlarıyla da anılır. Câm-i Cem: “bütün evrendeki durumu, yedi feleğin sırrını, açık ve ayrıntılı bir şekilde gösteren bir kadehtir.”
Ehrimen “kötü akıl” ve “şeytan” anlamlarında kullanılmıştır. Ahura Mazda’nın karşısında Ehrimen vardır. Mazdeist inanışına göre; Ahura Mazda ile Ehrimen’in on iki bin yıl boyunca savaş halindedirler. Bu mücadelenin sonunda Ehrimen’in yenileceği, daha sonra da kıyametin kopacağı kabul edilir. Fars edebiyatında; kötülük simgesi olarak “tanrılar karşısında” bazen de, Sâmî rivayetlerinden etkilenerek “İblis” yerine “meleklerin karşısında” bir güç olarak yer alır. Çok sayıda şairin dizelerinde yer alan ifadelerden de anlaşıldığı kadarıyla; İslam kültüründe Ehrimen, “Şeytan” ve “İblis” kelimelerinin karşılığı olarak kabul edilir.
Mitolojik rivayetlerde Ehrimen, Ahura Mazda’nın yaratılışına muhalefetinden dolayı yerküreyi yararak tam ortasına girmiş, o anda şiddetli bir sarsıntıyla Elburz Dağı yerden yükselmiş, ardından da diğer dağlar Elburz’un köklerinden ortaya çıkarak yeryüzünde yerleşmişlerdir. Güneş, Ay ve yıldızlar hep Elburz’un üzerinde döner dururlar. Elburz’un zirvesinde; karanlık, gece, sıcak ve soğuk rüzgârlar bulunmaz. Bu dağın; coğrafî bir bölge olmasından önce mitolojik ve manevî özellikleri bulunan bir bölge oluşu daha önemlidir. Fars şiirinde özellikle; “güneşin doğduğu yer”, “büyüklük” ve “yücelik” simgesi, ırmakların mahzeni olarak işlenir.
Heft : Yedi/7 . Çok eski devirlerden beri hemen bütün milletlerin dikkatlerini çekmiş ve tanrısal içerikler ile fizik ötesi anlamlar yüklenerek daha çok iyi ve bazen de kötü anlamlarda kullanılmıştır. Yedi rakamına özel önem veren, ona değişik anlamlar yükleyen ve daha sonra da o “simgesel” nesneleri “tanrı” olarak algılayıp tapan ilk kavim Sümerler’dir. Klasik dönemlerde birtakım doğa unsurları, eski dünyada tespit edilmiş gezegenlerin, asıl renklerin sayıları ve aynı şekilde diğer bazı nesneler ve olayların bu sayı miktarında bulunması bu sayının fizik ötesi yönünün daha çok ön plana çıkarılmasını sağlamıştır.
Hefthân : Yedi makam . İran ve Turan ülkeleri arasında bulunan, Rüstem ve İsfendiyâr’ın çok büyük tehlikelerle karşı karşıya kalmış oldukları “yedi makam” ya da “yedi merhale”dir. Hefthân gerçekte Rüstem ile direkt ilgili bir kelimedir. İranlı dünya pehlivanı Keykavûs’u kurtarmak için Mazenderan’a gittiğinde başına “yedi büyük tehlike” geldi. O bunları, tamamıyla kendi gücü bir de tanrıya güveni ve inancıyla aşarak kurtuldu.
Hefthân, sufîlerin seyr u suluk mertebelerinde kat etmek zorunda oldukları; “istek, aşk, marifet, istiğnâ, tevhid, hayret ve fenâ” gibi “yedi vadi”ye benzetilir. Zerdüşt tarihçileri, kendi millî ve dinî kahramanları olan İsfendiyâr için, onun Rüstem’den geri kalan biri olmadığını, onun kadar güçlü olduğunu belirtmek için ondan bahseden savaşlarına yer veren “hefthân”lar yazmışlardır.
İmşâspendler: Kutsal Ölümsüzler: “Ölümsüz kutsallar”, “ölümsüz temizler” anlamlarını ifade eder. Terim olarak da, Mazdeizm’in en büyük melekleridir. Bunlar Ahura Mazda’nın simgeleri olarak kabul edilir. Bu isimler sırasıyla şunlardır:
Behmen: İyi düşünce . Ahura Mazda’nın oğlu olarak nitelenen Behmen, kıyamet gününde hakemlik yapacaktır. İnsanların iyi düşünmelerini sağlayan güç odur.
Ordîbehişt/Asha : Avestâ’da; “en iyi varlık, dünyanın en iyisi, iyi düzen”, “en iyi doğruluk”, “en iyi temizlik” anlamlarında bir kelimedir. Ordîbehişt, manevi dünyada Ahura Mazda’nın doğruluk, temizlik ve kutsallığını simgesi, maddi evren de ise, yerküredeki bütün ateşlerin sorumlusudur.
Şehrîver : Avestâ’da Şehriyer; Ahura Mazda’nın edebî, geçici olmayan ülkesi, yok olmayacak yurt ve yüce cennet olarak tanımlanır. Ruhanî evrende, tanrısal saltanatın temsilcisi, tanrının gücünün ve iktidarının simgesi, maddî âlem de ise, metallerin koruyucusudur.
Sifendârmûz : Avestâ’da; “yeryüz”, Pehlevî dilinde ise “olgun, tam akıl” anlamlarını verir. Manevi dünyada, Ahura Mazda’nın sevgisini, sabır ve alçakgönüllülüğünü, maddi dünyada da yeryüzünden sorumlu meleği, dürüst, iffetli ve kocalarına bağlı kadınları simgeler.
Hordâd ve Mordâd : Her ikisi de Ahura Mazda’nın olgunluğunu ve ebedîliğini simgelemektedir.
İravîc : İranlıların Atayurtları, ataları Aryaların topraklarının adı olarak kabul edilir.
Îzed: Tanrı. Farsça’da “Allah” anlamındaki isimlerden “Îzed” ya da Avestâ’daki şekliyle “Yazata”; “yeze” kökünden gelen ve “tapınmak” anlamını veren bir kelimedir. Sanskrit dilinde “yacata” bir niteleme olarak “övgüye yaraşan” anlamındadır. Pehlevice’de Îzed; imşâspendlerden daha az yetenekli, onlardan daha alt makam ve mertebelerde bulunan melekler için de kullanılır. İranlıların inanışlarına göre gökyüzü bu meleklerle doludur. Avestâ’da çoğu yerde bu kelime bütün tanrıları da gösterir. Ancak Pehlevice’de bu çoğul, tekil olarak “Tanrı” anlamında kullanılır.
Kâf (Kâf Dağı) : Dünyanın etrafını çevreleyen, bütün dağların köklerinin yerin derinliklerinde ona bağlı olduğuna inanılan, büyük bir kısmı suyun altında, okyanusların derinliklerinde bulunan, her sabah güneş doğduğunda güneş ışınlarının üzerine düşmesiyle yansımalarının yeşil göründüğü, Anka’nın da üzerine yuva kurduğu kabul edilen efsanevi dağdır.
Mitolojilerde temel ögelerden biri olarak yer alan dağlar, yaratıcıyla aralarında var olduğuna inanılan ilişkilerden dolayı kutsal ve gizemli varlıklar olarak dikkat çekerler.
Dahhâk’ın baskılarına karşı demirci Kâve ’nin başlattığı halk isyanında kullandığı deri parçası, Dahhâk’ın yerine geçirilen Feridûn tarafından uğurlu kabul edilerek değerli mücevherlerle süslenip sancak olarak kullanılmaya başlandı. Fars mitolojisinde daha sonra da Fars edebiyatında söz konusu sancak, zulme uğramış, yoksul halkın despot yönetimlere karşı ayaklanmalarını, haklarını aramalarını simgeleyen güç ve azamet simgesi haline gelmiştir.
Keyûmers , yaşadığı çağın en büyük kişiliği, İranlılar tarafından ilk insan ve yeryüzünün ilk hükümdarı olarak bilinir. İnsanlar, birlikte yaşarlarken aralarında çıkan anlaşmazlıkları çözecek, bireyler arasında adaleti sağlayacak büyük ve güç sahibi birini aramış ve Keyûmers’in huzuruna çıkarak bu isteklerini dile getirmiştir. Keyûmers bu dileği kabul etmiş, ondan sonra da taç giymiştir. Yeryüzünde ilk taç giyen kişi odur. Hükümdarlık yaptığı kırk yıl ya da daha az bir sürede, insanlar mutlu ve huzur dolu günler geçirmiştir.
Mihr/Mitra , Arya kavminin büyük tanrılarından biri olarak kabul edilmektedir. Aryalar, ikiye ayrılmadan önce, Mihr’e tapmakta idiler. Eski Mezdiyesnâ inanırları da, Mihr’i; “ışık tanrısı” olarak kabul eder öyle inanırlardı. Mihr, Allah ile Ahura Mazda ve diğer yaratıklar arasında bir araç olarak kabul edilirdi. Zerdüşt’ün reformlarından sonra Mihr gibi eski İran tanrıları, tanrılık makamından düşmüş ve melek makamında görev yapmaya başlamışlardır.
Eski İran’da Mihr, büyük tanrılardan biri, aynı zamanda “aydınlık meleği” nin adı, sevgi, dostluk ve şefkat ve sözünde durmanın, aydınlık ve mutluluğun sembolü olarak bilinir. Eski İran inanışlarına göre; Mihr, ezelden beri var olan aydınlık ile şimdiki aydınlık arasında bir araçtır. Bir başka ifadeyle; yaratıcı ve yaratan varlıklar arasında bir ileticidir.
“Ateşe tapan”, “Zerdüşt İnanırlarından bir gurp”, “Zerdüşt dini önderi” anlamındaki muğ (çoğulu, muğan) kelimesi, eski İran’da bir hanedan adıdır. Bu aile, hem Zerdüşt öncesi ve hem de Zerdüşt sonrası dönemde her zaman din adamları ve dini liderler yetiştirmiştir. Muğlar, gizemli kişiliklere sahip olarak birtakım gizli bilimlerle de uğraşmışlar, bu uğraşları sonucu elde ettikleri bilgiler, insanlara ilginç ve büyüleyici özellikleriyle yansımıştır.
İranlılar rahiplerine “magi” diyor, onlara halk ile tanrı arasındaki tanrılar gözüyle bakıyor, gittikleri savaşları kazanabilmek için rahipler ile en gözde putlarını beraber götürüyorlardı.
Bir başka önemli konu da, muğların şarap ve meyhane ile sık sıkıya ilişkili olduklarıdır. Fars edebiyatında “muğ”, “muğdeke”, “muğbeççe” kelimeleri, birer terim olarak; “şarap içen”, “meyhane” ve “sâki” anlamlarında kullanılır.
Nahîd/Anahita , eski İran’da büyük tanrıçalardan biri olarak dinsel ayinlerde çok özel bir yere ve öneme sahiptir. Annhita dört temel öge arasında yer alan suyun koruyucusu ve sorumlusu meleğin adıdır. Anahita, aynı zamanda Zühre/Venüs’ün bir diğer adıdır. İran’da Anahita, suyu bol ve duru ırmakların, yeryüzünün bütün suları ve bütün üretkenliklerinin kaynağı, annelerin memelerindeki sütün temizleyicisi, güç, parlaklık, duruluk ve arılık simgesi, uzun boylu, alabildiğine güzel, özgür, başında yıldızlarla donanmış altın taç, teninde altın elbiseler ve altından çok değerli gerdanlıklarla süslenmiş bir tanrıça olarak nitelenir.
İran takviminde yılın başlangıcına denk gelen bayramın adı olan Nevrûz Fervadîn ayının (21 Mart) ilk günü kutlanmaya başlanır. İranlıların büyük ve çok eski dinî bayramlarından biridir. Nevrûz’da iki bayram birlikte kutlanır. Bunlardan biri yılın başlangıcı, dünyanın yeniden canlanması ve diriliş kutlamaları olan Nevrûz törenleri, diğeri de dinî bir bayram olan Ferverdigân kutlamalarıdır.
Nevrûz kutlamalarında İranlılar eski çağlardan beri özel törenler düzenlemektedirler. Bu törenlerin önemli bir kısmı günümüze kadar gelmiştir. Bu törenler için evler temizlenir, Nevrûz kutlamalarının yapılacağı oda, özel olarak donatılır. Bir masa üzerine bir testi su ve bir vazo içerisinde çiçekler konulur. Bir kap içinde ateş de bulundurulur. Ateşe güzel kokulu ağaçlar atılır, yanarken etrafa hoş koku yayması sağlanır. Ateşe odun koyan kişi yakınlarından ölmüş olanların adlarını da o esnada söyler. Bu günlerde ölülerin ruhlarının evlerine ve akrabalarının evlerine dönerek bu ateşlerin aydınlığından yararlandıklarına inanılır.
Tasavvufta; “ mürşid-i kâmil ” . Başlangıçta, pîr-i muğân ; “şarap satıcısı”, “meyhanenin aksakallısı” anlamlarında kullanılırdı. Ancak daha sonraları Sufîlerin kullanımında değişik mistik anlamlar da yüklenmiştir. Tasavvuf terimi olarak; “ seyr u sulûk aşamalarını başarıyla geçmiş ; Sufîler ve müritlere yol gösteren, onlara kılavuzluk eden sâlikler ve müritlere, aşka, ezelî ve ebedî sarhoşluğa, hedefledikleri menzile ulaşmada yol gösteren bilge yaşlı, kılavuz, mürşid” anlamlarında kullanılır.
Tasavvufta pîr; “ sâlikin o olmadan, tek başına hakka erişemeyeceği önder ve kılavuz ” anlamlarını ifade eder. Sufî literatürdeki “kutb”, “şeyh”, “veli”, “kavs” gibi terimler de hep bu anlamda kullanılır. Mürşidler ve velilerin eğitimlerinden geçmiş müritlerin ruhları, olgunluğa erişme yoluna girer, temiz canların ve aydınlık iç dünyaların ikinci doğuşları ancak bu kişiliklerin ellerinde gerçekleşebilir.
Arapça karşılığı “ankâ: uzun boyunlu”, S î morğ hiç kimse tarafından görülmemiş bir kuştur. Fars edebiyatında değişik görünümleriyle yer alan, oldukça dikkat çekici mitolojik ögelerden biridir. İslâm öncesi İran kültüründen anlaşıldığı kadarıyla Sîmorğ, geniş ve yaygın kanatlarıyla bilinir. Üzerinde yuva kurduğu ağaç bütün bitkilerin tohumlarını bünyesinde bulunduran, çeşitli hastalıklara ilaç olan bir ağaçtır.
Bu ağaç, Sîmorğ ile deniz arasında bir araç görevi yapar. Fars mitolojisi ve Fars edebiyatındaki özelliklerinden anlaşıldığı kadarıyla eski devirlerden beri İran toplumunda kutsanan bir yaratık olan Sîmorğ, Şahnâme’ye de mitolojik, efsanevî özellikler taşıyan metafizik özellikleri bulunan bir öge olarak girmiş, bu niteliklerinden dolayı da millî kahramanların kaderlerinde, mitolojik olaylarda etkin rol oynamıştır.
Eski İranlıların, Avestâ’dan da kaynaklanan inanışlarına göre Sîmorğ’un tüylerinden ya da kemiklerinden bir parçayı beraberinde bulunduranlar hiç kimseden zarar görmezler. Sıkıntıyla yüz yüze geldikleri an, tüyünü ateşte yaktıklarında, o gelir ve onları sıkıntıdan kurtarır. Sîmorğ’un dalına konduğu ağaç ilaç etkisi gösterir. Gıdasının ateş olduğu, seher yelinin onun nefesi olduğu, yaşadığı yerin de, Kâf Dağı olduğuna inanılır. Fars edebiyatında Sîmorğ ile ilgili birçok efsane vardır.
Fars tasavvuf edebiyatında Sîmorğ; efsanevî, nerede olduğu bilinmeyen bir yaratıktır. Mecazî anlamda da çoğu zaman gözlerden uzak “insân-i kâmil”, “veliler” ve “pir”i simgeler. Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ında Sîmorğ, görüntüsü olmayan, hakkı simgeleyen metafizik bir varlıktır. Aynı zamanda kendisini görmeği arzulayanlar (Sîmorğ) dışında bir şey değildir o.
Zerdüşt dini mevûdlarından olan Soşyânt, Zerdüşt’ün soyundan gelmektedir. Kıyametin ilk anlarında dünyaya gelir ve ölüleri tamamıyla aydınlık ve temizlik dolu ölüm sonrası hayata hazırlar. Soşyânt, kötüleri cezalandırır, bütün kötülük ve şer kaynaklarının yok edilmesi için dualarda bulunur. Dünyada, kötülükler ortadan kalktıktan sonra, ölülerin diriltilmesi için harekete geçer.
Zerdüşt inanışının en sevimli çehrelerinden Surûş , bütün dinsel ayinlerde hazır bulunur. Bu tanrının asıl görevi, insanlara kulluğu nasıl yapmaları gerektiğini öğretmek, tanrıya karşı görevlerini yerine getirmelerini sağlamaktır. Surûş, Zerdüşt inanışında; Ahura Mazda’nın emirlerini, kutsal mesajlarını taşıyan bir sembol olarak kabul edilir. Şahnâme’nin bazı bölümlerinde o, tanrının mesajlarını insanlara ulaştıran bir ulaktır.
Şebdîz ; “gece rengi”, “siyah” anlamlarını ifade eder. “Şebreng: gece rengi”, şekliyle de bilinen Şebdîz, Sasanî hükümdarı Husrev-i Pervîz’in ünlü atının adıdır. Siyah renkli oluşundan dolayı bu isimle anılır. Rivayetlere göre; diğer atlardan daha yüksek ve daha irice bir yapıya sahip olan Şebdîz’in nalları, ayaklarına ancak on çiviyle çakılabiliyordu.
Husrev, bu atı çok sever ve yediği her şeyden ona da yedirirdi. Şebdîz’in ölüm haberini getireni bile öldüreceğine yemin etmişti. Şebdîz öldüğünde, ünlü çalgıcı Bârbed, bir yolunu bulup Şebdîz’in bakıcısını kurtarmak amacıyla çok hüzünlü bir hava çalmaya başladı. Husrev, bu üzüntülü nağmeleri duyunca üzüntüye boğuldu ve “Yoksa Şebdîz mi öldü?” dedi. Bârbed, “Bunu hükümdarın kendisi söylüyor” diyerek atın ölüm haberini bir sıkıntıya yol açmadan Husrev’e iletmiş oldu. Husrev’in emriyle Şebdîz’in resmi, bir kayalık üzerine işlendi, daha sonra da cesedi kefenlenip gömüldü. Husrev, o resme her baktığında ağlardı. Şebdîz, aynı zamanda musikide bir makam adı, Bârbed’in otuz makamından Şebdîz için oluşturduğu makamın da adıdır.
“Şeb-i Yeldâ” diye de bilinen, Farsça sözlüklerin önemli bir kısmında belirtildiği gibi, Süryanice’den Farsça’ya geçmiş bir kelime olan yeldâ: Arapça’da “mîlâd: doğum” anlamındadır. “Şebi yeldâ”, Mesîh’in doğduğu zamanla örtüştürülmeğe çalışıldığından bu adla anılmıştır. İranlılar, bu gecenin Mitra’nın doğum gecesi olduğuna inanmaları gerekçesiyle onu Süryanice telaffuzuyla kabul etmişlerdir. Gerçekte Yeldâ, Avrupalıların, 25 Aralık’ta kutladıkları Noel ile aynı tarihe rastlar. Böylelikle Avrupalıların Noel’i, İranlıların “Şeb-i yeldâ”ları aynı güne rastlar.
Yeldâ, yılın en uzun gecesidir. Bu geceden itibaren günler yavaş yavaş uzamaya başlar. Yılın bu en uzun gecesi, İranlılar tarafından uğursuz kabul edilir. Bu gecenin uğursuz sayılmasının nedenleri arasında, kışın şiddetli soğuğuyla birlikte karanlıklar Ehrimen’inin saldırılarının sürmesi de yer alır. İranlılar, bu gecenin uğursuzluklarından korunmak için sabah güneş doğuncaya kadar ateşler yakarak çevresinde eğlenir, sofralar kurar ve meyezd dağıtırlardı. Bu tören, farklılıklarla da olsa günümüze kadar gelmiştir.